Müzik aşkım baharda depreşiyor

Hayat Kimya Genel Koordinatörü Orhan İdil ile uzun yıllar iç içe olduğu müziği konuştuk.

1.03.2013 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Müzik aşkım baharda depreşiyor
Hayat Kimya Genel Koordinatörü Orhan İdil, renkli bir kişilik. Ailesi, kedisi, gitarı ve Bodrum onun vazgeçemedikleri arasında. Müziğin yeri ise ayrı. Lise ve üniversite hayatı boyunca aktif biçimde müziğin içinde olan İdil, “Müziksiz bir yaşam çok düşünemiyorum. Yürürken bile kafamın içinde bir müzik vardır” diyor. Son dönemdeki yoğun iş temposu ise onu bu tutkusundan biraz ayırmış. Artık sadece yazları eline gitarı alıyor. “Bahar gelince yine müzik aşkım depreşir, eski notaları, gitarımı çıkarırım. Tıngırdatmaya başlarım” diye konuşuyor. Her yöneticinin yoğun iş temposundan kaçış adresi olan hobileri var. Bu kimi zaman resim, kimi zaman müzik, kimi zaman da spor oluyor... Hayat Kimya Genel Koordinatörü Orhan İdil, müzik diyenlerden... Lise ve üniversite hayatı boyunca elinden gitarı düşürmeyen İdil, 6-7 yılı bulan müzik dolu bu dönemde defalarca grup kurmuş, sahneye çıkmış bir isim. Bugün o deneyimlerin kendisine çok farklı bakış açıları kazandırdığını düşünüyor. Ünlü müzisyen İlhan Şeşen’e gitar çalmayı öğretmesi ise onun için ayrı bir anı. “Ben ona gitar çalmayı öğrettim, o da bana bezik oynamayı” derken samimiyetle gülümsüyor. “Neden müzik sürmedi” sorumuza ise şimdiki yaşının olgunluğuyla yanıt veriyor: “Açıkçası hiçbir zaman başarılı bir müzisyen olmayacağım belliydi. Çünkü ne İlhan’daki ses, ne Fuat’taki müzik kulağı bende vardı.” Artık eşi Nilgün Hanım’ın hediyesi olan gitarını, eş-dost toplantılarında ve özel günlerde eline alıyor. Kendi deyimiyle “tıngırdatıyor”. Özellikle bahar aylarıyla birlikte güzelleşen havalar onu tekrar gitarına döndürüyor. Hayat Kimya Genel Koordinatörü Orhan İdil ile uzun yıllar iç içe olduğu müziği konuştuk. Detaylar şöyle:

Capital: Müzik ne zamandan beri hayatınızda var?
- Ortaokuldan liseye geçerken 14 yaşımda müzikle tanıştım. Birçok genç gibi ben de gitarla başladım. En moda olan, popüler olan oydu. Sosyal olmak açısından önemliydi. Devamlı grup kurardık. Sonra o gruplar dağılırdı, birkaç yeni arkadaş eklenirdi ve yeni bir grup kurardık. Hep böyle devam ederdi.

Capital: Müzik çalışmalarınız ne kadar sürdü? Bildiğimiz kadarıyla İlhan Şeşen ve Fuat Güner’le anılarınız var.
- Liseyi bitirip üniversiteye geçince müziğe biraz daha fazla vakit ayırmaya başladım. O yıllarda İlhan (Şeşen) ile tanıştık. Zaten biz İlhan’la Kızıltoprak’ta komşuyduk. Balkonlarımız karşılıklıydı. O zamanlar İlhan’ın müzikle ilgisi yoktu ama sesi güzeldi. Ben ise gitar çalıyordum. Gayet müziğin içimdeyim. Gitar çalmayı öğrenmek istedi. Ona gitar çalmayı öğrettim, o da bana bezik oynamayı. Bezik kısmını açıkçası ben çok hatırlamıyorum, İlhan öyle söylüyor. Hatta geçen gün sahilde yine karşılaştık. Artık röportajlarda benim için şöyle söylüyormuş: Ben bezik oynarken yenilince kızıp müzik dersini kesiyormuşum. O da gitar dersleri devam etsin diye bana bile bile bezikte yeniliyormuş. Fuat (Güner) ile beraber çaldık, sahneye de çıktık. Üniversite yıllarımdı. O dönemde Fuat’ın müzik grubu yoktu. Kendi aramızda buluşur çalardık. 1965-66 yıllarında yazlık sinemalar çok revaçtaydı, Kalamış’taki sinema, o dönemin en sükseli mekanıydı. Fuat ile birlikte oranın açılışında konser vermiştik. En havalı işimiz olmuştu... Sonrasında yine birkaç kez sahne aldık, görüşmelerimiz de devam etti. Ama bir süre sonra ben okula yoğunlaştım. Şimdi Fuat’la da ara sıra görüşürüz. Hatta geçenlerde konuştuk ve sizinle yapacağımız bu röportajdan bahsettim. Eski günleri anlatacağımı söyledim.~

Capital: Sahneye çıktığınız da oldu. Nasıl bir deneyimdi?
- Üniversite öğrencilik yıllarımızda müzik hayatı çok daha yoğundu. Fuat Güner’le olan sahne deneyimim dışımda birçok kereler farklı gruplarla sahneye çıktım. Üniversitelerin etkinliklerinde, konserlerde, halk merkezlerinde sahne aldım. Özellikle kız liselerinin etkinliklerinde, mezuniyetlerinde çıkardık. O zamanlar böyle bir moda vardı. Zaten neden gitar çalıyorduk ki işte böyle sosyalleşmek için. Aktif müzisyenliğim 6-7 yıl sürdü. Çok eğlenceli tabii.

Capital: Peki müzikte bir kariyer istemiş miydiniz? Neden o yolda devam etmediniz?
- Olmadı, çünkü bir bakıma benim üzerimde aile baskısı vardı. Annem de babam da öğretmen. O yüzden en önemli şey, her zaman eğitim oldu. Okulum da zordu, Alman Lisesi’ydi. Dolayısıyla hem okul hayatı hem müzik bir arada çok yoğun gidemedi. Zaten itiraf etmeliyim ki hiçbir zaman Fuat’ın müzik kulağı bende yoktu. Veya İlhan’ın sesi. Hiçbir zaman büyük bir müzisyen olamayacağım belliydi. Tabii bunu şimdi söyleyebiliyorum. Gençken kendiniz hakkında böyle düşünmüyorsunuz. Açıkçası şu anda bulunduğum pozisyondan çok mutluyum. Bazen Fuat’la dertleşiyoruz, “Keşke ben de senin gibi yapsaydım” diyor. Sonuçta sanatçılığın Türkiye’de bir şey getirmediğini hepimiz biliyoruz. Bunları ondan duyunca şu andaki konumumdan daha da memnun oluyorum.

Capital: Şu anda müziğe ve gitar çalmaya ne kadar vakit ayırabiliyorsunuz?
- Maalesef son yıllarda çok fazla vakti ayıramıyorum. Hakikaten iş hayatım çok yoğun. Hele bir dönem 3 şapkam vardı. Bir yandan profesyonel yöneticilik, bir yandan üniversite hocalığı, bir yandan da çeşitli şirketlere danışmanlık yapıyordum. Bu aşırı yoğun dönemde, inanın eve zor gidiyordum. Doğal olarak müzikle olan alakam çok azalmıştı. Sonra Hayat Kimya’ya geçtim. Emekliliğim gelince üniversiteden ayrıldım. Yavaş yavaş danışmanlıkları da bıraktım. Bu dönemde eşim Nilgün, bana bir gitar hediye etti. “Hadi tekrar başla” dedi. Ama tabii ki eskisi kadar yoğun bir vakit ve enerji ayıramıyorum. Genelde yaz başlarında, bahar gelip de kuşlar böcekler ötmeye başlayınca müzik aşkım da depreşiyor. Eski nota defterlerini ortaya döküyorum, elime gitarı alıp tıngırdatırım. Ama yaz bitince yine gitar kalkar, iş güç koşturma başlar. Yani artık biraz “yaz hobisi” gibi oldu.

Capital: Sizi en çok etkileyen müzisyenler kimler? Gençlik idolünüz.
- Örneğin The Shadows ve Cliff Richard, Elvis Presley, Peppino Di Capri vardı. Bu üç isim, çok
önemliydi. Hatta en uzun ömürlü olan grubumuzda üç solistimiz vardı. Her biri bunların sesini çok güzel taklit ederdi. Biri Elvis, biri Cliff, diğeri de Peppino idi. Sesleri bu sanatçılara o kadar benzerdi ki kimin şarkısını çalacak olsak ona benzeyen arkadaşımız sahneye çıkardı. Her grupta tek solist varken biz üç solistle gezerdik.

Capital: Dinleyici olarak hangi tür müziği, hangi sanatçıları seversiniz?
- Her zaman pop müziğinin içinde oldum, Dinleyici olarak da pop müziğini severim. Ayrıca caz seviyorum ve imkan buldukça canlı olarak da dinliyorum. Konsere gidecek çok vaktim olmuyor ama özellikle yurtdışına seyahat ettiğimizde caz lokallerine gideriz. Sağ olsun eşim Nilgün Hanım bu işleri güzel organize eder. ABD’de gittiğimizde güzel caz lokallerine mutlaka uğrarız.

Capital: Müzik sizin için ne ifade ediyor? Hayatınızdaki yeri nedir?
- Benim için çok önemli. Müziksiz bir yaşam çok düşünemiyorum. Bir enstrüman çalmamış olsaydım da bir şekilde hayatımda olurdu diye düşünüyorum. Yürürken bile kafamın içinde bir müzik vardır. Tez yazarken de kitap yazarken de hep müzik açık olmuştur. Odaklanmamı, zihnimi toplamamı, yaratıcı
olmamı sağlıyor. Mutlaka hayatımın bir yerinde olmalı. Ama ofiste öyle değil. Belki kendi işim olsaydı baştan öyle kurgulardım ama öyle olmadı.~

Capital: Peki bu hobiniz iş hayatınıza, yöneticiliğinize neler kattı?
- Aslında müzik geçmişim ilginç bir şekilde şu andaki görevimde de çok işime yarıyor. Mesela bir reklam müziği oluyor. Dinliyorum, değerlendiriyorum, hatta düzeltmeler yapıyorum. Çünkü grup içinde müzikten anlayan tek kişi benim. Onun dışında sanatın herhangi bir yanıyla ilgili olmak, hayatınıza çok ciddi bir renk katıyor. Farkında olmadan duygusal anlamda besleniyorsunuz. Örneğin müziğin benim duygusal zekamı çok geliştirdiğini düşünüyorum. Hayat Grubu’nun markalarına baktığımızda marka geliştirme konusunda hep başarılı olduğumuzu görürsünüz. Bir Molfix, Molped markaları hep dünya devleriyle savaştı. Kimsenin inanamadığı noktalara geldi. Bu başarı sadece matematikle, mantıkla olmuyor. Hislerinizin de kuvvetli olması lazım. İşte bu duygusal zekayı bana veren müziktir.

"Kedim terapistim gibi"
TAVLA MI SATRANÇ MI?

Ben Türk halkını ikiye ayırıyorum: Tavlacılar ve satranççılar. Tavlacılar şansa bakar, risk alır, kazanır veya kaybeder. Satranççılar ise strateji belirler. “Ne yaparsam ne olur” diye düşünür ve ona göre karar verir. Biz yöneticiler, iş hayatında sürekli önemli kararlar almak zorundayız. Satranç sayesinde, farklı seçenekleri aynı anda görüp o seçeneklerin olası sonuçlarını hesaplamayı öğrendim.
SATRANÇ NELER KATTI?
Satrancı çok küçük yaşta babam öğretmişti. Satranç kitapları okur, dünya şampiyonlarının hamlelerini ezberlerdim. Uzun yıllar oynadım. Çeşitli turnuvalarda birinciliklerim oldu. Ama tabii iş yoğunluğu başlayınca biraz azaldı. Dünya şampiyonu oyuncular, 7 hamle sonrasını görebilir. Ben 4 hamle sonrasını görebilir noktaya geldim. Bu meziyet iş hayatında çok önemli avantajlar sağlıyor.
KEDİM TERAPİSTİM
Müzik ve satranç dışında yüzmeyi çok severim. Zaten yazın en az 1 ayını Bodrum’da geçiririz. Buradaki sitemizde de havuz var. Nisan ayında havuzu ısıtmaya başlarlar ve ben akşamları havuza taşınırım. Bir de kedimiz Om var. Ailemizden biri. En büyük oyun arkadaşım. Adeta terapistim gibi. Kediler gerçekten de çok enteresan hayvanlar. Onunla vaktimin nasıl geçtiğini anlamıyorum. Bütün sıkıntımı, stresimi alıyor.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz