Ekonomide faiz etkisi

İç talepteki zayıflama zaten çok yüksek olmayan ekonomideki büyümeyi daha aşağıya çekecek. Ekonomideki büyümenin iyice yavaşlaması işsizlikteki yükselişe ivme verirken cari açığı ise düşürecek.

4.10.2014 14:02:490
Paylaş Tweet Paylaş
Ekonomide faiz etkisi
Merkez Bankası, döviz kurlarındaki yükselişin önüne geçmek için 28 Ocak’ta para politikası faizinde şok bir artış yaptı. Bu artışın ekonomi üzerinde bir dizi etkisi olacak. Döviz kurlarındaki artışın etkisiyle yaz aylarına kadar yükselecek olan enflasyon, yılın ikinci yarısında yeniden düşüşe geçecek.

Bu, faizdeki şok artışın döviz kurlarındaki yükselişi durdurmasından ve de iç talebi zayıflatmasından kaynaklanacak. İç talepteki zayıflama zaten çok yüksek olmayan ekonomideki büyümeyi daha aşağıya çekecek. Ekonomideki büyümenin iyice yavaşlaması işsizlikteki yükselişe ivme verirken cari açığı ise düşürecek.

Tabloları görmek için görsellere tıklayın.
Bu etkilerin ne kadar güçlü olacağı siyasi belirsizliğin önümüzdeki dönemdeki seyrine göre değişecek. Merkez Bankası’nın 2006 ve 2011 yıllarında yaptığı şok faiz artışlarının ekonomi üzerinde aynen böyle etkileri olmuştu.

Merkez Bankası, döviz kurlarında mayıs ayında  başlayan ve 17 Aralık’tan sonra yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasının getirdiği siyasi belirsizlikle ivmelenen yükselişe, uzun süre döviz satışları ve “ek parasal sıkılaştırma” uygulamasıyla direnmeye çalışmıştı.

Ancak bu yeterli olmayınca 28 Ocak’ta olağanüstü bir Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı yaptı ve faizleri şok bir şekilde artırdı. Bu artışla Merkez Bankası’nın bir hafta vadeli repo borç verme faizi yüzde 4,5’ten yüzde 10’a çıktı.

Gecelik borçlanma faizi yüzde 3,5’ten yüzde 8’e, gecelik borç verme faizi de yüzde 7,75’ten yüzde 12’ye çıkarıldı. Merkez Bankası, bu toplantıda para politikası uygulamasını sadeleştirme kararı da aldı. ~

Bu çerçevede, piyasaya verdiği likiditeyi kısarak faizleri fiilen yükseltmesine imkan veren ek parasal sıkılaştırma uygulamasına son verdi. Bu uygulama, resmi para politikası faizi olan bir hafta vadeli repo borç verme faiz oranının bu özelliğini fiilen kaybetmesine yol açmıştı.

Ek parasal sıkılaştırma uygulamasına son verilmesiyle birlikte bir hafta vadeli repo borç verme faizi yeniden para politikası faizi haline gelmiş oldu.

FAİZ NE KADAR ARTTI?
Merkez Bankası’nın temel para politikası faizlerine bakıldığında, 28 Ocak’ta yapılan artış 400 baz puanın üzerindeymiş gibi görünüyor. Bir hafta vadeli repo borç verme faizindeki atış 550 baz puanı buluyor. Gecelik borçlanma faizindeki artış 450, gecelik borç verme faizindeki artış ise 425 baz puan olarak hesaplanıyor.

Ancak bunların hiçbiri para politikası faizindeki gerçek artışı göstermiyor. 28 Ocak’taki olağanüstü PPK toplantısı öncesinde Merkez Bankası’nın piyasalara verdiği fonların ortalama faizi yüzde 7 dolayındaydı.

28 Ocak’tan sonra eski para politikası uygulamasına geri dönülmesiyle birlikte ise bu oran bir hafta vadeli repo borç verme faiziyle eşit hale geldi. Dolayısıyla para politikası faizindeki gerçek artış, 300 baz puan civarında bulunuyor.

Para politikası faizinde 28 Ocak’ta yapılan artış ilk göründüğü kadar yüksek olmasa da kayda değer bir seviyede. Bu, 2001 sonrasında para politikasının aktif olarak kullanılmaya başladığı dönemde yapılan üçüncü büyük artış.~

Merkez Bankası, daha önce 2006 ve 2011 yıllarında da faizlerde böyle şok artışlar yapmıştı. Yurtdışı kaynaklı bir dalgalanmanın daha birkaç ay önce işbaşına gelen yeni Merkez Bankası yönetimine duyulan güvensizlikle büyümesi üzerine, Haziran 2006’da politika faizinde üç adımda 600 baz puanlık artış yapılmıştı.

Avrupa’daki borç krizinin yarattığı dalgaların döviz kurlarına yansımasının önüne başka türlü geçemeyen Merkez Bankası, Ekim 2011’de de gecelik borç verme faizinde 350 baz puanlık artış yapmıştı. Merkez Bankası’nın önceki şok faiz artışlarının ekonomi üzerinde bir dizi etkisi olmuştu. Bu seferki faiz artışının da benzer etkileri olacak. Aşağıda bu etkileri ele alacağız.

ENFLASYONU FRENLEMEK İÇİN
Merkez Bankası’nın faizleri şok bir şekilde artırmasının nedeni, döviz kurlarındaki yükselişi frenleyerek enflasyonun tırmanışa geçmesini önlemek. Çünkü döviz kurlarındaki artış, ithal ürünlerin fiyatlarını yükselterek enflasyonu olumsuz etkiliyor.

Döviz kurundan fiyatlara geçiş etkisi (pass through effect) denilen bu etki, Türkiye gibi ithal hammadde ve ara mallarına bağımlı bir ekonomide daha da büyük oluyor. Merkez Bankası’nın 2006’da ve 2011’de yaptığı şok faiz artışlarının nedeni de aynıydı. Enflasyon 2006’da kur artışının etkisiyle çift haneye çıkmıştı.

Faizdeki artışın döviz kurlarındaki yükselişin önüne geçmesi sayesinde, 2007’nin ortalarında ise enflasyon yeniden tek haneye dönmüştü. 2011 yılında yaşananlar da buna benzerdi. Kurlardaki yükselişin etkisiyle 2011’de çift haneye çıkan enflasyon, bu yükselişin durmasıyla 2012’nin ortalarında tek haneye dönüş yapmıştı.~

Enflasyonda önümüzdeki dönemde muhtemelen yine buna benzer bir gelişme yaşayacağız. 2013’ü yüzde 7,4 düzeyinde kapatan enflasyon ocak ayında yüzde 7,8’e çıktı. Enflasyondaki yükseliş, önümüzdeki aylarda da sürecek ve yüzde 9’u aşabilecek gibi görünüyor.

Belki yeniden çift haneyi de görebiliriz. Fakat yılın ikinci yarısında bu yükseliş durabilir. Çünkü faizdeki şok artış, döviz kurlarındaki yükselişin önüne geçmişe benziyor. 28 Ocak’ta yapılan faiz artışından önce 2,30 TL’nin üzerine kadar çıkan dolar kuru, biz bu yazıyı yazdığımız sırada 2,20 TL’nin altına inmiş durumdaydı. Döviz kurlarındaki yükselişin durması, enflasyonun önemli bir yakıtının azalması anlamına geliyor.

BÜYÜME İYİCE YAVAŞLAYACAK
2006 ve 2011 yıllarında Merkez Bankası’nın şok faiz artışından sonra enflasyonun frenlenmesinin bir nedeni de ekonomideki büyümenin yavaşlamasıydı. Faizlerdeki artış, özellikle yatırımları ve dayanıklı tüketim malı harcamalarını olumsuz etkileyerek iç talebin zayıflamasına yol açıyor.

İç talepteki zayıflama da bir taraftan ekonomideki büyümeyi aşağı çekerken bir taraftan da fiyat artışlarının önüne set çekiyor. Çünkü talep zayıfladığında özellikle rekabetin yoğun olduğu sektörlerdeki işletmeler fiyatları artırmaya çekiniyor.

2006 yılında Merkez Ban-kası’nın şok faiz artışını yaptığı sırada yüzde 9’un üzerinde olan büyüme oranı, bir yıl kadar sonra 2007’nin ortalarında yüzde 4’ün altına inmişti. 2011’de faiz artışının hemen öncesinde yüzde 8’in üzerinde olan büyüme oranı, 2012’nin başında yüzde 4’ün altına gerilemişti.~

2011’deki faiz artışının yapılmasından bir yıl kadar sonra ise ekonomideki büyüme yüzde 1,5 dolayına kadar inmişti. İşin kötüsü, ekonomi bu seferki faiz artışına 2006 ve 2011’deki gibi yüksek bir büyümeyle değil, zaten vasatın altında olan bir büyüme performansıyla yakalandı.

2011’deki faiz artışından sonra 2012’de sert bir şekilde yavaşlayan ekonomi, 2013’te tam olarak kendine gelemedi. 2013’ün üçüncü çeyreğindeki büyüme oranı yüzde 4,4 düzeyindeydi. Mart ayı sonunda açıklanacak olan dördüncü çeyrekteki büyüme oranının da yüzde 4 civarında çıkacağını tahmin ediyoruz.

Faizdeki yükseliş nedeniyle iç talepte yaşanacak zayıflama, bu yıl büyümeyi yeniden aşağıya çekecek gibi görünüyor. Şu anda bir tahmin yapmak zor ama önümüzdeki dönemde büyümenin yüzde 2-3 arasına inmesi hiç de şaşırtıcı olmayacak.

Faizdeki artışın ekonomideki büyümeyi aşağı çekmesinin enflasyonu frenlemek dışında iki önemli etkisi daha var. Bunlardan birini işsizliğin yükselmesi oluşturuyor. Büyüme yavaşlayınca ekonominin istihdam yaratma kapasitesi azalıyor.

Bir noktadan sonra ekonomideki büyüme işgücü piyasasına yeni girişleri karşılamaya yeterli istihdamı yaratamaz hale geliyor ve dolayısıyla işsizlik yükseliyor. Türkiye genç bir nüfusa sahip olduğundan ekonominin yeterli istihdamı yaratamaz hale geldiği bu eşik gelişmiş ülkelere kıyasla oldukça yüksek.

Yapılan araştırmalar, Türkiye’de işgücü piyasasına yeni girişleri karşılamak için bile yüzde 5-6 arasında bir büyümenin şart olduğunu gösteriyor. Nitekim 2006 ve 2011 yıllarında Merkez Bankası faizleri yükseltince ekonomideki büyüme bu eşiğin altına inmiş ve işsizlik bundan olumsuz etkilenmişti.~

2006’da faiz artışı öncesinde düşüş eğilimde olan işsizlik oranı, ekonominin yavaşlaması üzerine yatay se-yire geçmişti. 2011’de faiz artışı öncesinde düşüşte olan işsizlik oranı da ekonomi yavaşlayınca 2012’de yükseliş eğilimine girmişti.

Son faiz artışına işsizlik oranında 2012’de başlayan bu yükselişin yavaş da olsa sürdüğü bir ortamda yakalandık. Çünkü 2013 yılındaki büyüme oranı yeterli istihdam yaratacak seviyenin altında kaldı. İşsizlik oranı 2013’ün üçüncü çeyreğinde iki yıllık bir aradan sonra yeniden çift haneye çıktı.

Son çeyrekte ise hafifçe düşüp kıl payı farkla tek haneye indi ama bu düşüş geçici gibi. Ekonomideki yavaşlamanın önümüzdeki aylarda işsizlik oranını yeniden çift haneye çıkarması ihtimali oldukça yüksek görünüyor.

CARİ AÇIK DÜŞECEK
Yukarıda faizdeki artışın ekonomideki büyümeyi aşağı çekmesinin enflasyonu olumlu işsizliği ise olumsuz etkilediğini gördük. Faizdeki artışın büyümeyi aşağı çekmesinin enflasyon dışında olumlu etkilediği bir gösterge daha var.

Onu da cari işlemler dengesindeki açığı azaltması oluşturuyor. Ekonomi yavaşlayınca ithal ürünlere olan talep azalıyor. İç talep zayıfladığında ithal dayanıklı tüketim

ENFLASYON TAHMİNİNE ERKEN REVİZYON GELDİ
Merkez Bankası, 2014'ün ilk Enflasyon Raporu'nu 28 Ocak ta açıkladı. Bu raporda 2014 yıl sonu enflasyon tahmininde önemli bir artış yaptı. Daha önce yüzde 5,3 (yüzde 3,8-6,8 aralığının orta noktası) olan 2014 yıl sonu enflasyon tahmini yüzde 6,6'ya (yüzde 5,2-8 aralığının orta noktası) çıkarıldı.~

Tabloyu görmek için görsele tıklayın.
Yüzde 5'lik hedefle aynı düzeyde olan 2015 yıl sonu enflasyon tahmini yine bu düzeyde bırakıldı. Önceki raporlarda da yer alan enflasyonun orta vadede yüzde 5 düzeyinde istikrar kazanacağı öngörüsü de korundu.

Böylece yıl sonu enflasyon tahmininde 1,3 puanlık revizyon yapılırken bu tahmin hedefin de 1,6 puan üzerine çıkmış oldu. Merkez Bankası'nın daha yılın başında yıl sonu enflasyon tahmininde bu ölçüde revizyon yapması pek alışık olduğumuz bir durum değil.

Genelde hedefleri tutturamıyoruz ama Merkez Bankası en azından bahar aylarına kadar tahminini hedeften çok uzaklaştırmıyor. Geçen yılın ilk Enflasyon Raporu'ndaki yıl sonu tahmini hedefin sadece 0,3 puan üzerindeydi.

2006-2013 döneminde ocak aylarında yapılan yıl sonu enflasyon tahminlerinin hedeften uzaklığı ise ortalama 0,6 puan olarak hesaplanıyor. Merkez Bankası'nın bu yıl enflasyon tahmininde bu kadar erken revizyon yapmasının en önemli nedeni, döviz kurlarında yaşanan artış.

Geçen yılın mayıs ayında başlayan bu artış 17 Aralık ta ortaya çıkan rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasının getirdiği siyasi belirsizlikle iyice alevlenmişti. Merkez Bankası'nın tam da yılın ilk Enflasyon Raporu'nu açıkladğı gün yaptığı şok faiz artışından sonra kurlardaki artış durdu.

Ancak biraz gerilemesine rağmen döviz kurları eski seviyesine de inmedi. Geçen yıl bu sıralarda 1,80 TL'nin altında olan dolar kuru biz bu yazıyı yazarken 2,15 TL'nin üzerindeydi.~

Merkez Bankası, döviz kurlarındaki bu artışın fiyatlara yansıyacağını ve enflasyonu yukarı çekeceğini düşünüyor. Enflasyon tahmininde yapılan 1,3 puanlık artışın 0,5 puanı bundan kaynaklanıyor. Revizyonun 0,5 puanı da ocak ayında yapılan vergi ayarlamalarının etkisinden geliyor.

Ayrıca gıda fiyatlarındaki artışın da bu yıl daha yüksek gerçekleşeceği öngörülüyor ve buradan da enflasyon tahminine 0,3 puanlık bir zam yapılıyor. Merkez Bankası, bu faktörlerin etkisiyle enflasyonun yaz aylarına kadar yükselişte olacağını tahmin ediyor. Fakat yılın ikinci yarısında düşüşe geçeceğini öngörüyor.

OCAK AYINDA DURUM
Enflasyonda beklenen bu yükseliş hemen de başladı. Enflasyon 2013 yılını yüzde 7,4 düzeyinde kapatmıştı. Yılın ilk ayında ise 0,4 puan yükselerek yüzde 7,8'e çıktı. Bu yükselişte, tıpkı beklendiği gibi döviz kurlarındaki artışın fiyatlara yansımaya başlaması, yılbaşındaki vergi ayarlamaları ve gıda fiyatlarındaki yükseliş etkili oldu. Hatta gıda fiyatlarındaki artış beklenenin de ötesine geçti ve 2003=100 bazlı Tüketici Fiyatları Endeksi'nin (TÜFE) tarihinde ocak ayları bazında bir rekor kırıldı.

Yine de ocak ayında enflasyonda yaşanan yükseliş sınırlı kaldı. Bunun nedeni, geçen yılın ocak ayındaki fiyat artışının da mevsim normallerinin (son 10 yılın ortalaması) üzerinde olmasından kaynaklanan baz etkisi. Ocak ayı için mevsim normalleri yüzde 0,9 dolayında bir fiyat artışına işaret ediyor. Geçen yıl ocak ayında fiyatlar genel seviyesinde yaşanan artış bunun çok üzerinde ve yüzde 1,6'ydı. Bu yılki ocak ayı enlasyonu da mevsim normallerini çok aştı ve yüzde 2 olarak çıktı. Fakat bu oran geçen yılki orana yakın olduğundan yıllık enflasyonda sınırlı bir yükseliş yaşandı.

SANAYİ 2013TE DE ALÇAKTAN UÇTU
Sanayi üretiminde 2013 yılı verileri geçen ay belli oldu. Buna göre 2013'te sanayi üretimi yüzde 3 oranında artış gösterdi. Bu oranda önceki yıla göre çok az bir yükseliş var. 2012'de sanayi üretimi yüzde 2,5 artmıştı.~

Tabloyu görmek için görsele tıklayın.
Sanayi üretiminde son iki yılda yaşanan artış önceki yılların çok gerisinde kalıyor. 2010 ve 2011 yıllarında sanayi üretiminde yaşanan artış çift haneliydi. Tabii bunda 20082009 krizinden sonraki "ribaund"un önemli etkisi vardı.

Fakat daha normal bir dönem olan 2008-2009 krizi öncesindeki yıllarda yaşanan artış da yüksek ve genelde yüzde 7'nin üzerindeydi. Yani sanayinin son iki yıldaki performansı vasatın çok altında kalıyor.

Bu durumun iki nedeni var. Birincisi, 2010 ve 2011 yıllarında yaşanan hızlı büyümenin cari açığı patlatması üzerine Merkez Bankası'nın ve ekonomi yönetiminin aldığı önlemler yüzünden iç talepte bir yavaşlama oldu.

İkincisi, Avrupa'nın 2011'in sonlarında resesyona girmesi yüzünden dış talep zayıfladı.  2012'de zayıflayan iç ve dış talep 2013'te bir miktar toparlandı ama bu toparlanma sanayi üretimindeki performansı eski seviyesine çıkartacak kadar güçlü olmadı.

Gördüğümüz kadarıyla sanayide performans bu yıl da düşük kalacak. Çünkü Merkez Bankası'nın 28 Ocak'taki şok faiz artışından sonra zaten yeterince toparlanamamış olan iç talepte yeniden zayıflama bekleniyor.

Avrupa'nın resesyondan çıkması sayesinde dış talepteki toparlanma sürecek gibi görünüyor ama bunun sanayide çarkların dönmesine ne kadar yardımcı olacağı tam belli değil. Türkiye'de toplam talepte iç talebin payı dış talebe kıyasla çok daha ağır basıyor.~

Bu nedenle iç talebin zayıfladığı bir ortamda sadece dış talebe dayanarak sanayi üretiminde çok yüksek bir artış yaşanması biraz zor görünüyor. Türkiye'de sanayi üretimindeki değişimle ekonominin genelindeki büyüme arasında önemli bir paralellik var.

Bu nedenle yukarıda yaptığımız değerlendirmeleri ekonominin geneli için de aynen geçerli kabul edebilirsiniz.

Sanayi üretimindeki artışın yüzde 10,1'i bulduğu 2011 yılında ekonominin genelindeki büyüme yüzde 8,8'di. Sanayi üretimindeki artışın yüzde 2,5 olduğu 2012'de ekonomi yüzde 2,2 büyümüştü.

Sanayi üretimindeki artışın yüzde 3 olduğu 2013'te ise ekonominin genelindeki büyümenin yüzde 4 dolayında çıkmasını bekliyoruz. Sanayinin performansı beklediğimiz gibi bu yıl yine düşük kalırsa ekonominin genelindeki büyüme de yüzde 2-3'ün üzerine çıkmakta zorlanabilir.

2013'TE DIS AÇIK ALTIN YÜZÜNDEN YÜKSELDİ

Önceki ayın sonunda aralık ayı dış ticaret verilerinin ve geçen ay içinde de aralık ayı ödemeler dengesi verilerinin yayınlanmasıyla dış ekonomik ilişkilerde 2013 yılı bilançosu ortaya çıkmış oldu. Bu bilançoyu şu şekilde özetlemek mümkün:

Tabloyu görmek için görsele tıklayın.
- 2013 yılında ihracat yüzde 0,4 oranında geriledi. 2012'de ihracat yüzde 13 artış göstermişti. 2012'de 152,5 milyar dolar olan ihracat 2013'te 151,9 milyar dolara indi. Fakat bu düşüş, 2012'de 13,5 milyar dolara ulaşıp rekor kıran altın ihracatının 2013'te neredeyse 10 milyar dolar düşerek 3,6 milyar dolara inmesinden kaynaklanıyor.~

Altın hariç ihracata baktığımızda 2013'te yüzde 6,7 arttığını görüyoruz. Bu da 2012'deki yüzde 4,3'lük artışa göre az da olsa bir toparlanmaya işaret ediyor. Bu toparlanma ise en önemli pazarımız olan Avrupa'nın resesyondan çıkmasından kaynaklanıyor.

- 2013'te ithalatta yüzde 6,4'lük artış yaşandı. 2012'de ithalat yüzde 1,8 gerilemişti. 2012'de 236,5 milyar dolar olan ithalat 2013'te 251,7 milyar dolara yükseldi. Yalnız burada da altın dış ticaretinin etkisi var. 2012'de 8,4 milyar dolar olan altın ithalatı 2013'te rekor kırdı ve 15,5 milyar dolara ulaştı.

Altın hariç ithalata bakıldığında 2012'deki yüzde 2,5'lik düşüşten sonra 2013'te yüzde 3,5'lik artış görünüyor. 2013'te ekonomideki büyümenin bir miktar yükselmesi altın hariç ithalatı da biraz artırmış bulunuyor.

- 2013'te dış ticaret açığı 99,8 milyar dolar olarak gerçekleşti. 2012'deki dış ticaret açığı 84,1 milyar dolardı. Fakat dış ticaret açığındaki artış tamamen altın dış ticaretinin aleyhimize dönmesinden kaynaklandı. Altın hariç dış ticaret açığı 2012'de 89,2 milyar dolar düzeyindeyken 2013'te 88 milyar dolara indi.

- Dış ticaret dengesindeki bu gelişmeler cari işlemler dengesine de aynen yansıdı. 2012'de 48,5 milyar dolar olan cari açık 2013'te 65 milyar dolara çıktı. 2012'de yüzde 6,1 olan cari açığın milli gelire oranının da 2013'te yüzde 7,9'a çıktığını tahmin ediyoruz.

Fakat altın hariç cari açıkta artış değil düşüş söz konusu. Altın hariç cari açık 2012'de 54,2 milyar dolarken 2013'te 53,2 milyar dolara indi. Tahminlerimize göre, altın hariç cari açığın milli gelire oranı da yüzde 6,9'dan yüzde 6,5'e geriledi.~

- Dış ticaret ve ödemeler dengesi verilerini altın hariç ve dahil olarak ele almak konjonktürle ilişkisini doğru kurmak açısından önem taşıyor. Yoksa altın dahil de olsa cari açığın 2013'te yükselmiş olmasının daha fazla bir finansman ihtiyacı doğurduğu gerçeği değişmiyor.

Fakat bu finansman ihtiyacı bu yıl azalacak gibi görünüyor. Beklendiği gibi ekonomi yeniden yavaşlamaya başlarsa ithalat ve dolayısıyla dış açık da azalacak. Avrupa'daki toparlanma sayesinde muhtemelen ihracattaki artış hızlanacak.

Ayrıca geçen yılki rekor ithalatla biriken altın stokunun ihracata yönlendirilmesi halinde bu yıl altın dış ticaretinin yeniden lehimize dönmesi de mümkün görünüyor.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz