Sürünen büyüme dönemi

Bu yazıda öncelikle ekonomideki sürünen büyümenin sonuçlarından bahsedeceğiz. Daha sonra bunun nedenleri konusundaki görüşlerimizi sunacağız. Son olarak da sürünen büyümeden nasıl kurtulabileceğimize değineceğiz.

19.10.2014 12:32:180
Paylaş Tweet Paylaş
Sürünen büyüme dönemi
2012’de yüzde 2,1 ve 2013’te yüzde 4 büyüyen Türkiye ekonomisi, bu yıl ise yüzde 3 dolayında bir büyüme gösterecek gibi. Böylece son üç yıldaki ortalama büyüme de yüzde 3 civarında olacak. Bu büyüme performansı, hem alıştığımız düzeylerin altında hem de temel amaçlarımıza ulaşmak için yetersiz. Türkiye 2010 ve 2011’de ortalama yüzde 9, küresel kriz öncesindeki altı yılda ise ortalama yüzde 6,8 büyümüştü. Bu düşük büyümeyle ilerleme gösteremiyor, adeta sürünüyoruz.

Tabloları görmek için görsele tıklayın.

Ekonomideki “sürünen büyüme” nedeniyle işsizlikteki düşüş durduğu gibi Türkiye’nin gelişmekte olan ülkelere yakınsama süreci de sekteye uğradı. Bu duruma hızlı büyümeyi finanse edemez hale geldiğimiz için düştük. Kurtuluş için orta vadede doğrudan yabancı sermaye girişlerini artıracak, uzun vadede ise ekonominin üretim yapısını dönüştürecek stratejiler izlenmesi gerekiyor. Bunun için de uzun zamandır süren kısır siyasi çekişmelerin artık son bulması ve hükümetin ekonomiyi yeniden gündeminin ilk sırasına alması şart.

Türkiye ekonomisi, 2012 yılında yüzde 2,1, 2013 yılında yüzde 4 büyüdü. Ekonomideki gidişata bakılırsa bu yıl bu ikisinin arasında, yani yüzde 3 dolayında bir büyüme ortaya çıkacak. Böylece son üç yıldaki ortalama büyüme oranı da yüzde 3 civarında olacak. Gelişmiş ülkeler için iyi bir performansa işaret eden bu oran, Türkiye için alışılmış seviyelerin oldukça altında kalıyor.

Türkiye ekonomisi 2010 ve 2011 yıllarında ortalama yüzde 9, 2008-2009’daki küresel kriz öncesindeki altı yılda ise ortalama yüzde 6,8 büyümüştü. Ortalama yüzde 3’lük büyüme performansı, Türkiye’nin temel ekonomik amaçlarına ulaşmasına da yetmiyor. Bu büyüme performansıyla işsizlikte bir düşüş sağlanamadığı gibi gelişmiş ülkelerin refah seviyesine yakınsama süreci de sekteye uğruyor. Kısacası, yüzde 3’lük ortalama büyümeyle bir ilerleme gösteremiyor, adeta olduğumuz yerde sürünüyoruz.

Maalesef ekonomideki bu “sürünen büyüme dönemi”, bir müddet daha sürecek gibi görünüyor. Çünkü hükümette ekonomiyi sürünmekten kurtaracak bir icraat yok. Her ne kadar iktidarda bir tek parti hükümeti varsa da yine 1990’lardaki gibi kısır siyasi çekişmelerin içine düşmüş durumdayız. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bütün enerjisini, bu ay yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimini kazanıp fiili bir başkanlık sistemi kurmak için harcıyor. ~

Hükümetteki ekonomiyle ilgili bakanlar ise ayrı telden çalıyor. Bir kısmı çözüm önerisi diye ekonomiyi felakete sürükleyebilecek reçeteler öne sürerken bir kısmı da bunun karşısında defans yapıyor. Bu nedenle de uzun vadeli bir çözüm ortaya çıkmıyor ve ekonomi kısa dönemde Merkez Bankası’nın müdahaleleriyle ağır aksak yol almaya çalışıyor.

Bu yazıda öncelikle ekonomideki sürünen büyümenin sonuçlarından bahsedeceğiz. Daha sonra bunun nedenleri konusundaki görüşlerimizi sunacağız. Son olarak da sürünen büyümeden nasıl kurtulabileceğimize değineceğiz.

İŞSİZLİK YÜKSELİYOR
Ekonominin ortalama yüzde 3’lük büyüme performansıyla yol almasının iki önemli sonucu var. Bunların birincisini işsizliğin geriletilememesi, ikincisini de gelişmiş ülkelerin refah düzeyine yakınsama sürecinin sekteye uğraması oluşturuyor.

Türkiye genç bir nüfusa sahip olduğu için her yıl işgücü piyasasına büyük bir kitle giriş yapıyor. Yapılan araştırmalar işgücü piyasasına yeni girişleri karşılayacak kadar istihdam
yaratılması için bile her yıl yüzde 5-6 arasında bir büyümenin gerekli olduğunu gösteriyor. Büyüme bu oranın altında kaldığı zaman yeterince istihdam yaratılamıyor ve dolayısıyla işsizlikte de artış oluyor. Yalnız burada büyümeyle işsizlik arasındaki etkileşimin biraz gecikmeli olabildiğine dikkat etmek gerekiyor.

Nitekim, küresel krizin etkisiyle 2009 yılında yüzde 13,1’e kadar çıkan işsizlik oranı, 2010 ve 2011’deki hızlı büyümenin ivmesiyle 2012 yılında yüzde 8,4’e kadar inmişti. Fakat daha sonra ekonominin sürünen büyüme sürecine girmesi, işsizliği yükseltmeye başladı. Geçen yıl işsizlik oranı yüzde 9’a çıktı. Böyle giderse bu yıl bu oran biraz daha yükselecek ve yüzde 9,5 dolayını bulacak gibi görünüyor.~

YAKINSAMA OLMUYOR
Gelişmekte olan ülkelerin refah seviyesinin gelişmiş ülkelerin düzeyine yaklaşması süreci, iktisat literatüründe “yakınsama” olarak adlandırılıyor. Bu yakınsamanın gerçekleşebilmesi için gelişmekte olan ülkelerin uzun bir süre boyunca gelişmiş ülkelerden daha hızlı büyümesi gerekiyor. Ancak dünyada bunu başarıp da gelişmiş ülkeler arasına katılabilen çok fazla ülke yok. Bu açıdan en başarılı örneği Güney Kore oluşturuyor.

Türkiye, yakınsama konusunda çok başarılı değil. Yapılan hesaplar, uzun dönemde gelişmiş ülkelerle aramızdaki farkı çok fazla kapatamadığımızı gösteriyor. Kısa süren hızlı büyüme dönemlerinde aldığımız mesafeyi, ardından gelen duraklama dönemlerinde kaybediyoruz. Bu da uzun dönemde ancak bir arpa boyu yol almamıza neden oluyor.

Şu anda da benzer bir durum yaşıyoruz. Bizim hesaplarımıza göre, satınalma gücü paritesi (SGP) ile hesaplanmış reel kişi başına gelirimizle ABD’nin aynı şekilde hesaplanmış reel kişi başına geliri arasındaki farkı, hızlı büyüdüğümüz 20022007 döneminde 6,2 puan kapatmıştık.

Küresel kriz sırasında 0,6 puan açılan bu fark, 2010 ve 2011’deki hızlı büyüme ile 3,8 puan daha kapandı. Ekonominin sürünen büyümeye geçtiği son iki yılda ise ABD ile aramızdaki refah farkı yerinde saydı. Muhtemelen bu yıl da çok fazla değişiklik olmayacak.

FİNANSMAN PROBLEMİ

Ekonominin son üç yıldır sürünmesinin temel nedenini hızlı büyümenin artık finanse edilememesi oluşturuyor. Türkiye 1947 yılından beri, yani tam 67 yıldır sürekli dış ticaret açığı veriyor. Ödemeler dengesi istatistiklerinin tutulmaya başladığı 1950 yılından bu yana da birkaç durgunluk ve kriz yılı hariç sürekli cari açık veriyoruz. Yani ekonomik büyümeyi sürekli yabancıların tasarruflarıyla finanse ediyoruz. Ancak son 15 yılda yaşanan gelişmeler yüzünden artık bu finansmanı bulmakta zorlanıyoruz.~

2000’li yıllarda petrol ve enerji fiyatlarında yaşanan tırmanış, ithalat birim değerlerinin ihracat birim değerlerinin çok üzerine çıkmasına neden oldu. Yani dış ticaret hadleri aleyhimize gelişti. Artık ihracattan elde ettiğimiz gelirin çok önemli bir bölümünü sadece enerji ithalatı için harcıyoruz. Son hızlı büyüme yılı olan 2011’de ihracat gelirlerinin yüzde 40’ını enerji ithalatı için harcadık. Ortalama yüzde 3,1 büyüdüğümüz son iki yılda enerji ithalatı faturasının ihracat gelirlerine oranı yüzde 38 oldu. Bu oran, yılda ortalama yüzde 6,8 büyüdüğümüz 2002- 2007dönemindeki oranı 10 puan aşıyor.

SICAK PARA AÇMAZI
Bu nedenle artık ekonomiyi hızlı büyütecek yatırımları yapmak için eskisinden çok daha fazla dış kaynak bulmamız gerekiyor. Esasında gelişmiş ülkelerin merkez bankaları 2008-2009 krizinden sonra piyasaya bol miktarda para saçtıkları için şu anda dünyada sermaye sıkıntısı yok. Ancak bu sermaye daha çok kısa vadeli portföy yatırımları peşinde koşuyor.

Gelişmiş ülkelerin merkez bankalarının her an bu paraları geri çekmeye başlayabileceği düşünüldüğü için uzun vadeli doğrudan yatırımlar söz konusu olmuyor. “Sıcak para” adı verilen bu kısa vadeli sermayeye de piyasalardaki en ufak bir kıpırdanmada hemen çıkışa geçebildiği için uzun vadeli yatırımları finanse etmek konusunda güven olmuyor. Tam tersine gelişmekte olan ülkeler, bu sıcak para akımlarını caydırmak için çaba harcıyor.

Kısacası, şu andaki düşük büyümeyi finanse etmek için bile daha önceki hızlı büyüme yıllarındaki kadar dış kaynak kullanmak zorunda kalıyoruz. Bu dış kaynağı da daha çok sıcak para akımları oluşturuyor. Bu konuda geçmişte (1994 ve 2001 krizleri) ağzımız çok yandığı için sıcak paraya güvenerek daha fazla açılmaya ise korkuyoruz.~

DENGELİ BÜYÜME
Böyle bir durumda ekonomide yapılabilecek üç şey var. Bunları kısa, orta ve uzun vadeli stratejiler olarak aşağıdaki gibi açıklayabiliriz. Kısa vadede yapılabilecek tek şey ekonominin dış dengeyi çok bozmayacak ölçüde büyümesine izin vermek gibi görünüyor. Zaten şu anda Merkez Bankası eliyle yapılmaya çalışılan da bu. Merkez Bankası, “dengeli büyüme” adını verdiği bu stratejiyle dış talep ne kadar artıyorsa iç talepteki artışın da o kadarla kalması için çaba harcıyor.

2011’in başından beri izlenen bu stratejiyle Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) gibi diğer kurumların da katkılarıyla iç talebi sınırlamak için önlemler alınıyor. Mesela geçen şubat ayında devreye giren kredi kartına taksit sınırlamaları bu önlemlerden biriydi.

Arada sıcak para çıkışına yol açıp iç talebi sınırlayan başka faktörler (Ağustos 2011’deki Euro Bölgesi krizi, 22 Mayıs 2013’te FED’den gelen parasal gevşemenin sonuna gelindiği sinyali, 17 Aralık süreci) ortaya çıktığı için bu önlemlerin ne kadar işe yaradığını tespit etmek güç. Ancak bir miktar da olsa işe yaradığını ve üç yıldır devam eden sürünen büyümede bunun da etkisi olduğunu kabul etmek gerekiyor. Bu strateji izlenmeseydi belki 2012’de de hızlı büyüyebilirdik ama şimdiye kadar 2001 benzeri bir krizi yaşamış da olabilirdik.

ORTA VE UZUN VADE
Ekonomide yaşanan finansman problemiyle başa çıkmak ve sürünen büyümeden kurtulabilmek için orta vadede izlenebilecek yol, sağlam dış kaynak peşinde koşmak. Bu da doğrudan yabancı sermaye girişlerini artırmaya çalışmak demek oluyor. Bir ülkede üretim tesisi kuran ya da mevcut tesisleri satın alan yabancıların, finansal piyasalardaki her yaprak kıpırdanmasında bunları sırtlarına vurup gitmelerine imkan yok. Bu nedenle doğrudan yabancı sermaye girişleriyle finanse edilen cari açıklar çok fazla endişe yaratmıyor. 2002-2007 dönemindeki hızlı büyümenin yaratttığı cari açık da daha çok doğrudan yatırımlarla finanse edildiği için sürdürülebilmişti.

Büyümenin finansmanı probleminin uzun vadedeki çözümü ise döviz gelirlerini artırmakta yatıyor. Bunun için öncelikle ekonominin katma değeri yüksek ve dolayısıyla daha yüksek bedelle ihraç edilebilecek ürünlerin üretildiği bir yapıya geçmesi gerekiyor. Bu kapsamda turizm gibi hizmet gelirlerini daha fazla artırmaya çalışmak da izlenebilecek stratejiler arasında yer alıyor.~

SİYASİ İSTİKRAR ŞART
Ancak orta ve uzun vadedeki bu stratejilerin izlenebilmesi çok açık ki kapsamlı hükümet kararlarını gerektiriyor. Bunlar Merkez Bankası’nın veya bir başka kurumun altından kalkabileceği şeyler değil. Orta vadede doğrudan yabancı sermaye girişlerini artırmak için siyasi istikrarı yeniden tesis etmek ve yabancıların ekonominin geleceğine güven duymalarını sağlamak şart görünüyor. Uzun vadede ekonominin üretim yapısını değiştirmek için ise bir dizi yapısal reforma ve kapsamlı teşvik programlarına ihtiyaç duyuluyor.

Çok umutlu olmasak da cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra hükümetin artık bu kısır siyasi çekişmeleri bir tarafa bırakmasını ve ekonomiyi yeniden gündeminin ilk sırasına almasını diliyoruz. Esasında hükümetin geleceği de bunu yapmasına bağlı bulunuyor. Çünkü aksi takdirde ekonomideki sürünen büyüme dönemi böyle uzayıp gidecek. Kriz dönemleri sonrasındaki gibi ani olmasa da sürünen büyümenin sonuçları da eninde sonunda seçmenin tepkisini gündeme getirecek.

OECD'YE GÖRE SÜRÜNEN S BÜYÜME SÜRECEK
Efor Economic Co-operation and Development: OECD), genelde iki yılda bir üye ülkeler için bir inceleme raporu yayınlar. Türkiye'ye ilişkin son inceleme raporu geçen ay yayınlandı. Bu rapora göre OECD, Türkiye ekonomisinde iki yıl önce başlayan sürünen büyümenin bu yıl ve gelecek yıl da devam edeceğini tahmin ediyor. Çünkü OECD uzmanlarının Türkiye'de bu yıl bekledikleri büyüme oranının yüzde 3,3'te, 2015'te öngördükleri büyüme oranının ise yüzde 4'te kaldığı görülüyor.

OECD'nin tahminleri, ekonomideki bu sürünen büyümenin işsizlik açısından maliyetini de gösteriyor. OECD'ye göre geçen yıl yüzde 9,5 olan işsizlik oranı, bu yıl yüzde 9,8'e çıkacak. 2015'te ise hafifçe gerileyip yüzde 9,6 olacak. Kısacası işsizlik iki yıl daha aşağı yukarı aynı yerde kalacak. Burada OECD'nin raporundaki işsizlik oranı verilerinin eski seriye, bizim Konjonktür'ün ikinci sayfasındaki tabloda kullandığımız verilerin ise bu yıl yayınlanmaya başlayan yeni seriye ait olduğunu belirtelim.

OECD'nin tahminlerine göre, ekonomideki bu düşük büyümeye rağmen cari açık yine yüksek olmaya devam edecek. Altın dış ticaretinin de etkisiyle geçen yıl yüzde 7,9'a çıkan cari açığın milli gelire oranı, bu yıl önemli ölçüde gerilese de bu düşük büyümeye göre çok yüksek bir düzeyde olacak ve yüzde 6,4'ü bulacak. 2015 yılında da bu oran yine buna yakın ve yüzde 6,6 olacak.

OECD uzmanlarının geçen yıl yüzde 7,5 olan yıllık ortalama tüketici enflasyonu konusundaki tahminleri ise bu yıl yüzde 8'e çıkacağı şeklinde. Fakat önümüzdeki yıl ortalama enflasyonun yüzde 6,5'e ineceği öngörülüyor.

OECD'nin raporunda Türkiye ekonomisinin uzun vadedeki büyümesinin enflasyonla mücadeleye, bütçede disiplinin korunmasına ve ekonomide verimliliği arttırıp rekabeti destekleyecek yapısal reformlara bağlı olduğu ifade ediliyor.~

ENFLASYON BEKLENDİĞİ KADAR DÜŞMEDİ
Yılbaşından beri yükselişte olan enflasyonda haziran ayında "baz etkisi" sayesinde düşüş yaşanması bekleniyordu. Bu beklenti gerçekleşti. Ancak enflasyondaki düşüş beklendiği kadar olmadı. Beklentiler, mayıs ayında yüzde 9,7'ye kadar çıkan enflasyonun haziran ayında yüzde 8,8 dolayına inebileceği yönündeydi. Oysa gerçekleşme enflasyonun haziran ayında ancak yüzde 9,2'ye gerilemesi şeklinde oldu.

Esasında haziran ayı enflasyonu "mevsim normalleri'ne (son 10 yılın ortalaması) yakın çıksaydı, yıllık enflasyon beklentilerin de altına ve yüzde 8,6 dolayına inebilirdi. Ancak haziran ayı enflasyonu geçen yılki kadar olmasa da bu yılda mevsim normallerinin üzerinde çıktı. Büyük ölçüde gıda fiyatlarından kaynaklanan bu gelişme de yıllık enflasyonun hem olması gerekenden hem de beklenenden daha az düşüş göstermesine yol açtı.

KURAKLIK ETKİSİ
Tarımdaki kuraklık yüzünden gıda fiyatları zaten 2014'ün başından beri sorun yaratıyor. İlk altı ayın dördünde gıda fiyatlarındaki değişim mevsim normallerini aştı. Haziran ayında kuraklık etkisine "Ramazan etkisi" de eklenmiş olabilir. Ramazan etkisi temmuz ayında da görülebilir. Kuraklık etkisi ise bir süre daha bizimle birlikte olacağa benziyor.

Enflasyonda haziran ayında yaşanan düşüş, muhtemelen Merkez Bankası nın beklentilerini de karşılamadı. Merkez Bankası, aylık enflasyon tahminlerini açıklamıyor ama nisan ayında yayınlanan 2014'ün ikinci Enflasyon Raporu ndaki grafikten haziran ayında yüzde 8-9 arasında bir enflasyon beklediği sonucu çıkıyor.

Merkez Bankası, söz konusu raporda yıl sonu için ise yüzde 7,6 dolayında bir enflasyon tahmin ediyordu. Bu tahmin bizim bu yazıyı yazmamızdan sonra yayınlanacak olan 2014'ün üçüncü Enflasyon Raporu nda yukarı doğru revize edilmiş olabilir. Çünkü zaten zor olan bu tahminin tutması, haziran ayındaki düşüşün sınırlı kalmasından sonra iyice zorlaştı. Baz etkisi sayesinde enflasyonda temmuz ayında da bir düşüş yaşanabilir ama sonrası biraz karanlık görünüyor.~

Daha sonra tersine dönecek olan baz etkisi yüzünden enflasyonda yeniden yükseliş yaşanabilir. Yıl sonunda mayıs ayında kıl payı kurtulduğumuz çift haneli enflasyonla karşılaşma ihtimalimiz bile var. Bizim hesaplarımıza göre, yılın ikinci yarısında aylık enflasyon oranları hep mevsim normalleri dolayında çıkarsa yıl sonunda yüzde 10-11 arasında bir enflasyon görülebilecek.

İNDİRİM SORUNU
Merkez Bankası, enflasyonun haziran ayında düşüşe geçeceğine güvenerek mayıs ayında faiz indirimine başlamıştı. Haziran ayında enflasyon beklendiği kadar düşmediği halde temmuz ayında da indirime devam etti. Zaten bu indirimler, siyasi baskıya bağlanıyor ve Merkez Bankası bu yıl da enflasyonu gözden çıkarmışa benziyor. Bu faiz indirimleri iç talebi destekleyip ekonomideki büyümenin çok aşağılara gitmesine engel olabilir.

Ancak iç talepteki gerilemenin frenlenmesi enflasyona buradan gelecek desteğin önüne geçebilir. Bu da yıl sonunda enflasyonu gerçekten çift haneye taşıyabilir. Eğer cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra da bu politika değişmezse yakında Merkez Bankası nın enflasyon yüzünden başı epey ağrıyacak gibi görünüyor.

BÜTÇE YILIN İLK YARISINI AÇIKLA KAPATTI
Merkezi yönetim bUtçesi yılın ilk yarısında 3,4 milyar TL açık verdi. Oysa geçen yılın ilk yarısında bUtçede 3,1 milyar TL fazla vardı. Geçen yılki fazlanın bu yıl açığa dönmesi, büyük ölçUde vergi tahsilatındaki yavaşlamadan kaynaklandı. 17 Aralık süreci sonrasında iç talepte başlayan yavaşlama şubat ayından beri vergi tahsilatını olumsuz etkiliyor.

Ocak ayında yüzde 15'i bulan vergi tahsilatındaki yıllık artış, şubat ayında yüzde 7 civarına indi. Mayıs ayına kadar bu civarda artış yaşandıktan sonra haziran ayında ise vergi tahsilatında geçen yıla göre yüzde 7,3 gerileme gerçekleşti.~

Türkiye'de vergi gelirlerinin büyük bölümü, dolaylı vergilerden oluşuyor. Mal ve hizmetlerin satışından alınan bu vergilerin tahsilatı da konjonktürel gelişmelerden çok etkileniyor. Mesela ilk yarı yılda özel tüketim vergisi tahsilatı, geçen yıla göre sadece yüzde 1,8 artarken, dahilde alınan KDV'deki artış yüzde 3,7 oldu. Aynı dönemde ithalde alınan KDV tahsilatı da sadece yüzde 1,8 artış gösterdi. Bu üç kalem toplam vergi gelirlerinin yüzde 55'ini oluşturuyor.

Vergi tahsilatındaki hız kesmeye rağmen yılın ilk aylarında bütçe harcamalarındaki artış aynen devam ediyordu. Ancak mayıs ve haziran aylarında harcamaları kontrol altına almaya yönelik bir çaba gördük gibi. Daha önce yüzde 20'nin üzerinde olan faiz dışı harcamalardaki yıllık artış mayıs ayında yüzde 8,2 ve haziran ayında ise yüzde 8,1 oldu. Yıl sonunda bütçede öngörülenin ötesinde bir açıkla karşılaşmamak için bu çabanın sürdürülmesi gerekiyor.

Hükümetin bu yılki bütçe açığı hedefi, 33,3 milyar TL. Yılın ilk yarısındaki açıkla karşılaştırıldığında bu hedef çok geniş görülebilir. Ancak özellikle yılın son aylarında bütçe açığında olağanüstü artışlar oluyor. Nitekim haziran ayı itibariyle yıllık

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz