Ekonomi ve bütçe

Bu yıl ekonominin yavaşlaması şu ana kadar en büyük faturayı, merkezi yönetim bütçesine çıkardı.

1.10.2012 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Ekonomi ve bütçe
Ekonomideki yavaşlama yüzünden vergi tahsilatındaki artışın hız kesmesi, bütçe dengesinde geçen yıla göre epey bozulma yarattı. Bunun sonucunda hükümet, geçen ay bütçe açığına karşı gelir artırıcı bazı önlemleri devreye soktu. Biz bu yazıyı yazarken bazı ürünlerden ve işlemlerden alınan vergilere zam yapılmıştı. Ancak bu zamlar yeterli gibi görünmüyordu. Devamının gelip gelmeyeceği ise tartışmalıydı. Bu tartışmaya girmeden önce merkezi yönetim bütçesindeki son duruma bir göz atalım. Şu an itibarıyla elimizde yılın ilk 8 ayına ait veriler var. Bu veriler söz konusu dönemde bütçenin 8,5 milyar lira açık verdiğini gösteriyor. Oysa geçen yılın aynı döneminde bütçe 2,1 milyar lira fazla vermişti. Bu verilerden bu yıl bütçe dengesinde büyük bir bozulma olduğu açıkça görülüyor.

Tabloyu görmek için görsele tıklayın.
BÜYÜMENİN ETKİSİ
Bütçe dengesindeki bu bozulma, büyük ölçüde vergi tahsilatının hız kesmesinden kaynaklanıyor. Ocak-ağustos döneminde vergi gelirlerindeki artış yüzde 7,5’te kaldı. Vergi dışı gelirlerdeki yüksek artış sayesinde bütçenin toplam gelirleri yüzde 10,8 arttı, ama bu da harcamalardaki yüzde 16,3’lük yükselişi karşılamadı. Harcamaların gelirlerden daha hızlı artmasının sonucu da geçen yılın ilk 8 ayındaki fazlanın bu yıl açığa dönüşmesi oldu. Türkiye’de vergi gelirlerinin önemli bir kısmını mal ve hizmetlerin satışı ile ithalattan alınan vergiler oluşturuyor. Hal böyle olunca ekonomideki büyümenin seyri vergi tahsilatı üzerinde çok etkili oluyor. Ekonomi hızlı büyüdüğünde vergi tahsilatındaki artış da yükselirken ekonomi yavaşladığında ise vergi tahsilatındaki artışın hızı da mutlaka kesiliyor. Bu yıl vergi tahsilatının hızının kesilmesi işte bundan kaynaklanıyor. Yılın ilk yarısında ekonomideki büyüme yüzde 3 civarında kaldı. Bu dönemde hem iç talepte hem de ithalatta gerileme yaşandı. Öncü göstergeler, üçüncü çeyrekteki durumun da benzer olduğunu gösteriyor. Bu nedenle ilk 8 ayda özel tüketim vergisindeki artış yüzde 6,4’te ve dahilde alınan katma değer vergisindeki artış yüzde 2,6’da kalırken ithalde alınan katma değer vergisindeki artış ise sıfır oldu.

Tabloyu görmek için görsele tıklayın.
YILIN SONUNDA NE OLUR?

2012 bütçesi ekonomide yüzde 4’lük bir büyüme hedefi esas alınarak hazırlanmış ve 21,1 milyar liralık açık öngörülmüştü. Ocak-ağustos dönemindeki açık yıl sonu hedefinin yüzde 40’ına karşılık geliyor. Yılın üçte ikilik kısmı geride kalırken yıl sonu hedefinin sadece yüzde 40’ı kadar bütçe açığı verilmesi, ilk bakışta bu hedefin rahatça tutacağı izlenimini yaratabilir. Fakat bütçede açık, yılın geneline simetrik bir şekilde dağılmıyor ve büyük kısmı son birkaç ayda ortaya çıkıyor. Bu da böyle giderse yıl sonunda bütçe açığının hedefin üzerine çıkabileceği anlamına geliyor. Nitekim geçen ay hükümetten de bu yönde açıklamalar geldi.~ Bu açıklamalara göre daha önce milli gelirin yüzde 1,5’i dolayında çıkması beklenen bu yılki bütçe açığının şimdi milli gelirin yüzde 2,5’ini bulacağı tahmin ediliyor. Bu ise kabaca 14 milyar liralık bir artışa karşılık geliyor. Yani hükümetin son tahminlerine göre yıl sonunda bütçe açığı 35 milyar lirayı bulacak gibi görünüyor.

ÖNLEM PAKETİ

Bütçe açığında yükseliş beklentisi ortaya çıkınca Maliye Bakanlığı’nın 10 milyar liralık bir önlem paketi hazırladığı da geçen ay basına yansımıştı. Yalnız bu tür durumlarda önlem genelde harcamaların kısılması değil, vergilere ve de bazı kamu ürünlerine zam şeklinde ortaya çıkıyor. Nitekim yine öyle oldu. Biz bu yazıyı yazarken bazı motorlu araçlar, akaryakıt ürünleri ve alkollü içkilerden alınan vergilerle tapu harçlarına zam yapılmıştı. Elektrik ve doğalgaz fiyatlarına zammın da kapıda olduğu beklentisi yaygındı. Yalnız açıklanan önlemler pek de bütçeye 10 milyar liralık gelir getirebilecek boyutta görünmüyor. Bütçede gidişin daha olumlu olduğu geçen yıl yine bu sıralarda, çok daha kapsamlı bir vergi zammı paketi açıklanmıştı. Bu yılki vergi zammı paketi hem ona hem de beklenene göre daha dar kapsamlıya benziyor. Tahminimizce bunun temel nedeni, ekonomideki durumun geçen yıla göre çok farklı olması. Geçen yıl bu sıralarda ekonomide hala yüzde 5 civarındaki potansiyelin üzerinde bir büyüme vardı. Bu yıl ise büyüme potansiyelin altında ve yüzde 3 civarında seyrediyor. Üstelik ekonomideki büyümeyi yüzde 3 civarında tutan da dış talep. İç talepte büyüme değil küçülme yaşanıyor. Hal böyleyken vergilere yüklenmenin iç talebin daha da zayıflamasına yol açması riski bulunuyor. Bu da vergi tahsilatının yeniden düşmesi sonucunu getirip bir kısır döngünün ortaya çıkmasına yol açabilir. İşte bu yüzden hükümet önlem paketini oldukça sınırlı tutmuş gibi görünüyor.

OTOMATİK DENGELEYİCİ
Esasında ekonomik konjonktürün gerileme dönemlerinde bütçe açığının yükselmesi olgusuna sadece Türkiye’de değil hemen her ülkede rastlanıyor. Buna iktisadi faaliyetteki gerileme nedeniyle vergi gelirleri düşüşe geçerken işsizlik sigortası gibi sosyal transferlerin artması nedeniyle harcamaların yükselişe geçmesi neden oluyor. Konjonktür karşıtı bir niteliği olduğu için iktisat literatüründe buna “otomatik dengeleyici” (automatic stabilizer) deniyor. Konjonktürün yeniden genişlemeye dönmesi için de faydalı olduğu kabul ediliyor. Yukarıda bahsettiğimiz kısır döngü ihtimali nedeniyle böyle koşullarda bütçe açığını kapatmaya çalışmanın ise ekonomiye fayda değil zarar vereceği genel kabul görüyor. Fakat küresel ekonomideki mevcut konjonktürde bütçe açıklarının önemi de malum. Gelişmiş ülkelerin çoğu, 2008-2009 küresel resesyonundan dev bütçe açıkları ve kamu borçlarıyla çıktı. Bu açıkların bir türlü kapatılamaması ve borçların erime yoluna girmemesi, bu ülkelere güveni yok etti ve borçlanma faizlerini yükseltti. Bu borç krizi, geçen yılın sonlarında Avrupa’yı yeni bir resesyona soktu. Bu resesyon da şu anda küresel ekonomiye yavaşlama olarak yansıyor. Bütün bunlar da küresel finans piyasalarında bütçe açıklarına ve kamu borçlarına karşı bir alerji yaratmış bulunuyor.

GÖRÜNÜŞÜ KURTARMAK
Bu ortamda Türkiye, 2001 krizi sonrasında uyguladığı politikalarla kamu dengesinde sağladığı iyileşme sayesinde gelişmiş ülkelerden olumlu yönde ayrıştı. Hükümet bu ayrışmanın kaymağını yediği için piyasalarda ters yönde bir algının ortaya çıkmasından korkuyor. İşte bu nedenle yükselen bütçe açığına karşı hiçbir şey yapmıyormuş gibi görünmek istemiyor.~
Türkçesi, artan bütçe açığını yamamaktan çok uzak olan son önlem paketi, biraz göstermelik izlenimi uyandırıyor. Galiba hükümet böylece ekonomik kamuoyuna ve özellikle de finansal piyasalara bütçede dengelere ne kadar önem verdiğini göstermeye çalışıyor. Burada bir olasılık da bu önlemler alınmasa bütçe açığının milli gelire oranının yüzde 3’ün de üzerine çıkmasından korkulması olabilir. Yüzde 3’lük oran, Avrupa’da parasal birliğe giriş için ortaya konulan Maastricht kriterlerinden biriydi ve bugün kamu dengesinin sağlamlığı konusunda uluslararası bir ölçüt konumuna gelmiş durumda. Hükümet söz konusu tedbirleri hiç değilse bu oranın aşılmasını önlemek ve finansal piyasalarda Türkiye’ye olan güveni korumak için de almış olabilir.

EKONOMİYE ETKİSİ
Hükümetin bütçe açığına karşı aldığı önlemler bu noktada kalırsa iç talebe olumsuz etkisi sınırlı düzeyde kalacak gibi. Bu önlemlerin getirdiği yük, işletmelerin kâr marjlarını düşürerek karşılayabileceklerinin ötesinde değil. Nitekim satışlarının daha da düşmesinden çekinen bazı otomotiv firmaları, bu zam paketinin hemen ardından “ÖTV farkı bizden” kampanyalarına başlamıştı bile. Muhtemelen diğer firmalar da aynı yöntemi izleyecek.
Son vergi zamlarının enflasyona etkisi de sınırlı kalacağa benziyor. EFG İstanbul’un baş ekonomisti Haluk Bürümcekçi’nin hesabına göre, son vergi zamlarının enflasyona etkisi 0,4 puan kadar olacak. Bu etkinin bir kısmı eylül ayı enflasyonuna yansırken daha önemli kısmı ekim ayı enflasyonuna yansıyacak. Burada karşılaştırma için geçen yılki vergi zamlarının enflasyona etkisinin, çoğu ekim ve bir kısmı da kasım ayında olmak üzere yaklaşık 1,5 puanı bulduğunu belirtelim. Merkez Bankası, geçen yılki vergi zamlarının etkisinin ortadan kalkması ve enflasyonun hızla düşüşe geçmesi için dört gözle yılın son çeyreğini bekliyor. Hükümetin bütçe açığına karşı aldığı önlemler burada kalırsa bu beklenti yine de büyük ölçüde gerçekleşecek. Sadece yüzde 6,2 olarak beklenen yıl sonu enflasyonu, diğer faktörlerin sabit kalması kaydıyla son vergi zamlarının etkisiyle yüzde 6,6 dolayına çıkacak. Tabii burada elektrik ve doğalgaza beklenen zamların hayata geçip geçmeyeceği ve eğer geçecekse ne oran gerçekleşeceği de önem taşıyor. Bu ürünlere yüklü bir zam gelirse Merkez Bankası’nın enflasyon tahminleri iyice raydan çıkabilir. Elektrik ve doğalgaza ılımlı bir zam ise enflasyonun her şeye rağmen yılı yüzde 6-7 arasında bir yerde kapatmasını sağlayabilir.

EKONOMİ DIŞ TALEPLE AYAKTA DURUYOR
2012'nin ikinci çeyrek dönemine ilişkin milli gelir verileri geçen ay belli oldu. Bu verilere göre gayri safi yurtiçi hasıla (GSYİH) ikinci çeyrekte, geçen yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 2,9 artış gösterdi. İlk çeyrekteki büyüme yüzde 3,3'tü. İkinci çeyrekte biraz daha yavaşlama olunca yılın ilk yarısındaki büyüme yüzde 3,1'de kaldı. Ekonomideki yavaşlama geçen yılın sonlarında başlamıştı. Bu yavaşlama, bu yılın ilk yarısında da devam etti ve büyüme oranı yüzde 5 civarındaki potansiyel seviyesinin de altına indi. Milli gelir verilerinin ayrıntılarına bakıldığında bunun iç talepten kaynaklandığı anlaşılıyor, Ekonominin her şeye rağmen ayakta kalmasını ise dış talep sağlamış bulunuyor. İç talebin en önemli parçasını oluşturan hane halkı tüketimi, ikinci çeyrekte yüzde 0,5 geriledi. İkinci önemli parça olan özel sektör yatırımlarında yüzde 7,9'luk gerileme yaşandı, Kamu yatırımları da yüzde 4 düşüş gösterdi. Kamunun tüketim harcamalarında yüzde 4,4'lük bir artış yaşandı, ama bu artış durumu kurtarmaya yetmedi, Bir bütün olarak iç talep geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 1,8 gerileme gösterdi. Bu nedenle iç talebin büyümeye katkısı negatif ve -2 puan oldu, Stok değişmeleri de iç talebin bir unsuru olarak kabul edilirse bu negatif katkı -2,8 puana kadar çıkıyor.~
İkinci çeyrekte dış talebin göstergesi olan mal ve hizmet ihracatında ise yüzde 19,8 gibi yüksek bir artış yaşandı. İhracattaki bu artıştan büyümeye 4,6 puanlık katkı geldi. Öte yandan iç talepteki düşüş yüzünden mal ve hizmet ithalatı ise yüzde 3,6 geriledi, İthalattaki düşüş de büyümeye 1,1 puanlık katkı yaptı, Böylece net ihracatın büyümeye katkısı 5,7 puanı buldu. Burada son dönemde yükselişe geçen altın dış ticaretinin, milli gelir rakamlarını biraz eğip büktüğünü belirtelim, Önce ithal edilip sonra da ihraç edilen külçe altının Türkiye'deki üretimle alakası olmadığı için büyümeyi yükseltmek ya da düşürmek gibi bir etkisi yok, Fakat altın dış ticareti büyümenin kompozisyonu üzerinde etkili oluyor, Bu ticaret harcamalar yöntemiyle milli gelir verilerindeki ihracat ve ithalat kalemleri yanında, külçe altının bir sermaye unsuru olarak kabul edilmesi nedeniyle yatırım harcamalarını da etkiliyor, Yaptığımız hesaplara göre altın dış ticareti, ikinci çeyrekte dış talebin büyümeye katkısının olduğundan 0,3 puan daha yüksek, yatırımların ve dolayısıyla iç talebin büyümeye katkısının ise olduğundan 0,3 puan daha düşük görünmesine yol açmış bulunuyor.

BÜYÜME NEREYE?

Öncü göstergelere ilişkin veriler, ekonomideki büyümenin üçüncü çeyrekte de yüzde 3 civarında kaldığına işaret ediyor. İç talepteki zayıflık bu dönemde de sürerken Avrupa'daki resesyonun derinleşmesi ve de küresel ekonomiyi yavaşlatmaya başlaması nedeniyle dış talebin katkısı da azalmaya başlamış gibi görünüyor. Bu durumda yıl sonunda büyümenin yüzde 4'lük hedefi bulması artık çok zor, Bunun için son çeyrekte büyümenin yeniden hızlanması ve yüzde 7'yi bulması gerekiyor, Mevcut durumda ise bunun gerçekleşmesi olasılığı düşük gibi duruyor. Son olarak mevsimsel düzeltilmiş büyüme verilerinden de bahsedelim, Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) yaptığı mevsimsel düzeltmeye göre ikinci çeyrekte ekonomi, ilk çeyreğe kıyasla yüzde 1,8 büyüdü, İlk çeyrekte mevsimsel düzeltilmiş olarak yüzde 0,1 'lik küçülme vardı, İkinci çeyrekte mevsimsel düzeltilmiş büyümenin yeniden pozitife dönmesiyle ekonomi resesyona düşmekten kurtulmuş oldu,

MERKEZ, İÇ TALEBİ CANLANDIRMA PEŞİNDE
Merkez Bankası'nın Para Politikası Kurulu (PPK), geçen ayki toplantısında faiz koridorunun üst sınırında 1,5 puanlık indirim yaptı. Faiz koridoru, Merkez Bankası'nın gecelik borç verme faizi ile borç alma faizi arasındaki farka deniyor. PPK, daha önce yüzde 11,5 düzeyinde bulunan gecelik borç verme faizini yüzde 10'a çekti. Yüzde 5 düzeyinde bulanan gecelik borç alma faizini ise değiştirmedi. Böylece faiz koridoru yüzde 5-11,5 aralığından yüzde 5-10 aralığına daraltılmış oldu. Esasında gecelik faiz Merkez Bankası'nın para politikası faizi değil. Merkez Bankası'nın resmi para politikası faizini, bir hafta vadeli repo borç verme faizi oluşturuyor. Bu faiz geçen yılın ağustos ayından bu yana yüzde 5,75'te sabit duruyor. Öte yandan geçen yılın sonlarından bu yana fiili para politikası faizi ise Merkez Bankası'nın çeşitli kanallardan piyasaya verdiği fonların ortalama maliyetinden oluşuyor. Merkez Bankası, piyasaya verdiği likidite ile oynayarak faiz koridoru içinde kalmak kaydıyla bu fiili para politikası faizini istediği gibi ayarlıyor. Merkez Bankası, bunu "kursavaşf'nda kullanmak için icat etti ve geçen yılın sonları ile bu yılın bahar aylarında yoğun olarak kullandı. Merkez Bankası, Türkiye'ye yeniden sermaye girişinin başlayıp kurların sakinleşmesi ve de enflasyonun tek haneye geri dönmesinden sonra yaz aylarında fiili para politikası faizini hızla aşağıya çekip iç talebi desteklemeye çalıştı. Mayıs ayında yüzde 10'a yakın olan fonlama maliyeti, biz bu yazıyı yazarken yüzde 6,2 dolayına kadar inmişti. Fakat fonlama maliyetindeki bu düşüş, kredi faizlerine yeterince yansımadı. Dolayısıyla iç talebe de henüz bir faydası olmadı gibi görünüyor.~
Bazı iktisatçılar, bunun nedeninin bankaların mevduat ve dolayısıyla kredi faizlerini belirlerken faiz koridorunun üst sınırını esas almaları olduğunu söylüyor. Bu nedenle bir süredir Merkez Bankası'ndan koridorun üst sınırını aşağı çekmesine yönelik talepler vardı. PPK, geçen ayki kararıyla bu talepleri karşılamış oldu. Bu görüşler doğruysa geçen ayki indirimden sonra kredi faizlerinde daha belirgin bir düşüş görebiliriz. Geçen ay, önümüzdeki dönemde kredi faizlerinde düşüş getirebilecek başka gelişmeler de oldu. ABD'nin merkez bankası olan Federal Reserve (FED), uzun zamandır beklenen üçüncü parasal genişleme programını (QE3) açıkladı. Bu gelişme, diğer gelişmekte olan ülkelerle birlikte Türkiye'ye de sermaye girişinin hızlanması sonucu verebilir. Yine geçen ay Avrupa Merkez Bankası'nın (ECB) açıkladığı şartlı tahvil alım programının hayata geçmesinin de benzer etkileri olabilir. Fakat Merkez Bankası'nın pusuda bekleyen cari açık problemi nedeniyle iç talepte çok fazla canlanmaya izin vermek niyetinde olmadığını da söyleyelim. Göründüğü kadarıyla Merkez Bankası, ekonomideki büyümeyi yüzde 5 civarındaki potansiyel düzeyine yerleştirmeye yönelik bir ince ayar politikası izlemeye çalışıyor.

ŞİRKET KURULUŞLARI RESESYON DÖNEMİNDEKİ GİBİ
Şirket kuruluşları, ekonomideki yatırım eğiliminin önemli göstergelerinden biridir. Yatırım iştahının arttığı dönemlerde kurulan şirket sayısı da artar. Yatırım iştahının azaldığı dönemlerde ise kurulan şirket sayısı düşüşe geçer. Bu yıl ekonomide gördüğümüz yavaşlamada, yatırımlardaki düşüşün önemli etkisi var. Buna uygun olarak şirket kuruluşlarında da büyük bir düşüş yaşanıyor. Şirket kuruluşlarında şu andaki durum tıpkı resesyon dönemlerindekine benziyor. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nin (TOBB) verilerine göre şirket kuruluşları, geçen yılın aralık ayından beri kesintisiz düşüşte. Bu düşüş giderek de derinleşiyor. Yayınlanan en son veriler ağustos ayına ait. Ağustos ayında kurulan şirket sayısının sadece 2 bin 393 adet olduğu ve geçen yılın aynı ayına göre yüzde 37,4 düştüğü görülüyor. Geçen yıl ağustos ayında kurulan şirket sayısı 3 bin 825'ti. Yıl içinde mevsimsel dalgalanmalar göstermekle birlikte ekonominin iyi olduğu dönemlerde aylık şirket kuruluşları genelde 4 binin üzerinde seyrediyor. Ekonomide durumun kötü olduğu zamanlarda ise bu sayı 3 binin altına kadar düşüyor. Kurulan şirket sayısının temmuz ve ağustos aylarında bu sınırın altına düşmesi durumun hakikaten kötü olduğuna işaret ediyor. Aylık şirket kuruluşları 2008-2009 resesyonu sırasında bile son iki ayda gördüğümüz kadar düşük seviyelere inmemişti. Şu sıralarda şirket kuruluşlarında yaşanan düşüş de resesyon dönemindekilerden farklı değil. 2008-2009 döneminin en derin döneminde de şirket kuruluşlarında yüzde 30'u aşan düşüşler vardı. Temmuz ve ağustosta şirket kuruluşlarındaki düşüşün aynen devam etmesi yatırımların üçüncü çeyrekte de zayıf kalmaya devam ettiğini düşündürüyor. Dördüncü çeyrekte de durum pek değişecek gibi görünmüyor. Merkez Bankası'nın son girişimi iç talepte bir kıpırdanmaya yol açsa bile bunun yatırım eğilimine yansıması daha uzun bir zaman alır. Ayrıca ihracatta da durumun kötüye gitmeye başlaması girişimcinin geleceğe güvenini olumsuz etkiliyor. Yatırım eğiliminin yeniden yükselişe geçmesi için bu güvenin geri gelmesi gerekiyor.

GELİR DAĞILIMINDA DÜZELME YOK
Türkiye istatistik Kurumu (TÜİK), 2011 yılının gelir ve yaşam koşulları araştırmasının sonuçlarını geçen ay açıkladı. Hemen belirtelim ki bu araştırmadaki gelir dağılımına ilişkin veriler önceki takvim yılına yani 2010'a ait bulunuyor. Söz konusu veriler 2010 yılında gelir dağılımında bir düzelme olmadığını gösteriyor. Bir gelir dağılımı ölçüsü olan ve sıfıra yaklaştıkça düzelmeyi ve 1 'e yaklaştıkça bozulmayı ifade eden Gini katsayısı, 2010'da 0,404 oldu ve 2009'daki düzeyine (0,402) çok yakın çıktı.~
Bir başka gelir dağılımı ölçüsü olan en yüksek gelirli yüzde 20'lik grubun gelirden aldığı payın en düşük gelirli yüzde 20'lik grubun payına oranı da 8 kat ile aynen önceki yılki düzeyinde çıktı. Yüzde 20'lik grupların gelirden aldığı paylarda da çok fazla değişiklik görünmüyor. TÜİK, gelir ve yaşam koşulları araştırmasını 2006 yılından beri düzenli olarak yapıyor. Yani bu araştırmanın gelir dağılımına ilişkin sonuçları 2005 yılından itibaren var. Bu sonuçlar 2006 yılında gelir dağılımında ciddi bir düzelme yaşandığını, 2008'de ise ciddi bir bozulma olduğunu gösteriyor. 2008'deki bozulmadan sonra 2009'da yine bir düzelme göze çarpıyor. Bu sonuçları ekonomideki büyüme ve istihdam olanaklarıyla bir ölçüde açıklamak mümkün. 2006,2001 krizinden sonraki hızlı büyüme döneminin son yılıydı. Hızlı büyüme döneminde tarım dışı sektörlerdeki istihdam olanaklarının artması, alt gelir gruplarının gelirden aldığı payı yükseltmiş olabilir. 2007'de ekonomi yavaşlayıp istihdamda da yatay bir seyir ortaya çıkınca gelir dağılımındaki düzelme durmuş görünüyor. 2008'deki bozulma, aynı yıl kapıyı çalan resesyonun istihdamda getirdiği düşüşün sonucu gibi. Esasında bu resesyon 2009'un başlarında da sürmüş ama o yılın bahar aylarında istihdamdaki düşüş durmuş ve hızlı bir yükseliş başlamıştı. Gelir dağılımında 2009 yılında yaşanan düzelme bunun sonucu olabilir. Yalnız ekonominin yeniden hızlı büyümeye geçtiği ve istihdamdaki artışın da hızlı olduğu 2010'da gelir dağılımında neden düzelme olmadığını açıklamak biraz zor. Burada akla sadece bu dönemde istihdamda yaşanan artışta tarımın da önemli payının olması geliyor. Tarımda elde edilen gelirler düşük olduğu için bu sektörde ortaya çıkan istihdam olanakları gelir dağılımında düzelmeye hizmet etmemiş olabilir. Ekonomideki büyüme ve istihdam olanaklarında 2011 yılındaki durum da aşağı yukarı 2010'daki gibiydi. Bu durum gelir dağılımında 2011 'de de fazla bir değişiklik yaşanmamış olabileceğini düşündürüyor. 2012 için ise şu anda kesin bir şey söylemek zor. Yılın ilk yarısında ekonomi epey yavaşladı ama istihdamdaki artış hız kesmekle birlikte sürüyordu. Bu durum yılın kalan döneminde de sürerse 2012 de gelir dağılımında fazla değişiklik yaşanmayan bir yıl olarak kayıtlara geçebilir.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz