Türkiye nasıl tasarruf ediyor?

Geniş Açı’nın bu sayısında, son dönemin önemli gündem maddelerinden biri olan tasarruf konusunu masaya yatırdık.

1.07.2012 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Türkiye nasıl tasarruf ediyor?
1990’ların başında yüzde 25’lerde seyreden yurtiçi tasarruf oranı, bugün yüzde 12,6’ya kadar düşmüş durumda. Yani Türkiye 10 yıl öncesine kıyasla çok daha az tasarruf ediyor. Bu durum ise aslında ekonomik dengeler açısından ciddi bir risk. Çünkü sürdürülebilir büyüme için Türkiye’nin tasarruf etmesi gerekiyor. Ama bu sorunun kısa vadede çözümü göründüğü kadar basit değil. Kamu otoritesi, birbiri ardına yaptığı düzenlemelerle düşen tasarruf oranını artırmaya çalışıyor. Bireysel emeklilikle ilgili yapılan son çalışma, buna iyi bir örnek. Sigorta ve bankacılık tarafı ise ürün sayısını artırmaya odaklanıyor. Geniş Açı’nın bu sayısında, son dönemin önemli gündem maddelerinden biri olan tasarruf konusunu masaya yatırdık.
Tabloyu görmek için görsele tıklayın.
Moderatörlüğünü Capital Dergisi Yayın Yönetmeni Sedef Seçkin Büyük ve editör Yasemin Erdoğan’ın yaptığı toplantıya; Hazine Müsteşarlığı Sigortacılık Genel Müdürlüğü Özel Emeklilik Dairesi Başkanı Uluç İçöz, Anadolu Hayat Emeklilik Genel Müdürü Mete Uğurlu, İş Bankası Bireysel ve Özel Bankacılıktan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Yalçın Sezen, İş Yatırım Araştırma Müdürü Bülent Sengönül ve Koç Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonomi Bölümü’nden Prof. Dr. Kamil Yılmaz katıldı. Uzmanlar, bireysel emeklilikten altın fonlarına, yastık altı tasarrufların ekonomiye kazandırılmasından alınması gereken tedbirlere kadar birçok noktayı detaylarıyla analiz etti. Türkiye’nin tasarruf politikaları, şu an gelinen nokta ve yapılması gerekenler tartışıldı.

Sedef Seçkin Büyük

Öncelikle hepinize hoş geldiniz demek istiyorum. 3 ayda bir İş Yatırım’m desteğiyle organize ettiğimiz Geniş Açı toplantılarımızın bu ayki konusu, tasarruf. Söze hemen Hazine Müsteşarlığı Sigortacılık Genel Müdürlüğü’nden Özel Emeklilik Dairesi Başkanı Uluç İçöz ile başlamak istiyorum. Türkiye’nin, kamunun tasarruf stratejisini anlatır mısınız? Kamu, şirketler ve bireyler tasarrufa nasıl bakıyor?

Uluç İçöz
Öncelikle teşekkür ederim. Bazı verilerle söze başlamak istiyorum. Dünya Bankası’nın son yaptığı çalışmadan da yola çıkarak, tasarrufları üç ana bölümde değerlendirmek daha doğru olur. Bunlardan biri kamu tasarrufları, biri özel tasarruflar. Özel tasarrufları da iki kısımda inceleyebiliriz. Kurumsal, yani şirketlerin karlılıklarıyla ilgili olan tasarruflar. Bir de hane halkı tasarrufları. Kamu tasarruflarına baktığımız zaman, son yıllarda yüksek oranda bir iyileşme olduğunu görüyoruz. Bunda borç ve faiz yükünün azalmış olmasının ve son yıllarda üzerinde önemle durulan mali disiplinin önemli bir rolü var. Öte yandan özel tasarruf ayağında kurumsal tasarruflara baktığımızda bir artış olduğunu, fakat bunun mütevazı bir şekilde gerçekleştiğini görüyoruz. Özellikle de borsaya kote olmayan, görece olarak daha küçük ölçekli şirketlerde tasarruf oranının düşük olduğunu görüyoruz. Kurumsal tasarruf derken kastımız şirketlerin elde ettikleri karlılığın bir kısmını tutarak, onları yeniden yatırıma dönüştürmeleridir. Diğer taraftan, Türkiye’deki tasarruf açığının iyileştirilmesi, giderilmesine ilişkin en önemli unsur olarak karşımıza hane halkı tasarrufları çıkıyor. Hane halkı tasarruflarında önemli oranda düşüş yaşandığını görüyoruz. Türkiye’de geçmişte yüzde 18-20’lere kadar çıkan tasarrufların gayrisafi milli hasılaya (GSMH) oranı yüzde 12 ila 14 bandı arasına yerleşmiş durumda.~
Peki bu düşüş nereden kaynaklanıyor? Bununla ilgili birçok neden sayılabilir. Bunlardan biri, düşen reel faizler. Düşen faizler neticesinde son yıllarda genişleyen bir kredi arzı yaşandı. Aynı zamanda bu tüketimin alternatif maliyetinin de düşmesine yol açtı. Yani reel faizler düştüğü zaman, tüketmek yerine yatırıma yönlendirdiğiniz zaman elde edeceğiniz getiri daha düşük olmaya başladı. İkinci bir neden olarak ise yastık altı ve fiziksel varlıklara yönelik ulusal yatırım kültürü gösterilebilir. Burada, özellikle gayrimenkul, altın, arsa ev gibi yatırımlardan bahsediyorum.

Sedef Seçkin Büyük
Bu noktada elinizde bir rakam var mı? Yani tasarruf düşüyor ama hane başına düşen fiziksel varlıklarda ya da diğer yatırımlarda bir artış var mı?

Uluç İçöz
Açıkçası bunu tespit etmek çok zor. Ancak anket benzeri çalışmalarla tespit etmek mümkün. Bu konuda, değişik kurum ve kuruluşların çalışmaları mevcut olabilir. Dünya Bankası raporunda da Türkiye’de ciddi oranda yastık altında tasarruflar olduğu belirtiliyor. Bununla birlikte, konuyla ilgili yapılmış özel bir çalışma bilgim dahilinde değil.

Sedef Seçkin Büyük

Dünya Bankası’nın elinde tahmini de olsa bir rakam var mı?

Uluç İçöz
Dünya Bankası’nın konuyla ilgili çalışması kapsamında belli bir fokus grupla çalışma yapmışlar. Yanlış hatırlamıyorsam, görüşülen kişilerin yaklaşık yüzde 30’unun altın, mücevher gibi yastık altı tasarrufu olduğunu görmüşler. Tasarrufların düşmesinin bir başka nedeni ise finansal okuryazarlık dediğimiz olgunun yeterince yerleşmemiş olması. Bir de buna, ihtiyaca göre dizayn edilememiş finansal araçları da eklemek lazım. Dolayısıyla bu da bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Bir de genç nüfusa bağımlılık oranının yüksekliği, uluslararası araştırmalarda tüketim eğiliminin fazla, tasarruf eğiliminin düşük olmasının nedenlerinden biri olarak görülüyor. Çünkü gençlerin eğitimi ve giderleri için harcama yapılması gerekiyor. Dolayısıyla genç nüfusun yüksek olması da tasarrufları kısıtlayıcı bir unsur olarak ortaya çıkıyor. Tabii birçok şey sayılabilir belki ama ilk anda aklımıza gelenler bunlar. Yapılan araştırmalardan görüldüğü kadarıyla, ulusal tasarruf oranında önemli mesafe kat edebilmek için hane halkı tasarruflarında bir sıçrama üretmek en çok öne çıkan husus. Bu kapsamda, Türkiye’deki tasarruf açığının iyileştirilmesinde veya tasarruf açığının azaltılmasında kamunun en fazla üzerinde durduğu konu, hane halkı tasarruflarının ileri seviyelere getirilmesi. Bizim gibi gelişmekte olan birçok ülkede hane halkı tasarruflarının, bireysel emeklilik sistemlerinin de devreye girmesiyle ciddi sıçramalar yaptığını görüyoruz.. Bunlardan en önemli örnek olarak Şili’yi gösterebiliriz. Mesela Şili’deki tasarruf oranları, 1980’lerde yüzde 12’lerden şu anda yüzde 25’lere kadar çıkmış durumda. Bunun dışında Bulgaristan önemli bir örnek. Bu ülkede tasarruf oranı, 2000’lerin başındaki yüzde 10-12’ler seviyesinden, 2000’lerin ortalarından itibaren emeklilik sisteminin de devreye girmesiyle birlikte yüzde 20’lere kadar sıçrama yapmış durumda. Ayrıca, emeklilik sistemlerinin tasarrufa etkileriyle ilgili akademik araştırmalar da var. Onlardan da belki daha detaylı yararlanılabilir. Özetle, son dönemde çeşitli kesimler tarafından sıklıkla ifade edildiği gibi, bireysel emeklilik sistemi (BES) ulusal tasarruflar açısından önemli bir araç olarak önümüzde duruyor. Konuyla ilgili yasa tasarısı geçtiğimiz günlerde TBMM genel kurulundan geçti. Şu anda Cumhurbaşkanlığı Makamının onayına sunulmuş durumda.~

Kamil Yılmaz
Bir soru sormak istiyorum. Tasarrufun düşük olmasının faktörlerini anlattınız. Neden 80’lerden 90’lardan bu yana düştüğü konusunda bilgi vermediniz? Önemli olan, biz yüzde 25’ler mertebesinden bu noktaya
geldik. Biz eskiden tasarruf ediyorduk.

Uluç İçöz
Kamu temsilcisi olarak mevcut durumu anlattım. Geçmişe yönelik konuyu size bırakmak daha doğru olabilir.

Sedef Seçkin Büyük
Teşekkürler Uluç Bey. O zaman Koç Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonomi Bölümü’nden Prof. Dr. Kamil Yılmaz ile devam edelim. Türkiye’de hanelerde azalan bir tasarruf eğilimi var. Yüzde 12’lere kadar indi. Neden eskisi kadar tasarruf edilmiyor? Ayrıca Türkiye’de tasarruf yapan kesimin demografik yapısı incelendiğinde nasıl bir tablo ortaya çıkıyor?

Kamil Yılmaz
1990’ların başında yüzde 25 olan toplam tasarrufların GSYİH’ya oranı 2011 sonu itibarıyla yüzde 12,6’ya kadar düştü. Ulusal tasarruf oranı azalırken, kamu ve özel sektör tasarruflarının bu dönem içinde farklı eğilimler gösterdiğini görüyoruz. 1990’lı yıllarda sıfır düzeyinde olan kamu tasarrufları, 1990’ların sonu ve 2000’lerin başında yüzde 9’a kadar düştükten sonra makro yapısal reformların devreye girmesiyle 2005’ten itibaren artıya geçiyor. 1990’lı yıllar boyunca yüzde 20-25 arasında dalgalanan özel tasarruflar ise, 2001 krizinden sonraki beş yıl içinde yüzde 12’ye kadar düşüyor. Özel tasarruf oranı küresel kriz döneminde biraz artmışsa da kriz sonrasında yüzde 12’nin de altına düşüyor. 2001 öncesi dönemde özel tasarrufların yüksek seyretmesi, yüksek enflasyon, yüksek reel faiz ve makroekonomik belirsizlik ortamında geleceklerinden endişe eden hane halklarının ihtiyati olarak tasarruf yapmalarının bir sonucu. 2001 krizinden sonra Türkiye ekonomisi normalleştikçe, yani enflasyon ve makroekonomik belirsizlik azaldıkça, ekonomide istikrar hakim oldukça reel faizler düşüyor. Böyle bir ortamda tüketim hızla artarken, ihtiyati nedenlerle yapılan tasarruflar düşüyor. Özellikle geçmişte kredi faizlerinin yüksekliğinden bütçelerini aşan dayanıklı tüketim mallarını ve özellikle de araba alamayan orta ve düşük gelirli haneler reel faizlerin düşmesiyle bu malları kredi kullanarak satın alabiliyor. Böylece belirsizliğin azaldığı, normalleşen bir ekonomide tasarruf oranları düşürüyor. Bu noktada şunu görmemiz lazım: Aslında hane halkları birbirine çok yakın maliyetlerde ve vadelerde borçlanamıyor. Özellikle düşük gelir guruplarında bulunan haneler ciddi anlamda kredi kısıtı ile karşı karşıya. Onların orta vadeli kredi kullanma imkanları yok. Onlar da, giderek artan biçimde, kredi kartları üzerinden borçlanıyorlar. Ancak bu tür borçlanmalar çok yüksek risk içerdiği için devlet son yıllarda kredi kartları üzerinden borçlanma konusunda önlem almaya çalışıyor. BDDK’nın seçim sonrasına bıraktığı tüketici kredileri ve kredi kartı borçları için bankaların daha yüksek karşılık ayırması konusundaki kararı 2011’de yüzde 35’lere ulaşan kredi genişlemesinin önüne geçmek açısından önemli, ama geç kalmış bir karardı. Benim burada değineceğim başka konular da olacak. Ancak onlara geçmeden önce, Uluç Bey’in bahsettiği finansal eğitim yani finansal okuryazarlık konusuna da mutlaka değinmek istiyorum.~
Bu konu bence çok önemli. Türkiye’de ekonomi ve finans eğitimi üniversitelerde veriliyor. Oysa bugün bir çok ülkede temel ekonomi ve finans eğitimi lisede veriliyor. Bizde de lise mezunu bir öğrenci mutlaka ekonomi ve finansın temel kavramlarını öğrenmeli diye düşünüyorum. Hatta ekonomi ve finans eğitimi en basit düzeyde ilk ve orta öğretimde başlamalı. Tabii, dersi vermek gerekiyor demesi bizim için kolay. Ancak bu dersleri lise düzeyinde verecek öğretmenimiz var mı diye de sormak lazım. O yüzden bu konunun planlanması geciktirilmemeli ve bir an önce milli eğitim bakanlığı ve üniversitelerin işbirliği ile hayata geçirilmeli. Başarılı bir uygulama için öncelikle kısıtlı sayıda okulda pilot uygulamalara bir an önce başlamalıyız. İnsanlar borsada yatırım yapmak istemiyor çünkü bilgi sahibi değiller. Borsada yatırım yapmak, sonucu belirsiz bir oyun oynamak olarak görülüyor. Borsa, küçük yatırımcının sürekli olarak uzak durduğu bir yer. Tabii borsa tarafının iki ucu var. Yani bir taraftan küçük yatırımcı uzak duruyor. Öbür taraftan da aslında borsaya açılan çok fazla şirket de yok. O anlamda baktığımızda İMKB’nin piyasa değeri şu anda Türkiye’de milli gelirin yüzde 35’lerine eşit. Bizim gelir düzeyimizdeki ülkelerde bu oran yüzde 70 ve üzerinde. Bu anlamda da, bütün teşviklere ve önlemlere rağmen hisse senedi piyasalarımızın yeterince geliştiğini söylememiz mümkün değil. Bir ülkede sermaye piyasaları ne kadar gelişmişse tasarruf yapacağınız enstrümanların sayısı ve tasarruf imkanları da o kadar artar. Bunun da tasarruflar üzerinde olumlu etkisi beklenir.

Yasemin Erdoğan
Teşekkürler Kamil Bey. Sermaye piyasaları ve finansal okuryazarlık demişken İş Yatırım Araştırma Müdürü Bülent Şengönül’e geçelim. Sizin cephenizden baktığınız zaman tablo nasıl görünüyor? Kamu ve hane halkı açısından durum özetlendi. Şirketler cephesinde nasıl bir tasarruf alışkanlığı var? Hangi enstrümanlar tercih ediliyor?

Bülent Şengönül
Şirketler cephesinden ya da sermaye piyasaları gözlüğüyle tasarruflara baktığımızda, İMKB’de işlem gören şirketlerin verileri incelendiği zaman farklı bir tablo karşımıza çıkıyor. Geçtiğimiz 10 yıllık dönemde kamu kesimi tasarruflarını artırdı. Hane halkı ise kesin olarak düşürdü. Peki ama şirketler bu dönemde ne yaptı? Öncelikle şirketler için tasarrufun tanımı nedir? Elde edilen kâr, eksi ödenen temettü, ona amortismanı eklersiniz. Bu şirket için tasarruf demektir. Böyle baktığımızda ve İMKB verilerini incelediğimizde; 2004 ile 2011 arası dönemde, şirketlerin tasarruflarını dolar bazında yüzde 8 artırabildiklerini görüyoruz. Bu aslında dolar bazında fena bir rakam değil gibi gözükse de gayri safi milli hasıladan alınan pay ise hemen hemen aynı düzeyde kalmış. 4-4,5 arasında dolaşan bir orandan bahsetmek mümkün. Bu anlamda şirketlerin tasarruflarını artırabildiği yönünde bir yargıya ulaşamıyoruz. Genel olarak kârlılıkları birkaç sektöre ayırdığımızda, ölçek anlamında büyüyebilen ya da monopol yapılarını ön plana çıkaran sektörlerde, bankacılık ve enerji gibi sektörleri bir kenara koyarsak, son 10 yılda genelde kar marjlarının düştüğünü görüyoruz. Bunun iyi tarafları da var kötü tarafları da var. Aslında olumlu ve olumsuz tarafları da ayrıca tartışılabilir ama genelde şirket tasarruflarının da hane halkı tasarrufları gibi en azından, örneğin cari açık bağlamında çok da böyle yardımcı olduğunu söylemek çok güç. Biraz önce Kamil Bey İMKB’den, halka açık şirket sayısının düşüklüğünden bahsetti.~
Doğrudur. İMKB’ye erişimde genel olarak büyük şirketlerin ya da büyük sermayedar grupların İMKB’de temsil edildiğini görüyoruz. Orta ve küçük ölçekli şirketlerin İMKB’ye erişimi gerçekten çok sınırlı düzeyde kaldı. KOBİ’lerin ise hiç temsil edilmediğini görüyoruz. Bugün 355 tane şirket var İMKB’de. Toplam piyasa kapitilizasyonu 250 milyar dolar. Bunun yüzde 26’sı halka açık. 60 milyar dolarlık bir rakamdan bahsediyoruz. Buradan KOBİ’lerin aldığı pay gerçekten çok çok düşük. Genel olarak zaten son dönemde bankacılık sektörünün KOBİ’lere finansmanında bir artış görüyoruz. Ama yeterli değil.

Yasemin Erdoğan
Şirketlerin İMKB’de temsil edilen kesimi için yüzde 4-4,5 civarında bir rakam verdiniz. İMKB’de temsil edilmeyen şirketleri de katarak tahmini bir rakam verebiliyor musunuz?

Bülent Şengönül

Bu tamamen bir tahmin olacaktır ama sanırım yüzde 5-6’lara gelecektir. Ama önemli olan seviyenin aynı olması. İMKB genel olarak şirket kesiminin iyi bir göstergesi. O anlamda gayrisafi milli hasıla ile benchmark alırsak hemen hemen son 10 yıldır aynı düzeyde kalındığını görürüz.

Sedef Seçkin Büyük

Teşekkürler. Anadolu Hayat Emeklilik Genel Müdürü Mete Uğurlu ile devam edelim. Bireysel emeklilik sisteminde Türkiye hangi noktaya geldi? Kıyaslanabileceğimiz ülkelere baktığımızda nerede duruyoruz? Türkiye’nin hedefi ne olmalı ve o noktaya Türkiye yeni yasayla ne zaman ulaşabilir?

Mete Uğurlu
Teşekkürler. Uluç Bey şunu ifade etti: Türkiye’de ulusal tasarruf oranı artırılmalı. Bunun için de devlet bazı mekanizmalar üzerinde durdu ve ana rol üstlenen mekanizma da bireysel emeklilik sistemi olarak görünüyor. Bireysel emeklilik sisteminin tüm dünyada olduğu gibi çok özel bir rolü var. Çok uzun vadeli kaynak toplama fırsatı yaratıyor. Sisteme giren katılımcılar 20 yıl, 30 yıl gibi süreler içinde bu sistem içerisinde tasarruf edebiliyorlar. Dünyada emeklilik fonlarının büyüklüğüne baktığımızda bugün 20 trilyon dolarlardan bahsediyoruz ki bu 2008 krizinden önce çok daha yüksek bir rakamdı. Türkiye, henüz bireysel emeklilik sisteminde işin çok başında. Her ne kadar geride kalan 8 yılda önemli bir başarı sağlandıysa da henüz ulaşılan rakam fon
büyüklüğü olarak, 8 Haziran 2012 itibarıyla 16,7 milyar TL. Yine 8 Haziran 2012 itibarıyla 2 milyon 803 bin katılımcı sayısına ulaşılmış durumda. Bunlar önemli rakamlar ama bu büyüklükleri gayrisafi milli hasıla ile karşılaştırdığımız zaman asıl büyüklükleri daha net görebiliriz. Tabii bunu daha sağlıklı değerlendirmek için 2011 yılsonu değerlerine dönmek lazım. 2011 yıl sonu itibarıyla yaklaşık 1,3 trilyon TL gayrisafi milli hasıla var. O tarihte yıl sonu itibarıyla sektörün bireysel emeklilik fonlarının büyüklüğü 14,3 milyar TL. Bu da gayrisafi milli hasılanın yaklaşık yüzde 1,11’lik kısmına denk geliyor. Tabii bu rakam son derece düşük. Bazı ülkelerle kıyasladığımız zaman, örneğin İspanya’da bu oran yüzde 8, Polonya’da 14, İngiltere’de 72 ve bu anlamda lider ülke diyebileceğimiz Hollanda ise yüzde 130. OECD ülkeleri ortalaması ise yüzde 71’in üzerinde. Son derece yüksek.~
Türkiye bu anlamda çok geri ama bu rakamlar bir yandan da çok da önemli bir büyüme potansiyelini işaret ediyor. Bireysel emeklilik sistemi gayrisafi milli hasılaya göre hangi büyüklüklere gelebilir diye geçmiş dönemlerde bazı tahminler yapıldı. Özellikle son zamanda Türkiye Sigorta Reasürans Şirketleri Birliği, McKinsey şirketine ‘2023 Sigorta ve Emeklilik Sektörü Vizyonu’nu yaptırdı. Burada gördük ki yüzde 1’lik gayrisafi milli hasılaya oran, 2023 yılında yüzde 4’lere kadar çıkabilir. Hatta otoritenin yapacağı bazı düzenlemelerle bu rakamın yüzde 10’lara kadar çekilmesi bile mümkün. Tabii az önce saydığım ülkelere göre oransal anlamda bunlar hâlâ çok önemli büyüklükler değil ama önümüzde gideceğimiz önemli bir yol var. Uluç Bey’in de ifade ettiği, geçtiğimiz haftalarda Meclis’te kabul edilen yasayla birlikte aslında sektör olarak hedeflerimizi biraz olumlu yönde revize ettik. Önümüzdeki yıldan itibaren çok önemli ivmelenmeler bekliyoruz. Şunu söyleyebilirim: Yasanın da etkisiyle 2023’e gelindiğinde, emeklilik sisteminin fon büyüklüğü gayrisafi milli hasılanın yüzde 10’larına doğru gidebilir. Bu da son derece değerli olur. Ama tabii bu tür oranları telaffuz etmek noktasında, bireysel emeklilik sisteminin kabul edilen hali ve bazı planlanan değişiklerleki bunların içinde mesleki emeklilik de var, kıdem tazminatıyla ilgili hususlar da var- GSMH’nin nereye gideceği de çok önemli.

Sedef Seçkin Büyük
Kıdem tazminatı konusunda yapılacak düzenlemeler dahil edildiğinde mi yüzde 10’lara gelebilir diyorsunuz?

Mete Uğurlu
Mesleki emeklilikle birlikte olabilir. Aksi halde yüzde 4-5’ler civarında bir büyüklük olur diye öngörüyoruz. Bireysel emeklilik son derece önemli. Bu konuda ilave etmek istediğim birkaç nokta daha var. Bireysel emeklilik fonları uzun vadeye yatırım yapabilen, risk alabilen fonlar. Şu anda sektöre baktığımızda, örneğin bireysel emeklilik fonlarını diğer yatırım fonlarıyla karşılaştırdığımızda, emeklilik fonlarının 7-8 katı uzun vadeli bir yatırım yapabildiğini görüyoruz. Özellikle sermaye piyasaları gelişimi açısından baktığımız zaman yine emeklilik fonlarının diğer yatırım fonlarına oranla 3,5-4 katı daha fazla İMKB’de hisse senedi alımında bulunabildiğini görüyoruz. Yani daha fazla risk alabiliyor, daha uzun vadeye yatırım yapabiliyorlar. Türkiye’de sermaye piyasalarının gelişimi, sermaye piyasaları birikiminin güçlenmesi, uzun vadeli kaynak yaratılması açısından bireysel emeklilik en önemli enstrüman olarak önümüzdeki günlerde önemini giderek daha büyük bir hızla artıracak gibi görünüyor.

Yasemin Erdoğan
İş Bankası Genel Müdür Yardımcısı Yalçın Sezen ile devam ediyoruz. Sizce Türk toplumu, Türk tüketicisi nasıl tasarruf ediyor? En fazla kullanılan enstrümanlar neler? Bunun rakamsal verilerini de paylaşırsanız seviniriz.

Sedef Seçkin Büyük

Yalçın Bey bir de elinizde varsa, sadece özel bankacılık müşterilerinin profili değil de gelir gruplarına ve sosyoekonomik statü gruplarına göre tasarruf yapan kesimin tasarruflarının dağılımı hakkında da bilgi verir misiniz?~

Yalçın Sezen
Teşekkürler. Normalleşen ekonomi, düşen faiz oranları, devletin borçlanma ihtiyacının görece azalması, bu nedenle bankaların reel bankacılığa daha çok yüklenmesi gibi birtakım olgular sebebiyle hane halkı yükümlülükleri tarafında bir artış oldu. Son yıllara baktığımız zaman bireysel kredilerin önceki dönemlere göre bir artışı söz konusu. Öte yandan Kamil Bey’in de bahsettiği gibi kredi kartlarını da aylık bireysel kredilerin içindeki bir enstrüman olarak dikkate aldığımız zaman, hem tüketici kredileri hem bireysel kredi kartları tarafındaki gelişmeyle birlikte, hane halkının yükümlülükleri tarafında varlıklarına göre bir miktar daha fazla artış söz konusudur. Nitekim BDDK verilerine göre 2009 yılsonunda yüzde 29,6 olan hane halkının yükümlülük/varlık oranı, 2010 yılsonunda yüzde 35,4, 2011 yılsonunda yüzde 40,1 seviyesine ulaşmış ve 2012 yılı ilk çeyreğinde de aynı seviyeyi korumuştur. Şimdi burada baktığınız zaman bu tip kredilerle hane halkının refahı artmış durumda. Yani bir yerde borçlanmayla bir refah elde ediliyor. Bunun sürdürülebilir olması da gerekiyor. Düşük faiz ortamı ve düzenli ekonomik büyümenin getirdiği güvenle birlikte hane halkının yükümlülüklerinde artış eğilimi oluştu.
Şöyle bir gerçek var. Ne kadar çok tasarruf aracı üretebilirseniz aslında tasarrufların artmasında da o derecede bir katkınız olur. Şu anda alternatiflerin gün geçtikçe çoğaldığı bir dönemdeyiz. Mesela bankaların bono ve tahvilleri gündeme geldi. Devlet tahvilleri dışında, bankaların kendi çıkardıkları tahviller gündeme geldi. Bunlar bu dönem bir hayli yer tuttu. Şu anda en son altın gündemde. Özellikle ilk başta bahsedilen tasarruf oranı düşüyor, az gözüküyor ama bir gerçek daha var ki; Türkiye’de yastık altında tam telaffuz edilmese de önemli bir miktar tasarrufun olduğu söyleniyor. Altın konusunda da muhtelif veriler var. Yastık altındaki altın miktarına ilişkin olarak piyasada 2 bin tondan 5 bin tona kadar tahminler mevcut. Bunların ekonomiye kazandırılmasıyla hem kayıt dışının önlenmesi hem de belki kayıt içindeki tasarruf oranımızın daha olması gereken yerlerde olabileceği de düşünülüyor. Altına yatırımdan daha çok yastık altındaki altını ekonomiye kazandırma hususu var. Bu alanda işlem yapan banka sayısı ise bildiğiniz gibi her geçen gün artıyor. Senenin sonunda göreceğiz ki burada çok önemli bir rakama ulaşacağız. Altın hesaplarının 2010’daki seyrine baktığımız zaman hızlı bir yükseliş olduğu zaten görülmekte. Bunun 3 ana nedeni; altının krizden sonra genel olarak yükselmesi, TL cinsinden yatırım araçlarının getirilerinin Türkiye’deki ekonomik istikrara paralel olarak azalması ve altına yönelik beklentilerin artması. Bankaların yapmış olduğu altın toplama faaliyetleriyle de ekonomiye çok daha büyük bir katkı sağlanmasını bekliyoruz. Yani şu anda tasarrufta mevduat öncelikli ama yeni yatırım ve tasarruf araçları finansal farkındalığa destek olacak şekilde her geçen gün çeşitleniyor. Eğer finansal farkındalık yaratacaksanız, elinizde seçenekler olmalı. Finansal farkındalık, finansal eğitim, bu finansal ürünlerin anlatılmasıyla gerçekleşir.

Sedef Seçkin Büyük
Peki bu noktada bankalara düşen görevler nedir?

Yalçın Sezen
Biz bankacılara ve bankalara düşen görev, tüketim tarafında olduğu kadar tasarruf tarafında da yeni araçlar oluşturmak ve bunları tanıtmak.~

Mete Uğurlu
Altın işi gerçekten önemli. Burada mekanizmanın nasıl çalışacağını anlatabilir misiniz?

Yalçın Sezen
Bankalarda, altın depo hesabı adı altında hem vadeli hem vadesiz yatırım yapılabiliyor. Şu anda bizim yapmak istediğimiz, sektörün de otoritenin de yapmak istediği, evlerde saklanan, yastık altındaki altınları ekonomiye katmak. Önümüzdeki dönemde yeni uygulamalar da devreye girecek. Mevcut uygulamada ise bankalar altın eksperleriyle birlikte çalışıyorlar. Belirli günlerde altın buluşmaları adı altında özel etkinlikler düzenleniyor. Tasarruf sahibi o gün elindeki altınla şubeye geliyor. Sizin altınınızın değeri altın eksperleri nezdinde ölçülüyor. Fiziki olarak şubemize teslim edilen altınlar değerleri ölçüsünde altın hesabı haline getirilerek kaydi hale dönüştürülüyor. Diyelim 300-500 gram altın ile şubeye geldiniz. Bu altın için gram olarak sizin adınıza bir hesap açılıyor. Vadesiz hesap olarak açılabileceği gibi belli tutarın üstünde vadeli de açılabiliyor. Vadeli açarsanız bunun karşılığında getiri anlamında gram olarak da katkı alıyorsunuz. Mesela bir kilo altın hesabı açtınız. Vade sonunda, 100 grama 1 gram gibi üzerine katkı alıyorsunuz. Böylece o yastık altındaki altınlar evde durmaktansa, bankaya geliyor ekonomiye kazandırılıyor. Eğer vadeli hesap açtırılmışsa kişi kendi altınının üzerine yine altın cinsinden getiri de elde ediyor. Bu sayede müşterilerimiz fiziki olarak altın saklamak yerine banka nezdindeki altın hesaplarında kaydi olarak gram cinsinden
yatırım imkanına kavuşuyorlar.

Mete Uğurlu
Bu hesapların çıkışları nasıl hesaplanıyor?

Yalçın Sezen
Bugün siz nasıl dövize günlük olarak bakıyorsanız, altının gramına da öyle bakıyorsunuz. Mesela hesabınızda 500 gram altın var. O günkü altının gram fiyatına bakıyorsunuz ve bu rakamı istediğiniz gibi kendiniz takip edebiliyorsunuz. Aslında takip anlamında da kolaylık oluyor. Altın, yapılan araştırmalarda da yatırım aracı olarak ilk sırada yer alıyor. Çünkü altın yükseldi, düştü haberlerini her zaman, çok rahat duyuyorsunuz.
Bülent Şengönül
Başarılı bir uygulama çünkü 2011’in başında toplam altın depo hesaplarının miktarı 3,5 milyardı. Şu anda 13,5 milyar. Çok ciddi bir talep oldu.
Yalçın Sezen
Bunlar çok önemli çalışmalar. Çünkü sisteme her giriş çarpan etkisi yapıyor.
Yasemin Erdoğan
Peki altına dönük bu tarz ürünlerin, fonların oluşturulmasında geç kalınmadı mı? Türk insanı uzun yıllardır en önemli yatırım aracı olarak altını kullanıyor. Neden bu ürünler daha önce ortaya çıkmadı?
Yalçın Sezen
Aslında geç kalınmadı, İş Bankası olarak biz altın işine ilk olarak yatırım hesaplarındaki altın işlemleri ile 1997 yılında başladık. 2008 yılında da vadesiz altın hesabı uygulaması Bankamızda hayata geçirildi. Neden daha önce değil de şimdi çıkıyor altın ürünleri? Neden şu anda altın topluyoruz.~
Kamil Yılmaz
Çünkü uzun vadede değerinin daha da artacağı bekleniyor.

Yalçın Sezen
Sadece bu değil. Bugün itibarıyla bankaların altın toplama sebebi şudur: Tasarruf oranımızın düştüğünü söyledik. Tasarruf oranının yükseltilmesi yönünde kamu birtakım önlemler alıyor. Nasıl önlemler alıyor? Bir, varlıkları artırmayı teşvik edici önlemler alıyor. Yükümlülükleri düşürme yönünde önlemler alıyor. Altın, likit varlıkları artırmak için olarak, TL yükümlülükler karşılığında Merkez Bankası nezdinde tutmak durumunda olduğumuz zorunlu karşılıkların yüzde 20’sine kadar altın tutabiliyoruz. Ben şimdi TL tutacağım zorunlu karşılığın yüzde 20’sini altın olarak tuttuğum zaman benim o kadar ilave para dışarı satabilme veya para kullanabilme şansım oluyor. Bu düzenleme 2011 yılının son çeyreğinden itibaren uygulamaya konulmuştur. Siz altın bankacılığına başladığınız zaman aynı şekilde altın kredilerinin daha çok üzerine gitmeye çalışıyorsunuz. Bence böyle bir uygulamanın ekonomiye sağladığı fayda görüldükçe daha olumlu sonuçları olacağını düşünüyorum. Çünkü ilk başta bu oran yüzde 10’du, sonra yüzde 20 oldu. Yani otorite de bunun lehine düşünüyor. Hem cari açık hem tasarruf açığı konuşulurken bu kadar da dışarıda kaynak olduğu söyleniyor. Bu kaynaklar da finansal sisteme girmeye başlayınca bunun sonuçlarından tüm finans sektörü memnuniyet duyacaktır.
Bülent Şengönül Kamunun çok akıllı bir adımı var. Munzamları altın cinsinden tesis etmenin yolunu açtıktan sonra bankalar bunu pazarlamaya başladı. Hemen zincir reaksiyon gelişti. Tüketici de bunu fark etti. Aslında altın nakit akımı yaratmayan bir yatırım aracıydı. Şimdi bir miktar faiz alınmaya başladı. Yani herkesin kazandığı bir zincir yaratıldı.

Kamil Yılmaz
Müsaadenizle, altın konusunda vurgulamak istediğim önemli bir nokta var. Halen devam eden kriz ortamında, dolar ve özellikle Euro’nun küresel para olarak uzun vadede oynadıkları rol konusunda yatırımcıların kafasında ciddi soru işaretleri oluşmuş durumda. Ayrıca, Avrupa krizinde gün be gün yaşanan gelişmeler sonucunda her iki para biriminin değerlerinde ciddi dalgalanmalar gözlenmekte. Dolayısıyla, böyle bir belirsizlik ortamında altına karşı ilginin, sadece Türkiye’de değil dünya çapında artması hiç de şaşırtıcı değil.
Sedef Seçkin Büyük
Uluç Bey’le devam edelim. Tasarrufların artması için bireysel emeklilikten bahsettik. Yeni ve yükselen bir enstrüman olan altından ve bankaların bu konuda sunduğu ürünlerden bahsettik. Hükümet, hane halkı tasarruf oranının yükseltilmesi için harekete geçti. Tasarruf oranının düşük olması sizce ne gibi riskler doğuruyor? Yükseltilmesi için neler yapılabilir? BES haricinde başka alternatif düzenlemeler olabilir mi?
Uluç İçöz
BES haricinde yapılan şeyler aslında var. Kurumsal kesimin tasarruflarından bahsettik. Tasarrufların artırılabilmesi için burada birtakım inovatif iş yapış tekniklerinin getirilmesi lazım. Verimliliğin artırılması lazım. Maliyetlerin düşürülmesini temin edecek iş modellerinin getirilmesi lazım. Yine kamu anlamında daha efektif yatırımlara, yani kamu harcamalarını daha verimli alanlara yönelterek kamu tasarruflarının artırılması sağlanabilir. Bunlar hep yapılabilecek şeyler. Bununla birlikte, dediğim gibi şu andaki konjonktür kapsamında tasarruf seviyelerinde asıl sıçramanın hane halkı tasarruflarıyla yapılabileceği görülüyor.~
Şimdi, BES haricinde neler olabilir diye baktığımız zaman, biraz önce altınla ilgili konudan bahsedildi. Bir önceki konuşmalarımızda genç bağımlılık oranından bahsetmiştik. Genç bağımlılık oranı yüksek demiştik. Dolayısıyla bu genç nüfusla ilgili eğitim ihtiyaçları var. Özellikle gelişmiş ülkelerde eğitimle ilgili biriktirme fonları veya eğitim fonları dediğimiz tasarruf enstrümanları bulunuyor. Böyle yeni araçlar olabilir. Veya sigortalılık oranının artırılmasıyla ilgili çalışmalar, asıl sıçramayı üreteceğini düşündüğümüz hane halkı tasarruflarının geliştirilmesi için kullanılabilecek enstrümanlar olabilir.
Sedef Seçkin Büyük
Şu anda Türkiye’de iki yetişkine kaç genç düşüyor? Bağımlılık oranını biraz daha açarsak neler söyleyebilirsiniz?
Uluç İçöz Genç (0-14 yaş) bağımlılık oranı yüzde 38-39’lar seviyesinde diye hatırlıyorum.
Yasemin Erdoğan
Sıçramadan bahsediyorsunuz. Hane halkı tasarruflarında hedeflenen oran nedir?
Uluç İçöz
Bizim kendi yaptığımız projeksiyonlar var ama sonuçta bunlar sadece öngörü. Tamamen böyle ve şöyle olacak demek mümkün değil. Ancak, BES’te yeni yapılan düzenlemelerle birlikte, en kötü senaryoda bile mevcut düzenlemelerin bizi getireceği duruma kıyasla çok daha iyi bir yerde olacağımızı tahmin ediyoruz. Burada, çok kısaca BES’te bunu sağlayacak olan yeni düzenlemelerden bahsetmek istiyorum. Öncelikle, BES’e yatırılan katkı payları için vergiden indirim teşviki yerine devlet katkısı sistemini getiriyoruz. Böylece, herkes aynı oranda teşvikten yararlanma imkanı bulacak ve teşvikin görünürlüğü ve anlatılabilirliği artacak. Şu anda vergi indirim teşvikinden ancak katılımcıların yüzde 35’i sadece yararlanabiliyor. Bu da sistemde uzun vadeli kalmayla ilgili ciddi bir handikap yaratıyor. Yeni getirilen devlet katkısı sistemi bu yararlanma oranını yüzde 100’e çıkaracak ve herkesin, yani dar gelirlinin de yüksek gelirlinin de aynı katkı payına aynı teşviki alacağı adil bir düzenleme gelmiş olacak. İkinci olarak, yeni düzenlemelerle birlikte BES’te sunulan fon çeşitliliği artacak Bununla ilgili zaten altın konusundan bahsedildi. Onun yanında yine özel sektör tahvilleri sunulmaya başlandı. Hazine’nin muhtemelen kira sertifikası ihraçları olacak. Bunun dışında tercih yapamayan, finansal piyasalarla ilgili kendini yeterli kadar bilgili hissetmeyenler için, onları makul bir risk düzeyiyle, makul bir getiri sağlayabilecek standart fonlar üzerinde çalışıyoruz. Yine tüm bunların dışında katılımcı için daha yüksek katma değer üretebilmek adına fon performansı ve kesintilerinin üzerinde çalışıyoruz. Yine finansal okur-yazarlığın yaygınlaştırılması konusunda çalışmalarımız var. Tüm bunlarla birlikte neyi amaçlıyoruz? İlk turda bahsettiğim tüketimin alternatif maliyetinin artırılmasına çalışıyoruz. Kişinin tüketerek kaçırdığının daha yüksek bir maliyeti olmasına uğraşıyoruz. Yine altın vesaire gibi fonlarla yastık altında tutulan varlıkların ekonomiye kazandırılmasını bekliyoruz. Bir de yetersiz finansal okur-yazarlık olgusunu mümkün olduğu kadar azaltmaya çalışıyoruz.
Yasemin Erdoğan
Teşekkürler. Kamil Bey’le devam etmek istiyorum. Türkiye’ye benzer özellikler taşıyan ülkelerde tasarruf oranları nedir? Bir de hep “tasarruf oranı yükseltilmeli” deniyor. Tasarruf düştüğü zaman ne tip ciddi riskler doğuyor? Nouriel Roubini, son yaptığı açıklamada Avrupalı liderlere “Büyümek istiyorsanız tasarrufu bırakın, harcamaları artırın” şeklinde mesaj vermişti. Büyümeyle tasarruf arasında nasıl bir ilişki var?
Kamil Yılmaz
Türkiye’nin tasarruf oranını artırması konusunda uzmanlar arasında görüş birliği var. Ancak, bu konuda verilen demeçler ve uzman görüşleri bu işlemin anlamlı olması için gerekli olan zaman boyutu üzerinde durmuyor. Tasarruf oranını artırmak ancak uzun vadede gerçekleştirilebilecek bir hedef. Bugünden yarına artırmanız ciddi sorunlara yol açar. Önümüzdeki bir iki yıl içinde tasarruf oranını yüzde 12’den yüzde 20’ye çıkarmak istesek Türkiye ekonomisinin ciddi boyutta daralmasına yol açarız.~
Bu, tüketimin yüzde 70’lerden yüzde 60’lara doğru düşmesi demektir. Uzun vadede tasarruf oranını etkileyecek birçok faktör var. Örneğin, ülkenin demografik durumunun tasarruf oranı üzerindeki etkisi önemli olabilir. Örneğin, birçok ülkenin verisi kullanılarak yapılan bir çalışmaya göre, genç-bağımlılık oranında (genç (0-14 yaş arası) ya da 65 yaş üstü yaşlı nüfusun 15-64 yaş arası çalışan nüfusa oranı) meydana gelen yüzde bir puanlık azalma özel tasarruf oranını yüzde 0,5 puan arttırıyor. Caroline van Rickeghem’in yapmış olduğu bir çalışmaya göre 2010’de yüzde 39 olan genç-bağımlılık oranının 2025’te yüzde 32’ye düşmesi bekleniyor. Bu dönemde genç-bağımlılık oranında beklenen yüzde 7 puanlık düşüşün tasarruf oranını yüzde 3,5 puan kadar artırması bekleniyor. Öte yandan, aynı dönemde Türkiye’nin yaşlı-bağımlılık oranının da (65 yaş üstü yaşlı nüfusun 15-64 yaş arası çalışan nüfusa oranı) yüzde 10’dan yüzde 14’e artması bekleniyor. Yaşlı-bağımlılık oranının artmasının tasarruf oranı üzerindeki olumsuz etki çarpanının -1,4 olduğu hesaplanıyor. O durumda, 2010-2025 arasında Türkiye’nin yaşlı-bağımlılık oranının yüzde 4 puanlık artışın tasarruf oranını yüzde 5,6 puan azaltması bekleniyor. Böylece, demografik değişimin tasarruf oranı üzerindeki net etkisinin negatif olacağını söylemek yanlış olmaz. Uzun vadede tasarruf oranını artırmanın en etkin yolu, kişi başına düşen geliri sürekli olarak artırmaktır. 2002-2010 döneminde ortalama büyüme hızımız yüzde 5 civarında. Şeref Saygılıve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmaya göre, bu dönemdeki büyümenin yüzde 75’i yapılan yatırımların sonucunda sermaye stokunda meydana gelen artıştan, yüzde 11’i istihdam artışından kaynaklanıyor. İstikrarlı büyüdüğümüz bir dönemde büyümenin sadece yüzde 14’ü toplam faktör verimliliği artışından kaynaklanıyor. Kısacası, 2002-2010 arasında toplam faktör verimliliğindeki artışın yüzde 5’lik ortalama büyümeye katkısı sadece yüzde 0,70. Kullandığımız üretim faktörleri, yani emek ve sermaye, miktarında bir değişiklik olmadan üretimde gerçekleştirdiğimiz her birimlik artış, bu faktörleri daha verimli kullanmamız sonucunda, yani toplam faktör verimliliği artışı sayesinde gerçekleşmektedir. Uzun vadede, sermaye stokundaki ve istihdamdaki artışın yanı sıra toplam faktör verimliliğini de artıran ülkeler, kişi başına düşen gelirlerini hızlı bir şekilde artırmaktadırlar. Gelir düzeyimizi uzun vadede kalıcı bir şekilde artırabildiğimiz oranda hem tüketimi hem de tasarrufu artırmak mümkün olacaktır. Orta gelirli hanelerin gelirleri arttıkça gelirlerinin daha az bir kısmını, günümüzde modern ailenin ihtiyaçları haline gelen beyaz ev eşyaları, elektronik ev eşyaları ve otomobil gibi dayanıklı tüketim mallarına ayırmak durumunda olacakları için tasarruf oranları da artacaktır. Türkiye’nin şu anda rekabet gücü hangi sektörlerde? Standart teknoloji kullanan, üreten sektörlerde. Türkiye’nin ihracatında ileri teknolojiyle üretilen mallar ne kadar yer tutuyor? Sadece Yüzde 1,6. 2000’lerin ilk yarısında yüzde 3’lerdeydi. Bu dönemde de tüplü televizyon satıyorduk. Ne zaman bu alanda teknolojik bir gelişme oldu, LCD ve plazma televizyon piyasada baskın olmaya başladı, Avrupa’da ulaştığımız pazar payını hızla kaybettik. Toplam faktör verimliliğini artırmadan uluslararası rekabet gücünü artırmak mümkün değil. Uluslararası rekabet gücünü artırmak ise ihracatın artması ve birçok ithal ürünün yerli üretiminin mümkün olması demek. Ancak dış dünyaya daha fazla mal ve hizmet satmak suretiyle gelirimiz uzun vadede kalıcı bir şekilde artırmamız mümkün olabilir. Toplam faktör verimliliğini artırmak için bizim üretimde daha ileri teknolojiye geçebilmemiz gerekiyor. 2006’dan bu yana ben dahil birçok iktisatçının söylediği gibi, daha ileri teknolojiye geçmek için yerli ve yabancı sermayeyi Türkiye’nin potansiyel olarak rekabet gücü olabilecek daha ileri teknoloji kullanan sektörlerde üretimi teşvik etmekle mümkün. Öte yandan, şirketlerin kurumsallaşması, sağlıklı bir şekilde büyümeleri için kurumsal alt yapının geliştirilmesi gerekiyor. İhtiyaç duyulan vasıflı işgücünün eğitim sistemi tarafından yetiştirilmesi gerekiyor. Bütün bunların olabilmesi ise ikinci nesil, arz yönlü mikro reformların hayata geçirmesini gerekli kılıyor.~
Arz yönlü, mikro reformlar deyince akla vergi reformu, emek piyasası reformu, sanayi politikası, düzenleyici kurumlar reformu ve tabii ki eğitim reformu gelmektedir. Bu konudaki uyarılarımızı yapmaya başladığımızda 2006 yılıydı. Ancak bu uyarıları AKP hükümeti dinlemedi. O gün için bu reformların gerekliliğine inanmadı. Her ne kadar o zaman da tasarruflar düşmeye ve cari açığımız artmaya devam ediyorduysa da dünya ekonomik konjonktürünün uygun olması sayesinde Türkiye rahatça sermaye çekebiliyordu, cari açığını finanse etmek konusunda bir sorun yaşamıyordu. Bu miyopik politikalar sonucunda bugüne geldik. Ne zaman 2010 ve 2011 yıllarında cari açık hızla arttı, o zaman düşük tasarruf sorunu ve rekabet gücünün artırılması konuları gündeme geldi. Arz yönlü mikro reformların gerekliliği konusunda ilk uyarılar 2006-2007’de yapıldı. Mikro reformların etkisi makro reformlar gibi hemen bugünden yarına gerçekleşmez. Mikro reformların etkileri orta ve uzun vadede gerçekleşir. Bunları bugün uyguladığınız zaman etkisi 3-4 yıl içerisinde gerçekleşecek. 2006-2007’de düğmeye basılmış, mikro reformlar devreye girmiş olsaydı, bu reformlar etkilerini bugüne kadar önemli ölçüde göstermiş olacaklardı. Ancak bu reformların bazıları, emek piyasası reformu ve sanayi politikası uygulaması, bugün gündeme getiriliyor. Ancak uzun vadede kurumsallaşma açısından çok daha önemli olan vergi reformu, eğitim reformu, düzenleyici kurumlar tam bağımsızlığını öngören reformlar gündemde yok. Bu gidişle hiç de gündeme gelmeyecek gibi gözüküyor.
Evet, biz ileri teknoloji alanında yokuz. Ancak, yeni teşvik yasası teknolojik olarak ileri sektörlerde üreticileri Türkiye’ye çekmeye yarayabilecek bazı unsurlar içeriyor. Bu tedbirleri daha önceden uygulamış olmaları gerekiyordu. Şu anda uygulamaları doğru, ancak bu adımlar gecikmiş adımlar. 2006 sonrasında gerçekleştirilmiş olsalardı etkileri çok daha fazla olabilirdi. Dünya ekonomisi çok belirsiz bir dönemden geçiyor. Dünya sermaye piyasalarında sermayenin nereye gideceği belli değil. Bir ölçüde 2000’li yıllar çok daha sakin, sermayenin bizim gibi ülkelere aktığı ve bizim büyümemizi finanse ettiği bir dönemken şimdi sermaye bir yıl girebilir, ertesi yıl çıkabilir. Avrupa krizi bir yıl yoğunlaşabilir, ertesi yıl sakinleşebilir. Tamamen oynak bir dönemde yaşıyoruz. Bu dönemin 2020’lere kadar sürmesi mümkün. Bu noktada sürekli ertelenen ve özel sektör tasarrufları açısından da çok büyük önem arz vergi reformunu detaylı olarak ele almak istiyorum. Bana göre şu andaki vergi sistemi çok adaletsiz. Kayıt dışını özendiren, gelir dağılımını bozan bir vergi sistemi var. OECD ülkelerinde, vergi sonrası gelir, vergi öncesi gelire göre daha eşit dağıtılmakta iken Türkiye’de bunun tam tersi olmakta. Bizde toplanan vergilerin 2/3’si dolaylı vergilerden oluşmakta iken OECD ülkelerinde bu oran çok daha düşüktür. Bunun nedeni nedir? Çünkü zenginden daha yüksek alıyorsun, fakirden daha az alıyorsun. Yani gelir vergisi alıyorsun. Ama bizde kayıt dışına ve vergi kaçırmaya göz yumulduğu için, her 2 yılda bir vergi affı geldiği için toplanan gelir vergisi çok daha düşük. 1/3 orandaki gelir vergisinin yüzde 40’ı kurumsal vergiler. Böylece bireysel gelir vergisinin toplam vergiler içindeki payı 1/6 oranında. Bu oran çok düşük. Devlet kesinlikle daha etkin bir şekilde gelir vergisi toplamalıdır.
Yukarıda da belirttiğim gibi orta gelirli aileler için dayanıklı tüketim mallarının ve otomobilin bir lüks değil bir ihtiyaç olduğunu kabul edebiliriz. Orta gelirli aile aldığı araba için yüzde 60 dolaylı vergi ödeyince, gelirinin çok daha önemli bir kısmını otomobile harcıyor. O vergi belki yüzde 30’larda, 40’larda olsaydı diğer birçok ülkede olduğu gibi, o zaman otomobil fiyatının yüzde 30’unu tasarrufuna yazabilecekti. Tabii burada fiyat etkisi de olacak. Yani, vergi oranları düşünce otomobil fiyatı da düşecek daha düşük gelirli aileler de otomobil almak isteyecek ve tasarruf oranları azalacak. Ancak orta gelir grubunun en büyük ekonomik grup olduğunu düşündüğümüzde dolaylı verginin ağırlıklı olduğu bir ekonomiden dolaysız gelir vergisi toplamanın norm olduğu bir ekonomiye geçişle birlikte hane halklarının tasarrufa ayıracak geliri daha da artacaktır. BES’i teşvik etmek için uygulamasına bu yıl başlanan teşvik sisteminin, kamuya maliyeti yıllık yüzde 0,7 civarında olacağı tahmin ediliyor. Bunun yanı sıra, yatırımları teşvik yasası yürürlüğe girdi. Onun da kamuya maliyetinin milli gelire oranının yüzde 1 ile 2 arası olması bekleniyor. Bütün bu düzenlemeler mali taraftan bir yük getiriyor, kamu tasarruflarının düşmesi anlamına geliyor bu. Ama öte taraftan her iki yılda bir vergi affı getiriyorsunuz. Ben bunu kabul edilemez görüyorum. İki yılda bir vergi affı getirdiğiniz zaman, siz diyorsunuz ki şirkete küçük kal. Büyüme. Kayıt dışı üretim yap. Burada kurumsal tasarruflardan bahsettik. Kurumsal tasarruflar şirket büyüdükçe artıyor. Büyük şirketler daha fazla tasarruf yapıyor çünkü kurumsallaştıkça daha kolay finansman buluyor, uzun vadeli yatırımlar yapabiliyor, daha hızlı büyüyebiliyor.~
Küçük olduğu sürece aile şirketi olarak kalıyor ve profesyonel yönetimden uzak ailece şirketlerinin birçoğu ikinci nesille birlikte son buluyor. Şimdi Türk Ticaret Kanununun son durumunu biliyoruz. Uygulanmaması için tepki var. Uygulanacak sonuçta ama sonuç itibarıyla “ben bunu yapacağım yani biz artık düzene geçeceğiz. Yani ben ihale kanununu 20 defa değiştiririm” diyemezsiniz. Dünya Bankası istedi diye öyle yaptım, Avrupa Birliği istedi diye böyle yaptım diyemezsiniz... Kurumsallaşmak zorundasınız. Herkese şunu göstermek zorundasınız. Kurallar bu, kuralın dışına çıkanın, kurala uymayanın cezası çok büyük. Ama Türkiye’de böyle değil. O zaman hiç kimse kurala uymak zorunda kalmıyor. Kurumsallaşmak zorundasınız. Düzenleyici kurumların (Rekabet Kurumu, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu gibi) şu andaki durumları incelediğinizde özerkliklerinin önemli oranda geri alındığını ve etkin olarak çalışmadıklarını görüyorsunuz. Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurumu’nun (BDDK) başkanının görev süresi çoktan doldu. Hala yeni başkan atanmadı. Geçtiğimiz yıl yapılan düzenlemeyle bu kurumların özerkliklerine önemli bir tırpan vuruldu. Özerklik olmayınca düzenleyici kurumların etkinliği azalıyor. 2001 krizinden bu yanan 10 yıldan fazla zaman geçti. Biz hala tam olarak kurumsallaşmayı oturtamıyoruz. Hükümetin bu konuda attığı adımlar birbiriyle çeliyor. Bir yandan yeni Türk Ticaret Kanunu çıkıyor. Şirketlerinin kurumsallaşması yönünde önemli adımlar atılıyor. Ancak düzenleyici kurumların özerklikleri geri alınıyor. Vergi reformu yerine her iki yılda vergi affı getiriliyor. Bugünden yarına hemen bir vergi reformu yapılsın ve vergi ödemeyen içeri atılsın demiyor kimse. Ancak bu geçişi yapmanız lazım ki iş adamı da bilsin. Çünkü sonuç itibarıyla bunlar inovasyonla oluşacak şeyler. Bu yenilikçilik, bu inovasyon merdivenaltından gelmeyecek. Kurumsal yapılardan gelecek. İsterseniz bu bölümde son olarak Avrupa kriziyle bağlantılı sorduğunuz soruyu kısaca yanıtlayayım. Şu anda Avrupa’nın karşı karşıya olduğu sorun krizin yoğunlaşmasıyla birlikte özellikle Güney ülkelerde baş gösteren durgunluğun önüne geçecek politikaları üretmektir. Bildiğiniz gibi geçtiğimiz yıl içinde Almanya’nın baskısıyla İstikrar Paktı oluşturulması konusunda bir anlaşmaya varıldı. Bu anlaşmayla, kamu borç sorunu yaşayan ülkelerin devletlerinin kamu harcamalarını azaltma ve vergileri artırmadan oluşan kemer sıkma politikalarını devreye sokmasıydı. Özel tüketim ve yatırım harcamalarının hızla düşmekte olduğu bu ülkelerde kamunun da kemer sıkmasıyla yaşadıkları durgunluğun daha da derinleşmesi söz konusu. Roubini, Alman devletinin vatandaşına Güney sadece ülkelerde harcayabilecekleri 1000 Euro’luk çek dağıtmasını öneriyor. Böylece, Almanya ve diğer Kuzey devletleri Güney ülkeleri için turizm talebini güçlendirmeleri ve durgunluğu bir ölçüde hafifletmesini bekliyor.
Geçtiğimiz ay, Avrupalı ekonomistlerin ve politika yapıcıların yakından takip ettikleri VOXEU sitesinde yayınlanan yazımda daha kapsamlı bir öneriyi yapmıştım. (http: //www.voxeu. org/ index.php?q=node/8000). Yazının temel argümanı, Avrupa Birliği’nde Güney’de istikrar politikaları uygulanırken, Kuzey’de de büyümeye yönelik politikaların uygulanması gerektiğiydi. Almanya’nın Çin’in 2008 krizinin hemen ardından uyguladığı genişlemeci kamu maliyesi politikalarını örnek alması gerektiğini vurguluyorum. Yaptığım ekonometrik çalışmanın sonuçları, Çin’in o dönemde kamu harcamalarını yaklaşık 800 milyar dolar artırarak yarattığı dış talep ile 2009 ve 2010’da dünyanın belli başlı ekonomilerinin büyümesine katkıda bulunduğunu göstermektedir. Benzer bir politikayı bugün kamu maliyesi diğer ülkelere göre çok daha iyi durumda olan Almanya’nın uygulaması, böylece derin bir durgunluğa doğru giden İspanya ve İtalya gibi Güney ülkelerine yönelik talep yaratması gerekmektedir.
Bülent Şengönül
Hocam size bir katkıda bulunayım. Yaş konularıyla ilgili IMF’nin bir çalışması var. Yaklaşık 15 yıl sonra Türkiye’nin nüfusu 40 ve üzeri olacak. 40 ve üzerinin sosyal güvenlik yükünü kaldırabilmesi için Türkiye’nin her yıl yüzde 4,5 faiz dışı fazla üretmesi gerekecek. Başbakan’ın üç çocuk sahibi olun demesi bize ters geliyor şu aşamada ama hesap oradan geliyor. Yani 40 yaşın nüfusu, 40 yaş ve üzerinin artış hızı, 10-15 yıl içerisinde bizim en hızlı segmentimiz olacak. Problem oradan geliyor.~
Sedef Seçkin Büyük
O zaman iki aktif çalışana bir emekli düşüyor. Düşen emek oranının azalması için böyle bir şey gerekiyor.
Yasemin Erdoğan
Bülent Bey ile devam edelim. Öncelikle konuşulanlarla ilgili eklemek istedikleriniz varsa onları alayım. Bir de risk tasarruf oranının hane halkında yüzde 12,5’e, şirketler tarafında 4,5’e düşmesi nasıl
olumsuzluklar ve riskler doğuruyor? Yatırımcı ayağından bakarsak nasıl önlemlerle tasarruf oranı yükseltilmeli? Hangi enstrümanlara ihtiyaç var? Bu anlamda kamudan beklentiler neler?
Bülent Şengönül
Aslında uzun vadeli çözümler isteyen bir konu ama kısa vadede de yapılacaklar çok fazla. Bazı tespitlerde bulunmak lazım. Mesela mevduat tabanından bahsedildi. Hâlâ Türk insanı için yatırım anlamında TL mevduatlar bir numaralı alternatif, TL mevduat 700 milyar TL civarında diyelim. Bunun yüzde 47’si 45 bin mudi tarafından tutuluyor. Yani yarısını alsanız 350 milyarlık kısım 45 bin kişinin kontrolünde. Bu çok önemli bir rakam. Bu yoğunlaşma olgusu sermaye piyasalarında da geçerli. İMKB’deki yatırımcı sayısı 1 milyon. Bundan 10 yıl önce de 1 milyondu. Türk kökenli yatırımcıların tuttuğu hisse senetlerinin boyutu 20 milyar dolar civarında. Bu 20 milyar doların yaklaşık yüzde 65’i 10 bin kişinin elinde. Dolayısıyla bu iki üç rakamdan baktığınızda gelir dağılımında büyük bir adaletsizlik olduğunu tespit edebilirsiniz. Bu gelir dağılımındaki bozukluğun giderilmesi için önlemler alınması lazım ama bunlar çok uzun vadeli konular. Şirketlerin tasarrufu ile ilgili sormuştunuz. Buradaki çözüm tabii en başta verimliliği artırmak. Bununla ilgili teşvik mekanizmalarını devreye koymak. Devlet son zamanlarda çok önemli teşvik mekanizmaları ortaya koydu. AR-GE ile ilgili önemli teşvikler var. Bir şekilde, teknoloji üretemiyorsak bile ülkeye teknolojiyi çekmek lazım. Teşviklerin bu anlamda ben kısa ve orta vadede olumlu sonuçlarının alınacağını öngörüyorum. Öyle şeyler oluyor ki mesela eğer bir şeyi üretemiyorsanız, o malı alıyorsunuz, parçalarına ayırıyorsunuz ve yapısını anlamaya çalışıyorsunuz. “Reverse engineering” denen bir kavram var. Bu artık Türkiye’de olmaya başladı. Çin’in uzun yıllardır yaptığı şey. Bir anlamda taklitçilik de diyebilirsiniz ama bugünkü reel şirketler dünyasında bunun yeri var. Bu yavaş yavaş Türkiye’ye girmeye başladı. Ben verimliliğin kademeli olarak artacağını düşünüyorum. Bu anlamda şirket tasarruflarının da kademeli olarak toplam tasarruflara katkısının önümüzdeki dönemde artacağını öngörüyorum. Gerek sermaye, gerek teknolojiyi çekme anlamında Türkiye doğru şeyler yapıyor. Sermaye piyasalarının daha cazip kılınması, alternatif finansman teknik ve alanlarının yaratılması çok önemli. Türkiye’de hâlâ, dünyada da bu böyle ama temettüden alınan vergi oranları yüksek. Yüzde 15. Şirketler o anlamda borsaya kote olmak yerine banka kredisini tercih edebiliyor çünkü bankaya ödediği kredi faizini vergiden düşebiliyor. Dolayısıyla İMKB’yi, şirket tahvil piyasalarını önemli bir alternatif yaratmak ve bununla ilgili vergisel düzenlemeleri zamanında yapmak çok önemli. Bunların yapılmaya başlandığını görüyoruz. Bunların yoğunlaşması artacaktır. Gayrimenkul aslında Türkiye’de hem tüketim anlamında çok önemli bir meta hem de tasarruf anlamında. Gayrimenkul sahipliğine baktığınızda bu Anadolu’da yüzde 70-80’lere kadar varan bir orana çıkıyor. Büyük şehirlerde yüzde 50-60 civarında. Mesela İstanbul’da yanlış hatırlamıyorsam yüzde 55’ler civarında. Acaba ev sahipliği bir tüketim olarak mı görülmeli yoksa tasarruf mu? Türk insanının gözünde çoğu zaman bir tasarruf olarak da görülebiliyor. Eğer böyle görülüyorsa ve gayrimenkul Türk insanının portföyünde önemli bir yer elde ediyorsa o gayrimenkulü mali sisteme kazandırmak için birtakım çalışmalar yapılması lazım. Son SPK düzenlemelerinde bununla ilgili önemli çalışmalar var. Kira sertifikaları, sırf gayrimenkule yatırım yapabilen fonların kurulması yani aslında siz o fonu aldığınızda bir yerden kira elde ediyor gibi bir gelire sahip oluyorsunuz. Bununla ilgili vadeli işlemler ürünlerinin, opsiyonların geliştirilmesi derinliği ve çeşitliliği artıracaktır. Bunlar zamanla olacak ama altının sisteme çekilmesi gibi gayrimenkulün de sisteme çekilmesini kolaylaştıracak düzenlemelerin getirilmesi şart.~
Çünkü Türkiye’de ana yatırım maddelerinden bir tanesi altının yanında gayrimenkul. Bunun tüketimi de körükleyen bir şey olduğunu kabul ediyorum. Ev sahipliğinden sonra Türkiye’de tüketim hızında bir artış saptanmış.
Yasemin Erdoğan
Sistemdeki mevcut gayrimenkul stokunun çok düşük kaliteli olduğunu düşününce bunun finansal sisteme dahil edilmesi için çok daha mikro reformlar yapılması gerekebilir.
Bülent Şengönül
Evet ama ben başlandı diye düşünüyorum. Bunun için çok daha farklı yollar aranması lazım. Altında çok başarılı bir örnek verildi. Bu bir sene içerisinde yapıldı. Kamunun inisiyatifiyle yapıldı. Gayrimenkul için de farklı seçenekler yapılabilir.
Sedef Seçkin Büyük
Mete Bey, biraz Uluç Bey bahsetti ama BES sistemi içinde üst düzey bir yönetici olarak yeni yapılan yasal düzenlemeler ve bunların sistemin büyümesine ne kadarlık bir katkıda bulunacağından
bahseder misiniz? Daha başka neler yapılabilir ya da dünyada başka nasıl örnekler var?
Mete Uğurlu
Evet, onlardan bahsedelim. Epey bir süredir burada birçok şeyi tartışıyoruz. Tabii ekonominin de bir yönetim işi olduğunun hep beraber farkındayız. Tasarruf diyoruz, sosyal güvenlik diyoruz, yaşlı - genç nüfus diyoruz, sermaye diyoruz, yatırım araçları diyoruz, vadelerden bahsediyoruz... Bireysel emeklilik dedik, altın dedik. Bunların hiçbirinin sihirli bir değnek gibi tüm sorunları çözüme kavuşturması söz konusu değil. Mümkün de değil. Ama bu kavramlar içinde en değerli şey herhalde sermaye biriktirebilmek ve uzun vadeli kaynak yaratabilmek. Tasarrufları kısa dönemde artırabilirsiniz ama bu başınıza sorun da yaratabilir. Oysa uzun vadeli kaynak ve tasarruf yaratabilmenin hiç kimseye zararı olmaz. Bilakis ileriye doğru adımlarınızı güçlü atabilmenize imkan sağlar. Bugün tabii istiyoruz ki hane halkı tasarrufları artsın. Bireysel emeklilik sistemi bugüne kadar nasıl bir pay yaratabildi, buna ilişkin birtakım rakamlar var elimde. Onu sizlerle paylaşayım. 2011 sonu itibarıyla hane halkı finansal varlıkları içerisinde emeklilik fonlarının ağırlığı yüzde 2,6 civarında görünüyor. Hane halkı finansal varlıkları yaklaşık 538 milyar TL. Emeklilik fonlarının da 2011 sonu değeri 14,1 milyar TL. Bu oran henüz düşük tabii ama son yıllarda görüyoruz ki hızlı bir büyüme trendi içerisinde. Bireysel emeklilik sistemiyle ilgili en önemli değişiklik aslında haziran ayında yapıldı. 2003’ten itibaren başarıyla giden sistem, çok önemli hamle yapacak bazı düzenlemeleri haziran ayında Meclis’ten geçirdi. Bunun temel taşlarından Uluç Bey bahsetti. Burada çok
vurucu bir şey var. Devlet artık her birey için yatırdıkları katkının yüzde 25’ine kadar bir katkıyı nakit olarak sisteme koymayı taahhüt etti. Sistemin en önemli özeliğinden birisi de artık sadece gelir vergisine muhatap kişileri değil herkesi kucaklar bir hale geldi. Bugün bir emekli de bir öğretmen de serbest çalışan da mutlaka bu sisteme girecek. Girmemek için hiçbir bahane kalmadı. Özetle bunu söyleyeyim: Sistem çok önemli bir teşviki 1 Ocak’tan itibaren devreye sokmuş olacak. Bu haliyle BES nerelere koşar diye baktığımızda, konuşmamın birinci bölümünde bahsettim. Biz hızla büyüsün istiyoruz. Özellikle uzun vadeli kaynak yaratabilmek açısından hızla büyüsün istiyoruz. Sonuç şuraya geliyor. Türkiye’nin en önemli problemi şu anda cari açık olarak tanımlanıyor. Bu cari açıkta da sıkıntı yaratan temel unsurlardan birisi Türkiye’ye giren sıcak para. Zaman zaman bunun belli faydalarını görüyoruz ama hızla çıktığı dönemlerde de ekonominin hızla dalgalanmasına sebep olduğunu görüyoruz. Bu anlamda içeride birikim yaratabilmek ve bunun da uzun vadeli bir şekilde yaratılabilmesi son derece önemli. Bunun da enstrümanı ise bireysel emeklilik olarak görülüyor. Tabii ki finansal sistemin diğer araçlarını yadsımak mümkün değil. Ama bugün geldiğimiz noktada gerçekten bireylere, hane halkına, kurumlara doğru finansal araçları geliştirme mecburiyetimiz de var.~
Bugün biliyoruz ki artık Türkiye’de bankacılık sisteminin yarattığı mevduatın toplam büyüklüğü kredilerini karşılayamaz duruma geldi. İlk kez son bir yılda bu rakam terse döndü. Mutlak ve mutlak kaynak yaratılabilmesi lazım. Bu anlamda da özel sektör tahvilleri Uluç Bey’in de bahsettiği gibi, hızlı bir şekilde ihraç edilmeye başlandı. Buralarda en önemli kurumsal yatırımcı olarak da bireysel emeklilik fonları devreye girmeye başladı. Çünkü ellerinde çok büyük bir kaynak var ve bunu uzun vadeye plase edebiliyorlar. Böyle baktığımızda hepimizin heyecanı bireysel emeklilik fonlarının süratle büyümesi yönünde. Daha önce ifade ettim, birtakım önlemler alınırsa, yapısal dönüşümler de sağlanırsa bireysel emeklilik fonlarının 2023’e gelindiğinde Türkiye’de 400 milyar TL gibi bir büyüklüğe gelmesi hiç de şaşırtıcı olmaz. Bu önlemler nedir? Aslında bu önlemler dünyada sosyal güvenlik sistemlerinin dönüşümüyle ilgili unsurlar. Biliyoruz ki bugün birçok ülkede, dünyanın en gelişmiş ekonomilerinde bile sosyal güvenlik sistemleri sıkıntı içindeler. Birçok ülkede emeklilik yaşlarının ötelenmeye çalışıldığını görüyoruz. Artık kişilerin çalışırken aldıkları maaşla emekli dönemindeki alacakları maaş arasındaki makas giderek açılıyor. Yani mutlak ve mutlak emeklilik döneminde refahlarını belli düzeyde koruyabilmek için birikime ihtiyaçları oluyor. Yaşam süreleri de uzamaya başladı. Bugün Türkiye’de kadınlarda ortalama yaş 78 erkeklerde ise 72’ye geldi. Yaşam sürelerinin uzaması da sosyal güvenlik sistemlerinin aktüel anlamda sıkıntıya girmesine sebebiyet verdi. İleride daha da büyük açıklara sebebiyet verecek. Bundan kurtulmak için de artık ülkelerin yönetim rejimi ne olursa olsun mutlaka bu yükleri bireylerin üzerine dağıtma ihtiyacı hissediyorlar. Bu anlamda da ikinci kademe, üçüncü kademe dediğimiz bireysel emeklilik sistemlerinin devreye girmesi gerekiyor. Türkiye’de gönüllülük esaslı üçüncü kademe bireysel emeklilik sistemleri başladı. Şimdi bunu yarı zorunlu emeklilik sistemleriyle -ki mesleki olarak da tanımlayabiliyoruz- desteklediğimiz
anda kıdem tazminatı, işsizlik fonu gibi belirli araçlarla biriktirilen fonları da yine böyle uzun vadeli yatırım yapabilecek mekanizmaların içine çekebildiğimiz anda göreceğiz ki Türkiye’de sermaye piyasaları özellikle fonlama açısından çok daha rahat bir hale gelecek. Geçmiş dönemde Gürman Tevfik Bey’in bir değerlendirmesi vardı. Şu anda siz borsada ifade ettiniz, 60 milyar dolar halka açık kısım var. Emeklilik fonları 30-35 milyar dolar bir büyüklüğe gelse İMKB’nin ne kadar stabil olacağını düşünebiliriz. İMKB’ye yatırım yapanlar oyun oynamak için değil buradaki şirketlerin temettülerine bakarak bir karar verme noktasına gelirler. Sonuçta İMKB daha stabil, daha öngörülebilir bir yatırım platformu olarak gelişmesini sürdürür. Buraya olan destek arttıkça da halka açılmayla ilgili talepler artar. Sizin de söylediğiniz gibi vergilendirmeyle ilgili temettü tarafındaki düzenlemeler yapılırsa sermaye piyasalarının önü açılmış olur. Türkiye’nin bu açılıma kesinlikle ihtiyacı var.
Yasemin Erdoğan
Mete Bey, kamunun son dönemde eğitim ve sağlıkta geri planda kalması, özel sektöre daha fazla alanlar açması söz konusu. Önümüzdeki süreçte kamunun emeklilik sisteminde daha geri planda kalacağı, SGK’da belki sadece işin sağlık kısmının devam edeceği öngörüsü mantıklı olabilir mi?
Mete Uğurlu
Sosyal güvenlik sistemleri çok ayrı bir olgu. Sosyal güvenlik, devletin çok iyi kurgulaması gereken ana konularından biri. Nesillerin yükünü birbirinin üstüne bindiremezsiniz. Bugün herhangi bir hükümet vergi yoluyla topladığı elindeki kaynakları çarçur edemez. Sosyal güvenlikte devletten beklediğimiz asgari birtakım konular var. İnsanlara yaşayabilecekleri bir maaş, belli düzeyde sağlık desteği, güvenlik, eğitim desteği verilmeli. Ama bunun dozunu da çok iyi ayarlanabilmesi lazım. Bunu herkese çok adil bir vergi düzeniyle çok iyi paylaştırmalısınız ve gelecekle ilgili planlamalarınızı çok doğru yapacaksınız. Şu anda görünen o ki bütün dünyada sosyal güvenlik sistemleri bir şekilde tıkanmış durumda. Tıkandıkları ana boyut da emeklilik tarafı. Uzun yaşam süreleri öngörülememiş. Şu anda biliyoruz ki önümüzdeki dönemde tıbbi birtakım desteklerle insanların yaşam süreleri üç basamaklı hale bile getirilebilir.~
Ancak bunun arkasını destekleyecek olan finansal yapılar yok. Bu yapıları bugün kuruyor görünüyor olabilirsiniz ama mutlaka bir sonraki neslin refahından bir şeyler çalarak yapabilirsiniz. Ancak adaletli olmayan birtakım kararlarla bunları yapabilirsiniz. Peki doğru olan ne? Devletin insanlara minimum bir yaşam standardını belirleyebilmesi ve insanları da kendi geleceklerine yönelik plan yapmaları konusunda sorumlu kılabilmesi gerekiyor. Burada da önemli olan taraf, insanlara çalıştıkları dönemde gelecekleri için birikim yaptırabilmeyi başarabilmek. Bu hem bireyler için geçerli hem ülkeler için... Çünkü ülkelerin tasarruf düzeylerini artırarak sermaye birikimlerini çoğaltmak da gerekli.

Sedef Seçkin Büyük
BES, hedeflenen büyüklüğe geldiğinde İMKB’nin stabil olmasına katkıda bulunacağından bahsettiniz. Peki BES’in hedeflenen büyüklüğe gelmesiyle birlikte cari açığın azaltılmasına katkısı ne düzeyde olur?
Mete Uğurlu
Açıkçası cari açığın ilacı olur diye düşünüyoruz çünkü cari açıkta, az önce de ifade ettim, bizim en büyük problemimiz kısa vadeli dış kaynak bulmak. Bunun ülkeye maliyeti gerçekten büyük. Bizim kısa vadede yapabileceğimiz en önemli şey, ülke içinde tasarrufları artırabilmek ve uzun vadeli kaynak yaratabilmek. Şu anda bireysel emeklilik sistemi dışında buna çare olacak başka bir mekanizma var gibi görünmüyor. Sıcak para ülke için her zaman bir dert. Tabii ki insanları tasarrufa yönlendirebilmeyi söylemek çok kolay bir söylem. Söylemesi kolay ama gerçekleştirmesi zor. Bunun için öncelikle insanların gelir düzeyinin artabilmesi lazım. Gelir düzeylerinin artabilmesi için ülkenin üretim yapabilmesi lazım. Ülkenin üretim yapabilmesi için de sermaye lazım. Sermaye için ise yine tasarruf lazım. Ayrıca ülkenin bunu kendi gücüyle yapabilmesi gerekiyor. Çünkü dış kaynak kullandığınız anda çember bir yerinden kırılmış oluyor ve bir türlü tamamlayamıyorsunuz.

Kamil Yılmaz

Biz eğer uluslararası düzeyde rekabet eden ürünler üretmezsek, teknoloji merdiveninde yukarılara doğru çıkamazsak uzun vadede dışarıya satabileceğimiz fazla bir şey yok. Ama biz tüketmeye devam edeceğiz yani sonuçta gelirimizi artırmak isteyeceğiz. Sadece hizmet sektörünü geliştirerek bir yere gitmemiz mümkün değil. Asıl olan üretime giren girdiler nedir? İşgücü. Evet vasıfsız işgücü de var ama önemli olan eğitim vasıtasıyla vasıflı işgücünü yetiştirmek. Evet sermaye çok önemli ama bunları çok etkin biçimde, teknolojik gelişmeleri sağlayarak, toplam faktör verimini artırmak gerekli. O zaman biz tasarruf oranlarını artıracağız. Bizim tek başına BES’i sübvanse ederek tasarruf oranlarını artırmamız bana çok kolaymış gibi gelmiyor. Mete Bey’in söylediği gibi yüzde 10’lara çıkarmak hedefi bana göre çok düşük. Yani Şili zamanında yüzde 60’lara çıkmışsa, bizim hedefimiz 2023’te yüzde 10 ise, diğer alanlardaki 500 milyar dolarlık ihracat hedefimizle hiç uyuşmuyor. Daha da yükseğe çıkabilmesi lazım.
Uluç İçöz
Gelişmiş ülkelere baktığımızda, özel emeklilik sistemlerinin daha çok işyeri bazlı emeklilik programlarıyla yıllar içinde büyüdüğünü görüyoruz. Buradan bakıldığında BES henüz daha çok genç bir sistem. Ancak sistemde bireysel bazlı katılımların yanı sıra, işyeri bazlı emeklilik programlarının da yaygınlaşması ile birlikte zaman içerisinde önemli fon büyüklüklerine ulaşılabileceğini öngörüyoruz.
Yalçın Sezen
Bende de neler yapılabilir diye maddeler var. Biz varlık tarafında yoğunlaştık. Varlıkları nasıl artırabiliriz? Altın bir tanesi, BES bir tanesi. “Bu iş kısa vadede, bir anda olmaz. Bunun bir alışkanlık haline gelmesi gerekir” dendi. Ben yine otoritenin çalışmaları içinde de olan ancak sonuçlanmayan başka bir hususa da değinmek istiyorum.~
Bugün itibarıyla tasarrufların ya da mevduatın vadesine baktığımız zaman daha ziyade kısa vadeli olduğunu görüyoruz. Kısa vadelinin sonucu ne? Vadesi geldi, kapandı. Mevduat anlamındaki tasarrufların yüzde 85’i üç aya kadar vadeli. Bunun uzaması lazım. Peki nasıl uzayacak? Bu yönde daha öncesinden iki tane faktör var. Bir tanesi bankaların bu paralar için ayırmış oldukları zorunlu karşılık, vade uzadıkça bankaların lehine azaldı. Bu, bizler açısından iyi. Yani ben bir mevduat müşterisi geldiğinde bir mevduat hesabı açmak istediğinde, olabildiğince onu uzun vadeye kaydırmak istiyorum. Çünkü benim o anda ona karşı ayıracağım karşılık o derece azalacak. Ancak bunun müşteri tarafında da bir fayda sağlaması lazım. Şu anda mevduatın getirisi üzerinden yapılan stopaj kesintisi tüm vadelerde aynı düzeyde. Bu tarafta da düzenleme olacağına dair açıklamalar var. Yani vade uzadıkça en azından müşterinin faiz gelirinin üzerinden ödeyeceği verginin görece az olması uzun vadeyi teşvik eden bir unsur olacaktır. Sayın Bakanımızın açıklaması, tasarruf teşvikleri kapsamında bir çalışmanın olduğu yönünde. Bunun gerçekten tasarrufları uzun vadeye yayma anlamında, varlıkların büyümesi anlamında olumlu bir etki yaratacağını söyledim. Dedim ki “bu hemen kısa vadede olmaz, uzun vadede olması lazım”. Uzun vadede olması için bir de hep bahsettiğimiz yetersiz finansal okuryazarlık var. Bireysel emeklilik uzun vadeli bir iş. Aslında biz 2012 yılında tasarrufa çok odaklandık. Hep tasarruf konuşuyoruz. Biz geçen yıl kasım ayında Maksimum Tasarruf Harekatı adında bir kampanya başlattık. Bunun kasım ayında da lansmanını yapmıştık. Bu yıl da bunu yapıyoruz. “Finansal kurumlar tasarrufu artırmak için üzerine düşeni yapıyorlar mı” demiştiniz. Bu, uzun vadeli bir trend. İnsanların bunu alışkanlık haline getirmesi lazım. Kredi kartları bir tarafta yükümlülükleri artıran bir unsur dedik. Biz şunu getirmeye çalıştık. Tamam, kredi kartları yükümlülükleri artırıyor ama kredi kartıyla da tasarruf yapılır. Nasıl yapılır derseniz, küçük küçük yapılır. Bugün itibarıyla siz ekstrenizi öderken kaç para ödediğinize, neler yaptığınıza çok fazla bakmazsınız. Ekstrenin sonunda yazan rakama bakar ve ödersiniz. Ama bunun içerisinde her ay düzenli olarak 100 TL, 150 TL bir tasarruf enstrümanı olsa, siz onu hiç hissetmeden ödersiniz. Biz yıllardan beri Mete Bey ile birlikte Maksimum Emeklilik ismiyle bireysel emekliliğe bu şekilde destek olmaya çalışıyoruz. Yani bireysel emekliliği artırmaya çalışıyoruz. Kredi kartıyla talimat veriyorsunuz, her ay düzenli olarak hesabınızdan ödeniyor. Bu, aynı zamanda bireysel emeklilik rakamlarının düzenli ödenmesini sağlıyor. İkincisi, yine biz bunu hem küçük küçük, hem farkındalığı yaratmak anlamında kumbara fonu ile yapıyoruz. Maksimum Kumbara Fonu. Siz çocuğunuzun adına hesap açıp kredi kartınızla talimatı verdiğiniz zaman düzenli olarak her ay ödeniyor. Bunu teşvik etmek için çocuklara yönelik birtakım promosyonlar da yapıyoruz. Şu anda 250 binin üzerinde rakamlara ulaştık. Yine geçen sene lanse ettiğimiz tasarrufa yönelik bir başka şey, hacim anlamında belki çok önemli değil ama yine kredi kartına bağlı olarak “üstü kalsın” diye bir ürün çıkardık. Mesela ekstreniz 910 lira geliyor. 910 lira yerine 950 ya da 1000 TL ödeyebilirsiniz. Kalan parayla yatırım hesabında yatırım fonu alıyoruz. Ay ay 50-100 TL’lik küçük küçük yatırımları alışkanlık haline getirmeye yönelik bir çalışma. Geçen yıl da yaptık bu yıl da yapıyoruz. Çok da olumlu gidiyor. Tasarruf işi uzun vadeli dedik. Okuryazarlık dedik. Burada finansal kurumlar olarak tüketiciyi de bilinçlendirmeye çalışıyoruz. Çocuklardan konuştuk. Bizim çocukluğumuzdan tasarrufa dönük üç atasözü geldi aklıma. “Ak akçe kara gün içindir”, “sakla samanı gelir zamanı” ve “ayağını yorganına göre uzat” gibi... Günümüzde bu eğitimler kullanılıyor mu bilmiyorum. Yerli malları haftası da olurdu. Bunlar güzel şeyler.
Ben hem tasarruf hem ödeme yani harcama tarafındayım. “Harcamaları keselim, böyle tasarruf yapalım” diye bir şey de olmaz. Burada bir dengenin olması lazım. Bir işleyiş var. Ekonomiyi döndürüyoruz, refah artıyor ama bir dengeyi de korumamız gerekir. Ayda 100 TL, 150 TL ile küçük ödemeleri gördükçe çok kolaylıkla yapılabilecek bir şey. Bu bilinçlendirme ve tanıtım işlerinin medya ve finansal kuruluşlar ile çok daha iyi olabileceğini düşünüyorum. Buralarda biraz daha farkındalık yaratmamız gerekiyor. Yükümlülükler tarafını hiç konuşmadık. Orada ne yapılması lazım demiyorum çünkü şu anda zaten orada bir şeyler yapılıyor. Arzu ederseniz onlardan da bahsedeyim. Yükümlülükler tarafında şu anda neler yapılıyor, otorite neler yapıyor?~
Kredi kartı tarafında geçen yıl asgari ödeme oranı artırıldı. 20’den 40’a çıkarıldı. Bu ilki. Daha sonra konut kredileri tarafında varlığın yüzde 75’ine kadar kredi verebilirsiniz kuralı geldi. Sermaye yeterliliği tarafında özellikle kredi kartı ve tüketici kredilerinde uzun vadeyi teşvik etmeme veya uzun vadenin maliyetini artırma amaçlı olarak, bizim orada risk ağırlıklarımız yüzde 100’den yüzde 200’e varan oranlarda ağırlıklandırıldı. “Finansal kurumlar, ihtiyaç kredileri ve kredi kartlarında uzun vadeli kredilendirme yaparsanız bunun size maliyeti şudur” dendi. Tabii bizler de, bankacılık kesimi de bu maliyeti doğal olarak fiyat tarafına yansıttık. Bunlar da kamunun, tasarruf oranını artırmaya yönelik aldığı önlemlerdir. Biz hep tasarrufun varlıkları artırma tarafındayız. O tarafa daha çok yüklenmemiz lazım. Öteki daha kolay, kes. “Bunları azalt” dediniz ama geçmiş dönemde bu yönde de önlemler alınmıştır. Yani şu anda biz bu önlemlerle faaliyetimizi devam ettiriyoruz. Uluç Bey de ilk açılışta kredi büyümesi tarafında bunun sonucundan bahsetmişti. Şu anda hem varlık tarafında hem yükümlülükler tarafında birtakım önlemler geldi ama gerek finansal kurumlar gerek medya olarak daha çok varlıkları artırmaya yönelik bilgi paylaşımı yapmamızın olumlu sonuçlar doğuracağını düşünüyorum.
Uluç İçöz
Peki biz mesela bir taraftan tasarruf yapalım diyoruz da Dünya Bankası’nın araştırmasına göre bir gerçek var. Dayanıklı tüketim malları genellikle eldeki parayla değil kredi kartıyla yani borçlanılarak alınıyor. Öte taraftan biliyoruz ki tasarruf reklamlarının belki 5-6 katı kadar tüketime yönelik reklam var. Acaba tüketimde de ‘paran yoksa harcama’ gibi bir mantığa mı ihtiyaç var? Tasarruf bacağıyla ilgileniyoruz da tüketim bacağıyla ilgili çok bir şey yapmıyoruz.
Kamil Yılmaz
Türkiye iç tüketimle büyüyen ve bunu dış yatırımla finanse eden bir ülke. Bu bizim 50 yıllık hikayemiz. Güney Kore’nin hikayesi ise ihracata dönük sanayileşme. Her dönemde bir sonraki dönemin yatırım ve büyüme stratejisini belirleyen bir ülke Güney Kore. Böylece başlangıçta bizden çok daha gerilerde başlamasına rağmen, yeni teknolojilerde rekabet gücünü artırarak büyümeyi başarmış bir ülke. Türkiye’nin rekabet gücünün yüksek olduğu ürünler ise standart teknolojilerle üretilen ürünler. Biz bu büyüme modelini değiştirmeden tasarruf oranını uzun vadede artırmamız ve tabii ki daha hızlı büyümemiz mümkün değil. Artık geç de kalıyoruz. Niye geç kalıyoruz? Çünkü teknolojik gelişme hızı sürekli olarak artıyor. Teknoloji bizim hakim olamayacağımız düzeyde ileriye gidiyor. Yine çok önemli bir başka noktaya daha değinmek istiyorum. Bu da eğitim reformu ve devletin eğitim için yapmış olduğu harcamayı artırması konusu. Bu noktada eğitim reformuna geçelim. Devlet okullarında büyük sınıflarda istediği eğitimi alamayan velilerin önemli bir kesimi çocuklarını özel eğitim kurumlarına gönderiyor. İki çocuğunuz varsa özel okula gönderdiğiniz zaman orta gelirin üzerinde bir ailenin tasarruf oranı bir anda sıfıra düşüyor. İşte, genç bağımlılık oranının yüzde 40’larda olduğu bir ülkede eğitim reformunun sadece çok daha iyi eğitilmiş bireyler yetiştirmenin yanı sıra tasarrufları artırmak açısından da çok önemli olduğu ortaya çıkıyor. Devletin toplam eğitim harcamasının milli gelire oranı yüzde 2,7 civarında. OECD ortalaması yüzde 6’lar seviyesinde. Siz de çıkarın yüzde 6’lara. O zaman siz bütün hane halklarına kaliteli eğitim imkanını devlet olarak verin. Eğitilmemiş nüfus baş ağrısı demektir, işsizlik ve sosyal sorunlar olarak size geri döner. Etkin bir devlet, bir birimlik kaliteli eğitimi özel sektörden çok daha düşük maliyetle sunabilir. Ölçek ekonomisi var. Özel eğitim kurumlarının benzer kalitedeki bir eğitim hizmetini sunmasının maliyeti devlete göre daha yüksektir. Devlet, çok daha düşük maliyetle sunabilir. Devlet eğitim harcamalarını milli gelire oranını yüzde 2,5 puan artırsın, etkin bir eğitim sistemi yapsın. Eğitimdeki ideolojik boyutu en aza indirsin. Önemli olan eğitilmiş bir işgücüyle ileri teknolojileri üreten kullanan ve uluslararası düzeyde rekabet edebilen bir Türkiye’dir desin. Böylece daha iyi eğitilmiş ve daha fazla tasarruf edebilen bir işgücü yaratabiliriz.~
Sedef Seçkin Büyük
Teşekkürler. Ben son turumuzda eklemek istedikleriniz varsa onları almak istiyorum.
Kamil Yılmaz
Ben bir noktayı özellikle vurgulamak istiyorum. Mevduatların vadesinin uzatılması konusuna değinildi. 2001 krizinin üzerinden 10 yıldan fazla, enflasyonun kontrol altına alınmasının üzerinden 8 yıl geçmiş olmasına rağmen Türkiye’de vadelerin uzamamış olmasını açıklamamız gerekiyor. Buradaki önemli faktörlerden birisi vade uzadıkça mevduata ödenen faiz oranı yeteri oranda artmadığı için bireyler mevduatlarını kısa vadede tutmayı tercih ediyorlar. Ancak bunun yanı sıra önemli bir faktör de Türk halkının yüksek ve kronik enflasyonla birlikte yaşamış olduğu dönem boyunca çok yakına bakmak zorunda kalmasına bağlı. 40 yıl boyunca enflasyon yaşanmıştır ve bu süreçte vadeler kısalmıştır. Bu vadeleri uzatamıyoruz. O anlamda vadelerin uzatılması için faiz oranlarının da vadeyle artması çok önemli. Öte yandan, finansal okuryazarlığın da çok önemli olduğunu belirtmek gerekiyor. Burada televizyon, medya, reklam, tanıtım araçları çok büyük önem taşıyor. Vadenin önemini farklı medya kanalları üzerinden yapılacak bilinçlendirme, bilgilendirme çalışmalarıyla insanlara anlatabilmek gerekiyor. Gerçekten bu sadece okulda verilecek bir eğitim değil. Televizyon aracılığıyla da verilmeli.
Sedef Seçkin Büyük
Yalçın Bey, vade konusu açılmışken, şöyle insanlar biliyoruz. Paraları 1 aylık vadede ama o vade, 1 ay 1 ay sürekli devam ediyor. Hatta 1 yıl devam ediyor ama vadesi aylık kalıyor. Bu tarz çok müşteriniz var mı? İnsanlar 1 yıl dokunmayacaklarsa neden 1  yıllık vadeye vermiyorlar da aylıkta tutuyorlar sizce?
Yalçın Sezen
İnsanlar neden böyle davranıyor? Temel neden belirsizlik. Bir ay sonra şartların nasıl olabileceğini öngörebiliyorlar ama 1  yıl sonra ne olacağını öngöremiyorlar. Ya şartlar değişirse, ya paraya ihtiyacı olursa, ya daha farklı bir araca geçmek isterse. Biz ilk aşamada 1 aylık olan vadeleri 3 aya çıkarmak için uğraşıyoruz. Sektörde 60-65 gün olan ortalama vadeyi hemen tek adımda 1 yıllığa çıkarmak çok zor. Kademeli gitmeye çalışıyoruz. Kısa vadeli ürünler her zaman daha rahat satılıyor. Uzun vadeli ürünler ise daha zor. İnsanların uzun vadeye dönük olarak böyle bir tereddüttü var. Bu halen devam ediyor. Bunu nasıl aşacağız? İstikrarla, bu yöndeki eğitimlerle, vurgulaya vurgulaya, yavaş yavaş aşacağız. Buralara doğru gitmek zorundayız.
Uluç İçöz
Burada BES gibi kolektif yatırım araçları sunan sistemler de çok önemli. Kısa vadede BES gibi araçlarla sonuca ulaşmak daha rahat olacaktır diye düşünüyorum açıkçası.
Mete Uğurlu
Ama uzun vadeye verilen faizle kısa vadeye verilen faiz arasında bir fark olmuyor ki. Bu durum da insanları yanıltıyor. Hatta 2 yıllık hesap açsanız, sistem size 1 aylıktan daha düşük bir faiz öneriyor. Bunun nedeni ne? Bankalar uzun vadeli kaynak toplayabilse onu uzun vadeli plasmanla makul bir fiyata satabilirsiniz. Bu mismatch olduğu sürece hiçbir zaman sistemin düzelmesi de mümkün değil.
Yalçın Sezen
Öyle demeyin. Düzelecektir. Bülent Şengönül O tarz farklı ürünler de var. Mesela katılım bankaları 1 yıllık vadeli hesap açıyor. Ama siz her ayın sonunda para yatırma veya para çekme imkanınız oluyor. Yani hesap devam ediyor ama ayda bir bu işlemi yapma imkanınız oluyor. Hesap kırılmadan, Vade ise 1 yıl. Böyle ürünler de var.~
Kamil Yılmaz
Bireysel emeklilikteki fonların büyümesinin bir diğer önemli tarafı da işletme ve yönetim maliyetlerinin düşmesi. Rekabetin artması bence çok önemli. Verilere de baktığımda çok yüksek bir maliyet görüyorum. Bizde BES yönetim komisyonları ortalaması yüzde 2,9 iken bu oran birçok ülkede yüzde 0,3 civarında. Tabii, arada bazı farklılıklar var. Diğer ülkelerin verileri özel bireysel emeklilik sistemleri yanı sıra sosyal güvenliğe dahil fonları da kapsıyor. Ancak yine de yüzde 2,9’luk bir yönetim komisyonunun yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Bunun en önemli nedeni, BES’teki kişi başı ortalama aylık tasarrufun sadece 170 TL civarında olması. Ölçek küçük olduğu zaman bu maliyetlerin yüksek olması mantıklı. Ancak hem ortalama tasarrufun hem sistemdeki bireylerin sayısının artmasıyla yatırım yönetim maliyetleri de düşecektir. Aslında devlet teşvikinin katkısı bu anlamda çok önemli. Yıllık GSYH’nin yüzde 0,7’sini bulması beklenen bu kamu desteğini, bireysel emeklilik sisteminin büyümesine önemli katkıda bulunacak, doğru şekilde harcanmış bir fon olarak görüyorum. Teşekkür ederim.
Mete Uğurlu
Evet Kamil Bey çok haklı bir tespit yaptı. Hacimler büyüdükçe tasarruf yapma eğilimi olan insanların sistemlere ve ürünlere sıcaklığı da artacaktır. Bu durum BES için de geçerli. Örneğin 8 yıl öncesiyle kıyasladığımızda BES’te fon işletim kesintileri, yönetim kesintileri bugün dramatik bir şekilde aşağı inmiş durumda. Bugün itibarıyla baktığımızda henüz hala yüksek tabii çünkü dünyayla kıyasladığımızda trilyon dolarlar mertebesinde fonlardan bahsediyoruz. Oysa biz daha işin başındayız. Sonuçta gönüllü bir emeklilik sisteminden bahsediyoruz. Müşteri kazanım maliyetleri inanılmaz yüksek.
Sedef Seçkin Büyük
Yalçın Bey, size son bir soru sormak istiyorum. Bülent Bey kira sertifika sisteminden biraz bahsetti. Siz ne kadar büyüklüğün üstünü özel bankacılık müşterisi olarak belirliyorsunuz? Bu yeni ürünler hangi segmentte ilgi görür, ilerleme kaydeder?
Yalçın Sezen
Sektörde 500 bin TL’nin üzerinde varlığa sahip müşteriler genellikle özel bankacılık müşterisi olarak değerlendiriliyor. Bu yeni ürünlerin niteliğine, müşterinin ihtiyacına, talebine çok bağlı. Bazı ürünler var her segmentteki müşteri alabiliyor. Örneğin bono gibi. Bazısı az alıyor, bazısı çok alıyor ama tüm segmentlerde satışı olabiliyor. Buradaki asıl önemli nokta o ürün hangi segmentte çıkacak? Yatırım aracının alt katılım tutarları ne olacak? Eğer siz çok büyük rakamlar çıkarırsanız bunu da üst segmentteki müşteri alır. Eğer parça parça, küçük küçük meblağlar çıkarırsak herkes alabilir.
Kamil Yılmaz
Şöyle bir nokta da var. Özel bankacılık müşterilerinize yatırım danışmanlığı da verdiğiniz için bu ürünlere onlara daha geniş çaplı anlatırsınız ve onların alması daha kolay olacaktır. Alt gruplarda böyle bir danışmanlık veya bilgilendirme hizmet olmadığı için onlar daha arkadan gelecektir.
Yalçın Sezen
Özel bankacılık müşterisi olmamakla birlikte bir alt segmentte yer alan varlıklı olarak nitelediğimiz müşteri kitlemizde de müşteri temsilcisi hizmetimiz var. Ancak bu segmentteki müşteri temsilcisi başına düşen müşteri sayısı, özel bankacılık müşteri temsilcilerine göre daha fazla. Diğer bir deyişle varlıklı segment müşteri temsilcisi daha fazla müşteriye hizmet vermekte. Ayrıca siz ne kadar çok farklı ürün yaratır ve ortaya koyarsanız, talep de o ölçüde artar. Özetle demek istediklerimi toparlarsam, tasarrufun geleceğe yapılan bir yatırım olduğunu göz önünde bulundurarak bunu bir alışkanlık haline getirmeliyiz. Bu konuda disiplinli bir alışkanlık edinmeliyiz.
Bülent Şengönül
Çok kısa ben de birkaç başlığın üzerinden geçmek istiyorum. Uliç Bey de bahsetti. Kurumsal yatırımcı tabanını genişletmek lazım. Bizim şu anda Türkiye’deki kurumsal yatırımcıki buna BES de, banka sandıkları da özel sandıkları da koysanız- gayri safi milli hasılanın ancak yüzde 5’idir. En ilyi ihtimalle 50-60 milyarı bulur. Bu tabanı kesinlikle genişletmemiz lazım. Onlara dönük teşvikler ortaya konması, onların teşvik edilmesi lazım. Bir de faize hassas kesime dönük ürünleri de gözetmek ve bu tarz ürünleri de geliştirmek, pazarlamak ve devreye sokmak lazım diye düşünüyorum.
Sedef Seçkin Büyük
Hepinize katıldığınız için çok teşekkür ediyorum.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz