Küresel ekonominin rotası

Küresel ekonomi 2008 baharında girdiği resesyonan çabuk çıkmış olsa da, bu çıkışın gerçekleştiği 2009 baharından bu yana da çok iyi durumda değildi esasında.

1.10.2011 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Küresel ekonominin rotası

Resesyondan çabuk çıkılmasını sağlayan ekonomi politikalarının daha sonra öyle yan etkileri ortaya çıktı ki, kürede huzur falan kalmadı. Resesyon sırasında uygulanan genişletici maliye politikaları nedeniyle patlayan bütçe açıkları ve borç stokları, daha önce de borcu zaten yüksek üyeleri olduğu için, Avrupa Birliği'nin (AB) ve özellikle de Euro Bölgesi'nin (EB) başına bela oldu. ABD, para politikasını daha önce görülmemiş bir ölçüde gevşetmesine rağmen, bastığı dolarların yurtdışına göçüp gitmesi nedeniyle, iç talebi yeterli ölçüde canlandırmayı başaramadı. Gelişmekte olan ülkeler ise gelişmiş ülkelerdeki aşırı gevşek para politikalarının kapılarına yığdığı "sıcak para" akımlarıyla baş etmenin yolunu bir türlü bulamadı. Küresel ekonomi bu şekilde yuvarlanıp giderken ağustos ayı başından bu yana işler iyice sarpa sarmaya başladı. Bu da birkaç gelişmeden kaynaklandı. Birincisi, küresel ekonomideki büyümenin ikinci çeyrekte iyice durma noktasına geldiğine ilişkin verilerin ortaya çıkması ve PMI (Purchasing Managers' Index) gibi bazı öncü göstergelerin üçüncü çeyrekte durumun daha da kötüye gittiği sinyalini vermesi, yeni bir resesyona girmekte olduğumuz algısına yol açtı. İkincisi, ABD'de iktidarda bulunan Demokrat Parti ile yasama meclislerinde çoğunluğu elinde bulunduran Cumhuriyetçi Parti'nin ekonomi politikaları konusunda anlaşamaması ve bunun sonucunda bu dev ekonominin notunun kırılması, eski günlere dönüş için bu ülkenin liderliğine güvenenlerin umutlarını tüketti. Üçüncüsü, AB'nin borç sorununu çözmek için gerekli adımları bir türlü atamaması, gözlerin borçlu ülkelerden bu ülkelere borç veren bankalara doğru yönelmesine, böylece sorunun bir bankacılık krizine doğru evrilmesine neden oldu. Bütün bunlar da finansal piyasalarda sinirlerin iyice gerilmesi sonucunu doğurdu.

Tabloyu görmek için görsele tıklayın.

IMF, KÜRESEL BÜYÜME TAHMİNİNDE İNDİRİM YAPTI

Uluslararası Para Fonu (International Monetary Fund: IMF), ilkbahar ve sonbaharda olmak üzere yılda iki kez, Dünya Ekonomisinin Görünümü (World Economic Outlook: WEO) isimli bir rapor yayınlar. Bu raporun Sonbahar 2011 versiyonunun yayını tam da küresel piyasaların karıştığı bir döneme denk geldi. Söz konusu raporda küresel ekonomideki son duruma ilişkin detaylı analizler ve önümüzdeki döneme ilişkin tahminler var. Bu tahminlere göre, IMF'nin küresel ekonomiye ilişkin beklentileri şöyle özetlenebilir:

- Geçen yıl yüzde 5,1 büyüyen dünya ekonomisinin bu yıl ve 2012'de yüzde 4 büyümesi bekleniyor, Nisan ayında yayınlanan önceki WEO raporunda 2011 yılı büyüme tahmini yüzde 4,4, 2012 büyüme tahmini ise yüzde 4,5 düzeyindeydi, Yani son aylarda yaşanan olumsuz gelişmeler üzerine IMF küresel büyüme tahmininde indirim yapmış durumda, Ancak IMF'nin tahminleri yeni bir küresel resesyonu içermiyor, Bu yılın ikinci çeyreğinde durma noktasına gelen küresel ekonominin üçüncü çeyrekten itibaren yeniden toparlanacağı ve bu badireyi biraz yavaşlayarak atlatacağı tahmin ediliyor.~

- IMF'ye göre küresel ekonomideki yavaşlama büyük ölçüde gelişmiş ülkelerden kaynaklanacak, Geçen yıl yüzde 3,1'i bulan gelişmiş ülkelerdeki büyüme bu yıl yarıya inip yüzde 1,6'ya düşecek, Bu da büyük ölçüde ABD'deki performans kaybının ve yaşadığı büyük depremin de etkisiyle Japonya'nın yeniden resesyona girmiş olmasının sonucu olarak ortaya çıkacak, Gelişmiş ülkelerdeki büyüme 2012'de de düşük olacak ve yüzde 1,9'da kalacak, Büyümenin zaten düşük seyrettiği Euro Bölgesi 2012'de daha da yavaşlayacak,

- Gelişmekte olan ülkelerde ise geçen yıl yüzde 7,3 düzeyinde olan büyümenin bu yıl yüzde 6,4'e ve 2012'de yüzde 6,1'e inmesi bekleniyor, IMF'ye göre gelişmiş ülkelerin en irisi ve de en hızlısı olan Çin'de büyüme neredeyse aynı hızla devam edecek, Hindistan biraz yavaşlarken, Brezilya'da ise ciddi bir performans kaybı yaşanacak,

- IMF'ye göre bu yıl ve 2012'de küresel büyümeyle birlikte dünya ticaret hacmindeki büyüme de yavaşlayacak, Petrol fiyatları yükseliş göstermeyecek, Küresel enflasyon bu yıl yükselirken 2012'de yeniden gerileyecek, Küresel ekonomiye yeniden resesyonun gölgesinin düşmesi nedeniyle merkez bankaları para politikasını sıkılaştırmayı biraz daha ötelediği için, uluslararası piyasalardaki faizler de düşük seyretmeye devam edecek,

- IMF'nin raporundaki Türkiye'ye ilişkin tahminler ise bu yıl yine hızlı büyüme olacağını ama 2012'de sert bir fren yapılacağını

gösteriyor, Türkiye'ye ilişkin 2011 yılı büyüme tahmini yüzde 6,6 iken 2012 yılı büyüme tahmini yüzde 2,2'de kalıyor, Bu yılki hızlı büyüme nedeniyle çift haneye çıkacağı tahmin edilen cari açığın milli gelire oranının gelecek yıl yine görece yüksek bir düzeyde kalmasının beklendiği dikkat çekiyor, Bu yıl yüzde 10,5 düzeyine düşmesi beklenen işsizlik oranının 2012'de de buna yakın bir düzeyde gerçekleşeceğinin öngörülmesi de büyümedeki sert fren beklentisiyle pek uyumlu görünmüyor, Enflasyonda ise IMF'nin bu yıl sonu için tahmini yüzde 8 iken 2012'de önemli bir düşüş bekleniyor.

2011-2008 KARŞILAŞTIRMASI
Küresel ekonomide bugünkü durum 2008-2009 resesyonu öncesindeki duruma epeyce benziyor. Yalnız mevcut durum o zamanki durumun daha hafif bir versiyonu gibi görünüyor. 2008 yılında bu sıralarda küresel ekonomi çoktan resesyona girmişti. Şu anda ise resesyondan ziyade bir yavaş büyüme döneminde bulunuyoruz gibi görünüyor. Bununla ilgili birkaç karşılaştırmaya yan tarafta yer veriyoruz. En üstteki grafikte görebileceğiniz gibi, küresel ekonomideki durumu temsil etmesi için kullandığımız Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (Organisation for Economic Co-operation and Development: OECD) genelindeki büyüme henüz negatif tarafa geçmiş değil. OECD genelinde ikinci çeyrekteki büyüme yüzde 0,2 olarak gerçekleşti. Oysa 2008'in ikinci çeyreğinde bu oran sıfırın az da olsa altına inmişti. Hollanda'da kurulu Netherlands Bureau for Economic Policy Analysis (CPB) isimli kuruluşun ürettiği küresel sanayi üretimine ve ticaret hacmine ilişkin veriler de bugünkü durumun 2008'deki kadar vahim olmadığını gösteriyor. Dünya sanayi üretimi mart ve nisan aylarında geçirdiği sarsıntıdan sonra son üç ayda yönünü yeniden yukarıya dönmüş durumda. Dünya ticaret hacminin ise yılbaşından bu yana zigzag çizdiği ama henüz aşağıya doğru kesin bir dönüş yapmadığı görülüyor. ~
Son olarak küresel ekonomideki faaliyet hacminin önemli bir öncü göstergesi olan PMI endekslerine de gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler ayrımında bakalım. Uluslararası Para Fonu'nun (International Monetary Fund: IMF) geçen ay yayınladığı en son Dünya Ekonomisinin Görünümü (World Economic Outlook: WEO) raporundan aldığımız bu veriler de henüz 2008'deki kadar vahim bir durumda olmadığımıza işaret ediyor. PMI endekslerinde 50'nin üstündeki değerler genişlemeye, altındaki değerler ise daralmaya işaret ediyor. İmalat sanayi PMI endeksleri bu sınırın hafif altına inmiş olsa da hizmetler sektöründe PMI endeksleri hala 50'nin üzerinde bulunuyor.


EKONOMİ İKİNCİ ÇEYREKTE TAM KARARINDA SOĞUDU

Türkiye istatistik Kurumu (TÜİK) ikinci çeyrek döneme ilişkin milli gelir verilerini geçen ay yayınladı, TÜİK'in mevsimsel olarak düzelttiği verilere göre ikinci çeyrekte ekonomi önceki çeyrek döneme kıyasla yüzde 1,3 oranında büyüdü, Mevsimsel düzeltilmiş büyüme yılın ilk çeyrek döneminde yüzde 1,7, geçen yılın son çeyreğinde ise yüzde 3,6 düzeyindeydi, Buna göre son iki çeyrekte ekonomide önemli bir yavaşlamanın gerçekleştiği ortaya çıkıyor, Bu çeyrek dönemlik büyüme oranlarını yıllıklandırırsak ekonomide yaşanan yavaşlamayı daha iyi anlayabiliriz, Geçen yılın son çeyrek dönemindeki büyümenin yıllıklandırılmışı yüzde 15,3, bu yılın ilk çeyreğindeki büyümenin yıllıklandırılmışı yüzde 7 ve ikinci çeyrekteki büyümenin yıllıklandırılmışı da yüzde 5,3 ediyor, Bu da ekonomideki büyümenin geçen yılın son çeyreğinde sürdürülmesi imkansız bir düzeyde iken bu yılın ikinci çeyreğinde makul bir seviyeye kadar indiğini gösteriyor, Burada Türkiye'nin potansiyel büyüme oranının genelde yüzde 5 civarı olarak kabul edildiğini de hatırlatalım. Yılın ilk yarısında ekonomik kamuoyundaki önemli bir tartışma konusu ekonomide aşırı ısınma olup olmadığıydı, iktisatçıların önemli bir kısmı daha birkaç ay öncesine kadar ekonomide aşırı ısınma olduğunu iddia ediyor ve buna karşı alınan para politikası önlemlerini yetersiz görerek maliye politikası ile de müdahale talep ediyordu, Hatırlarsanız biz de bu tartışmaya katılmış ve bu sayfalarda geçen yılın son çeyreğinde ekonomide aşırı ısınma olduğunu ama bu yılın başlarından itibaren bu ısınmanın ortadan kalktığını yazmıştık, Bu nedenle maliye politikası önlemi taleplerine de, zaten yavaşlamış olan ekonomiyi resesyona sokabileceği endişesiyle karşı çıkmıştık, ikinci çeyrek döneme ilişkin veriler bu konuda bizim haklı çıktığımızı gösteriyor, Hatta ikinci çeyrek döneme ilişkin verilerin bizim tahmin ettiğimizden daha iyi bir tabloya işaret ettiğini de belirtelim, Biz son aylarda öncü göstergelerden gelen sinyaller yüzünden ikinci çeyrekte büyümenin negatif tarafa geçtiğini ve Merkez Bankası'nın ekonomiyi soğutmaya çalışırken buz kesmesine neden olduğunu düşünmeye başlamıştık, Oysa açıklanan veriler ekonomide tam kararında bir soğumanın yaşandığını gösteriyor. Burada bizi yanıltan yatırım harcamalarını gözden kaçırmamız oldu, TÜİK, gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYİH) alt kalemleri için mevsimsel düzeltme yapmıyor ama bunu biz yapıyoruz, Bizim yaptığımız mevsimsel düzeltme ise ikinci çeyrekteki büyümenin neredeyse tamamen yatırım harcamalarından kaynaklandığını gösteriyor, Bizim hesaplarımıza göre ikinci çeyrekte özel sektörün yatırım harcamalarında yaşanan artış yüzde 7,5'i buluyor, Buna karşılık hane halkı tüketiminin yüzde 0,8, mal ve hizmet ihracatının ise yüzde 0,6 düştüğünü hesaplıyoruz, Yani iç talebin büyük bölümünü oluşturan tüketim ile dış talebin ikinci çeyrekteki büyümeye bir katkısı yok, Kamunun tüketim ve yatırım harcamalarının büyümeye katkısı ise boyutları düşük olduğu için çok fazla değil, ikinci çeyrekte ham GSYİH'de geçen yılın aynı dönemine göre yaşanan büyüme ise yüzde 8,8 olarak çıktı.Kamuoyunun hala yakından takip ettiği bu ölçüye göre de büyüme, yine büyük ölçüde yatırım harcamalarının etkisiyle, beklenenden yüksek gerçekleşti, İkinci çeyrekte yıllık bazdaki büyüme için beklentiler yüzde 7 dolayında bulunuyordu.~

GEÇİCİ FAKTÖRLERİN ETKİSİ
Küresel ekonomideki büyümenin ikinci çeyrekte durma noktasına gelmesinde, 2008-2009 resesyonu sırasında uygulanan ekonomi politikalarının sonradan ortaya çıkan yan etkileri dışında bazı geçici faktörlerin de etkisi var. Bunların başında da Japonya'da yaşanan büyük deprem ve ardından gelen tsunami felaketi ile Ortadoğu ve Ku-
zey Afrika'da yaşanan siyasi karışıklıklar yer alıyor. Japonya'da 11 Mart'ta yaşanan deprem ve tsunami felaketi bu ülkedeki ekonomik faaliyet hacmini olumsuz etkileyip yeniden resesyona girmesine neden olurken, özellikle otomobil üretimindeki küresel arz zincirinde aksamalara yol açarak, dolaylı yoldan diğer ülkelerdeki büyümeyi de geriletti. IMF uzmanlarının hesaplarına göre, Japonya'daki bu felaket, ikinci çeyrekte gelişmiş ülkelerdeki büyümeyi 0,5 puan kadar aşağıya çekmiş bulunuyor. Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da yılın ilk aylarında başlayan siyasi karışıklıklar ise petrol fiyatlarında yarattığı yüzde 25'in üzerindeki artış nedeniyle küresel büyümeye olumsuz yansıdı. Yine IMF uzmanlarının hesaplarına göre, petrol fiyatlarındaki bu artış da ikinci çeyrekte gelişmiş ülkelerdeki büyümede 0,25 ile 0,5 puan arasında bir düşüşe yol açtı. Anlaşılıyor ki, bu iki geçici faktör olmasaydı ikinci çeyrekte küresel ekonomideki büyüme sıfıra bu kadar yaklaşmış olmayacak, yüzde 1'e yakın bir yerlerde çıkacaktı. Bu da küresel büyümenin normal bir seviyede devam ettiğini gösterecekti.

GELECEĞE BAKIŞ
CPB'nin verilerinde gördüğümüz dünya sanayi üretiminin mart ve nisan aylarında düştükten sonra son üç ayda yeniden yükselişe geçmesi, bu iki geçici faktörün etkisinin artık ortadan kalktığını düşündürüyor. Petrol fiyatlarındaki artışın mayıs ayı başında durduğunu hatta o zamandan beri bir miktar geri çekildiğini zaten biliyoruz. Japonya'daki felaketin küresel arz zinciri üzerinde yarattığı tahribat da çoktan onarılmışa benziyor. Bu da üçüncü çeyrekte küresel ekonomideki büyümenin yeniden toparlanmış olabileceğini düşündürüyor. Yalnız üçüncü çeyrekte finansal piyasaların iyice karışmış olması küresel büyümenin geleceği konusunda endişe yaratıyor. Avrupa'daki borç sorunları gerçekten bir bankacılık krizinin ortaya çıkmasına yol açarsa bunun sonucunun küresel düzeydeki reel ekonomi için de pek iyi olmayacağı kesin. Hatırlanırsa, 2008-2009 resesyonunun derinleşmesi ABD'nin dev finans kuruluşu Lehman Brothers'ın batması sonucunda olmuştu. "Batırılamayacak kadar büyük" olduğu sanılan bir finans kuruluşunun batması sırada başkalarının da olabileceği endişesine yol açınca, bankalar birbirleriyle iş yapmayı kesmişti. Bu da dünya ticaretinin çökmesine yol açmış, böylece küresel büyüme de hızla dibe inmişti. Lehman Brothers'ın batışına benzer bir olay olursa küresel ekonomide yine derin bir resesyon yaşanabilir. Fakat gelişmiş ülkelerdeki kamu otoritelerinin bu olaydan ders aldıklarını ve benzer bir olaya izin vermeyeceklerini düşünüyoruz. Yine de bu tür bir olasılığı da gözden uzak tutmamak gerek. Çünkü özellikle Avrupa'da kamu otoritelerinin gelişmeleri çok iyi yönetemedikleri de bir gerçek.

YAVAŞ BÜYÜME DÖNEMİ
Küresel ekonomi yeni bir resesyondan yakayı sıyırsa da uzun bir süre eski büyüme hızına ulaşamayacak gibi görünüyor. Çünkü gelişmiş ülkeler finansal piyasaları kamu borçlarının sorun olmadığına ikna edene ve tüketicilerin yeniden harcamaya başlamasını sağlayana kadar yeterli büyüme hızına ulaşamayacaklar. Gelişmiş ülkelerde büyüme düşük kaldıkça onlara ihracat yaparak ekonomilerini çeviren gelişmekte olan ülkelerin de hızlanması zor. Bu da küresel ekonomide uzun bir yavaş büyüme döneminin yaşanabileceğini düşündürüyor.
Yukarıda gelişmekte olan ülkeler için söylediklerimiz Türkiye için de geçerli. Şu andaki sorunlar büyük ölçüde Avrupa'dan kaynaklandığı için zaten halen de benzer bir durumu yaşıyoruz. ~
İhracatımızın yaklaşık yarısını yaptığımız Avrupa bizim en önemli pazarımız. Borç sorunları yüzünden Avrupa'da büyümenin düşük kalması nedeniyle bizim ihracat performansımız da bir türlü yükselmiyor. Geçen yıl ekonomi çok hızlı büyüdü ama bunu tamamen iç taleple sağladık. Ancak iç talebe dayalı büyüme de cari açık sorununu büyüttüğü için şimdi bunu kontrol altına almaya çalışıyoruz. Ekonomimiz ithalata bağımlı bir üretim yapısına sahip olduğundan sadece iç talebe dayalı bir büyüme bizim için oldukça tehlikeli. Bu nedenle de ihracat performansımız yeniden yükselene kadar yavaş büyümeye rıza göstermek durumundayız. Bu da küresel ekonomideki ve özellikle de Avrupa'daki yavaş büyüme sürdükçe bizim de yavaş büyümek zorunda olduğumuz anlamına geliyor.

Tabloyu görmek için görsele tıklayın.
SANAYİDEN GELEN SİNYALLERDE KARIŞIKLIK VAR
Ekonomideki büyümenin en önemli öncü göstergesi olan sanayi üretimi ve kapasite kullanım oranı yakın zamana kadar aynı yönde sinyaller veriyordu. Geçen yılın son çeyreğinde aşırı ısınan ekonominin bu yılın ilk yarısında soğumaya başladığını büyük ölçüde bu sinyallerden anlamıştık. Ancak bu iki gösterge yılın ikinci yarısına karışık sinyaller vererek giriş yaptı. Böylece üçüncü çeyrekte büyümenin ne yöne gittiğini anlamak da zorlaştı. Öncelikle daha az gecikmeli olarak yayınlanan imalat sanayi kapasite kullanım oranından bahsedelim. Kapasite kullanım oranı yılın ikinci yarısına ciddi bir düşüş ile girdi. Temmuz ayındaki mevsimsel düzeltilmiş kapasite kullanım oranı haziran ayındaki seviyesinin yüzde 1,9 altında ve yüzde 73,4 olarak çıktı. Ağustos ayında ise kapasite kullanım oranı yüzde 1,3 yükselerek yüzde 74,3 olarak gerçekleşti. Ancak ağustos ayındaki bu yükseliş kapasite kullanım oranını haziran ayındaki seviyesine (yüzde 74,8) geri getirebilmiş değil. Eylül ayında olağanüstü bir sıçrama olmadığı takdirde de üçüncü çeyrekteki kapasite kullanım oranı ikinci çeyrekteki seviyesinin oldukça altında çıkacağa benziyor. Bu da ekonomideki yavaşlamanın bu dönemde de sürdüğü sinyalini veriyor. Ancak kapasite kullanım oranının ciddi bir düşüş gösterdiği temmuz ayında, beş aydır düşüşte olan mevsimsel düzeltilmiş sanayi üretiminde yüzde 2,7'lik sıçrama yaşandı. Bu sıçrama da işleri karıştırdı. Sanayi üretimi temmuz ayında geldiği bu düzeyi koruyabilirse üçüncü çeyrekte ikinci çeyrekteki seviyesinin üzerine çıkabilir. ikinci çeyrekte sanayi üretimi yüzde 1,6 düşüş göstermişti. Üçüncü çeyrekte yükseliş olursa bu ekonomideki büyümenin yeniden hızlandığı sinyalini verir. Bu sinyal karışıklığı yüzünden üçüncü çeyrekteki büyümeye ilişkin olarak şu anda bir tahminde bulunmak oldukça güç. Bunun için en azından ağustos ayı sanayi üretimi verilerini de görmek gerekiyor. Bu arada "Kapasite kullanımı düşerken sanayi üretimi nasıl yükselir?" diye düşünerek bu istatistikleri üreten kurumlara şüpheli gözlerle bakmaya kalkabilecekler için de hemen bir açıklama yapalım. Birbiriyle yakından ilişkili bu iki değişken genelde aynı yönde hareket etse de bazen böyle zıt hareketler olabiliyor. Bu da büyük ölçüde yeni yatırımlarla üretim kapasitesinin artması sonucunda gerçekleşiyor. Örneğin, aylık üretim kapasitesi 100 adet olan bir otobüs üreticisi bu kapasiteyi 110'a çıkardığı bir ayda üretimini de 75'ten 80'e yükseltmişse, kapasite kullanım oranı yüzde 75'ten yüzde 72,7'ye düşerken üretimi yüzde 6,7 artar. ikinci çeyrekte yatırımlarda yaşanan artışı düşünürsek, temmuz ayında sanayinin genelinde böyle bir durumun ortaya çıkmış olması pek de tuhaf durmuyor.~


TÜKETİCİ KREDİSİ KULLANIMINDA YÜKSELİŞ DURDU

Merkez Bankası'nın geçen yılın sonlarında uygulama soktuğu "yeni para politikası"nın önemli bir ayağı, iç talebi besleyen yurtiçi kredi kullanımını yavaşlatmayı amaçlıyordu, Para politikası faizi sıcak para akımlarını caydırmak amacıyla düşük tutulduğundan, bu da mevduatlara uygulanan zorunlu karşılıkları arttırarak yapılmaya çalışılıyordu, Merkez Bankası, uyguladığı politikayla kredi hacmindeki yıllık artış hızını yüzde 25 civarına çekmeyi hedeflediğini telaffuz ettiği için yılın ilk yarısında gözler hep bu göstergede olmuştu, Kredi hacmindeki yıllık artışın bu orana bir türlü yaklaşmaması ise yeni para politikasının çalışmadığı şeklinde yorumlanmıştı, Biz burada hem Merkez Bankası'nın hem de piyasa yorumcularının yanlış göstergeye odaklandıkları görüşündeyiz, iç talepteki ve de ekonomideki büyümeyle bir stok göstergesi olan kredi hacminin değil, akım göstergesi olan yeni kredi kullanımının ilişkili olması gerekir, Türkiye Bankalar Birliği'nin (TBB) yeni kredi kullanımına ilişkin verilerine baktığımızda da yılın ilk yarısında bir duraklama olduğunu görüyoruz, Bunun da ekonomideki yavaşlamayla uyumlu olduğunu düşünüyoruz. TBB'n i n kred i kullanımına i l işki n veri leri sadece tüketic i kred i leri n i kapsıyor ve de üçer aylık dönemler itibariyle yayınlanıyor, Bu veriler geçen yılın son çeyreğinde 32,1 milyar liraya ulaşan tüketici kredisi kullanımının bu yılın ilk çeyreğinde 32 milyar liraya indiğini gösteriyor, ikinci çeyrekte ise burada bir miktar artış olduğu ve yeni kredi kullanımının 34 milyar liraya çıktığı görülüyor. Yalnız ikinci çeyrekteki bu artış tamamen ihtiyaç kredilerindeki yükselişten kaynaklanıyor, ihtiyaç kredilerinin ise yeni bir tüketimde bulunmaktan ziyade borç kapatmak ya da konut veya taşıt kredisiyle alım yapılırken peşinatı denkleştirmek için kullanıldığını biliyoruz, ilk durumda alınan ihtiyaç kredisi geçmişte yapılmış harcamaların finansmanında kullanılmış olurken, ikincisinde ise konut ve taşıt kredisi kullanımına zaten yansımış olan harcamaların türevi olarak ortaya çıkıyor, Her iki durumda da ihtiyaç kredilerinin içtaleple bağlantısı çok yüksek olmuyor, ikinci çeyrekte ihtiyaç kredisi kullanımında yaşanan artışın da iç talepten çok ödemeleri bu döneme denk gelen vergi barışı uygulamasıyla bağlantılı olduğunu tahmin ediyoruz, iç taleple direkt bağlantısı olan konut ve taşıt kredisi kullanımı ise ikinci çeyrekte de gerilemeye devam etmiş durumda, Geçen yılın son çeyreğinde 10,9 milyar liraya kadar çıkan konut kredisi kullanımı bu yılın ilk çeyreğinde 9,8 milyar liraya ve ikinci çeyreğinde de 9,4 milyar liraya düştü, Geçen yılın son çeyreğinde 2,5 milyar liraya ulaşmış olan taşıt kredisi kullanımı da bu yılın ilk çeyreğinde 2,4 ve ikinci çeyreğinde 1,8 milyar liraya indi. Tüketici kredisi kullanımında üçüncü çeyrekte çok daha keskin bir düşüş olduğunu tahmin ediyoruz, Çünkü bu dönemde hem faizlerde daha fazla bir yükseliş oldu hem de küresel finansal piyasaların karışması kredi arzını ve talebini olumsuz etkilendi,

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz