“Hedefim, Dünya Markası Yaratmak”

Remzi Gür, Gürmen Grup’un yönetim kurulu başkanı. Kamuoyunda ise daha çok Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a yakınlığı ile tanınıyor. Oysa, işadamı kimliğiyle de oldukça renkli bir isim. 70’li yıllard...

1.03.2008 02:00:000
Paylaş Tweet Paylaş

Remzi Gür, Gürmen Grup’un yönetim kurulu başkanı. Kamuoyunda ise daha çok Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a yakınlığı ile tanınıyor. Oysa, işadamı kimliğiyle de oldukça renkli bir isim. 70’li yıllarda, “sıfır sermaye” ve “borç”la açtığı işini bugün 45 milyon dolarlık bir şirket haline getirmeyi başarmış. Kastamonu’nun önde gelen girişimcilerinden olarak görülüyor. Türk- İngiliz Sanayi Odası başkanlığı görevini yürütüyor. Üstelik iddialı hedefleri de var. Ramsey markasını bir dünya markası haline getirmek istediklerini söylüyor ve ekliyor: “Şu anda kendi markamızla dünyanın 16 ülkesinde varız. Bu ağı genişleterek dünya markası olma yolunda ilerleyeceğiz.”

Türkiye onu Tayyip Erdoğan’ın yakın arkadaşı olarak tanıdı. Özellikle başbakanın çocuklarına verdiği bursla gündemde uzun süre kalmayı başardı. Oysa Gürmen Grup Yönetim Kurulu Başkanı Remzi Gür’ün başka uğraşları da var. Kastamonu’nun önemli girişimcileri arasında görülüyor. Dünya markası olma yolunda emin adımlarla ilerleyen Ramsey markasının yaratıcısı. Türk- İngiliz Sanayi Odası Bşkanlığı’ya da iki ülke arasında ticari köprü görevi üstlenmiş durumda.

Remzi Gür, kendi deyimiyle Londra’da “sıfır sermaye” ve borçla açtığı işini, 45 milyon dolarlık bir deve dönüştürmüş olmaktan dolayı da oldukça gururlu. İngiltere’de başlayan tekstil serüveni, şu anda tüm Avrupa’ya yayılmış durumda. Avrupa’nın 16 ülkesinde faaliyet gösteriyor. Üretiminin yüzde 65’ini yurtdışına yapan Ramsey’i bir dünya markası haline getirmek ise en büyük hedefleri arasında. Yine de Gür, bir dünya markası olmanın kolay olmadığını, bunun bulunulabilirlikle doğru orantılı olduğunu düşünüyor. Bu nedenle de 16 ülkeye yayılan ağını genişletmeyi planlıyor.

Başbakan Tayyip Erdoğan’la olan arkadaşlıklarına da değinen Gür, başbakanla arkadaş olmanın herhangi bir avantajı olmadığını her fırsatta vurguluyor. Hükümetin icraatlarını ise ancak bir iş adamı olarak değerlendirebileceğini söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Yabancı bir göz olarak Türkiye’nin son 5-6 yılda geldiği yeri taktirle karşılıyorum. Bence hükümete teşekkür etmek gerek. Yine de eleştirdiğim noktalar da var. Türkiye’deki reel faizlerin fazla olduğuna inanıyorum. Yüzde 18 fazla bir oran. Ama yüzde 70’lerden buralara geldiğimizi düşünürsek bunu da normal karşılayabiliyorum.”

Remzi Gür’le İngiltere’de başlayan Ramsey markasının kuruluş öyküsünü, şirketin bugün geldiği noktayı, tekstil sektörüyle ve pazarla ilgili genel değerlendirmelerini Londra’daki ofisinde konuştuk:

*70’li yıllarda sıfır sermayeyle kurulduğunuzu her fırsatta dile getiriyorsunuz. Bunu tam olarak nasıl başardınız?
Herkes bir yerden başlamak zorunda. Kimi merdivenin ilk basamağından başlar, kimi ise farklı bir yerden. Başlarken de elinizde ya bir miktar paranız olur ya da olmaz. Ben bu işe girerken ailemden ve bankadan borç aldım. Aldığım borçla da makine ve atölye kiraladım. 15 makineyle işe başladım.

Daha sonra ise bugünkü halimize ulaşmayı başardık. Fakat hızlı bir yükseliş yaşadığımızı söyleyemem. Yavaş yavaş bulunduğumuz konuma geldik. O dönemde fason üretim yapıyorduk.

* Londra’ya gelişiniz nasıl oldu?
Ben Londra’ya öğrenci olarak geldim. Lise mezunuydum, Türkiye’de öğretmen okuluna devam ettim ve bir yıl öğretmenlik yaptım. Babam İngiltere’ye gelmişti. Bana da, “Buraya okumak için gelmek ister misin” diye sordu. Ben de kabul ettim. 1967 yılıydı sanıyorum. Ben hukuk fakültesini de kazanmıştım, ancak hukuk okumak istemedim. Bir yıl Anadolu’da öğretmenlik yaptım. Baktım öğretmenlik zor, üniversiteye gitmem gerekiyor diye düşündüm. Türkiye için o zaman Avrupa’da okumak popüler bir şeydi. Avrupa’ya gitmek bile önemliydi. Zaten babam burada çalışıyordu. Bu nedenle Londra’ya gelmeyi seçtim.

O sıralarda hem okula gitmeye hem part-time bir tekstil atölyesinde çalışmaya başladım. Sonra kendi kendime tekstil işinin çok da zor olmadığını düşündüm. Çalıştığım atölye büyük bir fabrika değildi. Maksimum 20 kişi çalışıyorduk. Bu işi yapabileceğime inandım. Sonra o günkü yapmış olduğum fizibiliteye göre tekstil işine tek başıma girmeye karar verdim.

*Nasıl bir fizibiliteydi bu?
O yaşta ve o günkü durumumla aslında nasıl bir fizibilite yaptığımı düşünmek zor değil. Biraz macera ruhu, biraz heyecan, biraz da hedefleri çok iyi görememe gibi bir durumum vardı. Liseyi yeni bitirmiş, hiç hayat tecrübesi olmayan bir gence genellikle her şey çok kolay gelir. Aslında her şey o kadar basit değildi tabii ki. Ben aslında çok bilmeden işin içine giren insanlardan biriydim. Bir cesaretle ve çok detaylı fizibilite çalışması yapmadan bu işi girdim diyebilirim. Yani zaman içinde işi öğrendik.

*İngiltere’de fason üretim o zaman ne durumdaydı?
Özellikle bu alanda faaliyet gösteren Türk sayısı oldukça fazlaydı. 2 bine yakın fabrika vardı. Türkler ve Kıbrıslılar bu işin neredeyse tamamını yürütüyordu. Bu iş Yahudilerden bize geçti. Maalesef İngiltere’nin pahalı olmaya başlaması zaman içinde konfeksiyon üretiminin bu ülkede yapılmasını engelledi. 1990’ların sonuna doğru bu iş burada tamamen bitti. Bugün 2-3 tane atölye var. Yani bu memlekette artık üretim yok. Oysa, Türkiye, Romanya, Bulgaristan hatta Çin’de bile üretim yapmaya başlayanlar var.

*Belirli bir süre sonra üretiminizi Türkiye’ye kaydırdınız. Bunun nedeni bu yaşadığınız sıkıntılar mıydı?
Ben okula giderken İngiltere’de atölye açtım. 1973’te Türkiye’de evlendim. Daha sonra yeniden İngiltere’ye geldim. Çocuklarım büyüme aşamasına geldiğinde, Türkiye’ye geri dönmeyi düşündük. Bu sırada işlerimiz çok iyiydi, yani bir sıkıntı yoktu. İki fabrikamız vardı, 90 kişi çalışıyordu. Fakat bu işi Türkiye’de yapmak istediğime karar verdim. İngiltere’deki fabrikaların bir tanesini kapattım. Diğer fabrikanın bir bölümünü ise depo olarak bıraktım ve Türkiye’ye bu işi taşıdım.

Türkiye’ye üretimi kaydırmamın iki nedeni vardı. Birincisi fiyatların, işçilik maliyetlerinin bu pazarda artması ve pazarın daralmasıydı. İkincisi ise bu işi kendi ülkemde yapmanın bize sağlayacağı avantajları düşündüm.

Ayrıca, bu kararla kendi bilgi, becerimizi de Türkiye’ye taşıdığımıza inanıyorum. Türkiye’ye ekonomik bir güç katmış olduğumuzu düşünüyorum. Bu arada Avrupa’dan da kopmuş değiliz.

*Ne zaman fason üretimden markalı üretime geçtiniz peki?
Bu belirttiğim dönemde ben kendi markamla kot üretiyordum. Ama fason üretim de devam ediyordu. Hatta işin ağırlıklı kısmını fason üretim oluşturuyordu. Kot üretiminde büyük şirketlerle rekabet edemez hale geldik. Bu nedenle bu ürünü bırakıp, klasik erkek giyime döndüm.

*Şu anda da fason ağırlıklı mı gidiyor işler?
Markaya daha fazla yatırım yapmaya başladık. Kip, Ramsey gibi oturmuş markalarımız var. Bu arada fason ağırlıklı yaptığımız işlerimiz de var. Almanya’ya Emilio Bosco markasını biz üretiyoruz. İsmini vermemiz çok doğru olmayabilir ama dünyada erkek giyimde kimi marka olarak görüyorsunuz hemen hemen hepsine biz mal yapıyoruz.

*Avrupa’nın kaç ülkesinde varsınız?
Şu anda 36 ülkede mağazalarımızla ve markamızla varız. Bizi Avrupa’da çalışsak da çalışmasak da bilmeyen yoktur. Bir yer edindik biz bu pazarda. Üstelik; konumumuz, saygınlığımız açısından oldukça önemli bir yer… Önümüzdeki dönemde de Avrupa’da malımızı satabilecek, franchisee’lerle Avrupa’da olmak istiyoruz.

*Hangi ülkelere ağırlıklı üretim yapıyorsunuz ve hangi ülkelerde varsınız?
Rusya, Almanya, Kazakistan, Çekoslovakya,  Bulgaristan, Bosna, İsviçre, Makedonya, İran, Ürdün, Özbekistan, Romanya, İsrail gibi ülkelerde faaliyetlerimiz var. Bu ülkelerin içinde adetleri çoğaltmak istediğimiz ülkeler var. İngiltere’de şu anda yokuz ama bir iki grupla görüşüyoruz. Burada da var olacağız. Almanya’daki 9 corner’ımızı 25’e çıkarmayı hedefliyoruz. Romanya’da 3 tane daha mağaza açacağız. Türkiye içinde yine birkaç tane daha yeni mağaza açma planımız var. Orta Asya ülkeleri ve Rusya bizim için önemli. Buralarda da yine yeni mağazalar açacağız.

*Avrupa’da şu anda tekstil ürünleri ucuza mal edilebiliyor. Bu sizin gibi fason üretim yapan üreticileri ve pazarı nasıl etkiliyor?
Dünyada iki tane konsept var. Biri ucuz, biri kaliteli. Biz ucuz mal üretmiyoruz. Dünya kalitesinde mal üretiyoruz. Bu nedenle Çin’le rekabet etmiyoruz. Çünkü Çin, şu anda bizim ürettiğimiz gibi bir malı Avrupa’ya henüz getirebilmiş değil.

*Fakat şöyle bir öngörü de var: Çin eninde sonunda kopya ya da kalitesiz olmaktan kurtulup, kaliteli ve markalı ürünler üretmeye başlayacak deniyor. Siz ne diyorsunuz?
Dediğim gibi şu anda kaliteli malı Avrupa’ya henüz getiremediler. Yine de ilerde getirebilirler tabii ki. Ama Çin’in Avrupa pazarıyla ilgili başka dezavantajları da var. Birincisi uzak, ikincisi ise pazarı bilmiyor. Yine de Çin bir marka yaratabilir. Bu, ekiple ve parayla ilgili bir durum. Ama siz de bu arada boş durmayacaksınız. Müşterinizi kaybetmemenin yollarını bulacaksınız. Çin kaliteli üretim yaptığında ya da marka ürettiğinde oradaki fiyatlar da yükselecektir. Çin’deki 1,5 milyar insanı potansiyel olarak da görmek mümkün. Örneğin biz bir dünya markası olduğumuz zaman buraya da malımızı satacağız. Çin nüfusunun yüzde 1’i zengin olsa, bu bizim ülkemizin iki katı demektir. Türkiye’de benim 60’ın üzerinde mağazam var, demek ki orada 120 mağaza açabilirim.

*Kadın giyim gibi başka tekstil alanlarına odaklanma gibi bir hedefiniz var mı?
Biz erkek giyimde markalaşma çalışmalarımızı tamamlamak istiyoruz. Birisini tamamlamadan başka bir alana girmeyi doğru bulmuyorum.

*Şu anda sizin hitap ettiğiniz hedef kitleyi düşündüğümüzde rakipleriniz kimler?
Bizim rakibimiz yok. Biz orta kesime hitap ediyoruz diyebiliriz. Bu hedef kitlede ise çok fazla rakip yok. Orta grup zor bir grup. Hem belirli bir kalitede olacaksınız hem de fiyatınız iyi olacak. Biz üretimimizin yüzde 35’ini Türkiye’ye yapıyoruz.

*Tekstil dışı başka sektörlere de girmeyi düşünüyor musunuz?
Ben iş adamıyım. İmkanlar izin verirse, başka bir yerde iş yapmam gerekiyorsa, mali gücüm de varsa her işe girerim. Grubumuzun iştigal etmeyi planladığı başka alanlar da var zaten.

*Özellikle hangi alanlar bunlar?
Daha yeni yeni bu alanlarda araştırma yapıyoruz. Tam olarak faaliyete başladık diyemem. Halkla paylaştığımız bir bilgi yok. Fakat başka sektörlerle ilgiliyiz. Şu anda spesifik bir konuya karar vermedik. Bütün bunların çalışılması gerekiyor.

*2006 cironuz ne kadardı, 2007’yi nasıl kapattınız? Önümüzdeki dönem hedefleriniz neler?
45 milyon dolar civarında bir ciroyla kapattık. Yıl sonu rakamları henüz net değil. Bizim hedeflerimizi de çok büyütmemiz mümkün değil. Yüzde 5 artar ya da yüzde 5 azalır. Yine de geçtiğimiz yılı büyümeyle kapattık. Bu arada mağazalar açmaya, yatırım yapmaya devam ediyoruz.

*Türkiye’deki üretim kapasiteniz ne kadar?
Türkiye’de ayda 65 bin takım elbise üretiyoruz. Çalışan sayımız ise bin 400 civarında.

*Siyasilere çok yakınsınız. Önümüzdeki dönemde siyasete girmeyi düşünüyor musunuz?
Ben sanayiciyim. Toplumda şöyle bir görüş var; iş hayatında başarılıysanız siyasette de başarılı olursunuz. Ben iş adamının her alanda başarılı olması gerektiğine inanmıyorum. İş adamı kendi işine konsantre olursa başarılı olur. Ben siyasetin bana ihtiyacı olduğunu da 

 “Başbakanla Arkadaş Olduğum İçin Bir Üstünlüğüm Yok”

*Bir iş adamının başbakanla sizin olduğunuz gibi bu kadar yakın arkadaş olmasının avantajları oluyor mu? Sıkıntılarınızı paylaşıyor musunuz?
Başbakana günlük problemleri getiremezsiniz. Başbakan Türkiye’nin ekonomisiyle ilgili sizinle oturup konuşmaz. Bunlar hükümeti ilgilendiren meselelerdir. Başbakan şahıslarla bu tür işleri konuşmaz zaten. Biz de sormayız, soramayız. Sormak doğru da olmaz… Hükümet kendi işini nasıl yapacağını biliyor. Bize herhangi bir konuda bir şey sorarlarsa görüşümüzü söyleriz. Ama “Biz ihracatçılar olarak doların düşük olmasından şikayetçiyiz” diyebiliriz. Bunu zaten Başbakan bir tek arkadaşından duymuyor. Başbakanla da bu konuları arkadaşı olarak çok fazla konuşma lüksümüz yok zaten.

*Siz ne zaman tanışmıştınız?
Biz eskiden beri tanışıyoruz ve arkadaşız. Kendisi başbakan olmadan önce ailelerimiz tanışıyordu. Benim kendisiyle arkadaş olmaktan kaynaklanan herhangi bir üstünlüğüm yok.

* Başbakanı yönetim açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Arkadaşı olarak kendisini değerlendirmem doğru olmaz, ancak bir iş adamı ve yabancı bir göz olarak Türkiye’nin son 5-6 yılda geldiği yeri taktirle karşılıyorum. Teşekkür etmek gerekiyor.

*Bir iş adamı olarak eleştirdiğiniz noktaları yok mu kendisinin peki?
Ben Türkiye’deki reel faizlerin fazla olduğuna inanıyorum. Yüzde 18 fazla bir oran. Ama yüzde 70’lerden buralara geldiğimizi düşünürsek bunu da normal karşılayabiliyorum. Enflasyon neredeyse 3 haneli rakamlardan tek haneye inmiş durumda. Geçmişle mukayese edince o zaman bu durumu da eleştiremiyorum. Daha iyi olabilir mi? Tabii ki olabilir.

 “İngiltere’nin Potansiyeli Azaldı”

İngiltere Konfeksiyonun Merkeziydi
Biz burada ilk işe başladığımız zaman İngiltere, Avrupa’nın tekstilde başarılı ülkelerinden biriydi. Üretimde ön plandaydı. Bütün Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkeleri İngiltere’den konfeksiyon malları satın alıyordu. Burası konfeksiyonun merkezi olduğu için, diğer bölgelerdeki kişiler için de ucuz ve önde gelen bir pazardı.

Vize Uygulaması Sorun
Pound bugünkü gibi kuvvetli değildi. Uluslararası hareketler bugünkü gibi kısıtlı değildi. Mesela vize yoktu. Şu anda ise özellikle Türkiye’ye oldukça eziyetli bir vize uygulaması var. Avrupa’nın 6’ncı büyük ekonomisine sahibiz. Vize sisteminin bize bu kadar zor olması çok da anlamlı değil. Şu anda zaten Avrupa’nın ve dünyanın başka ülkelerinin kişilere uyguladığı ve serbest hareketi engelleyen bir sürü faktör ortaya çıkmış durumda.

Para Bulmak Daha Kolaydı
 Tabi o zamanlar finans da çok önemliydi. 10 bin pound, iyi bir paraydı. Bugün bu paraya bir şey yapabilmeniz mümkün değil. Artık milyon poundlar konuşuluyor. Burada bir ev almaya kalksanız bile 400 bin poundu gözden çıkarmanız gerekiyor. Yani o zamanlar İngiltere çok ucuzdu. O zaman iş yapmak, para bulmak daha kolaydı. Artık daha zor.

Ulaşım Ve İletişim Avantaj
Yine de bazı kolaylıklar da var. Örneğin ulaşım kolaylaştı. O zamanlarda Türkiye’den Avrupa’ya haftada ancak iki-üç sefer yapılıyordu. Bugün sadece THY İngiltere’ye günde 3-4 sefer yapıyor. İletişim gelişti, dünya hakikaten küçüldü. Ama bu küçüğün içinde potansiyel azaldı.

Ramsey İsmini Nereden Buldu?
Burada ilk işe başladığımızda Ramsey isimli bir şirket açtık. İngiliz milli takımının başında Alph Ramsey diye oldukça popüler birisi vardı. Arkadaşlarım da bu ismin uygun olabileceğini düşündüler. Biz de Ramsey ismiyle uzun bir süre çalıştık. Fakat o sırada üretimde markaya dönemediğimiz için, Ramsey ismine yatırım yapmayı düşünmedik.

Daha sonra Türkiye’ye gittiğimizde, benim ve işin olgunlaşması sonucunda bir markaya ihtiyaç duyduk. 1990’lardan sonra da Ramsey markasını Türkiye’de yeniden canlandırdık. İngiltere’de de bu isimle devam ediyorduk ancak Türkiye’de bu isim marka haline geldi. Markayı oluşturduktan sonra, zaten Avrupa’ya üretim yapan bir şirkettik, daha oturmuş bir iş haline geldik. O sırada 300-400 kişi çalışıyordu fabrikalarda. Şu anda bin 500 kişi çalışıyoruz.

 “Henüz Dünya Markası Değiliz”

*Şu anda Ramsey’e tam olarak bir dünya markası oldu demek mümkün mü?

15 Makineyle Dünya Markası Olamazdık
Bu iş arz-taleple ilgili. 1970’lerde markayla ilgili bir talep yoktu açıkçası. Biz de zaten 15-20 makineyle dünya markası olacağız diye yola çıkamazdık. Böyle bir iddiada bulunmanız zordu. Marka yaratmak için bir temelinizin olması gerek. Semaye, ve Ar-Ge ekibi de önemli. Bu temeli biz Türkiye’de attık. Avrupa’da yapmamamızın nedeni ise açıkçası biz İngiltere’de ne kadar kalacağımızı bilmiyorduk.

Rekabetteki Konumunuz Önemli
 Bir de bugün rekabetteki konum da oldukça önemli. Ürettiğiniz sanayi malı ne fiyata mal olabilir diye düşünmeniz şart. Sizden daha kaliteli ve daha ucuza mal üreten varsa rekabet etmeniz mümkün değil. Bu iş bu kadar basit. Bu durumda da aslında bulunduğunuz lokasyon büyük önem kazanıyor. Bu lokasyonun pazara uzaklığı, kalitesi, ileriye dönük gelişimi gibi konuları bir proje olarak düşünmeniz gerekir. Aksi taktirde dünyanın en ucuz ülkesine bile gitseniz, eğer know-how’ınız yoksa ya da üretim yaptığınız pazarlara ulaşamıyorsanız o zaman bir şey ifade etmez.

Dünya Markası Olmak Kolay Değil
 Sonuçta şu anda sizin de söylediğiniz gibi dünya markası olduk dememiz mümkün değil. Dünya markası olmak kolay değil zaten. Dünya markası olmak için dünyanın her yerinde müşterilerin sizi markanızla istemesi ve araması gerekir. Dünya markası olmak bulunabilmekle de yakından alakalı. Biz şu anda dünya markası olmak için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Böyle bir hedefimiz var. Kendi markamızla dünyanın 16 ülkesinde varız. Bu ülkelerde 38 mağazamız ve 9 corner’ımız var. Bu sayıları çoğaltmak ve ağımızı genişleterek dünya markası olma yolunda ilerlemek istiyoruz. Türkiye içinde de 66 mağazamız var. Bunun dışında bizim Türkiye’de 120 tane bayimiz var. Türkiye’de ağımızın bir problemi yok. Avrupa’daki ağı da oluşturmaya çalışıyoruz.

Şeyma Öncel Bayıksel
[email protected]

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz