Petrol ve ekonomi

İran ile İsrail, ABD ve diğer Batı ülkeleri arasında, uzun süredir bu ülkenin nükleer programından kaynaklanan bir gerginlik var.

1.04.2012 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Petrol ve ekonomi
Bu gerginlik, sonunda Batı ülkelerinin İran'dan petrol alımını durdurması noktasına kadar gelince petrol fiyatları yeniden hareketlendi. Avrupa Birliği'nin (AB) İran'a petrol ambargosu kararını aldığı ocak ayı sonlarında 110 dolar civarında olan Brent petrolün varil fiyatı, şubat sonunda 125 dolar civarına çıktı. Biz bu yazıyı yazdığımız sırada da petrol fiyatları bu civarda seyrediyordu. Ambargo kararının devreye gireceği 1 Temmuz'dan sonra petrol fiyatlarının nereye gideceği de endişeyle bekleniyordu. İran, halen 137 milyar varille dünyanın üçüncü büyük petrol rezervine sahip ülkesi. Üretimde ve ihracatta da hatırı sayılır bir yeri var. Batı ülkelerinin ambargo kararı, bu dev petrol üreticisinin piyasadan bir ölçüde dışlanmasına yol açacak. Fakat başta Çin ve Hindistan olmak üzere bazı ülkelerin İran'dan ithalata devam edecek olması, bu ülkenin petrol piyasasından büsbütün dışlanmasının önüne geçecek. Ayrıca dünyanın en büyük petrol üreticisi olan Suudi Arabistan da atıl kapasitesini harekete geçirerek İran'dan doğan boşluğu giderebileceğini açıklamış durumda. Bu nedenlerle durum bu şekilde kalırsa petrol fiyatları daha yukarı gitmeyebilir. Fakat mevcut gerginliğin küresel petrol ticareti için hayati önem taşıyan Hürmüz Boğazı'nda bir sıcak savaşa dönüşmesi ihtimali de var. Bu ihtimal hayata geçerse petrol fiyatlarının nereye kadar gideceği ise hiç belli değil.

Tabloyu görmek için görsele tıklayın.

PETROL ŞOKLARI
1970'lerde petrol fiyatlarında yaşanan iki büyük sıçrama küresel ekonominin stagflasyon (durgunluk içinde enflasyon) olgusuyla tanışmasına yol açmıştı. O dönemde petrol fiyatlarındaki sıçrama hem enflasyonu yükseltmiş hem de özellikle gelişmiş ülkelerde ekonomiyi duraklatmıştı. Bu nedenle o zamandan beri petrol fiyatlarındaki her yükseliş endişeyle takip ediliyor. Bu endişeye 2008 yılında petrolün varil fiyatı 150 dolara yaklaştığında ve geçen yılın başlarında yine 125 dolar civarına çıktığında da tanık olmuştuk. Petrol fiyatlarındaki yükseliş ekonomiyi temelde üç kanaldan etkiliyor. Birincisi, petrolün üretimde kullanılan önemli bir girdi olması yüzünden maliyet
artışları yoluyla enflasyon yükseliyor. İkincisi, petrol fiyatlarındaki artışın akaryakıt ürünlerine yansımasıyla bu ürünlere daha fazla harcama yapmak durumunda kalan tüketicinin diğer harcamalarını kısması, toplam talebi ve dolayısıyla ekonomiyi yavaşlatıyor. Üçüncüsü, Türkiye gibi petrol ithalatçısı durumunda bulunan ülkelerde ithalat faturası şişiyor ve dolayısıyla cari işlemler dengesi bozuluyor. Ayrıca enflasyondaki yükselişin tüketicinin satın alma gücünü düşürerek iç talepte tekrar yavaşlamaya yol açması gibi ikincil etkiler de ortaya çıkıyor.~


PETROLÜN TL CİNSİ FİYATI REKOR SEVİYEDE

Dünya petrol fiyatlarının rekor seviyesi halen Temmuz 2008'e ait. Brent petrolün varil fiyatı 3 Temmuz 2008'de 143,95 dolara kadar çıkarak tüm zamanların rekorunu kırmıştı. Daha sonra küresel ekonominin resesyona girmesiyle hızla gerileyen petrol fiyatları, 2008 sonunda resesyonun en derin döneminde bir ara 35 doların altına kadar inmişti. Küresel ekonominin resesyondan çıkmasından sonra ise fiyatlar yeniden yükselişe geçti. Fakat geçen yılın ve bu yılın başlarında yaşanan sıçramaya rağmen hala o rekor seviyeye geri dönemedi. Ancak petrolün TL cinsinden varil fiyatına bakıldığında başka bir tablo ortaya çıkıyor. Buna göre petrolün fiyatı bizim açımızdan 2008'deki o rekoru çoktan tazelemiş durumda ve hala da rekor kırmayı sürdürüyor. 3 Temmuz 2008'de Brent petrolün varil fiyatı 143,95 dolar ile rekor kırarken TL cinsi fiyatı da 177,61 lira ile aynı şeyi yapmıştı. Petrolün TL cinsinden fiyatındaki bu rekor, geçen yılın başlarında hem petrol fiyatlarının hem de kurların yükselişe geçmesiyle kırıldı. Geçen yılın ikinci yarısında ise petrol fiyatı bir miktar gerilerken kurlardaki yükselişin hızlanması TL cinsinden petrol fiyatını 200 lira civarına taşıdı. Dünya petrol fiyatlarının şubat ayında yeniden yükselişe geçmesiyle birlikte ise TL cinsinden petrol fiyatının 220 liranın da üstüne çıktığını gördük. Petrolün dolar cinsinden fiyatı cari açık açısından önem taşırken, enflasyonu ve büyümeyi ise TL cinsinden fiyatı daha çok ilgilendiriyor. Çünkü petrol fiyatlarındaki artış akaryakıt fiyatlarına ve dolayısıyla enflasyon ile iç talebe TL cinsinden fiyatı artıyorsa yansıyor. Dünya petrol fiyatlarının arttığı bazı dönemlerde TL'nin değerlenmesi bu artışın iç piyasaya yansımasına engel olabiliyor. Dünya petrol fiyatlarının sakin seyrettiği bazı dönemlerde ise kurların yükselişe geçmesi iç piyasada akaryakıt fiyatlarını yükselterek sanki petrol fiyatı artmış gibi bir etki yapabiliyor. Son dönemde olduğu gibi hem petrol fiyatlarının hem de kurların yükseldiği zamanlarda ise işler iyice sarpa sarabiliyor.

EKONOMİYE ETKİSİ
1970'lerde yaşananlardan sonra iktisat literatüründe petrol fiyatlarındaki sıçramaların ekonomi üzerindeki etkisi konusunda çok sayıda çalışma yapıldı. Çoğunluğu ABD ekonomisi üzerine olan bu çalışmalar, genelde petrol fiyatlarındaki sıçramaların gerçekten büyümeyi ve enflasyonu olumsuz etkilediğini gösteriyor. Mesela 2009 yılında OECD bünyesinde yapılan bir çalışma, petrol fiyatlarındaki 10 dolarlık kalıcı bir artışın bu bölge ekonomisindeki büyümeyi şoku takip eden ikinci yılda 0,2 puan düşürdüğünü, enflasyonu ise ilk yılda 0,2 puan ve ikinci yılda 0,1 puan yükselttiğini göstermişti. ~
Bildiğimiz kadarıyla Türkiye'de bu konuda yapılmış bilimsel bir çalışma yok. Türkiye'de petrol fiyatlarındaki artışın büyüme üzerindeki etkisinden çok enflasyon ve cari açık üzerindeki etkisi dikkati çekiyor. Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı'nın son açıklamalarından petrol fiyatlarındaki 10 dolarlık bir artışın Türkiye'de enflasyonu 0,4 puan yükselttiğini ve cari açığı da 4,5 milyar dolar artırdığını biliyoruz. Petrol fiyatlarındaki artışın Türkiye'deki büyümeyi de doğrudan olması bile küresel ekonomide yarattığı yavaşlama yoluyla olumsuz etkilediğini tahmin edebiliriz.

SANAYİDE DURUM KÖTÜYE GİDİYOR

Ocak ayında sanayi üretimi yıllık bazda yüzde 1,5 artış gösterirken, mevsimsel düzeltilmiş olarak önceki aya göre ise yüzde 3,1 geriledi. Şubat ayında kapasite kullanım oranı yıllık bazda yüzde 0,1 düşerken, mevsimsel düzeltilmiş olarak da önceki aya göre yüzde 1,3 düşüş gösterdi.
Tabloyu görmek için görsele tıklayın.

Bu veriler sanayide 2012'nin hiç de iyi başlamadığını gösterirken şubatta durumun daha da kötüye gittiğini düşündürüyor. Sanayi ekonominin lokomotifi konumunda olduğundan bunu aynen ekonominin geneli için de söyleyebiliriz. 2012 yılı başlarken Avrupa'daki resesyon nedeniyle Türkiye ekonomisi için de beklentiler pek parlak değildi. Avrupa'daki resesyonun ihracatımızı düşürmesi beklendiğinden Türkiye'nin de bir resesyona gireceği yönünde tahminler yapılıyordu. Fakat en azından şimdilik ihracatta korkulan olmadı. Avrupa'daki resesyon bu bölgeye olan ihracatımızı gerçekten de azalttı ama alternatif pazarların öne çıkması toplam ihracatı ayakta tuttu. Dolayısıyla sanayide durumun kötüye gitmesi, 2012'ye girerken beklendiği gibi ihracat kaynaklı olmadı gibi görünüyor. Fakat ihracatın ayakta kalmaya devam ettiği bu dönemde iç talepte durum beklenenden de kötüye gitmişe benziyor. Bu durumu iç talebe ilişkin göstergelerde net olarak gözlemliyoruz. CNBC-e Tüketim Endeksi'ndeki yıllık değişim 2012'ye girişle birlikte 2008-2009 resesyonundan bu yana ilk kez negatife döndü. Bu endekste ocak ayında yüzde 2,9 ve şubat ayında ise yüzde 3,4 düşüş yaşandı. Geçen yılın ağustos ayından beri düşüşte olan otomobil satışlarında bu düşüş iyice hızlandı. Otomobil satışları yıllık bazda ocak ayında yüzde 29,4 ve şubat ayında yüzde 25,2 geriledi. Aynı dönemde ticari araç satışları sırasıyla yüzde 43,1 ve yüzde 37,5 düştü. Öte yandan tüketim malı ithalatı ocak ayında reel olarak yıllık bazda yüzde 11,2 düşüş gösterirken, sermaye malı ithalatında sadece yüzde 1,8'lik artış gerçekleşti. işte sanayide çarkların iyice yavaşlaması dış talepteki zayıflamadan ziyade iç talepteki bu durumdan kaynaklanmış gibi görünüyor. İç talepteki bu durum ise Merkez Bankası'nın para politikasının sonucu gibi. Enflasyonu kontrolden kaçırmaktan korkan Merkez Bankası geçen yılın sonlarından bu yana kurları baskı altında tutmak için fiili para politikası faizini yüksek tutuyor. Fiili para politikası faizinin geçen yılın sonu ile bu yılın başlarında bir ara çift haneye kadar çıkması kredi faizlerini de yükseltti. Bu da hem tüketimi hem de yatırımları olumsuz etkiledi. Ocak ayında küresel risk iştahının yeniden artmaya başlaması kurlar üzerindeki baskıyı azaltınca bu olumsuz durumdan bir çıkış umudu doğmuştu. Fiili para politikası faizinin tek haneye inip yüzde 7,5 civarına oturması kredi faizlerinde de hafif bir düşüşü beraberinde getirmişti. Fakat geçen ay biz bu yazıyı yazarken ortalık yine biraz karışmış durumdaydı. Kurlar yeniden hareketlenmiş ve Merkez Bankası da yine faiz silahını çekmişti. Bu şartlar altında sanayinin ve de ekonominin geleceği çok parlak görünmüyor.~
Sanayi ilk çeyreği epey yavaş bir tempoda kapatmışa benziyor ve bu durum ekonominin geneli için de geçerli olabilir. ikinci çeyrekte durumun düzelip düzelmeyeceği ise bir taraftan dış dünyadaki gelişmelere diğer taraftan da enflasyon ile büyüme arasında sıkışıp kalan Merkez Bankası'nın bu cendereden çıkıp çıkamayacağına bağlı bulunuyor.

2011'DEKİ DURUM
Petrol fiyatları geçen yıl da yine bu sıralarda bir yükseliş göstermiş ve yılbaşında 95 dolar civarındayken nisan sonunda 125 dolar civarına kadar çıkmıştı. Bu yükseliş Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki siyasi karışıklıklardan kaynaklanmıştı. Bu durum mart ayında Japonya'da yaşanan büyük depremin de etkisiyle birleşerek geçen yılın ikinci çeyreğinde küresel ekonomiyi neredeyse resesyonun eşiğine getirmişti. IMF uzmanlarının hesaplarına göre, petrol fiyatlarındaki yüzde 25'in üzerindeki artış, o dönemde küresel ekonomideki büyümeyi 0,25-0,5 puan arasında geri çekmişti. Petrol fiyatlarındaki geçen yılki artış daha sonra büyük ölçüde geri alındı ama küresel ekonomide ikinci çeyrekte yaşanan yavaşlama Avrupa'daki borç sorunuyla da birleşerek moralleri bozdu. Bunun sonucu da finansal piyasaların karışması ve tüketicinin de kabuğuna çekilmesi oldu. Sonuçta ABD'de ve gelişmekte olan ülkelerde durumun toparlanması küresel ekonomiyi resesyondan korudu ama en zayıf halka olan Avrupa bundan kurtulamadı. Euro Bölgesi'nde geçen yılın son çeyreğinde başlayan küçülmenin bu yılın ilk çeyreğinde de sürdüğü tahmin ediliyor. Bu da bu bölgenin resmen resesyonda olduğu anlamına geliyor.


CARİ ACIK FİYAT BASKISI ALTINDA
Türkiye'nin yıllık cari işlemler dengesi açığı ekim ayında 78,6 milyar dolar ile rekor kırdıktan sonra yılın son iki ayında bir miktar düşüş göstermişti. Fakat bu düşüş ocak ayında neredeyse durma noktasına geldi. 2011 'i 77,2 milyar dolar düzeyinde kapatan cari açık ocak ayında ancak 77,1 milyar dolara gerileyebildi. Hatta küsuratlara bakarsak ocak ayında cari açıkta yaşanan düşüşün daha da az ve sadece 25 milyon dolardan ibaret olduğunu görüyoruz. Cari açıktaki düşüşün ocak ayında durma noktasına gelmesine ithalatın hafifçe kıpırdanması neden oldu. Ödemeler dengesinde yer aldığı biçimiyle, ithalattaki yıllık artış aralık ayında yüzde 1,2'ye kadar inmişti. Ocak ayında ise ithalattaki yıllık artış yüzde 4,4'e yükseldi. Ekonomide çarkların iyice yavaşladığı bir dönemde ithalatta yaşanan bu hafif kıpırdanma ise daha çok fiyat hareketlerinin ürünü gibi. Nitekim ithalat miktar endeksinde yani reel ithalatta ocak ayında yıllık bazda yüzde 0,2'lik düşüş görünüyor. Petrol fiyatlarının geçen yılki seviyesinin yüzde 15 üzerinde seyrettiği şubat ayında da cari açık ithalat fiyatlarının baskısı altında kalabilir. Çünkü bu durum aynı miktarda petrol ithalatı yapsak bile faturanın geçen yıla göre kabarmasına neden olacak. Petrol fiyatlarının mevcut seviyelerinde kalması halinde cari açıktaki fiyat baskısı önümüzdeki aylarda azalacak. Ekonomideki yavaşlamayı da dikkate alırsak bu da cari açıktaki düşüşün devam edebileceği anlamına geliyor. Fakat petrol fiyatları tırmanmaya devam ederse cari açığı kontrol altına almak biraz zor olacak. Bunun için ekonominin ciddi ölçüde daralmasını göze almak gerekecek. Ocak ayında cari açıktaki düşüş durma noktasına gelirken finansmanda ise yine sorun yaşadık. Ocak ayındaki 6 milyar dolarlık cari açığa karşılık sadece 2,5 milyar dolarlık finansman bulabildik. 0,8 milyar dolarlık bir finansman da net hata ve noksan kaleminden geldi.~
Geri kalan 2,7 milyar doları ise rezervlerden karşılamak zorunda kaldık. Fakat ocak ayı ortalarından itibaren yurtdışından sermaye girişi yeniden başladığı için şubat ayında finansman durumu düzelmiş olabilir. Merkez Bankası'nın döviz rezervlerinin 20 Ocak'ta 75,3 milyar dolar ile dibi görmesinden sonra şubat sonunda 77,7 milyar dolara kadar çıkması bu yönde sinyal veriyor. Mart ayının ilk yarısında ise döviz rezervlerinin 79 milyar dolar civarına demir atması işlerin yine biraz bozulduğunu düşündürüyor.

SAVAŞ İHTİMALİ
Petrol fiyatlarında bu sefer yaşanan artış şimdilik yüzde 15'in altında. Dolayısıyla iş burada kalırsa bu artışın küresel ekonomideki büyümeye etkisi bu kez daha sınırlı olacak. Ancak yukarıda belirttiğimiz gibi bu işin burada kalmaması ihtimali de var. İran'ın nükleer programına ilişkin gerginlik korkulduğu gibi bir sıcak savaşa dönüşürse petrol fiyatlarının sıçrama göstermesi kaçınılmaz olacak. Böyle bir durumda da zaten zayıf durumda bulunan küresel ekonomi resesyona girmekten kurtulamayacak. Esasında ABD'de bu yılın seçim yılı olması en azından yılın sonlarına kadar İran'a bir saldırı olasılığını azaltıyor. Seçime resesyona girmiş bir ekonomiyle gitmek, Demokrat Başkan Barack Obama'nın yeniden seçilme olasılığının iyice azalması demek. Bu nedenle ABD'nin mümkün olduğu kadar askeri seçeneğe başvurmaktan kaçınacağı, petrol ambargosu ve diğer siyasi yaptırımlar yoluyla sonuç almaya çalışacağı tahmin ediliyor. Petrol fiyatlarının bir ayda 110 dolardan 125 dolara çıktıktan sonra daha fazla yukarı gitmeyip orada kalması da büyük ölçüde bu beklentilerden kaynaklanıyor.

PETROL VE KUR ETKİLEŞİMİ
İşlerin bu şekilde kalması küresel ekonomi açısından ehveni şer demek. Türkiye açısından ise bu belki kötünün biraz daha iyisi anlamına bile geliyor olabilir. Çünkü İran'a bir askeri müdahale, bizi sadece petrol fiyatlarındaki artış yoluyla değil, komşu olduğumuz için ateşin sınırlarımızın içine düşmesi yoluyla da olumsuz etkileyebilir. Bundan ne kadar kaçınabilirsek o kadar yararımıza olduğu kesin. Ancak petrol fiyatları mevcut haliyle de Türkiye'nin başını epey ağrıtacağa benziyor. Bunun nedenini de son dönemde bir taraftan petrol fiyatları artarken bir taraftan da TL'nin değer kaybetmesi oluşturuyor. Dolar cinsinden işlem gören dünya petrol fiyatları henüz Temmuz 2008'de gördüğü 144 dolarlık eski zirveye ulaşmadı ama TL cinsinden hesaplandığında çoktandır rekor üstüne rekor kırıyor. 2008 yılında petrolün TL cinsinden varil fiyatı 178 liraya kadar çıkmıştı. Geçen yılın başlarında bu seviyeyi tekrar aştıktan sonra yılın ikinci yarısında da 200 lira civarına kadar tırmandı. Son yükselişle birlikte ise petrolün varil fiyatı 220 liranın üzerine çıkmış bulunuyor.


ENFLASYONDA TEK HANEYE İNİS GECİKEBİLİR
Enflasyon ocak ayından sonra şubat ayında da beklentilere ve Merkez Bankası'nın tahminlerine uygun olarak gerçekleşti. Şubat ayı enflasyonu yüzde 0,56 olarak çıktı ve geçen yılki seviyesinin (yüzde 0,73) az da olsa altında kaldı. Böylece yıllık enflasyon da önceki aya göre bir miktar geriledi. Ocak ayında yüzde 10,61 düzeyinde olan yıllık enflasyon şubat ayında yüzde 10,43'e indi. Şubat ayındaki bu hafif gerilemeye karşın enflasyon yine çift hanede kalmayı sürdürdü. Böylece enflasyonun çift hanedeki seyri üçüncü ayına girdi. Enflasyon kur artışlarının etkisiyle geçen yılın sonlarında hızla tırmanmış ve aralık ayında da çift haneye yükselmişti. Merkez Bankası, enflasyonun mayıs ayında yeniden tek haneye ineceğini umuyor.~
 Hatta Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, kurlarda ocak ayında başlayan düşüşün devam etmesi halinde enflasyonun mayıs ayından önce de tek haneye inebileceğini söylüyordu. Fakat son gelişmeler şimdi bu ihtimali ortadan kaldırmışa benziyor. Hatta enflasyonun mayıs ayında tek haneye inişi de geçici olabilecek ve hemen tekrar çift haneye yükselerek yoluna oradan devam edebilecek gibi görünüyor. Enflasyonda tek haneye inişi geciktirebilecek son gelişmeler petrol fiyatlarında şubat ayında başlayan artış ile kurların mart ayında yeniden hareketlenmesi. Petrol fiyatlarında şubat ayında başlayan artışın etkisini mart ayında akaryakıt ürünlerine yapılan zamlarla gördük. Bu zamlar mart ayı enflasyonuna olumsuz yansıyacak. Kurlardaki son yükseliş ise henüz sorun yaratacak boyutta değil ama bu Merkez Bankası'nın mayıstan önce tek haneye iniş için güvendiği dağlara kar yağdığını gösteriyor. Bu gelişmelere rağmen enflasyonun mayıs ayında tek haneye inmesi ihtimali hala var. Bu ihtimal geçen yıl mayıs ayında gıda fiyatlarındaki sıçrama yüzünden enflasyonun mevsim normallerinin çok üzerinde gerçekleşmesinden kaynaklanıyor. Bu yıl mayıs ayında mevsim normallerine yakın bir enflasyon oranının çıkması halinde yıllık enflasyonda 1,5 puanlık bir düşüş görülebilecek. Bu da enflasyonu yüzde 9,5 civarına indirebilecek. Fakat bu geçici etki haziran ayında ortadan kalkacak. Yine mevsim normallerine yakın oranlar çıkarsa enflasyon haziran ayında yeniden çift haneye çıkacak ve yılın son çeyreğine kadar da orada kalacak. Enflasyonun Merkez Bankası'nın umduğu gibi mayıs ayından sonra da tek hanede kalmaya devam etmesi petrol fiyatlarında ve/veya kurlarda düşüş yaşanmasını gerektiriyor. Düşüş yerine tam tersine daha da yükseliş olursa enflasyon yılın son çeyreğinde bile tek haneye dönüş yapmayabilir.

İŞSİZLİK ORANI 9 YIL SONRA TEK HANEYE DÜŞTÜ
Türkiye istatistik Kurumu'nun (TÜİK) verilerine göre, 2011 yılında işsizlik oranı yüzde 9,8 oldu. Böylece işsizlik oranı tam dokuz yıllık aradan sonra kılpayı farkla olsa da yeniden tek haneye düştü. Yıllık verilere göre işsizlik oranı 2001 krizinden sonra çift haneye çıkmış ve uzun yıllar boyunca da tek haneye geri dönmemişti. İşsizlik oranının dokuz yıl sonra tek haneye inmesi, 2008-2009 resesyonu sırasında 4 puana yakın bir sıçrama göstermesinden sonra ekonominin iki yıl üst üste olağanüstü bir hızla büyümesiyle gerçekleşti. 2009 yılında yüzde 14'e tırmanan işsizlik oranı 2010'da 2,1 puanlık gerilemeyle yüzde 11,9'a inmişti. 2011 'de 2,1 puanlık bir düşüş daha gerçekleşince işsizlik oranı yüzde 9,8'e kadar geriledi. 2010 yılında ekonomi yüzde 9 oranında büyümüş ve bu da 1,3 milyonluk bir istihdam yaratmıştı. 2 Nisan'da açıklanacak milli gelir verileri 2011 'de de buna yakın ve yüzde 8,5 dolayında bir büyüme yaşandığını gösterecek gibi. 2011 'deki bu büyüme de 1,5 milyonluk bir istihdam artışı sağladı. Böylece resesyon sırasında iki yılda 2,4 milyondan 3,5 milyona yükselmiş olan işsiz sayısı, son iki yıldaki düşüşle 2011 'de 2,6 milyona geriledi. işsizlik sayı olarak 2008-2009 resesyonu öncesindeki düzeyinin hala bir miktar üzerinde olsa da, aradan geçen sürede işgücü de yükseldiği için, oran olarak o zamanki seviyesinin altına indi. Resesyon sonrasında istihdamda yaşanan artışta tarımsal istihdamda resesyon öncesinde yaşanan erimenin durmasının da etkisi var. Fakat tarım dışı işsizliğe bakıldığında da son iki yıldaki gelişmenin olumlu olduğu görülüyor. Tarım dışı işsizlik oranı resesyon sırasında iki yılda 4,8 puan yükselerek yüzde 12,6'dan yüzde 17,4'e çıkmıştı. Son iki yılda ise 5 puan gerileme göstererek yüzde 12,4'e indi.~
Tarım dışı işsizlik oranı böylece tam 10 yıl önceki seviyesine de geri dönmüş oldu. 2012'ye ilişkin ilk veriler ekonomide durumun pek parlak olmadığını gösteriyor. Bu yıl ekonomideki büyüme son iki yıldaki kadar yüksek olmayacak gibi. Bu da işsizlikte yükseliş yaşanabileceğini düşündürüyor. Zaten aylık veriler de geçen yılın son dört ayında işsizliğin yatay bir seyre girdiğine işaret ediyor. Mevsimsel düzeltilmiş işsizlik oranı 2011 'in son dört ayında yüzde 9,3 civarında seyretti. Bu yılın ilk aylarında bu oranda yükseliş görebiliriz.

MERKEZ'İN İŞİ ZOR
Dünya petrol fiyatlarındaki artışla kur artışlarının birleşimiyle ortaya çıkan petrolün TL cinsinden varil fiyatındaki bu yükseliş en başta enflasyonu tehdit ediyor. Geçen yılın sonlarında hızla yükselerek çift haneye tırmanan enflasyon üç aydan beri yüzde 10'un üzerinde seyrediyor. Merkez Bankası, enflasyonun mayıs ayında baz etkisinin de katkısıyla yeniden tek haneye döneceğini umuyor. Fakat böyle giderse enflasyon mayıs ayında baz etkisiyle tek haneye inse bile hemen yeniden çift haneye tırmanıp yoluna oradan devam edecek gibi görünüyor. Petrolün TL cinsinden varil fiyatındaki yükseliş akaryakıt ürünlerine bütçesinden daha fazla pay ayırmak zorunda kaldığı için tüketicinin diğer ürünlere olan talebini de kısıyor. Bu da iç talepte son dönemde yaşanan düşüşün nedenlerinden birini oluşturuyor. Öte yandan Merkez Bankası ise enflasyonun tamamen kontrolden çıkmasından korktuğu için para politikasında iç talebi destekleyecek adımlar atamıyor. Fiili para politikası faizinin kurları baskı altına almak için yüksek tutulması ise iç talebi giderek söndürerek ekonomiyi resesyona doğru yaklaştırıyor. Bu durumdan kurtulmanın iki çaresi var. Bunun için ya petrol fiyatlarının düşüşe geçmesi ya da kurların gerilemesi gerekiyor. İkisi birden olursa tabii ki çok daha iyi. Fakat bunların ikisi de Türkiye'den çok dış dünyadaki gelişmelere bağlı. İran'ın nükleer programı nedeniyle bölgemizde yaşanan gerginlik ise bu açıdan hiç de olumlu bir gelişmeyi oluşturmuyor.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz