Dördüncü Erdoğan dönemi

Küresel krize denk gelen ikinci dönemindeki başarısızlığı anlayışla karşılanabilir. Ancak üçüncü dönemindeki başarısızlığı enerjisini siyasi projelerine harcayıp ekonomiyi ihmal etmesinden kaynaklandı.

31.10.2014 20:55:280
Paylaş Tweet Paylaş
Dördüncü Erdoğan dönemi
10 Ağustos’taki cumhurbaşkanlığı seçimini Recep Tayyip Erdoğan kazanınca Türkiye “yarı başkanlık sistemi” adı verilen bir siyasi rejime girdi. Anayasada cumhurbaşkanına tanınmış geniş yetkiler var ve Erdoğan seçilirse bu yetkileri kullanacağını çok önceden söylemişti.

Erdoğan, 11 yılı aşkın bir süre Türkiye’yi başbakan olarak yönetti. Şimdi de cumhurbaşkanı olarak dördüncü bir dönem daha yönetmeye hazırlanıyor. Erdoğan, başbakanlık yaptığı üç dönemin sadece ilkinde ekonomide iyi bir performans gösterdi. İkinci ve üçüncü dönemlerinde bu performansı yakalayamadı.

Küresel krize denk gelen ikinci dönemindeki başarısızlığı anlayışla karşılanabilir. Ancak üçüncü dönemindeki başarısızlığı enerjisini siyasi projelerine harcayıp ekonomiyi ihmal etmesinden kaynaklandı.

Buna rağmen en önemli projesi olan başkanlık sistemine geçişi başaramadı ve yarı başkanlıkla yetinmek zorunda kaldı. Fakat dördüncü döneminde de bu projenin peşinde koşacak gibi görünüyor. Bu da ekonominin geri planda kalmaya devam edeceğini düşündürüyor.

11 yılı aşkın süredir başbakanlık yapan Recep Tayyip Erdoğan geçen ay yapılan cumhurbaşkanlığı seçimini 10 Ağustos’taki ilk turunda kazandı. Oyların yüzde 51,8’ini alan Erdoğan, böylece Türkiye’nin halk oyuyla seçilen ilk cumhurbaşkanı oldu.

Erdoğan, siz bu yazıyı okuduğunuz sırada Çankaya’daki yeni görevine başlamış olacak. Böylece Türkiye de “yarı başkanlık sistemi” adı verilen yeni bir siyasi rejimle yönetilmeye başlayacak.

Çağdaş demokrasilerdeki yönetim biçimleri temelde ikiye ayrılıyor. Bunlardan birini parlamenter sistem, diğerini de başkanlık sistemi oluşturuyor. En tipik örneği ABD olan başkanlık sisteminde yasama ve yürütme organları birbirinden tamamen ayrılırken yürütme gücünü tek başına başkan elinde tutuyor. ~

En tipik örneği İngiltere olan parlamenter sistemde ise yürütme gücü yasama organı olan parlamentonun içinden çıkan hükümette ve dolayısıyla başbakanın elinde bulunuyor. Parlamenter sistemlerde kraliyet ailesinin elinde tuttuğu ya da parlamento tarafından seçilen sembolik bir devlet başkanlığı da oluyor.

Fakat esasen parlamenter sistemle yönetildiği halde devlet başkanının halk tarafından seçildiği bazı ülkeler de var. Bu ülkelerden bazılarında devlet başkanının geniş yetkileri olabiliyor.

Bu geniş yetkiler de partisinin parlamentoda çoğunluğa sahip olması gibi konjonktürün elverdiği dönemlerde, devlet başkanının yönetimde başbakandan daha baskın çıkmasına imkan verebiliyor. En tipik örneği Fransa olan bu ülkelerdeki yönetim biçimine de “yarı başkanlık sistemi” adı veriliyor.

YENİ REJİME GİRİŞ
Türkiye’de de anayasa devlet başkanına geniş yetkiler tanıyor. Fakat parlamento tarafından seçildikleri için bugüne kadar cumhurbaşkanları bu yetkileri pek kullanmadı. 1980’lerin sonu ile 1990’ların başında cumhurbaşkanlığı yapan Turgut Özal, buna niyetlendiyse de çok başarılı olamadı. Böylece devlet başkanlığı sembolik bir makam olarak kaldı.

Ancak Erdoğan, daha aday olmadan çok önce eğer aday olur da seçilirse bugüne kadar gördüğümüz türden bir cumhurbaşkanı olmayacağını açıkça söylemişti. Halk tarafından seçilmiş olmanın verdiği güçle anayasadaki tüm yetkileri kullanacağını ifade etmişti.

Aday olduktan sonra seçim kampanyası sırasında da bu söylemini tekrarladı. Dolayısıyla 10 Ağustos’ta Erdoğan’a oy veren yüzde 51,8’lik seçmen kitlesi, Türkiye’nin siyasi rejimindeki değişikliği de onaylamış oldu. Artık Erdoğan, en azından parlamento aritmetiğinde bir değişiklik olana kadar Türkiye’yi başkan gibi yönetecek gibi görünüyor.~

Erdoğan, Türkiye’yi başbakan olarak üç dönem yönetti. İlk olarak Mart 2003’te Siirt’te yenilenen seçimi kazanarak oturduğu başbakanlık koltuğunu, 2007 ve 2011’deki genel seçimlerde de oyların büyük kısmını alarak korudu. Erdoğan, bu üç dönemin üzerine şimdi cumhurbaşkanı olarak dördüncü bir dönem daha Türkiye’yi yönetmeye hazırlanıyor.

Aşağıda önce Erdoğan’ın başbakanlık yaptığı üç dönemdeki ekonomik performansını inceleyeceğiz. Daha sonra da cumhurbaşkanı olarak ülkeyi yönetmeye hazırlandığı dördüncü döneminde neler olabileceğine ilişkin öngörülerde bulunmaya çalışacağız.

ÇIRAKLIĞI İYİYDİ
Erdoğan, başbakanlık yaptığı üç dönemi, çıraklık, kalfalık ve ustalık dönemleri olarak tanımlıyor. Normalde bir kişinin çıraklıktan kalfalık ve ustalığa doğru geçiş yaptıkça performansının artması beklenir. Ancak Erdoğan’ın ekonomideki en iyi dönemini çıraklık dönemi oluşturuyor. Kalfalık dönemindeki ekonomik performansı oldukça kötüydü. Ustalık dönemindeki performansı da çıraklık dönemindekinin yanına yaklaşamadı.

Konjonktür’ün ikinci sayfasındaki tabloda Erdoğan’ın başbakanlık yaptığı dönemlerdeki ekonomik performansına ilişkin bazı veriler var. Bu verilere göre, Erdoğan’ın çıraklık döneminde ekonomide gerçekleşen yıllık ortalama büyüme oranı yüzde 7,5’ti. Kalfalık döneminde bu oran yüzde 2,3’e indi. Erdoğan’ın tamamlamadan bırakıp cumhurbaşkanlığına geçiş yaptığı ustalık dönemindeki ortalama büyüme oranı ise yüzde 4,9 oldu.

Üstelik bu dönemi tamamlasaydı muhtemelen daha düşük bir performans elde edecek ve ustalık döneminde yüzde 4,5 dolayında bir ortalama büyümeyle yetinecekti. Çünkü bu yıl da ekonomide işler iyi gitmiyor ve büyüme oranı düşük seyrediyor.

Erdoğan’ın başbakanlık dönemindeki en büyük başansı, bütçede disiplini sağlaması ve de bunu sürdürmesi oldu. İlk döneminde enflasyonu tek haneye indirmesi de büyük bir başarıydı ama fiyat istikrarına karşılık gelen yüzde 5 dolayındaki kalıcı enflasyon hedefini bir türlü yakalayamadı. İşsizlik göreceli olarak yüksek kalmayı hep sürdürdü. Cari açık da çok yükseldi ve son yıllarda ekonominin önünü tıkamaya başladı.~

EKONOMİYİ İHMAL ETTİ
Kalfalık döneminde ekonomideki performansının çok düşmesine ilişkin olarak Erdoğan’ın bazı geçerli mazeretleri var. Öncelikle 2008-2009 küresel krizi, tam bu döneme denk geldi ve tüm dünyayla birlikte Türkiye ekonomisini de olumsuz etkiledi.

Erdoğan ayrıca bu dönemde kendisini iktidardan indirmeye çalışan “yasalolmayan muhalefet” ile de uğraşmak zorunda kaldı. Bu dönemdeki performans kaybına rağmen 2011’deki genel seçimi de kazanması, seçmenin de bu mazeretleri kabul ettiği anlamına geliyor.

Ancak Erdoğan’ın ustalık dönemindeki düşük performansının geçerli mazeretleri yok. Bu düşük performans, Erdoğan’ın siyasi projelerine çok fazla odaklanıp ekonomiyi ihmal etmesinden kaynaklanıyor. Erdoğan bu dönemde enerjisini ekonominin önünü açacak yapısal reformları gerçekleştirmek yerine kendisine başkanlık yolunu açacak bir anayasayı hayata geçirmek için harcadı.

İşin kötüsü bunun için toplumu kutuplaştırmaktan ve siyasi gerginlik yaratmaktan da çekinmedi. Bu da cari açıktaki yükseliş nedeniyle zaten tıkanmış olan ekonominin bir de bu nedenle zarar görmesine neden oldu.

GELECEĞE BAKIŞ
Erdoğan ustalık döneminde hedeflediği anayasa değişikliğini gerçekleştiremedi. Bu nedenle şimdilik başkanlık yerine yarı başkanlıkla yetinmek zorunda kaldı. Ancak bu işin peşini bırakacağa benzemiyor. Dördüncü dönemine de bu çaba damgasını vuracak ve maalesef bu nedenle ekonomi yine geri planda kalmaya devam edecek gibi görünüyor.

Erdoğan’ın şimdiki hedefi, AKP’nin Haziran 2015’te yapılacak genel seçimde anayasayı değiştirebilecek milletvekili sayısına ulaşacak bir sonuç almasını sağlamaya çalışmak olacak gibi. AKP’nin şu andaki oy potansiyeli bunu sağlamaya yetecek gibi görünmediği için muhtemelen yine agresif bir politika izleyecek. ~

Böyle bir ortamın da ekonomi için iyi olmayacağı çok açık. Yani en azından 10 ay daha ekonomiden umutlu olmak zor görünüyor. Genel seçimden sonra ne olabileceğini öngörmek şu an için oldukça zor. Bu dönemde yaşanacakları genel seçimden çıkacak sonuçlar belirleyecek.

Bu arada Çankaya’ya çıktıktan sonra Erdoğan’ın AKP içindeki gücünü kaybetmesi ve yeni başbakanın daha bağımsız davranması ihtimali de yok değil. Mevcut durumda bu ihtimal zayıf görünüyor ama genel seçimden sonra her şey mümkün olabilir. Böyle bir durum daha önce Turgut Özal’ın başına gelmişti.

İSTİKRAR VE PROGRAM
Önümüzdeki yıllar ister yine Erdoğan’ın yönetimiyle geçsin isterse de bağımsız bir başbakan ortaya çıksın, ekonomide neler yapılması gerektiği aslında belli. Bunun için en başta geleceğe güveni yeniden sağlamak için siyasi çekişmelere bir son vermek şart.

Ardından kısa dönemde doğrudan yabancı sermaye girişini artıracak ve uzun dönemde ise daha fazla döviz girdisi sağlayacak katma değeri yüksek ürünlerin üretimdeki payını yükseltecek bir ekonomi programının hayata geçirilmesi gerekiyor. Bunlar yapılmadığı müddetçe hızlı büyümeye geri dönüp işsizlikte düşüşü ve refahta artışı sağlamak zor görünüyor.

Burada Erdoğan’ın ilk dönemindeki başarısının ardında 2001 krizinden sonra Kemal Derviş tarafından uygulanmaya başlayan ekonomi programını siyasette istikrarın görece sağlandığı bir ortamda devam ettirmesinin yattığını hatırlatalım. ~

ENFLASYONDAKİ GİDİŞ MERKEZ'İN TAHMİNLERİNE UYGUN DEĞİL
Geçen yılın aralık ayından beri sürekli yükseliş gösteren . enflasyon, haziran ayında bir miktar gerilemişti. Bu I düşüşün temmuz ayında da sürmesi bekleniyordu ama tam tersine bu ayda enflasyon yeniden yükseldi. Haziran ayında yüzde 9,16 düzeyinde bulunan yıllık enflasyon temmuz ayında yüzde 9,32 ye çıktı. Beklentiler gerçekleşseydi, yıllık enflasyon temmuz ayında yüzde 9 civarına inecekti.

Hatırlanırsa, haziran ayındaki düşüş de beklendiği kadar olmamıştı. Mayıs ayında yüzde 9,66 düzeyinde bulunan yıllık enflasyonun olumlu bir "baz etkisi 'nin devreye girdiği haziran ayında yüzde 8,8 dolayına kadar düşmesi bekleniyordu.

Fakat tarımdaki kuraklıktan kaynaklanan gıda fiyatlarındaki artış bu baz etkisini törpüleyince, haziran ayında beklenenin ancak yarısı kadar bir düşüş olmuştu. Temmuz ayında da daha genele yayılan fiyat artışları nedeniyle beklenenin aksine yükseliş yaşanınca, kendimizi yeniden çift haneye doğru yönelen bir enflasyonla karşı karşıya bulduk.

TAHMİNLERİN ÜZERİNDE
Enflasyon sadece ekonomik kamuoyunun beklentilerinin değil Merkez Bankası'nın tahminlerinin de üzerinde seyrediyor. Merkez Bankası'nın nisan ayında yaptığı tahminler haziran ayında yüzde 8,5 dolayında bir enflasyon öngörüyordu.

Buna geçen ayki yazımızda da dikkat çekmiş ve dergimiz baskıdayken yayınlanacak olan 2014 ün üçüncü Enflasyon Raporu'nda yıl sonu enflasyon tahmininde yukarı yönlü bir revizyon yapılabileceğini ifade etmiştik. ~

Fakat 24 Temmuz'da yayınlanan bu raporda Merkez Bankası nın yüzde 7,6 lık yıl sonu enflasyon tahminini aynen muhafaza ettiğini gördük. Ancak Merkez Bankası'nın bu kendinden emin tavrı daha ikinci yarıyılın hemen başında yara aldı. Çünkü enflasyonda temmuz ayında yaşanan yükseliş,

Merkez Bankası'nın tahminlerine hiç uygun görünmüyor. Maalesef enflasyondaki gidişat aşağı değil yukarı doğru gibi görünüyor. Çünkü yılın kalan döneminde, aralık ayı hariç, olumsuz bir baz etkisi söz konusu olacak. Bu olumsuz baz etkisi özellikle kasım ayında çok güçlü bir şekilde ortaya

çıkacak. Bu nedenle yılın kalan aylarında hep "mevsim normalleri" (son 10 yılın ortalaması) dolayında enflasyon oranlarının çıkması bile yıllık enflasyonu çok geçmeden çift haneye taşıyacak. Böyle giderse 2014 yılı ise yüzde 11 dolayında bir enflasyonla kapanacak.

Bunun önüne geçilebilmesi için fiyatlama davranışlarında ciddi bir kırılmanın yaşanması gerekiyor. Fakat özellikle tarımdaki kuraklık nedeniyle gıda fiyatlarının yüksek seyrettiği bir ortamda bunun gerçekleşmesi oldukça zor.

Son Enflasyon Raporu na bakılırsa, Merkez Bankası bu konuda umudunu "aktif dış ticaret politikaları"na bağlamış görünüyor. Bu ifade, gıda fiyatlarındaki yükselişin önüne geçmek için tarımda ithalat kapısının açılması anlamına geliyor. Ancak bunun gerçekleşmesi bile durumu kurtarmaya yetecek gibi görünmüyor.

Açıkçası, siyasi baskılara dayanamayarak mayıs ayında erken faiz indirimine başlayan Merkez Bankası, enflasyonda zaten zor olan işini iyice zorlaştırmış bulunuyor. Enflasyonda bu yıl da artık kayıp gibi görünüyor. ~

Para politikasının yeniden sıkılması, 2015'te durumu kontrol altına almayı sağlayabilir. Fakat ekonominin yeniden duraklamaya başladığı bir ortamda bunu yapmak Merkez Bankası'nın yeni hükümetle de arasının açılmasına yol açabilir.

İKİNCİ ÇEYREKTE EKONOMİDE YAVAŞLAMA CIKACAK I
Geçen ay sanayi üretimi, perakende satışlar ve dış ticaret istatistiklerinin haziran ayına ait verilerinin açıklanmasıyla ikinci çeyrekteki ekonomik büyümeye ilişkin önemli öncü göstergelerin de tümü elimize geçmiş oldu. Bu öncü göstergeler, ikinci çeyrekte ekonominin yeniden yavaşlamaya başladığı sinyalini veriyor.

Dört çeyrek dönemdir yüzde 4-4,5 arasında seyreden büyüme oranı, ikinci çeyrekte yüzde 3 dolayında çıkacak gibi görünüyor. üretimindeki değişimle ekonomideki büyüme genelde paralel seyrediyor. Çünkü sanayinin ekonomideki payı dörtte bire yakın ve ticaret ve ulaştırma gibi sektörlerdeki faaliyet hacmini de yakından etkiliyor.

Bu nedenle sanayi üretimindeki artışın bu kadar yavaşladığı bir ortamda ilk çeyrekte yüzde 4,3 olan ekonominin genelindeki büyümenin de yavaşlaması kaçınılmaz görünüyor.

- Perakende satışlardaki yıllık artış, ilk çeyrekte yüzde 6,8 iken ikinci çeyrekte yüzde 4,7 ye indi. Bu gelişme ekonomideki büyümenin en önemli dayanağı olan iç talepte zayıflamaya işaret ediyor.

- İkinci çeyrekte altın hariç reel ithalat yüzde 0,3 düştü. Bu, ekonomide son duraklamanın yaşandığı 2012 den beri görülen ilk düşüş. Altın hariç ithalatın büyük bölümünü üretimde kullanılan hammadde ve aramalları oluşturuyor. Bu nedenle altın hariç ithalatın reel olarak düşmesi üretimde bir yavaşlama olduğu anlamına geliyor.~

- İkinci çeyrekte altın hariç reel ihracat yüzde 7 artış gösterdi. Bu oran ilk çeyrekteki düzeyine yakın ama ihracatın iyi performans gösterdiği dönemlerin altında. Dolayısıyla ikinci çeyrekte dış talepten büyümeye, iç talepteki zayıflamayı telafi edecek düzeyde bir katkı gelmemiş gibi görünüyor. Bu ihracat performansı en fazla ekonomideki büyümenin çok aşağılara gitmesini engellemiş olabilir.

İkinci çeyrek döneme ilişkin milli gelir verileri, 10 Eylül de açıklanacak. Bu dönemdeki büyümenin gerçekte ne kadar olduğunu da ancak o zaman görebileceğiz. Gerçekleşme yukarıdaki tahminimizle tam örtüşmeyebilir ama az veya çok bir yavaşlamanın çıkacağı neredeyse kesin gibi.

17 Aralık süreciyle başlayan gelişmelerden sonra bu yavaşlama zaten kaçınılmazdı. Bu süreçte artan siyasi belirsizlik geleceğe güveni azaltırken kurları ve faizleri yükseltmiş, bunlar da iç talebin zayıflamaya başlamasına yol açmıştı. Bu gelişmelere rağmen "baz etkisi" sayesinde ekonomideki büyüme ilk çeyrekte ayakta kalmıştı.

Fakat 30 Mart taki yerel seçimlerden sonra siyasi ortamın biraz yatışmasına, kurların ve faizlerin de bir miktar düşmesine rağmen ikinci çeyrekte yavaşlamaktan kurtulamadık gibi görünüyor.

EKONOMİDEKİ YAVAŞLAMA İSSİZLİĞİ YÜKSELTTİ
Evsimsel düzeltilmiş işsizlik oranı mayıs ayında yüzde 9,5 olarak gerçekleşti. İşgücü piyasası verileri her ay düzenlenen anketlerin üç aylık ortalamaları alınarak hesaplandığı için mayıs ayı verileri aynı zamanda ikinci çeyrek dönemin verileri oluyor. İlk çeyrekte işsizlik oranı yüzde 9,1'di. Yani ikinci çeyrekte işsizlikte bir sıçrama yaşanmış bulunuyor.

İkinci çeyrekte işsizlikte görülen bu sıçrama, ekonomiden gelen yavaşlama sinyalleriyle örtüşüyor. Ekonomideki yavaşlama yeterli istihdamın yaratılmasına engel olduğu için işsizlik haliyle yükseliyor. Nitekim ikinci çeyrekte işgücüne katılan 300 bin kişinin ancak yarısına istihdam olanağı sağlanabildiği, kalan yarısının işsizler ordusuna katıldığı görülüyor.~

İşsizlikte 2012'de ekonomi duraklayınca başlayan yükseliş ekonominin biraz toparlanması üzerine geçen yılın sonlarında durmuştu. Bu ivme, bu yılın ilk çeyreğinde ise işsizlikte bir miktar düşüş getirmişti. Ancak ikinci çeyrekteki sıçramayla birlikte işsizlik oranı geçen yılın sonlarındaki düzeyinin de üzerine çıktı. Ekonomide henüz belirgin bir toparlanma gözlenmediği için bu yükseliş devam edecek gibi de görünüyor.

CARİ AÇIK DÜŞMEYE DEVAM EDİYOR
Cari açıkta ocak ayında başlayan düşüş sürüyor. Yıllık cari açık haziran ayında 52,2 milyar dolara kadar indi. Bu tutar, 2013'ün sonunda 65,1 milyar dolardı. Yılın ilk yarısında 12,9 milyar dolarlık düşüş yaşanırken bunun büyük kısmı ikinci çeyrekte gerçekleşti.

Geçen yılın sonunda yüzde 7,9 olan ve ilk çeyrekte yüzde 7,5'e gerileyen cari açığın milli gelire oranının da ikinci çeyrekte daha hızlı düşüp yüzde 6,6 dolayına indiğini tahmin ediyoruz.

Cari açıktaki düşüşün iki nedeni var. Birinci neden ekonomideki yavaşlama. Ekonomideki yavaşlama ithalatı aşağı çektiği için cari açığı da düşürüyor. İkinci nedeni ise geçen yıl rekorlar kıran altın ithalatının bu yıl gerilemesi oluşturuyor. Cari açıktaki düşüşün yaklaşık yarısı altın dış ticaretindeki gelişmelerden kaynaklanıyor.

Nitekim yılın ilk yarısında altın hariç cari açıkta yaşanan düşüş çok daha az ve 6,3 milyar dolar. Altın hariç cari açığın milli gelire oranındaki düşüş de çok daha sınırlı. Geçen yılın sonunda yüzde 6,5 iken ilk çeyrekte yüzde 6,4'e gerileyen bu oranın ikinci çeyrekte ise yüzde 5,9 dolayına indiğini tahmin ediyoruz.

Geçen yıl cari açığın şişmesine neden olan altın dış ticareti bu yıl ise düşmesine hizmet ediyor. Söz konusu öncü göstergelerde ikinci çeyrekteki gelişmeleri şöyle özetleyebiliriz:

- İlk çeyrekte yüzde 5,3 olan sanayi üretimindeki yıllık artış, ikinci çeyrekte yüzde 2,5'e indi. Türkiye'de sanayi

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz