Büyümede son durum

Türkiye ekonomisi bu yılın ilk çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 3,2 büyüdü.

1.08.2012 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Büyümede son durum
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) hesaplarına göre ilk çeyrekte önceki çeyrek döneme kıyasla mevsimsel düzeltilmiş olarak ise yüzde 0,4 küçülme yaşandı. İlk çeyrekteki yıllık bazdaki büyüme, Türkiye şartlarında yavaş büyümeye karşılık gelen yüzde 2-4 aralığının içinde kalıyor. Öncü göstergeler, 2010’dan sonra 2011’i de hızlı büyümeyle kapatan ekonominin 2012’ye inişe geçerek girdiği sinyalini vermişti. İktisatçılar bu sinyali görmüş ama ekonomideki inişin yumuşak mı yoksa sert mi olduğu konusunda anlaşamamışlardı. İlk çeyrekteki büyümenin yavaş büyüme aralığının neredeyse ortasına denk gelmesi, bu tartışmanın bir sonuca bağlanmasını engelledi. Bazı iktisatçılar, mesela Fatih Özatay, bu inişi yumuşak olarak değerlendirdi (Radikal, 3 Temmuz 2012). Buna karşılık Deniz Gökçe ve Uğur Gür-ses ekonomideki inişi sert olarak yorumladı (Akşam, 4 Temmuz 2012 ve Radikal, 4 Temmuz 2012). Seyfettin Gürsel ise, ilk çeyrekteki takvim etkisinden arındırılmış büyümenin yüzde 2,3 olduğuna dikkat çekerek, inişin serte yakın olduğunu yazdı (Radikal, 4 Temmuz 2012). Biz de, Seyfettin Gürsel gibi ekonomideki inişin serte yakın olduğunu düşünüyoruz. Esasında bunu size önceden haber de vermiştik. Hatırlarsanız, mayıs ayı sayımızın Konjonktür bölümünde “Ekonomide İniş Analizi” başlıklı ana yazıda, öncü göstergelerdeki son durumu inceleyerek, ilk çeyrekte büyümenin yüzde 2-3 civarına inmiş olabileceğini yazmış ve ekonomide serte yakın bir iniş olduğu değerlendirmesini yapmıştık. Fakat artık yılın ilk çeyreği epey gerilerde kalmış durumda. Şu anda üçüncü çeyrek dönemin ortasına yaklaşıyoruz. Dolayısıyla ilk çeyrek döneme ilişkin milli gelir verileri bize büyümedeki son durumu göstermiyor. Büyümedeki son durumu anlamak için yine öncü göstergelere bakmak gerekiyor. Öncü göstergeleri incelediğimizde ise büyümede son durumun ilk çeyrektekinden çok farklı olmadığı sonucuna varıyoruz.
Tabloyu görmek için görsele tıklayın.


İLK ÇEYREKTE NE OLDU?

Fakat öncü göstergelere bakmadan önce ilk çeyrek için bir değerlendirme yapmakta fayda var. İlk çeyrekte ekonominin yavaşlamasına son iki yılda ekonomiyi sürükleyen iç talepteki artışın neredeyse durması yol açtı. İç talebin en önemli parçası olan hanehalkı tüketimi geçen yılın aynı dönemine göre hiç artış göstermedi ve dolayısıyla büyümeye katkısı da sıfır oldu. Özel yatırımlardaki artış ise yüzde 1,6’da kaldı ve büyümeye sadece 0,4 puanlık katkı yaptı. Yüzde 5,5’lik artış gösteren kamu tüketim harcamalarından 0,5, yüzde 2,1’lik artış gösteren kamu yatırım harcamalarından ise 0,1 puanlık katkı geldi. Böylece bir bütün olarak iç talepteki artış yüzde 0.9’da kalırken, büyümeye katkısı ise 1 puan olarak gerçekleşti. İç talepteki bu durgunluk işletmeleri üretimi kısıp stoklarını eritmeye yönlendirerek de büyümeyi olumsuz etkiledi. ~
Stoklardaki erime ilk çeyrekte büyümeden 2,3 puan götürdü. Bu ortamda büyümenin yüzde 3,2’yi bulması ise büyük ölçüde ihracattaki artış sayesinde mümkün oldu. En önemli pazarımız olan Avrupa’daki resesyona rağmen alternatif pazarlardaki başarı sayesinde mal ve hizmet ihracatındaki artış yüzde 13,2’yi buldu. İhracattaki bu artış büyümeye 3 puanlık katkıda bulundu. Öte yandan iç talepteki durgunluk nedeniyle geçen yılın son çeyreğinde mal ve hizmet ithalatında başlayan düşüş bu yılın ilk çeyreğinde de sürdü. İlk çeyrekte mal ve hizmet ithalatında yaşanan yüzde 5’lik düşüş de büyümeye 1,6 puanlık katkı yaptı.
Tabloyu görmek için görsele tıklayın.


İKİNCİ ÇEYREKTE İÇ TALEP
Görüldüğü gibi ilk çeyrekte iç talep dururken ekonominin az da olsa büyümesi dış talep sayesinde gerçekleşmiş bulunuyor. Öncü göstergeler, ikinci çeyrekte iç talebin tüketim ayağında biraz toparlanma yaşanmış olabileceğini gösteriyor. Fakat bu arada yatırımlarda durum daha kötüye gitmişe benziyor. Öte yandan, büyük bölümü İran’a yönelik olan geçici altın ihracatı yüzünden çoğunluk farkında olmasa da, ihracatta da tempo düşmüş durumda. Bütün bunlar ikinci çeyrekteki büyümenin ilk çeyrektekine yakın çıkacağını düşündürüyor. İkinci çeyrekte tüketimde bir miktar toparlanma olduğu görüşümüzün gerekçelerinden biri, ilk çeyrekte yüzde 2,8 gerileyen CNBC-e Tüketim Endeksi’nin bu dönemde yüzde 0,2 gibi düşük bir oranda da olsa yükseliş göstermesi. İlk çeyrekte yüzde 20,9 olan otomobil satışlarındaki gerilemenin ikinci çeyrekte yüzde 11,9’a inmesi de bu sinyali veriyor. Beyaz eşya satışları ile reel tüketim malı ithalatının nisan ve mayıs ayı verilerinden bu göstergelerde de ikinci çeyrekteki durumun ilk çeyrekteki kadar kötü olmadığı sonucunu çıkar��yoruz. Yalnız tüketimde ekonomiyi yeniden sürüklemeye başlayacak kadar bir toparlanma olmadığı da açıkça görünüyor. Yatırımlarda durumun daha kötüye gittiği şeklindeki görüşümüzün temel gerekçesi ise bu açıdan en önemli öncü gösterge olan reel sermaye malı ithalatında yaşanan gelişmeler. Reel sermaye malı ithalatı ilk çeyrekte yüzde 0,5 gibi düşük bir oranda da olsa artmıştı. Fakat nisan ve mayıs ayı verileri ikinci çeyrekte burada bir gerileme olduğunu düşündürüyor.

DIŞ TALEP YAVAŞLADI
İlk çeyrekte ekonominin az da olsa büyümesini sağlayan dış talepte ikinci çeyrekte yavaşlama var. Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) verileri, önceki iki çeyrekte yüzde 9,2 olan ihracattaki yıllık artışın ikinci çeyrekte yüzde 2,1’e kadar indiğini gösteriyor. Bu durum Avrupa’daki resesyonun derinleşmeye başlamasından ve alternatif pazarların da artık bunu telafi etmekte zorlanmasından kaynaklanmışa benziyor. Öte yandan mayıs ayındaki toparlanmaya rağmen hizmet ihracatındaki durum da yine çok iyi görünmüyor. Evet, TÜİK’in nisan ve mayıs aylarına ilişkin reel ihracat verilerine bakılırsa ikinci çeyrekte dış talep yavaşlamak yerine daha da hızlanmış gibi görünüyor. Ancak bu durum TÜİK’in verilerinin altın ihracatını da kapsamasından kaynaklanıyor. Altın hariç ihracatta nisan ve mayıs ayı verileri TİM’in verilerinden çok farklı değil. Öte yandan Konjonktür’ün üçüncü sayfasındaki kutuda okuyabileceğiniz gibi altın ihracatının büyümeye bir katkısı yok. Altın ihracatı, ikinci çeyrekte mal ve hizmet ihracatının büyümeye katkısının olduğundan biraz yüksek görünmesine yol açacak ama yatırımların büyümeye katkısındaki düşüş bunu dengeleyecek. Böy-lece altın ihracatı büyümeyi net olarak etkilemeyecek.~
Öte yandan ikinci çeyrekte ithalatın biraz kıpırdanmış olması, buradan da büyümeye son iki çeyrekteki kadar pozitif bir katkı gelmeyebileceğini düşündürüyor.

ÜRETİM GÖSTERGELERİ

Üretime ilişkin öncü göstergelerde biraz karışık sinyaller var. Nisan ayında yüzde 1,5’e kadar inen sanayi üretimindeki artış mayıs ayında yüzde 5,9’a çıktı. Haziran ayında da benzer bir performans ortaya çıkarsa ikinci çeyrekte sanayi üretimindeki artış yüzde 4’ü aşabilir. Bu da ekonomideki büyümeyi de bu seviyenin üzerine yükseltebilir. Fakat imalat sanayi kapasite kullanım oranı ve otomotiv üretimindeki gelişmeler sanayi üretiminde haziran ayında gözlenen toparlanmanın geçici olduğunu düşündürüyor. İmalat sanayi kapasite kullanım oranında haziran ayında sert bir düşüş yaşandı. Mayıs ayında yüzde 3,9’a inmiş olan otomotiv üretimindeki düşüş de haziranda yeniden çift haneye tırmanıp yüzde 12,2’yi buldu. Bu durum haziran ayında sanayi üretimindeki temponun yeniden düştüğü sinyalini veriyor. Durum böyleyse ikinci çeyrekteki sanayi üretimi artışı ilk çeyrekteki yüzde 2,8’lik düzeyin çok fazla üzerine çıkamamış olabilir. İlk çeyrekte yerinde sayan kapasite kullanım oranının ikinci çeyrekte yüzde 1,2 düşmesi ve ilk çeyrekte yüzde 6,3 olan otomotiv üretimindeki düşüşün ikinci çey-
rekte yüzde 10,3’e tırmanması da bu dönemdeki büyüme açısından iyi sinyal vermiyor.

RESESYON İHTİMALİ
Toparlarsak, ekonomide ikinci çeyrekteki yıllık büyüme ilk çeyrektekinden çok farklı çıkmayacak gibi görünüyor. Bu dönemdeki büyüme oranı da yavaş büyümeye denk gelen yüzde 2-4 arasındaki alana düşeceğe benziyor. Bizim yaptığımız hesaplara göre, öncü göstergelerin mevsimsel düzeltilmiş verileri ikinci çeyrekte mevsimsel düzeltilmiş büyüme için de çok iyi sinyal vermiyor. Tabii mevsimsel düzeltme yapılırken kullanılan yönteme ve ele alınan döneme ilişkin küçük farklılıklar sonuçları değiştirebildiği için bu konuda kesin bir şey söylemek zor. Fakat ikinci çeyrekte önceki çeyrek döneme göre mevsimsel düzeltilmiş büyüme sıfır dolayında çıkabilecek gibi görünüyor. Bu, mevsimsel düzeltilmiş büyümenin sıfırın biraz altında veya biraz üzerinde çıkabileceği anlamına geliyor. Bu oran sıfırın altında kalırsa, ilk çeyrekte de yüzde 0,4 küçülme yaşandığı için, ekonominin ılımlı bir resesyonda olduğu ortaya çıkacak. Bu oranın sıfır veya sıfırın üzerinde çıkması halinde ise ekonomi resesyondan sıyrılmış olacak.

İKİNCİ YARIYILA BAKIŞ
Avrupa’daki resesyonun sona eriyormuş gibi görünmemesi ve küresel ekonomiyi de olumsuz etkilemeye başlaması, dış talepte ikinci çeyrekte başlayan yavaşlamanın önümüzdeki aylarda da devam edeceğini düşündürüyor. Nitekim biz bu yazıyı yazarken TİM’in verileri temmuz ayının ilk 21 gününde ihracatın geçen yılın aynı ayındaki seviyesinin yüzde 5,8 altında olduğunu gösteriyordu. İç talepte ikinci çeyrekte gözlenen kıpırdanmanın güç kazanıp dış talepteki bu düşüşü telafi edip edemeyeceği ise şimdilik belirsiz. Son iki ayda yaşanan gelişmelerle enflasyonda eli rahatlayan Merkez Bankası, büyümeye destek olmak için fiili para politikası faizini yavaş yavaş aşağıya çekmeye başladı. Fakat enflasyonda riskler tam olarak ortadan kalkmış değil ve ayrıca büyümenin hızlanması halinde cari açık da pusuda bekliyor. Bu durumda Merkez Bankası’nın para politikasında agresif bir gevşemeye gitmesi olası görünmüyor. Merkez Bankası, para politikasında temkinli bir gevşemeyi tercih edeceğe benziyor.~
Öte yandan Avrupa’daki resesyonun sadece dış talebi değil, yabancı kaynak girişini sınırlayarak, iç talebi de olumsuz etkilemesi ihtimali var. Bu şartlar altında ekonominin yılın ikinci yarısında yeniden hızlanması zor görünüyor. Yavaş büyüme eğiliminin devam etmesi olasılığı daha yüksek gibi. Bu da yıl sonunda büyümenin hükümetin yüzde 4’lük hedefinin altında kalabileceği anlamına geliyor.

ALTIN İHRACATININ BÜYÜMEYE ETKİSİ YOK
Ülkemizde son aylarda çoğunluğu İran'a yönelik bir altın ihracatı patlaması var. Şu sıralarda ihraç edilmekte olan bu altın geçen yıl ithalat yoluyla gelmiş gibi görünüyor. Geçen ay günlük basında bu altın ihracatının ekonomideki büyümeyi nasıl etkilediği konusunda Fatih Özatay'ın üç yazısı çıktı (Radikal, 7 ve 14 Temmuz 2012; Dünya, 11 Temmuz 2012). Özatay, özetle, bu yazılarında yılın ilk çeyreğinde geçici altın ihracatının ekonomideki büyümeyi 0.6 puan yükselttiğini, ikinci çeyrekte bu etkinin daha da fazla olacağını anlatıyor. Fatih Özatay gibi deneyimli bir iktisatçının bu yazılarına rağmen, Türkiye'de üretim sürecine girmeyen bir ürünün ihracatının büyümeyi etkilemesi konusunda şüphelerimiz olduğu için, geçen ay bu konuyu biraz araştırdık. Gidiş yolu ilk düşündüğümüzden biraz farklı da olsa, bu araştırma altın ihracatının büyümeye etkisinin “sıfır” olduğunu gösteriyor. Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK), milli gelirin hesaplanma yöntemiyle ilgili yayınına göre, milli gelir hesaplarında altın fiziki bir sermaye unsuru olarak kabul ediliyor. Buna göre altın harcamalar yöntemiyle hesaplanan milli gelirdeki gayri safi sabit sermaye oluşumu kalemi içindeki “kıymetlilerin elde edilişleri eksi elden çıkarılışları” kategorisine işleniyor.
Bu durumda yurtdışından alınan altın Gayri Safi Yurtiçi Hasıla'ya (GSYİH) bir yatırım harcamasıymış gibi ekleniyor. Fakat aynı anda bu ithalat GSYİH'den düşüldüğünden büyümeye net bir etkisi olmuyor. Örneğin yurtdışından 100 liralık altın satın aldığınızda, bu, harcamalar yöntemiyle hesaplanan milli gelirin gayri safi sabit sermaye oluşumu kalemine “+” işaretli olarak, mal ve hizmet ithalatı kalemine ise “-” işaretli olarak yazılıyor. Bu ikisi birbirini götürdüğü için de GSYİH'de bir değişiklik olmuyor. Sadece o dönemde yatırım harcamalarının büyümeye katkısı olduğundan yüksek hesaplanıyor. Fakat bu ek pozitif katkı ithalatın büyümeye negatif katkısındaki ek yükselişle dengeleniyor. Daha önce ithal edilip sermaye stokuna eklenen altın yurtdışına satıldığında ise şunlar oluyor. Örneğin yurtdışına 100 liralık altın sattığınızda, bu, harcamalar yöntemiyle hesaplanan milli gelirin mal ve hizmet ihracatı kalemine “+” işaretli olarak, gayri safi sabit sermaye oluşumu kalemine de “-” işaretli olarak yazılıyor. Bu ikisi birbirini götürdüğü için yine GSYİH'de bir değişiklik olmuyor.~
Sadece o  dönemde ihracatın büyümeye katkısı olduğundan yüksek hesaplanıyor. Fakat bu ek pozitif katkı yatırımların katkısındaki düşüşle dengeleniyor. Esasında altın fiziki bir sermaye unsuru olarak kabul edilmeseydi de sonuç değişmeyecekti. Bunun nedenini milli gelirin hesaplanma yöntemi oluşturuyor. Milli gelirin üç hesaplama yöntemi var: Üretim, harcama ve gelir. Türkiye'de şu anda üretim ve harcama yöntemleriyle hesaplanan milli gelir verileri yayınlanıyor. Fakat her ne kadar harcama yöntemiyle de hesap yapılsa da ekonomideki büyüme üretim yöntemiyle hesaplanan milli gelire dayandırılıyor. Üretim yöntemiyle hesaplanan GSYİH ile harcama yöntemiyle hesaplanan GSYİH arasında bir fark ortaya çıktığında, bu fark stok değişimi olarak kabul ediliyor. Dolayısıyla Türkiye'ye ithalat yoluyla gelen bir ürün üretime hiç konu olmadan bir süre sonra ihraç ediliyorsa, sadece harcama yöntemiyle hesaplanan milli gelirdeki stok değişimi kaleminde değişiklik yaratıyor. Üretim yöntemiyle hesaplanan milli gelir verilerine hiç girmediği için büyümeyi etkilemiyor. Bu arada altının fiziki sermaye unsuru olarak kabul edildiğini öğrenmeden önce bizim aklımıza ilk gelenin bu olduğunu da belirtelim. Kısacası, Türkiye'de üretim faaliyetine konu olmayan bir ürünün geçici olarak dahi ekonomideki büyümeyi etkilemesi mümkün değil. Bunun pratikteki anlamı ise şu: İkinci çeyrekte altın ihracatı yüzünden mal ve hizmet ihracatındaki artış ve de bunun büyümeye katkısı yüksek görünecek. Fakat altın ihracatından gelen bu ek katkı yatırımların katkısındaki düşüşle dengelenecek. Böylece altın ihracatı büyümeyi net olarak etkilemeyecek. İkinci çeyrekteki büyüme, sadece, Türkiye'de üretilmiş olan mal ve hizmetlere yönelik yurtiçi ve yurtdışı talep tarafından belirlenecek.

ENFLASYONDA HEDEF MENZİLE GİRDİ
Mayıs ayında enflasyonun “baz etkisi”nin ve de beklenenin ötesinde düşüş göstermesi, yılın kalan dönemine ilişkin rotasını değiştirmiş ve yıl sonunda yüzde 5'lik hedefe yaklaşma ihtimalini ortaya çıkarmıştı. Haziran ayında ise bu kez enflasyonun baz etkisinden ve de beklenenden daha az yükselmesi, yıl sonu hedefinin iyice menzile girmesini sağladı. Haziran ayında Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE) enflasyonu negatif ve yüzde -0,90 oldu. TÜFE'de 2011 'in aynı ayında yaşanan düşüş daha yüksek ve yüzde -1,43 düzeyindeydi. Bu yüzden haziran ayında yıllık enflasyon yükseldi. Mayıs ayında 3 puana yakın düşüşle yüzde 8,28'e inen yıllık enflasyon, haziran ayında 0,6 puana yakın bir yükseliş göstererek yüzde 8.87'ye çıktı.~
Fakat bu yükseliş beklentilerin altında kaldı. Beklentiler haziran ayında enflasyonun yüzde -0,4 dolayında çıkacağı yönündeydi. Bu da yıllık enflasyonun yüzde 9,4 civarına çıkmasının beklendiği anlamına geliyordu. Oysa gerçekleşme 0,5 puan kadar daha düşük oldu ve yıllık enflasyon yüzde 9'un altında kaldı. Haziran ayında enflasyonun yükselmesinin temel nedeni baz etkisi. Enflasyon 2011 'in mayıs ayında gıda fiyatlarındaki sıçrama yüzünden mevsim normallerinin çok üstünde gerçekleşmiş, haziran ayında ise bunun düzeltmesi gelmiş ve mevsim normallerinin çok altında çıkmıştı. Bu nedenle bu yıl mayıs ayında düşen yıllık enflasyonun haziranda yükselmesi neredeyse kesindi. Nitekim gerçekleşme de aynen böyle oldu. Fakat gıda fiyatlarındaki düşüşün mevsim normallerinin üstünde gerçekleşmesi, petrol fiyatlarındaki gerileme nedeniyle ulaştırma grubunda fiyatların düşmesi ve olumsuz iç talep koşulları yüzünden giyim ve ayakkabı grubunda indirimlerin öne alınması gibi faktörler, enflasyonda baz etkisinden kaynaklanan bu yükselişi yumuşattı. Yılbaşında aylık enflasyon oranlarının mevsim normallerine yakın çıkacağı varsayımıyla yaptığımız projeksiyon, haziran sonundaki yıllık enflasyonu yüzde 11, yıl sonundaki yıllık enflasyonu ise yüzde 9 civarında gösteriyordu. Fakat yılın ilk yarısında aylık enflasyon oranları nisan ayı hariç hep mevsim normallerinin altında çıkınca şimdi çok farklı bir noktaya geldik. Yılın ikinci yarısında aylık enflasyon oranları mevsim normallerine yakın çıkarsa, yıl sonunda enflasyon yüzde 6,5 dolayına kadar inecek. Aylık enflasyon oranları yılın ilk yarısındaki ölçüde mevsim normallerinin altında kalmaya devam ettiği takdirde ise yıl sonunda yüzde 4,5 civarında bir yıllık enflasyonla karşılaşacağız. Bu da yüzde 5'lik yıl sonu hedefinin menzile girdiği anlamına geliyor.

MERKEZ, FAİZDE İNDİRİME BAŞLADI
Ekonominin yılın ilk çeyreğinde yavaşladığı çok önceden belli olmasına rağmen, bir taraftan da kur artışları yüzünden enflasyonun kontrolden çıkma belirtileri göstermesi nedeniyle, Merkez Bankası buna para politikasını gevşeterek müdahale etme imkanını bulamamıştı. Fakat son iki ayda enflasyonda yaşanan olumlu gelişmelerden sonra Merkez Bankası'nın eli rahatladı. Bunun sonucunda da faiz indirimine başladı. Tabii resmi para politikası faizi olan Merkez Bankası'nın bir hafta vadeli repo borç verme faiz oranına bakarsanız böyle bir indirim yok. Esasında bazı çevreler Merkez Bankası'nın Para Politikası Kurulu'nun (PPK) geçen ayki toplantısı öncesinde bu faizde de bir indirim beklentisine girmişti ama bu beklenti gerçekleşmedi.~
Fakat geçen yılın ekim ayından beri fiilen para politikası faizi haline gelmiş olan Merkez Bankası'nın piyasalara verdiği fonların ortalama maliyeti ay başından beri zaten düşüş eğilimindeydi. Fiili faiz resmi faizden epey yukarılarda olduğundan, Merkez Bankası'nın resmi faizle oynamadan önce aradaki farkı kapatmaya çalışmasını beklemek de zaten daha makuldu. Günlük verilere bakarsak, haziran ayı sonunda yüzde 9 civarında olan fiili para politikası faizi, biz bu yazıyı yazdığımız sırada bir haftadan beri yüzde 8'in biraz altına oturmuş bulunuyordu. Sayfadaki grafikte gördüğünüz gibi, fiili politika faizinin 1-20 Temmuz arasındaki ortalaması ise yüzde 8,14'tü ve haziran ayı ortalamasının tam 100 baz puan gerisindeydi. Para politikası faizinde 100 baz puanlık indirim öyle az bir şey değil. Normal zamanlarda merkez bankaları para politikası faizinde değişiklik yaparken genelde 25 ya da 50 baz puanlık değişim ile yetiniyor. 100 baz puanlık değişim “agresif” sınıfına giriyor. Merkez Bankası, iç talebi desteklemek için önümüzdeki dönemde fiili para politikası faizinde bir miktar daha indirim yapabilir. Fakat bu konuda biraz temkinli davranacağını tahmin ediyoruz. Çünkü enflasyonda riskler tam olarak ortadan kalkmış değil. Haziran ayında bir ara 90 doların altına kadar inen brent petrolün varil fiyatı, biz bu yazıyı yazarken yeniden 105 doların üzerine çıkmıştı. ABD'deki kuraklığa ilişkin haberler yüzünden küresel gıda fiyatlarına ilişkin de endişeler vardı. Ayrıca pusuda bekleyen cari açık sorunu yüzünden Merkez Bankası'nın iç talepte 2010 yılındaki gibi bir sıçrama isteyeceğini de sanmıyoruz. Bu nedenle para politikasında sadece hükümetin yüzde 4'lük büyüme hedefine ulaşmaya yetecek kadar bir gevşeme yapmaya çalışacak gibi görünüyor.

EKONOMİDEKİ YAVAŞLAMA BÜTÇEYİ BOZUYOR
Merkezi yönetim bütçesi yılın ilk yarısında 6,7 milyar lira açık verdi. Oysa 2011 'in aynı döneminde bütçede 2,9 milyar lira fazla vardı. Buna göre yılın ilk yarısında bütçe dengesinde 9,6 milyar liı bozulma yaşandı. Bu bozulma büyük ölçüde ekonomideki yavaşlamadan kaynaklanıyor. Ekonomideki yavaşlama yüzünden yılın ilk yarısında vergi tahsilatı sadece yüzde 6,9 artış gösterdi. Ekonomideki konjonktürle yakından alakalı olan dahilde alınan mal ve hizmet vegilerindeki artış yüzde 5,1 olurken, ithalde alınan katma değer vergisindeki artış sadece yüzde 0,3 olarak gerçekleşti. Vergi dışı gelirlerdeki artış epey yüksek (yüzde 32,8) oldu ama bu gelişme bütçeyi kurtarmaya yetmedi. Vergi tahsilatındaki yavaşlama yüzünden bütçedeki toplam gelir artışı da nispeten düşük oldu ve yüzde 11'de kaldı. Bütçede harcamalardaki artışın ise yüzde 17,9'u bulduğu görülüyor.~
Faiz harcamalarındaki artış ile faiz dışı harcamalardaki artış arasında çok fazla bir fark yok. Hükümetin mal ve hizmet alımlarında frene bastığı (yüzde 0,4 düşüş var) ama personel giderleri (yüzde 19 artış) ve cari transferlerde (yüzde 21,3 artış) bunu yapamadığı için harcamalardaki yükselişin hızını kesemediği dikkati çekiyor. Bu arada cari transferlerin, sosyal güvenlik açık finansmanı ile mahalli idare payları gibi ödemeleri kapsadığını hatırlatalım. Gelirlerdeki artış harcamalardaki artışa yetişemeyince yılın ilk yarısında bütçede dengenin bozulması kaçınılmaz oldu. Ekonomideki yavaş büyüme eğilimi sürerse yılın ikinci yarısında da bütçede işler iyi gitmeyebilir. Hükümetin bu yılki bütçe açığı hedefi 21,1 milyar lira. Şimdilik gidişat bunun çok ötesine geçilmeyeceği yönünde ama bütçede harcamaların özellikle yılın son aylarında yoğunlaştığını unutmamak lazım.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz