Bankacılık sektörünü ne bekliyor?

2023'e doğru finansa bakış...

1.06.2012 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Bankacılık sektörünü ne bekliyor?

Finans dünyası son dönemde pek çok farklı sorunun yanıtını arıyor. Bunlar arasında İstanbul’un bir finans merkezi olup olmayacağı ilk sırada geliyor. Hükümetin 2023 hedefi doğrultusunda ortaya çıkan fırsatlar, mevcut global krizin Türkiye için bir fırsat yaratıp yaratmayacağı, yurtdışında finans sektörünün görünümü gibi pek çok farklı konu da yine gündemin ana başlıkları arasında. Sektörün önde gelen oyuncuları bu konularda olumlu görüşlere sahip. Türkiye’de potansiyelin oldukça yüksek olduğuna dikkat çekiyorlar. Ancak daha gidilecek çok yol olduğuna vurgu yapmaktan da geri kalmıyorlar.

FİNANS MERKEZİ OLUR MUYUZ?

İstanbul finans merkezi olma yolunda ilerliyor. İstanbul’un finans merkezi olması hedeflerinde yapılması gereken çalışmalar ise soru işareti. Finans dünyasının önde gelen aktörlerine göre yapılması gerekenler ise oldukça basit. Ancak yapılacak çok iş olduğunun da altını çiziyorlar. Yapı Kredi Genel Müdürü Faik Açıkalın, bu konuda hem olumlu hem de olumsuz düşüncelere sahip. Bu konudaki görüşlerini ise şöyle ifade ediyor: “Eski bir cumhurbaşkanı, Türkiye ekonomisini tek kelimeyle özetleyin derseniz ‘iyidir’ derim, eğer iki kelimeyle özetlememi isterseniz “iyi değildir” derim demişti. Ben de finans merkezi olmamız yolundaki iyi ve kötü durumları açıklayayım. İstanbul’un finans merkezi olma konusu hükümet desteği ile başladı, şimdi herkesin arzu ettiği bir proje haline geldi. İçeriğine bakıldığında sadece finansı değil, aynı zamanda GSYİH, istihdam gibi göstergeleri çok ciddi bir şekilde etkileme potansiyeli var. Ayrıca Avrupa Birliği çıpası gibi politik, hukuki ve finansal konulardaki reformları hızlandırması ve uluslararası bir seviyeye getirmesine de yardımcı olacaktır. Finans merkezi olunması aynı zamanda büyük prestij kaynağıdır. Finans merkezi kurma fikri ilk olarak 2006 yılında 9’uncu kalkınma planında yer aldı. 2009 yılında da kamu ve özel sektörün katılımıyla strateji ve eylem raporu oluşturuldu. Dünyada finans merkezlerinin nasıl etkileşimde olduğuna bakıldığında, Dubai’de krizden sonra çok büyük bir güvensizlik ortamı oluştu ve apar topar ülkeden kaçanlar oldu, Londra’da 224 bin Amerikan şirketi mensubu çalışan varken, ciddi bir şekilde Londra’dan uzaklaşma söz konusu. Bunlar aslında hem bir tehdit hem de fırsat unsurları.~
Fırsattır, çünkü bu değerinve cazibesini kaybeden finans merkezlerinin yerlerine yenileri doğacaktır, tehdittir çünkü eskiden cazibe merkezi olan bu şehirlerde yeni atılımlar yapılarak eski değerlerini kazanmak adına ciddi girişimler olacaktır. Bizim çok önemli avantajlarımızdan bir tanesi siyasi iradenin bu işin arkasında durması. Aynı zamanda bu projenin ciddi bir gayrimenkul projesi olarak düşünülmesi kamuda oluşan dezavantajlı bir düşünce. Aslında eylemlere bakıldığında haklı unsurları var çünkü eylemler daha hızlandırılmadı ve oluşturulmadı. Eyleme dönüşmemesi ve sadece yazılan kadar işler yapmak üzerimizde baskı oluşturacaktır.”

Rakipler kim?
Faik Açıkalın, finans merkezi olabilmek için uluslararası piyasalarda aranan bazı şartlar olduğuna da dikkat çekiyor. Türkiye’nin bu şartlara bakıldığında ne konumda olduğunu ise şöyle yorumluyor:“Global Finance Center International isimli bir çalışma var. 2009 rakamlarıyla dünyada 75 tane finans merkezi veya adayını inceleyen bir çalışma. Finans merkezi olabilmek için aranan şartlar şöyle belirlenmiş: Hukukun üstünlüğü kuralının benimsenmesi, vergi ortam ve uygulamalarında istikrar, kanun ve mevzuat konularında şeffaflık, öngörülebilirlik, finansal ve teknolojik altyapı, kaliteli çevre koşulları, genel rekabetçilik düzeyi, pazarlara erişim, finansal merkez olma yolunda iç ve dış talep. Kimlerle rekabet ettiğimize baktığımızda, New York, Tokyo, İsviçre, Londra olduğunu görüyoruz. Polonya, İrlanda, Çin, Singapur, Rusya ve Birleşik Arap Emirlikleri potansiyel rakiplerimiz. Z/Yen isimli şirket de bu araştırmalarla uğraşıyor. Geçen yıl için 10 finans merkezine bakıldığında Londra, New York, Hong Kong, Tokyo, Chicago, Zürih, San Francisco, Toronto, Frankfurt, Sydney, Paris, Amsterdam ve Şanghay olarak görülüyor. Tüm bu şehirler bizim nasıl zorlu rakiplerle mücadele edeceğimizi gösteriyor. Bu rakipler arasındaki yerimize baktığımızda durum aslında şu an için pek de iç açıcı değil. Yine Z/ Yen’in hazırladığı rapora göre, finans merkezleri sıralamasında Londra birinci sırada yer alırken, Türkiye 62’inci sırada. Avrupa’daki krize rağmen 20 finans merkezi listesinde Atina var ama İstanbul yok. Ayrıca önümüzdeki yıllarda önem kazanacak şehirler arasında Seul, Şanghay, Singapur var ama İstanbul yer almıyor. Dünya Bankası’nın iş yapma kolaylığı endeksinde Türkiye 71’inci sırada, bu listede Londra 7’nci sırada. Yatırımcıyı koruma alanında 68’inci sıradayız. BM’nin çözdüğü telekomünikasyon altyapısı durumuna göre de İngiltere 10’uncu sıradayken biz 74’üncü sıradayız. Amerika’da Milton Enstitüsü var, onların şeffaflık endeksine göre Türkiye 31’inci sırada, yine İngiltere 10’uncu sırada. İsviçre’de yüksek lisans seviyesinde eğitim veren IMD adındaki üniversitenin küresel rekabet endeksine göre Türkiye 39’uncu sırada, İngiltere 20’inci sırada, yaşam kalitesi olarak ilk 50 arasında yokuz, ekonomik büyüklükte de nüfusumuzun fazla ve demografik yapımızın genç olmasına rağmen dünyada 28’inci sıradayız. Dolayısıyla rakamlara baktığımızda gayet ihtiyatlı olmalıyız ve finans merkezi olmanın sadece bir gayrimenkul projesi olmadığının farkına varmalıyız.”~

5 TEMEL SORUDA FİNANSIN GELECEĞİ
BANKALARIN DEĞERİ ARTAR MI?
Akbank Genel Müdürü Hakan Binbaşgil, Türkiye'nin gelişime çok açık bir ülke olduğunu söylüyor. Bankaların değerleriyle ilgili ise “Bankalarımız Türkiye'de operasyon gösteriyor. Değerleme formüllerine bakıldığında büyüme potansiyeli çok yüksek ve zaman içinde bankaların değerlerinin çok iyi yerlere geleceğini düşünüyorum” diye konuşuyor.
KARTLARDA SON DURUM NEDİR?
Yapı Kredi Bankası Genel Müdürü Faik Açıkalın, geçtiğimiz dönemde banka kartlarının banka gelirleri içindeki payının daha fazla olduğunu söylüyor. “Şu anda bankacılık sektörü yasalardan ve tüketicilerden gelen birtakım tepkilerle gelir çeşitlendirme yoluna gitti” diye konuşuyor. Önümüzdeki dönemde kredi kartlarındaki rekabetin artacağına vurgu yapıyor ve ekliyor: “Ayrıca nasıl ki uçakların tek motorla uçması tehlikelidir, bankacılık sektörü de farklı gelir kaynakları yaratır şekilde sürdürülebilir yapısını devam ettirmeli.”
FİNANS MERKEZİ OLUR MUYUZ?
İstanbul'un finans merkezi olması konusu finans dünyasındaki her aktörün gündeminde. Denizbank Genel Müdürü Hakan Ateş, hükümetin bu konuda gerekli adımları atma gayreti içinde olduğunu söylüyor ve “Bu konuda yukarı çıkmak için sadece hükümet değil, bankacılık kesimi de samimi bir çalışma içine girmeli” diye konuşuyor.
SEKTÖRE YURTDIŞI İLGİSİ NE DÜZEYDE?
Türkiye'de bankacılık sektöründe daha fazla yabancı yatırımcı görülecek mi konusunda Citibank Genel Müdürü Serra Akçaoğlu, Türkiye'nin dünyanın radarında olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Bizim telefonlarımız durmuyor, Türkiye'ye yatırım yapma konusunda devamlı sorular alıyoruz. Doğru zamanda ve doğru fiyatlarda uzlaşılabilirse bu konuda çok fazla atılım olacaktır.”
YENİ ÜRÜN POTANSİYELİ VAR MI?
Bank Asya Genel Müdürü Abdullah Çelik, katılım bankacılığında inovatif ürünlerin çıkmasının devletin desteğiyle doğru orantılı olduğunu söylüyor ve yeni ürünlerle ilgili “SUKUK bizim için önemli bir atılım. Altın konusunda da çok ciddi çalışmalarımız var” diye konuşuyor.


DÜNYA NASIL GÖRÜYOR?
Son dönemde Türk bankacılık sektörü dünyada güçlü bir konum elde etmiş durumda. Bu tespite Citibank Genel Müdürü Serra Akçaoğlu da katılıyor ve yurtdışından Türk bankacılık sektörünün nasıl göründüğüne dair şu yorumlarda bulunuyor: “Dünya çok enteresan bir dönemden geçiyor. Avrupa’nın üzerinde çalıştığı birtakım konular var ama Amerika’da henüz daha her şey bitmiş değil.~
Amerika GSYİH’nin yüzde 3,5’i oranında bir rahatlatma paketi oluşturdu ama önümüzde seçim dönemi var ve bu da bir bilinmezlik arz ediyor. Aynı zamanda bütün ülkeleri etkileyen petrol fiyatları sorunu var. Geçmişe nazaran Amerika sıkıntılarla mücadelede daha iyi sonuçlar ortaya koysa da Avrupa’daki sorunlarla beraber bilinmezlik ortamı devam ediyor. Bütün dünyada artık daha az ve kaliteli borç yapısına doğru bir yönelim var. Türkiye geçmiş dönemlere ve komşularımıza kıyasla çok daha kuvvetli bir konumda. Bu kuvvetin de ana kaynağı bankacılık. Biz sadece Türk bankalarını incelemiyoruz, tüm dünyadaki bankaları inceliyoruz ve kıyasladığımızda bankacılık sektörü bizim için büyük bir gurur kaynağı. Ekonomiye hareket katan, ihracatçının destekçisi olacak olan da yine bankalarımız. Bu bağlamda bakıldığında, dünyada sıkıntılar bitmedi ama bankalar bir şekilde bir yerlere kredi verecekler. Sendikasyon ve seküritizasyon kredileri ile içeride fonlamada kullanan kredilerde bir sorun olacağını düşünmüyoruz. Kaynak sağlamada bir sıkıntı oluşmayacak çünkü bankacılık yapımız çok sağlam. Tüm dünyanın gözü Türkiye’de. Türkiye’de yatırım yapmak isteyen kurumlar çok yoğun bir şekilde araştırma yapıyor. Bu konuda çok önemli bir nokta var, o da Türkiye’nin ülke riski. Ülke riskimiz geçmişle kıyaslanamayacak kadar az artık. Türkiye’deki bankacılık sistemi de çok sağlam. Elbette fiyatlamalar düşük seviyelerde oluyor. Gelecekte sendikasyon ve seküritizasyon kredilerinde Türkiye adına sorun oluşacağını düşünmüyoruz. Ülkemizde bankacılık sektörünün çok az bir kısmı sendikasyon kredileri ile fonlanıyor. Bankacılığa gelen sendikasyon ve seküritizasyonun toplamı yaklaşık olarak 24 milyar dolardır. Bankacılığın toplam aktif büyüklüğü 650 milyar dolar seviyesinde ve bu demek oluyor ki sadece yüzde 3,7’si bu kredilerle fonlanıyor. Aktiflerin yüzde 56’sına yakın bir kısmı mevduatla fonlanıyor, dolayısıyla bankacılık sistemimiz yurtdışından gelecek kredilere bağımlı değil, sadece vade açısından yurtdışından gelen fonlama daha uzun oluyor, bu da bir avantaj. Gelecekte de bankalarımızın bizim için gurur kaynağı olacağını düşünüyoruz.”

“GİDECEK YOLUMUZ VAR”
Denizbank Genel Müdürü Hakan Ateş, genel olarak Türkiye’de işler iyi gitse de bankacılık açısından daha kat edilmesi gereken çok yol olduğuna dikkat çekiyor. Verilerle bu tezini ise şöyle açıklıyor: “Geçtiğimiz dönemde en fazla krediyi merkez bankaları açtı. FED, Amerika ekonomisinin yüzde 15’ine denk gelen 2 trilyon 325 milyar doları, Avrupa Merkez Bankası, Avrupa ekonomisinin yüzde 15’ine denk gelen 1,4 trilyon Euro’yu ki 1,8 trilyon dolar demek, Bank of Japan, Japon ekonomisinin yüzde 15’i olan 65 trilyon Yen’i, yani 800 milyar doları, Bank of England ise İngiltere ekonomisinin yüzde 22’sine eşdeğer olan 325 milyar pound’u yani 500 milyar doları bir şekilde piyasalara sundu. Topladığınızda 5,5 trilyon dolar serseri mayın gibi ortalarda dolaşmaya başlıyor. Öncelikle para direkt dolaşıma girmedi, kendi bankalarında park edildi ama yavaş yavaş bu paranın dolaşıma katılımı hızlanmaya başladı ve bu paradan en büyük payı alma potansiyeline sahip ülkelerin başında da Türkiye geliyor. Değişken bir ortamdayız ama biz bankacıların küresel olarak çok iyi entegre olup bu değişimleri kucaklaması lazım. Mevzuatlar çok sık değişir oldu. İşte bu anlayışla dünyadaki ve Türkiye’deki durumu iyi analiz etmeliyiz. Ağırlıklı Bloomberg ve Fitch datalarıyla kontrol ettiğimiz bir çalışmamız oldu. Türk bankacılığın penetrasyonuna baktığımızda şu verilerle karşılaştık: Tüketici kredilerinin GSMH’ye oranı yüzde 17,2, karşılaştırılabilir datalara göre 15. Aktiflerin GSMH’ye oranı Tayvan ve Çin gibi yüzde 240’lara ulaşmıyor.~ Kredilerin GSMH’ye oranı yüzde 52,5 seviyesinde. Kredilerin mevduata oranı hala yüzde 100’e ulaşamadı. Yani topladığımız mevduat kadar kredi veremiyoruz. Sermaye yeterlilik rasyosunda 1’inci sıradayız, yüzde 17’lik bir oranımız var. Penetrasyon açısından şube sayılarımızın durumu da çok önemli bir gösterge. Bizde 7 bin 500 kişiye bir şube düşerken Çin’de bile 7 bin kişinin altında bu rakam. Bizde 3 bin kişiye bir ATM düşerken karşılaştırma yapılan ülkelerde görülen ATM sayısının çok daha fazla olduğu görülüyor. Hesap sayımız nüfusun yüzde 70’ine ulaşmış olsa bile internet bankacılığı kullanımı henüz yüzde 10’lar seviyesinde. BES’te sözleşme yapma oranı nüfusun yüzde 4’ü, hisse senedi yatırımcılarımız yüzde 1,5’i ve yatırım fonu yatırımcı oranı da yüzde 5’i civarında. Daha kat etmemiz gereken çok yolumuz var.

AKBANK GENEL MÜDÜRÜ HAKAN BİNBAŞGİL
"TL’YE DÖNÜŞ YAPILMASI LAZIM”
DOLARİZASYONDAN ÇIKMALI

Türkiye’de yüzde 30 oranında döviz tevdiat hesabı var, bunun ekarte edilmesi ve Türk lirasına dönüş yapılması lazım. Dolarizasyondan çıkmamız gerekiyor. Uzun vadeli kredilere ihtiyaç var, bu bağlamda döviz cinsi krediye değil Türk lirası krediye yönelim olmalı.

KOBİ’YE YÖNELMEK GEREK

Yüzde 15’lik kredi büyümesinde KOBİ ve ticari kredilerin daha fazla rolü olacaktır. KOBİ’ler çok önemli ama hala kredilerdeki payı yüzde 25 seviyelerinde. Bankacılık sektörü KOBİ’ye daha fazla yönelmeli. Kaynak konusunda da bankaların kaynakları çeşitlendirdiği görülüyor. Banka bono ve tahvillerinin giderek artacağını düşünüyorum.

YENİ ÜRÜNLER CAN VERECEK

Gelecek için ise hiçbir kurum müşterilerinden kopmamalı, kurumlar demografik yapıyı anlamalı ve ona göre ürünler yaratmalı. Genç bir nüfus var ve koşullar inovasyoncu olmayı gerektiriyor. Biz Türk bankacılığı olarak dünyada saygın bir yere sahibiz ve çok ileri bir durumdayız. Mobilite ve yeni ürünler de sektöre can verecektir.


Fayda bankacılığına geçiş

Hakan Ateş’e göre Türk bankacılık sektöründe 2002 yılından sonra önemli gelişmeler de görüldü. Daha önce bankaların aktiflerinde yüzde 40 oranında olan hazine bonosu-devlet tahvili, yüzde 23’e düştü, yüzde 23 oranında pay alan krediler de yüzde 56’ya çıktı. Hakan Ateş, ekonominin sadece yarısını fonlayan bu kredilerin 2002 yılında yüzde 86’sının kurumsal ve ticari kredilerden oluştuğuna dikkat çekiyor. 2011 yılında bu oranın
yüzde 43’e düştüğünü belirtiyor ve ekliyor: “KOBİ kredilendirmesi yüzde 24, kredi kartları yüzde 9, konut ve ihtiyaç kredileri ise yüzde 14’lük değerler gösterdiler. Bu değerlerin hepsi bize Türk bankacılığının spekülatif bankacılıktan fayda bankacılığına geçişte olduğunu gösteriyor. Bu konuda fayda bankacılığını nasıl fonladığımıza baktığımızda karşımıza tabii ki de mevduat çıkıyor. ~
Enflasyonun ve faizin yüksekliği de Türk lirası mevduatın neden kısa vadeli olduğunu açıklıyor. Türkiye’de bankacılık son derece verimli bir sektör olarak gözüküyor. Operasyonel maliyetlerimizin aktife oranının süratle azaldığını gözlemliyoruz. Yani biz bankacılar daha tasarruflu, daha verimli çalışan bir sektörün içindeyiz. Bunu ileri derecede gelişmiş teknolojimize, insan kaynağımıza ve ürün yelpazemize borçluyuz. Nüfus dinamiklerimiz de bankacılığı destekleyen ayrı bir değer. Yılda 450 bin ev, 650 bin araba ve 2 milyondan fazla beyaz eşyayı finanse etmek yine bankacılık sektörünün üstlendiği görevlerden bir tanesi. Öngörümüze göre bankacılık önümüzdeki 3 yılda yüzde 15 ortalama ile büyürse, şu andaki Çek Cumhuriyeti, Romanya, Macaristan, Bulgaristan’ın toplam bankacılığına eşit bir büyüme gösterebilecektir ki bunun TL karşılığı 1 trilyon Türk lirasıdır. Bankaların fiyat/defter değerlerine baktığımızda, gelişmekte olan ülkeler arasında Türkiye büyüme potansiyeli olarak ön plana çıkıyor. Türkiye’nin hisse senedi piyasasının GSMH’ye oranı yüzde 23, özel sektör ve banka tahvillerinin GSMH’ye oranı sadece yüzde 8 ve banka kredilerinin GSMH’ye oranı yüzde 53. Bu oranları diğer ülkelerle kıyasladığımızda daha gidilecek çok yolumuzun olduğunu görüyoruz.”

YAPI KREDİ GENEL MÜDÜRÜ FAİK AÇIKALIN
“RAKİPLERİ İNCELEMEK GEREK”
DESTEKLENMESİ GEREK

Önemli bir vizyon ve muhakkak arkasında durularak desteklenmesi gereken bir proje. İstanbul sadece merkez olmakla kalmayacak, Türkiye'nin bütün altyapısını revize ederek AB yolunda çok ciddi faydası olacaktır. Burada izlenebilecek bir örnek, Türkiye'de son 10 yılda bankacılıkta yapılan uygulamalardır. Bu uygulamalar diğer sektörlere de uyarlanabilirse diğer ülkelerle aramızdaki fark çok hızlı bir şekilde kapanabilir.

ALTYAPI GELİŞTİRİLMELİ

Özel işlem vergileri, işlemlerin adilliği ve kesinliği, vergi ve mevzuattaki reformlar, ilgili kurumların koordinasyonu bizim için iyileştirmeye açık olan alanlar. Tabii bunları yapabilmek için altyapıyı geliştirmemiz şart. Sonra da küresel ihtiyaçları karşılayacak şekilde servis sağlanması gerekiyor. Yapılacak kanunların kapsayıcılık unsurunu taşıması diğer bir önemli konu.

ÖZÜMSEMEK ŞART
İstanbul'da gizli kalmış işgücü, iş yapma maliyeti, gelir yaratma potansiyeli ve yaşam tarzı konusunda çok ciddi rekabetçi gücümüz var ve bizler bu potansiyellerimizi azami şekilde kullanarak finans merkezi olma yolunda güçlü adımlarla ilerleyebiliriz. İstanbul'a yakışan çok önemli bir proje ama rakiplerimize bakarak finans merkezinin aslında ne demek olduğunu özümseyebilmemiz gerekiyor.~

YATIRIM FIRSATLARINA DÎKKAT!

Akbank Genel Müdürü Hakan Binbaşgil, Türkiye’de bankacıların şanslı olduğunu düşünenlerden. “Problemlerle uğraşmayıp ileriye bakabiliyoruz” diye konuşuyor. Türkiye’nin 2023 için çok fazla hedefi olduğuna dikkat çekiyor ve bu hedef doğrultusunda ne tür fırsatların ortaya çıkabileceğiyle ilgili şu yorumlarda bulunuyor:
“2023 yılına doğru bankacılık ana destek kaynağı olacak, bu da yaklaşık 6 trilyon dolarlık bir bankacılık yapısını işaret ediyor. Biz ileri bakabildiğimiz için yurtdışı bankalardan farklıyız, büyüme potansiyelimiz onlara kıyasla çok fazla ve bu bizim için bir şans. Biz bunu dengeli ve sürdürülebilir bir şekilde yapmalıyız. 2023 hedeflerimize ulaşmak için bunu devam ettirmeliyiz ama bu büyüme kârlılık içinde olmalı. 2012’de Türkiye, yaklaşık olarak yüzde 4’lük bir ekonomik büyüme, kredi hacimlerinde yaklaşık yüzde 15’lik ve mevduatta da yaklaşık olarak yüzde 13’lük bir büyüme gösterecektir. Bankacılık sektörü de yatırımlarına devam edecek. Türkiye’de 1 milyon kişiye 130 şube düşüyor ki bu Avrupa ile kıyasladığımızda çok düşük bir rakam. Sektörde artık marjlar eskisi gibi değil. Karlılıkla büyüme hedefiyle hepimizin çok dikkatli olması gereken dönemler bizi bekliyor. Verimlilik ve risk yönetimi çok fazla önem kazanacak. Altyapı olanakları desteklenmeli. Marjlar küçüldüğü için ölçekler çok önemli hale gelecek. Bu bağlamda da uygulama farklılıkları kurumları ayrıştıracak ana unsur olabilir düşüncesindeyiz. Türkiye’de tasarruf ve kaynak tutarlarının azlığı sorunu var ve bu rakamların artması gerekiyor. Bakıldığında Türk bankaları likit durumda, kredilerin mevduata oranı yüzde 100’lerin altında. İlk 10 ekonomi arasında olabilmek için muhakkak kaynak sorunları çözülmeli. Bizi son derece hareketli günler bekliyor ve bizler kaynak-vade ilişkisini sağlıklı kurarak kredi-vade uyumluluğu içinde girişimlerde bulunmalıyız.

DENİZBANK GENEL MÜDÜRÜ HAKAN ATEŞ
"KREDİLER BÜYÜYECEK”
200 MİLYAR DOLARLIK İHTİYAÇ

Türkiye’nin 2023 hedeflerine ulaşabilmesi için yaklaşık olarak 200 milyar dolarlık bir finansman ihtiyacı var, yani her yıl 17-18 milyar dolarlık bir fonlama ihtiyacı doğacak. Bankacılık bu bakımdan ana kilometre taşlarından biri olacaktır.
FAİZLER DÜŞECEK
Kredilerde büyüme olacak. Ekonomi yüzde 8 büyürken kredilerde büyüme yüzde 25’lerde oldu. Yüzde 4,5’lik büyümelerde de yine yüzde 15 seviyelerinde kredi büyümeleri görülecek. Faizler de bahar aylarında düşen enflasyonla düşecektir diye düşünüyorum.
MALİYE POLİTİKALARI BAŞARILI
Cari açık konusuyla ilgili gözden kaçırılmaması gereken bir husus var o da enerji kalemindeki oynaklık. Enerji kalemi çıkarıldığında aslında cari açıkta 4 milyar dolarlık bir azalma söz konusu. Böylece maliye politikalarının işe yaradığını görüyoruz. Türk bankacılığı krizde çok başarılı bir dönem geçirdi ve önünde gideceği çok başarılı bir yol var.~


KATILIM BANKACILIĞINI NE BEKLİYOR?

Türkiye’de katılım bankacılığının geçmişi 1980’lere dayanıyor. O günden bu yana gelişim içinde olan sektörün bankacılık içinden aldığı pay 2011 sonunda yüzde 4,6 seviyesine ulaşmış durumda. 56 milyar dolarlık sektörün önemli oyuncularından Banka Asya’nın genel müdürü Abdullah Çelik, katılım bankacılığının mevcut durumu ve önümüzdeki dönemde bu alanı nelerin beklediğiyle ilgili şu yorumlarda bulunuyor: “Katılım bankalarının bilançolarında ağırlıklı olarak krediler yer alıyor. Bilançolar hala yüzde 80 oranında kredilerden oluşuyor.
Bu konuda devletin SUKUK ihraç etmeyişi bizim elimizdeki alternatifleri son derece kısıtlıyor. Süreç içinde katılım bankaları, bankacılık kanunu içine dahil oldu, BDDK bazı düzenlemeler yaparak muhasebe standartlarımızla ilgili değişiklik yaptı fakat bunlar bizler için yeterli değil. Bütün bu eksikliklere rağmen, katılım bankacılığının 2002’de yüzde 1,9 olan sektör payı, 2011 sonunda yüzde 4,6 seviyesine çıktı. Yaklaşık olarak 14 katlık bir aktif büyümeyle 56 milyar dolarlık büyüklüğe ulaştı. Katılım bankaları konsept itibarıyla faize daha hassas bir kitleye hitap ediyor. Katılım bankacıları olarak bütün katılımcılara açığız ancak özellikle mevduat tarafında faiz hassasiyeti olan kişilerin bizi seçtiği aşikar. İşte biz, faiz dolayısıyla finans sektöründen uzaklaşan kesimi finans
sektörüne dahil ederek ülke finansal sistemine de katkı sağlıyoruz. Algıyı yönetmeye çalışıyoruz ve bu bakımdan yaptığımız iş çok zor, bu kesimin finans sektörüne dahil edilebilmesi de çok önemli bir değer. Altın bankacılığı ile yastık altında olan tasarrufları finans sektörüne dahil edebildik. Sektördeki altın hesaplarının yaklaşık yüzde 25’i katılım bankalarında. Bank Asya olarak da 1 milyar Türk lirasını aştık. Bununla birlikte yeni ürünlere yönelimimiz var. Kişilerin ziynet eşyalarını bankada toplayarak bunları altın hesabına çeviriyoruz. Böylece müşteriler risk almıyor ve birikimlerini altın hesabına dönüştürüyorlar. İşte bu da sistem dışındaki altınları sistem içine çekmeye yardımcı oluyor. Katılım bankacılığı ancak reel ticareti finanse edebiliyor.
Ortada mutlaka bir fatura olmalı. Biz de bunları taksitli satış olarak kredilendiriyoruz.”

BANK ASYA GENEL MÜDÜRÜ ABDULLAH ÇELİK
FAİZSİZ BANKACILIĞIN MERKEZİ OLABİLİRİZ
FAİZSİZ BANKACILIK ÖNEMSENMELİ

İstanbul Finans Merkezi projesinde katılım bankaları fazla önemsenmiyor. 72 maddelik raporda sadece iki madde faizsiz bankacılıkla alakalı. Faizsiz bankacılığın da merkezi olabileceğimiz düşünülerek yapılanma olmalı.
KAYNAKLARI KAZANDIRALIM
Unutulmamalı ki Avrupa borçlu, likidite körfez ülkelerinde. Körfez yatırımcıları yatırım yapabilmek için Türkiye'de SUKUK çıkarılmasını bekliyor. Bu kaynakları biz neden Türkiye'ye kazandırmayalım. Öncelikle katılım bankalarının arasında, hazine ve bankalar arası para işlemlerinde çalışan ve işleyen bir piyasa oluşturulmalı. Emtia piyasaları çok daha fazla etkinleştirilmeli, ürünler katılım bankacılığına uygun şekilde standartlaştırılmalı.~
8 TRİLYON DOLARA ULAŞACAK
2023 yılında hesaplamalara göre katılım bankacılığı sektörünün, dünyadaki adı İslami Bankacılık'tır, 8 trilyon dolara ulaşacağı öngörülüyor. Bu bahsettiğim yapılanmalı katılım bankacılığının Türkiye ekonomisi içindeki rolünün yüzde 15'lere ulaşabileceğini düşünüyorum.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz