2010 Halka arz yılı olacak mı?

Halka arzın şirketlere ve piyasaya getirdiği katkılar ve halka arzın önündeki maddi-manevi engeller masaya yatırıldı.

1.04.2010 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
2010 Halka arz yılı olacak mı?

M. Rauf Ateş İş Yatırım’la birlikte 3 ayda bir organize ettiğimiz Geniş Açı toplantımıza hoş geldiniz. Bu akşam konumuz halka arzlar olacak. Öncelikle tüm konuklarımıza hoş geldiniz diyorum ve hemen SPK Başkanı Prof. Dr. Vedat Akgiray Bey’le başlamak istiyorum.
Vedat Bey, gündemde yeni bir tebliğ taslağı var. Onun sektöre neler getireceğini anlatır mısınız? Ne gibi tepkiler aldı?
Prof. Dr. Vedat Akgiray Bürokrasiyi sadeleştiren, daha küçük ölçekli şirketlerin halka açılmasını daha fizible yapan, halka açılma oranlarında, açılış değerlemesinde, fiyatlamasında ve İMKB’de şirketin ilk pazara girişinde ticari yapıda esneklik getiren bir tebliğ. Geçmişteki arzlarda yaşanan veya söylenen birtakım pürüzleri, sıkıntıları giderme amacı taşıyor. Olması gereken düzeltmeler, yani önerilen düzeltmelere pek bir itiraz gelmedi. Gelmesi de beklenmiyor zaten. Piyasadan birkaç müdahale daha isteniyor. Onu da tekrar toparlayıp tebliği yayınlarız.
M. Rauf Ateş Halka arz yapacak şirketlerin hayatını etkileyecek çok önemli yenilikler içeriyor mu? Birkaç tanesinden bahsedebilir misiniz?
Prof. Dr. Vedat Akgiray Halka açıklık oranında minimum seviye daha aşağı çekilecek. Yüzde 5’e kadar çekeceğimizi düşünüyorum. Yüzde 5’ten aşağı bir halka açılma da zaten anlamsız olur. Belki minimum sınır yüzde 10 olur ama yüzde 20-30’ları konuşmuyoruz. Bunu büyük şirketlerden ziyade küçük şirketler ve yeni girişimler için düşünüyoruz. KOBİ’ler de borsaya girebilsin istiyoruz. Çünkü örneğin ufak bir aile şirketi, az finansmanla işe başlamak isteyecektir, daha işin başında şirketin önemli kısmını dağıtmak istemez. İşin tadını aldıktan sonra açıklık oranını artırır. Aslında şu an halka açık şirketlerin halka açıklık oranını nasıl artırabiliriz konusuna da kafa yoruyoruz. Bu daha zor bir konu.
M. Rauf Ateş O konuda teşvik ya da başka çalışmanız var mı?
Hamdi Akın Başkanım, ben hemen bir şey sormak istiyorum. Ne düşündünüz de halka açıklıkta minimum sınırı yüzde 5-10’lara düşürme ihtiyacı hissettiniz?
Prof. Dr. Vedat Akgiray Böyle bir talep geldi. Yüzde 25 yüksek bulunuyordu. Gayrimenkul Yatırım Ortaklıkları’nda (GYO) sınır yüzde 49’du onu da yüzde 25’e çektik.
Hamdi Akın Böyle bir durumda halka açılan şirketin motivasyonu da kaybolabilir. İşin bir de bu tarafı var. Mesela yüzde 5-10’la açılır, başlangıçta ürkek davranır, ama 5-10 olunca ufak açıldı diye yatırımcıdan çok talep gelmeyebilir. Çünkü yüzde 5-10 hissenin spekülatörün elinde kalma ihtimali büyük. Dolayısıyla o halkı arzı yapan şirketin de morali bozulur. Yani minimum halka açılma oranını düşürme işinin menfi yanları müspet yanlarından biraz yüksekmiş gibi geliyor.
Diğer yandan biraz önce söylediğiniz gibi halka açık şirketlerin halka açıklık oranını da nasıl artırırız konusu var. Demek ki doğrusu aslında derinliğin artırılması, asıl önemli olan bu oranı artırmak. O zaman halka arzları artırmak istiyorsak, KOBİ’lerin de halka arz olmalarını istiyorsak, halka arz için gereken minimum giriş oranını düşürmek yerine birtakım vergi indirimleri ya da benzeri uygulamalar yapmak mümkün olmalı.
Prof. Dr. Vedat Akgiray Doğru söylüyorsunuz ama Türkiye’de şöyle bir alışkanlık olmuş. Piyasada, Sermaye Piyasası Kurulu’nun belirlediği minimum ya da maksimum sınır doğruymuş gibi bir algı var. SPK bunun fiyatını belirlesin, SPK alt sınırı koysun… Tabii ki yüzde kaçının halka açılacağının kararını verecek olan şirket, şirketin ihtiyacı, mülkiyet yapısıdır.~
Sonuçta piyasanın böyle bir talebi oldu. Biz minimum oran yüzde X dersek bile bu oranı şirketin kendisi belirleyecektir. Ben kendi şirketimi halka açacak olsam yüzde 5’le açılmam, değmez diye düşünebilirim ama bu durum şu ihtiyacı gideriyor. Biraz boylu bir firma diyelim. Az bir ihtiyacı var. Şirketinin yüzde 5-10’unu halka açarak o yılki ihtiyacını giderecek. Biz minimum sınırı yüzde 25-30 yaparsak o kapı ona kapanıyor. O imkan doğsun diye minimum sınırı bu kadar aşağıda tutuyoruz. Diyelim ki piyasa değeri 1 milyar dolar olan bir şirketin 50 milyon dolara ihtiyacı var. Zaten değerinin yüzde 5’i 50 milyon dolar yapıyor. Şimdi bu şirket halka arz yapamasın mı?
Aziz Torun Büyük ölçekliler yani toplam değeri belli bir rakamın üzerinde olanlarla altında olanlara farklı oranlar uygulanabilir.
Prof. Dr. Vedat Akgiray Olabilir, ona şirket karar versin.
Hamdi Akın Hakikaten spekülatörlerin elinde kalırsa zor. Çünkü KOBİ’ler ya da Anadolu şirketleri borsaya kumar gözüyle bakıyor. Bu algıyı hala yıkamadık. Şirket hissesinin satışı, blok satış bile “aman bu şirket batıyor” algıları yaratıyor. Dolayısıyla orada bir de yüzde 10’luk hisse spekülatörün eline geçerse o zaman şirketin daha çok canı sıkılacaktır diye korkarım.
İlhami Koç Tebliğ taslağının bizim açımızdan önemi şu: Genel olarak bakıldığı zaman önceki yıllarda pek çok kural vardı. Esasen o kurallar kaldırılıyor, daha serbest bir düzene geçiliyor. Bu serbest düzene geçişin bizim açımızdan önemi şu: SPK’daki sürecin bundan sonra daha hızlı yürümesi bekleniyor. Bu şunun için önemli. Halka arz için başvuruyorsunuz. Şirketin kafasında bir planlama var. Ona göre gidiyor, başvuruyor. Normal şartlarda başvurunun sonuçlanma süresi bile 4 ay. Ama şimdi piyasalar o kadar hızla değişiyor ki… Sizin başvurduğunuz zamanla 4 ay sonraki piyasa koşulları tamamen farklı olabiliyor.
M. Rauf Ateş Yani başvuruyla onay arasında 4 ay mı var?
İlhami Koç Minimum 4 ay. Başka sorunlar olduğu zaman daha da uzuyor. Şimdi bunun çok daha hızlı olması bekleniyor.
M. Rauf Ateş Kaç aya inebilir?
İlhami Koç Tebliğ daha çok yeni. Ama çok daha hızlanacak.
M. Rauf Ateş Peki Başkan, halka arz kolaylaşacak mı? Çok da kolaylaştırmamak gerekiyor ama…
Prof. Dr. Vedat Akgiray Hayır aslında kolaylaşsın. Önemli olan yanlışlığın fiyatlaması mümkün olmasın. Yoksa halka arz kolay olsun, daha kolay olsun. Aslında bu yerleşik ve itiraf edilmeyen bir zihniyet. Kuralları, sınırları, parametre sınırlarını devlet çizsin ki yanlış bir şey olmasın isteniyor. Ama yanlış bir sürü şey oluyor. Çünkü sınır çizmek yanlışları engellemiyor. Dolayısıyla piyasanın kendini disipline etme mekanizmasını bir şekilde harekete geçirmek gerekiyor. Sadece maliyetlere, fiyatlara, süreçlere ilişkin sınırlamalarla sonuç alınmıyor. 25 yıllık tecrübemiz bize bunu gösteriyor. Dolayısıyla derinliği olmayan bir kağıtla manipülatörler kolayca oynayabiliyorsa kabahat kağıtta değil ona oynamaya izin veren fiyat mekanizmasındadır. Asıl bunu çözmek gerekiyor. Öbür türlü biz oranları, fiyatları sınırlayarak çözmeye çalışırsak serbest piyasaya müdahale etmiş oluyoruz. Sonuç da vermiyor. Bize de böyle bir yaklaşım değişikliğini uygulamak düşüyor.
M. Rauf Ateş Çok teşekkürler. İMKB Başkanı Hüseyin Erkan ile devam edelim. Tebliğ ile ilgili sizin düşünceleriniz neler?~
Hüseyin Erkan Çok liberal bir yaklaşım bu. Ve gelişmiş ülkelerin birçoğunda da buna benzer liberal uygulamalar var. Bizim ülkemizde olmayan, gelişmiş ülkelerde olan bir şey var, o da şu: Türkiye’de, hisse senetleri SPK’dan halka arz için izin almış ama bizim kotasyon için uygun görmediğimiz bir şirket olabilir. Geçmişte de oldu. Halka arz için izin alıyor ama biz borsaya kote olmasını uygun görmüyoruz. Ondan sonra SPK’yla bir öngörüş mekanizması oluşturduk ki böyle bir durum yaşamayalım. ABD’ye bakalım. New York Borsası büyük şirketlere bakar. New York Borsası’na gelemeyen daha küçük şirketler ise geleneksel olarak NASDAQ’a ya da mahalli borsalara gider. ABD’de bu tip over-the-counter (tezgah üstü-OTC) piyasalar da gelişmiş durumda.
Olayı bu tarafa çevirdiğimiz zaman bu liberal yaklaşımın izdüşümü, bizdeki uygulama tarafında eksik. O açıdan sizler de diyorsunuz ki giriş oranını çok aza indirirsek piyasa manipülatörlerin eline geçer. Şirketler de acaba bunu yanlış algılar da hem fiyat oluşmazlığı açısından hem şirketin işlerine müdahale açısından “aman gelmesinler ben yüzde 5’le açılayım, ne kadar az para alırsam o bana yeter” düşüncesi mi ortaya çıkar gibi bazı çekinceler ortaya atılıyor. Bu bir süreç aslında. SPK bunu çok erken düşünerek güzel bir adım atıyor. Liberalleşmeye doğru bir adım atıyoruz. Bunun uygulama tarafında bizlerin de oturup sonuçları iyi değerlendirmemiz gerekiyor. Yani mesela pazar segmentasyonu konusu var. O konuda bazı adımlar attık. “Gelişen işletmeler piyasası” dedik. Bunu hisse senetlerinin alt pazarı gibi açmayalım dedik. Apayrı bir prosedüre tabi olsun dedik. Halka arzından tutun, işlem görme esasına, hatta şirketlere sağlanan bazı avantajlara kadar tamamen farklı bir piyasa olsun istedik. Hatta bu eğer KOBİ’yse halka açılmada elde etmiş olduğu fonları sadece kendisinde kullanabilsin. Yani ortak satış yönünde değil sermaye artışı yönünde gelsin gibi bir kural da koyduk. Bu da bizim uygulama tarafında SPK’nın getirmiş olduğu liberalleşmeye uyumlu bir hareket.
Onun ötesinde mevcut piyasalarımızda da bazı değişikliklere gitmeye çalışıyoruz ki bu liberal yaklaşımın izdüşümünde tek borsa olmamızın getirmiş olduğu sıkıntıyı, bu şekilde farklılaştırılmış pazar segmentasyonuyla çözelim istiyoruz.
Gerek işlem sistemi tarafında yani Türkiye’de bugüne kadar uygulanmayan piyasa yapıcılığı, tek fiyat uygulaması… Mesela piyasa yapıcı bulamadınız diyelim, çok düşük bir kitlesi var. Bu şirket birkaç kişinin elinde mi kalsın veya onların rahatlıkla hareket edebildiği bir kağıt mı olsun? Bizim gözetim faaliyetimizin neredeyse yüzde 85’i işte maalesef böyle sığ kağıtlar üzerinde yoğunlaşmış durumda. Buna başka çareler bulabilir miyiz dediğimizde ortaya piyasa yapıcılığı çıkıyor. Tek fiyat müzayede sistemi ortaya çıkıyor. Piyasa yapıcı bulamazsak hiç olmazsa günde birkaç kere yapılan bir tek fiyat müzayedesiyle belli bir likidite de sağlanmış olsun, manipülasyona açık bir ortam içinde işlem görmesin gibi uygulamaları geliştiriyoruz. Önümüzdeki dönemde bunların hepsi tek tek gündeme gelecek.
M. Rauf Ateş Teşekkürler, Hamdi Bey’le devam edelim. Siz yeni bir tahvil halka arzı yaptınız. Orada yaşadığınız deneyimleri ve zorlukları bizimle paylaşır mısınız?
Hamdi Akın Başkanlar da buradayken hem SPK’ya hem İMKB’ye teşekkürlerimi iletmiş olayım. Hiçbir zorluk yaşamadık. Bürok-ratik işlemlerin hızlandırılması konusunda da çok anlayışlarını ve yardımlarını gördük. İş Yatırım da bu konuyu iyi bilen bir şirket. Onlar da çok seri bir şekilde iş yaptı.~

Uzun zamandır reel sektörde ilk defa yapılan bir tahvil ihracı olması nedeniyle önemi büyük. Tabii bütün buralara gelmesinin sebebi faizlerin düşmüş olması, vadelerin uzuyor olması. Bütün mesele bundan sonrası… Biz mesela hazine faizinin üzerine 2,5 puan verdik. Bunun şimdi 2’lerde, 1,5’larda oluşması, vadelerin 2 yıl yerine 5 yılları, 7 yıllara gitmesi lazım.
Aslında biz yatırımcılar açısından Türkiye’nin en büyük sorunlarından bir tanesi dövizle yatırım yapma zorunluluğuydu. Şimdi eğer TL, böyle 5-7 yıl gibi orta uzun vadelere giderse yatırımlar önemli ölçüde TL ile de yapılabilir diye düşünüyoruz. Ve böylelikle döviz kredisine olan talep de o ölçüde azalır. Bu Türkiye için çok önemli. Bizler döviz kredisi bulmakta pek fazla zorlanmıyoruz ama KOBİ’lerin orta veya uzun vadede TL borçlanarak yatırım yapma ihtiyacı çok fazla. KOBİ’lerin kendi işlerini büyütmeleri, ek yatırımlara gitmeleri ihracatları olmadığı için, dış parayla iş yapmadıkları için TL ile borçlanmalarını gerektiriyor. O nedenle bu şekilde bir tahvil çıkartarak bu işleri yapabileceklerini düşünüyorum. Bugün de gelmeden evvel başkanın TOKİ’yle ilgili bir beyanatını okudum. Çok doğru. Biz bunu geçen portföy yöneticileriyle tartışmıştık. Şu anda 5-7 yıla eğer sonunda garanti olursa –ki TOKİ’nin alacaklarına karşılık demişsiniz, bu bir garanti demektir- o zaman TOKİ rahatlıkla 5-7 yıl tahvil çıkararak borçlanabilir. Bu da hem TOKİ hem diğer yatırımcılar için çok büyük bir fırsat. Diğer inşaat yatırımcılarının da ellerinde bir sürü senet toplanır. Toplanan senetleri bir banka aracılığıyla çok rahatlıkla bir garanti gibi gösterebilirler ve ona göre tahvil çıkarabilirler. Bu sayede piyasa çok ciddi ve beklenmedik şekilde derinleşebilir. Çok güzel bir ortam yakalandı, çok güzel bir fırsat var.
M. Rauf Ateş Biz birkaç sefer Geniş Açı toplantısında özel sektör tahvil konusunu konuşmuştuk. Aradan epey bir zaman geçti. Siz çıkardınız. Birçok şirket çıkarmıyor. Onlar niye kendi kendilerini ikna edemedi de siz çıkardınız?
Hamdi Akın 1994’ten bu yana özel sektörde en yüksek talepli tahvil arzını biz gerçekleştirdik. Aslında Eurobond yapacaktık. İlhami Bey ile konuştuk, “TL düşünmez misiniz” dedi. Biz de “olur” dedik.
İlhami Koç Tahvil tarafında 90’lardan sonra vergiden dolayı problemler vardı. Vergi sorunu ortadan kalktı, faizler de düşünce piyasaya önce finans şirketleri girdi. Onlar piyasa oluşturdu, reel sektör de bunun içine girecek. Çünkü finans sektörü regüle edilen, devlet tarafından kontrol edilen bir sektör. 1-2 istisna dışında çok da talep olmadı çünkü çoğu bankacılık sistemi içinde ve kendi bankaları üzerine rahatça finansman buluyorlar.
M. Rauf Ateş Talep olmamasının arkasındaki belirleyici birkaç etken nedir?
İlhami Koç Bir müşteri tarafından talebe bakacak olursak, dediğim gibi finans sektöründe ağırlıklı olarak zaten kendileri bankacılık sisteminden finansman buluyor. Diyelim ki bir leasing şirketi bankanın aldığı sendikasyon kredisinden bir pay alıyor. Böylece kendi kendilerini finanse ediyor. Faktoring şirketlerine bakarsak keza onlar da öyle.
Talep tarafındaki asıl sorun şuydu: Bir nesil böyle bir ürünü görmedi. Portföy yöneten genç kuşaklar bu ürünü tanımıyor. Onlara anlatmak gerekiyor. Daha önce bir arz yapmıştık. Portföy yönetim şirketlerinde kredi analizi yapacak kişi yok. Biz birtakım analizler yaptık, önlerine koyduk ama onlar da değerlendirme yapmak istedi. Oturduk ama yapamadılar. ~
Bu Akfen’de böyle olmadı. Hem Hamdi Bey’in ekibi, hem Hamdi Bey’in kendisi bizzat işin içine girdi. Portföy yönetim şirketlerinin her biriyle tek tek görüşüldü. Her biriyle bu paranın alındığı zaman ne yapılacağı, geri dönüşünün nasıl olacağı paylaşıldı. Bir ikna süreci yaşandı. İlk defa yatırımcıları bu şekilde ikna ettik. Ama bir defa aldıktan sonra artık yavaş yavaş bu ürünlere olan talebin artmasını bekliyoruz. Esasen talep tarafı da yeni yeni oluşuyor.
M. Rauf Ateş Aziz Bey siz hiç düşündünüz mü tahvili?
Aziz Torun Bizim muhafazakar bir yapımız var. Ama bunun geçmişine baktığınız zaman 20 yıldır Türkiye’de enflasyonun çok yüksek olduğu, TL faizlerinin çok yüksek olduğu bir yapıdan geliyoruz. Onun için bunları düşünmeye kimsenin pek vakti olmadı. Şu anda Hamdi Bey’in projesinin zamanlaması çok iyi. Çünkü TL faizlerinin en dibe vurduğu bir dönemdeyiz ve böyle bir dönemde kur riskini almak yerine böyle bir imkanı kullanmak çok ticari bir yaklaşım. Ama her ne kadar şu anda bankaların kredi imkanları yeteri kadar varsa da burada önümüzdeki dönemde belki uzun vadeli imkanların sağlanması, mesela inşaat sektöründe elde bulunan senetlerin, banka kredisiyle değil de şirketlerin kendi imkanlarıyla kredilendirilmesi mümkün olabilir. Böylece şirketler kendi kredilerini verebilir. Biz mesela Torun Yapı Kredisi olarak 3 yıla kadar kredi veriyoruz. 3 yıl kendimiz vaat ediyoruz. Bunun 5-7 yıl gibi kredilendirilip, bunları teminat göstererek böyle bir taahhüt çıkarılması düşünülebilecek imkanlar. Bugüne kadar olmamasının nedeni devlet faizinin yüksek olmasıydı. Bir anlamda iş adamının da kur riskini alarak daha ucuz kredi kullanmayı tercih etmesinden kaynaklanıyor.
M. Rauf Ateş Gündeminizde GYO halka arzınız var. Orada planınız nedir? Ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Aziz Torun GYO olarak halka açılma projemizde daha muhafazakar insanların güvenli yatırım aracı olarak özellikle gayrimenkulü tercih edeceklerini düşünüyorum. Her ne kadar ABD’deki mortgage krizinin temelinde gayrimenkul varsa da oradaki değerler çok şişirilmişti, Türkiye’deki şartlar ise farklı. Türkiye’nin çok daha reel bir yapısı var. GYO’ların avantajını, kurumlar vergisi muafiyetini de dikkate aldığımızda kâr dağıtan GYO’ların biraz da bu özellikleriyle öne çıkması gerekir diye düşünüyorum. Onun için de portföylerinde kira geliri olan şirketlerin bunun belli bir oranını halka dağıtmasıyla bu yapının örneklerinin çoğalacağını ve küçük tasarruf sahiplerinin yatırım için bu hisseleri tercih edece��ini düşünüyorum. Bizim de amacımız bu. Oldukça büyük bir portföye sahip olan Torunlar GYO’nun bu portföyünü halka açarak hem bir anlamda bunun bir kısmını nakde çevirmek, yeni yatırımlar yapmak hem de belki bunun başarılı bir örneğini oluşturmak istiyoruz.
M. Rauf Ateş Portföyünüzde neler var?
Aziz Torun Ankamall’un yüzde 20’si bizim. Torunlar GYO’nun sahip olduğu yatırımlar arasında Bursa Zafer Plaza, Korupark, Antalya Deepo Outlet AVM, İstanbul’da eylülde açacağımız Haramidere projesi, Mall of İstanbul projesi var. Oldukça geniş bir portföye sahibiz. Ve çoğu da fiilen yaşayan, gelir getiren AVM’lerden oluşuyor.
M. Rauf Ateş Aziz Bey size yeniden döneceğiz. Şimdi Reha Bey’le devam edelim. Siz halka açık bir şirketin temsilcisi olarak buradasınız. Tekfen Holding olarak halka arz sürecinde neler yaşadınız?
Reha Yolalan Tekfen Holding, kurucu ortaklarımızın halihazırda var olan kurumsal değerlerimizi daha ileriye taşımak üzere, diğer bir deyişle kurumsal sürdürülebilirlik ve yeni yatırımlara kaynak yaratmak amacıyla halka açıldı.~

Halka arz, eşanlı birçok faaliyetin yürütüldüğü bir süreç. Bir anlamda, bugünkü toplantının adıyla bir benzerlik kurmak gerekirse; şirkete daha “geniş bir açıdan” bakmak demek. Hem de 360 dereceden. Halka arz sürecinin ana başlıklarını özetlersek; şirket yapısının operasyonel ve organizasyonel açıdan halka arza uygun hale getirilmesi; halka arza hazırlık ve şirketin piyasa değerinin en doğru şekilde belirlenmesi amacıyla kurumsal finansman teknikleriyle tartıya çıkması ve halka arz.
Holdingimizin 2000’li yıllarda alınan kararla önceden yeniden yapılandırma işleminin gerçekleştirilmiş olması, diğer bir deyişle halka arz yolunda önemli bir ev ödevi sayılabilecek olan hem organizasyonel hem operasyonel yapılanma sürecinin tamamlanmış olması ve iç içe karmaşık şirket hissedarlık yapıları yerine holdingin doğrudan grup şirketleri üzerindeki sadeleştirilmiş mülkiyet yapısı çok önemli bir avantajdı. Bu durumda doğrudan hazırlık ve hisse senetlerinin satışı safhalarına geçebildik.
Halka arza hazırlık aşamasında, öncelikle yatırım bankasının belirlenmesi gerekliydi. Biz de ilk iş olarak süreci yönetecek lider kuruluş olarak İş Yatırım ile mutabakata vardık. Halka arzda Holding’in değeri faaliyet gösterilen alanlardaki iştiraklerinin değerlerinin toplamı yaklaşımı ile hesaplandı ve holding değerlemelerine özgü iskonto oranı belirlendi. Taahhüt ve tarımsal sanayi gruplarının değerlemesi indirgenmiş nakit akımı ve benzer şirketler çarpanı yaklaşımı yöntemleriyle belirlenirken, emlak geliştirme ve diğer yatırım grubumuzun değerlemesinde ise portföyün ekspertiz değeri önemli rol oynadı.
Yatırım bankasının seçiminden sonra, halka arzda hukuk danışmanı olarak görev üstlenecek hukuk firmasını ve bağımsız denetim şirketini seçtik. Hazırlık aşamasında, önemli sözleşmeler ve davalar hem SPK tarafından, hem hukuki due diligence’ı yapan hukuk danışmanımız tarafından incelendi. Şirket tarihçesinde, halka arzı etkileyebilecek önemde veya açıklanmayan önemli bir dava veya sözleşme olmaması da önemli bir avantajdı. Halka arzda, SPK mevzuatı çerçevesinde hazırlanmış ve denetlenmiş konsolide mali tablolarımız Uluslararası Finansal Raporlama Standartları’na (UFRS) göre hazırlandı. Bu raporlarda da halka arzı olumsuz yönde etkileyecek görüş olmaması önemliydi. Denetlenmiş mali tabloların yatırım bankalarının talep ettiği sürede hazır olabilmesi için bağımsız denetim firması ile çok sıkı bir şekilde koordine edilmesi önemliydi. Başarı için, aracı kurum, hukuk şirketi, bağımsız denetçi ve halka arz olacak şirket temsilcilerinin “tam bir takım” mantığıyla hedefe koşması şart. Bu bağlamda, bazen sabahlara kadar birlikte emek verdiğimizi hatırlıyorum. Aradan 3 yıl gibi bir süre geçmesine karşın halen o heyecanı dün gibi hatırlıyorum. Halka arz süreci kurumsal birlikteliği de pekiştiriyor.
Doğal olarak, SPK halka açılacak şirketlerin ana sözleşmelerinin, SPK mevzuatı ile uyumlu hale getirilmesini istiyor. Danışmanlarımızın da yönlendirmeleriyle öncelikle bu yapıldı. Ana sözleşmemizde de kurumsal yönetim ilkeleri doğrultusunda adımlar atıldı. Kurumsal yönetim ilkeleri doğrultusunda, yönetim kurulu üyelerinin 1/3’ünün bağımsız olması kararı alındı. Bu bağlamda, 9 üyemizin 3’ü bağımsız üyedir.
İlkeler doğrultusunda; kurumsal yönetim ve denetim komiteleri kuruldu. Temettü politikası belirlendi ve bu politikanın ana sözleşmede ve halka arz dokümanlarında yer alması gerekliydi. Kâr dağıtımında, yasal gereklilik en az yüzde 20 düzeyinde olmasına karşın yüzde 30 oranı belirlendi. Bu aşamadaki bir diğer önemli karar ise, halka arz oranıydı.~

Bizdeki yüzde 34,5 oranı halka arzın yararına olan inancın da bir göstergesiydi diyebilirim. Çünkü halka arz oranının, yatırımcıların likidite konusunda rahat etmelerini sağlayacak bir büyüklükte olması lazım.
Halka arz oranıyla birlikte, ortak satışı/sermaye artırımı oranının belirlenmesi de önemliydi. Hissedarlarımız ortak satış oranının yüzde 25, sermaye artırım oranını da yüzde 75 belirleyerek halka arzdan gelecek nakdin şirket içinde kalması yönünde olan irade beyanları ile şirketin sürekliliği yönünde önemli bir karar daha aldılar.
Halka arza hazırlık aşamasının en önemli noktası “halka arz hikayesi”. Halka arz hikayesinde, yeni alanlardaki ve/veya mevcut sektörlerdeki büyüme fırsatları vurgulanmalı. Halka arz hikayemiz holding yöneticilerimizin liderliğinde, yatırım bankamız ile birlikte oluşturuldu.
Halka arzın operasyonel olarak en zor kısımlarından biri de danışman şirketlerle birlikte ama esas olarak kurum içinden konulan emekle izahnamenin hazırlanma süreciydi. Kapsam olarak çok ama çok detaylı olan bu dokümanın, üstelik çok sıkı bir takvime uyarak hazırlanabilmesi çalışanlarımızın fedakar çalışmalarıyla başarıyla gerçekleştirilebildi. İzahnamenin hazırlanması ve halka arzın planlanan takvim paralelinde yürütülmesi için taahhüt grubu, tarımsal sanayi grubu, emlak geliştirme ve diğer yatırımlar grubundan katılımcılarla çekirdek bir halka arz ekibi oluşturduk. Ekleriyle birlikte yaklaşık 800 sayfalık izahnamenin hazırlanma süreci oldukça keyifliydi. Şirketlerarası iletişimin artmasına da neden oldu. Bu önemli bir kazanım. Farklı faaliyet alanlarında çalışılması nedeniyle kaynaşmaya imkan verdi. Sıkı zaman cetvellerine sıkı sıkıya uyduk. Sürecin her aşamasında sürekli en üst düzeyde katılım oldu. Yapılanma sürecinde, faaliyetlerinin gerektirdiği idari birimlerin oluşturulması veya güçlendirilmesi de gerekiyordu. Holding dışından SPK mevzuatı, yatırımcı ilişkileri, iç denetim ve raporlama standartları bilgi birikimine sahip az ve öz sayıda yeni insan gücünün katılımları da sağlandı.
Bu yoğun hazırlık safhasının ardından satış safhasına geçildi. Sınava elinden geldiğince iyi çalışan bir öğrencinin sınav notunu beklemesi gibi artık satış aşamasında gelecek teklifleri beklemeye başlamıştık. Başarı göreli bir olgu, ancak hiçbir şekilde tesadüfi bir kavram değil. Bir gecede şampiyon olunmuyor. Tekfen Holding olarak biz gerçekten tahtaya vuralım. Konsolide mali tablolarda dönem kârı oluşmasının yanı sıra, operasyonel kârlılık da hisse senetlerinin satılabilirliği için en önemli faktördü.
Fiyat belirleme gecesi iş teklif alma aşamasına gelince doğrusunu söylemek gerekirse ben de şaşırmıştım. Çünkü küresel krizin ilk sinyallerini verdiği bir konjonktürde (Ekim-Kasım 2007’de) kişisel tahminim arz miktarına 2-3 kat kadar teklif gelir şeklindeydi. 9 kat olarak gelen teklif gerçekten inanılmaz bir yatırımcı teveccühüydü. Arzın yaklaşık yüzde 70’i uluslararası yatırımcılara satıldı ve fiyat aralığının üst sınırında bir satış gerçekleşti. Fiyata destek verme döneminde bir kez bile açılış değerinin altına düşülmemesi de hoş oldu.
Buradan hareketle, başarılı bir halka arz için özetle tüm paydaşların inanç taşıması çok önemli diyebilirim. Çok iyi bir partner ile yola başlamak da gerçekten çok önemli. Takım oyunu oynayınca da zaten maç kazanılıyor...
M. Rauf Ateş Peki Tekfen Holding, halka açık olmanın ne gibi yararlarını gördü? Halka açıldıktan sonra hayatı olumlu-olumsuz yönde nasıl değişti? ~

Bir şirket için halka açılmak fon toplamaktan mı ibarettir? Ondan fazlası var mı?
Reha Yolalan Halka arz sonrası, perdenin kalktığı, yeni sahnenin başladığı yepyeni bir dönem. Geriye dönüp baktığımda ilk aklıma gelenler şöyle: Halka arz, şirket yönetiminde önemli bir paradigma değişimi. Şirket için artık sınırları kalın çizgilerle belirlenmiş yeni bir fanusun içinde yaşama dönemi. Artık hazirun cetvelinde yeni ortaklar var. Genel kurul heyecanı da daha farklı. Hisse getirisi ve performansı yöneticilerin günlük yaşantılarında daha fazla sorumluluk duymalarını gerektiriyor.
Halka açık şirketin ana felsefesi “yaptığını yazmak ve yazdığını yapmak” şeklinde. Ölçüm felsefesi tüm şirket kademelerinde iyi bir şekilde algılanmazsa başarılı bir yönetim sergilenemeyeceği tüm çalışanlarca anlaşılmalı. Sosyal sorumluluğun arttığı, bilanço dışındaki tüm risklerin açıklanmak zorunda kalındığı ve kaidelere uyumun zorunlu hale geldiği yeni bir dünya. Düzenlemeli yaşam başlıyor! Doğrusu, bu iş gönül vermeden yapılacak iş değil. Halka arz kararı alındığı an tüm örgüt kademelerinde seferberlik ilanı şart. Sorumluluğu yüksek ancak yönetimi ve yöneticileri her an gelişmeleri yakından izlemeye zorunlu kılıyor. Halka arzla birlikte ciro, net kâr, yatırım harcamaları, FAVÖK kavramları daha da cazibe kazanıyor. Yatırımcının jargonu tüm örgüt kademelerinde kabul görüyor. Özetle, halka arzla birlikte şirket yöneticilerinin yaşantısına yeni metrikler, yeni kurallar, yeni kurumlar, yeni ortaklar giriveriyor.
Şirket içinde halka arz aşamalarının çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Şirket içinde bir kurumsal birliktelik de oluşuyor. Risk yönetimi algısı farklılaşıyor. Bu arada ister istemez ölçüm metodolojisi gelişiyor. İnsanlar konuşurken bile her şeyi ölçmek zorunda kalıyor. Dilinizi bile kontrollü kullanmanız gerekiyor. Yani benim şu anda yaptığım gibi… Çünkü sonuçta bu regüle edilen bir iş. Kaidelere uymak önemli. Bisiklete binmek gibi bir şey. Bir kere başladığınız zaman çok büyük bir kaza riski yoksa sistem çalışıyor.
Burada izninizle halka arz sürecindeki bir anımı da paylaşmak istiyorum. Bizim halka arz sürecinde haftada bir gün, başkan ve başkan yardımcıları için bilgilendirme toplantılarımız vardı. Bu toplantılarda, şirketlerimizin değerlemelerinde ve özellikle indirgenmiş nakit akımı hesaplamalarında neredeyse her bir parametre yakından sorgulanıyordu. Şirket yöneticilerimizin büyük bir çoğunluğu da formasyonları nedeniyle matematik merakı yüksek mühendis kökenli oldukları için, hep birlikte kurumsal finansman teknik ve hesaplama yöntemlerini sorgular olduk. En üst düzeyde, fiyatın hangi parametreye ne kadar duyarlı olduğuna dair bir algı ve farkındalık oluştu. Neredeyse kurumsal finansman danışmanlarımıza “gölge bir kabine” oluşturmuştuk diyebilirim. Bu sürecin yararını daha sonraki dönemde yatırımcı konferanslarında ve 3 ayda bir yaptığımız sunumlarda fazlasıyla gördük. Çünkü ancak değerlere sahip olabilirseniz anlamlı açıklamalar yapabiliyorsunuz. Bu nedenle, özellikle üst yönetimin şirketin finansal değerlerini ve duyarlılıklarını çok iyi algılaması gerekiyor.
Halka arzın performans yönetimi açısından da şirketlere önemli bir kazanç sağladığını belirtmeliyim. Araştırma raporlarını da iyi takip etmek gerekli.
Bir diğer tespitim de şöyle: Piyasa değeri, çok fazla dışsal koşullara ve ekonomik konjonktüre bağlı bir olgu. Ancak oynak fiyat hareketleri nedeniyle kriz dönemlerinde şirketin içsel değeri, hisse değerine çok doğru yansımayabiliyor. Bu nedenle de aynı şirket çok kısa zaman aralığında farklı hisse fiyatı performansı gösterebiliyor. Fiyatı sürekli takip etmek, ancak oynaklıkları da çok fazla sorun etmemek gerek. Önemli olan şirketin iş yapış şekli. ~

Özetle siz işinizi doğru yapın yeter.
Diğer taraftan, borsaya kote bir şirketin yöneticisi olmak, tahtadaki hareketin sorumluluğunu her an taşımak ve de yaşamak demek. Günlük gazeteye bakış ya da televizyon haberlerine duyarlılık bile değişiyor.
Bir de biz Tekfen Grubu olarak konsolide bazda halka açılım gerçekleştirdiğimiz için bünyedeki yaklaşık 50 şirketin faaliyetlerini de çok yakından izlemek durumundayız. Burada şirket üst yöneticilerinin verdikleri önem sayesinde iç sinerjide ve iletişim tarafında da önemli kazanımlarımız oldu. Sorumluluğun ortaklaşa paylaşılması ister istemez şirket içindeki sosyalleşme düzeyini de artırıyor.
İçsel bilginin gizliliği de çok önemli bir kavram. Bu da yöneticilerin şirketlerini sahiplenmek ve manipülasyonlara izin verici açıklamalarda bulunmamak adına çok fazla dikkatli davranmalarını gerektiriyor. Halka açık şirketlerde, yöneticiler daha fazla düşünüp olayları süzgeçten geçirerek hareket etmek durumunda kalıyor.
Bence halka açık şirketin en önemli özelliği kurumsal yönetim, risk algısı, ölçüm metodolojisini özellikle yöneticilere ve üst yöneticilere öğretiyor olması. Attığınız adımları daha ölçülü atmanız gerekiyor. İlk aklıma gelenler özetle bunlar.
M. Rauf Ateş Deneyimleriniz doğrultusunda bakarsanız, halka açılma sürecini bir bütün olarak düşünürsek zor olan hangi aşama? Ortakların halka açılma kararını vermeleri?
Reha Yolalan Burada en önemli öğe hissedarın inancıdır. Hissedar bu işe kendini adıyorsa bu halka açılma oranınızdan sermaye artırımınıza ve ana sözleşmenizdeki kurumsal yönetim ilkelerine uyumunuza kadar her şeyi beraberinde getiriyor. Yani bu iş yandan olmuyor, candan oluyor. Onun için de ister istemez şirket içinde bir seferberlik yapmak gerekiyor. Yöneticiler buna inanç gösterdiği zaman süreç zaten işliyor.
M. Rauf Ateş Deneyimlerinize dayanarak halka açılmayı düşünen şirket sahipleriyle paylaşmak istediğiniz ana başlıklar var mı?
Reha Yolalan Halka arza hazırlık aşamasında dikkate alınması gereken konular ve sürecin başında verilmesi gereken kararlar hakkında belli noktalara dikkat çekmek isterim.
Öncelikle arza konu iştirak yapısının mümkün olduğunca basit hale getirilmesi, operasyonel olmayan varlıkların değerlemeye katkısı olacak şekilde yapılandırılması gerekli. Varsa iştirak yapısı dışına çıkarılacak veya tasfiye edilecek aktif olmayan şirketler için çalışmaların başlatılması önemli.
Mevcut sektörlerdeki büyüme fırsatlarının ve bu fırsatların yakalanabilmesi için yapılan ve yapılacakların belirlenerek, bu fırsatların etkilerinin de yer aldığı iş planları ve projeksiyonların hazırlanması lazım.
Yine temettü politikasının oluşturulması, ana sözleşmenin kurumsal yönetim ilkeleri, SPK mevzuatıyla uyumlandırılması ve bünyedeki gerekli organizasyonel birimlerin halka açık şirket değerlerine göre yapılandırılması gerekli.
Diğer önemli konular ise şöyle:

  •  Faaliyet gösterilen iş kollarındaki şirketlerde operasyonlara ve mali tablolara hakim kişilerden oluşan halka arz ekibinin oluşturulması,
  •  Halka arz aşamasında danışman olarak görev yapacak yerli ve yabancı yatırım bankalarının ve hukuk danışmanlarının seçilmesi,~
  • Halka arz yapısının belirlenmesi,
  • Denetim raporlarının zamanında hazırlanması,
  • Faaliyet alanlarındaki şirketlerin performansları açısından halka açılma için en uygun mali dönemin belirlenmesi.

M. Rauf Ateş Teşekkürler. Tekrar Hüseyin Bey’e dönelim. Halka arz seferberliği başlattınız. Anadolu’dan ve büyük kentlerden ilgi var mı?
Hüseyin Erkan Seferberlik kararı almadan önce geçmiş dönemleri şöyle bir değerlendirdik. 90’lı yıllarda yılda ortalama 25 şirket halka açılmış. 2000’li yıllarda ise bu sayı yılda ortalama 5 şirkete düşmüş. Bunu irdeledik. Çeşitli sebepleri olabilir ama halka açılmanın önündeki engellerin birçoğu 90’lı yıllarda da vardı, şimdi de var. Fakat tabii 2001’den bu yana Türkiye’de pek çok şey değişti. Yani enflasyonun ve kredi maliyetlerinin hızlı bir şekilde düşmesi, Türk şirketlerinin yurtdışındaki fonlara ve likiditeye çok rahat ulaşabilmesi ve halka açılmadan ziyade daha ucuz maliyetlerle, daha uzun vadeli kredi bulabilmeleri, hatta üstüne üstlük TL’nin değer kazanmasıyla birlikte bir de bu işten para kazanmaları söz konusu oldu.
Bunlar Türkiye’ye özel farklılıklar ama bunlar bile halka açılan şirket sayısının bu kadar düşük olmasını açıklamıyor. Dolayısıyla biz biraz daha dolaşıp nedenleri sorgulayalım dedik. Ülke çapında yaptığımız toplantılarda gördük ki halka arz ile ilgili bir bilgisizlik var. Şirketler yeterli bilgiye sahip değil. Sermaye piyasası nedir, ne verir, ne getirir, ne götürür? Bazı şeyler öcü olarak algılanmış. “Aman biz açılırsak şeffaf olacağız, bizim rakibimiz şeffaf değilse ben onunla nasıl rekabet edeceğim” gibi kafalarda bazı sorular var. Öyle bir dönemden geçmişiz ki  kurumlar vergisi artık dolaylı vergilerle beraber  yüzde 52-55'lere kadar düştü.Dolayısıyla vergiden kaçmak ya da vergi dışı ekonomi  içinde faaliyet göstermeyi tercih etmek artık çok avantajlı değil. Üstüne üstlük Maliye Bakanlığı da denetimlerini bayağı artırdı ve elektronik ortamda bazı şeyleri çok daha kolay yakalıyor. Dolayısıyla şirketler bunu artık çok da gerekçe olarak gösteremez.
Bir de şirketlere söylediğim bir şey var. Bunun üzerinde özellikle çok duruyorum. “Bakın şirketlerinizi başarılı bir şekilde büyüttünüz. Daha da büyütebilmek için yeni atılımlara, yeni sermayeye ihtiyacınız var. Bu şirketler bizim milli servetimiz” diyorum. Hakikaten bu şirketler milli servetimiz. Bu şirketlerin bu aşamalara gelmeleri hakikaten çok kolay olmuyor. Ve birçok kişiye istihdam sağlıyorlar. Devlete vergi veriyor, ekonominin kalkınmasına, ülkenin kalkınmasına fayda sağlıyorlar. Biraz da böyle düşünmek gerekir. Dolayısıyla halka açılmayı bu açıdan bir sosyal sorumluluk olarak da değerlendirmek gerekir. “Bunu bir sosyal sorumluluk olarak görün ve bunun bir kısmını paylaşın” diyoruz. İnanın bunu Gaziantep’te bir işadamına anlattım. Dedi ki “Benim paraya ihtiyacım yok. Sosyal sorumluluk diyorsun, ben hayırsever bir insanım. 300 tane daire yaptırdım, işçilerime dağıttım, onlar oturuyor. Daha ne olacak Başkanım” dedi.
Halka arzdır, sermaye piyasasının eğitimidir, artık bu gibi konuları tek başımıza beceremeyiz. Olay bizleri aşıyor. Bu ulusal bir konu. DolayısıylaTOBB’la da görüştük. Dedik ki bakın sizin bütün illerde odalarınız var ve bütün şirketler sizin üyeniz. Sizlerin sermaye piyasası hakkında biraz daha bilgilenmenizi sağlayalım. Bize 2’şer adam tahsis edin. Biz bunları eğitelim. Dolayısıyla illerde bizim ajanımız siz olun. Sermaye piyasası hakkında bir bilgi istendiğinde siz bilgilendirin ya da bize yönlendirin. Bu diyalogu sağlayalım ve zaman zaman şehirlerinizde toplantılar yapalım dedik. ~

Bu toplantıları duyurun, organize edin, bize yardımcı olun ve biz gelelim anlatalım dedik ve protokolü böyle imzaladık.
SPK, TOBB, İMKB ve Aracı Kuruluşlar Birliği olarak dörtlü bir protokol imzaladık. Onun çalışmaları başladı. TOBB’dan bugüne kadar 33 tane odayı bir araya getirdik. Özellikle 33’ü seçmemizin nedeni ilk 1000 şirket içinde halka arz olmuş ve işlem gören şirketlerin dışında kalan 870 küsur şirketin üye olduğu odalar bunlar. Onların başkanlarını çağırdık, sonra onların elemanlarını eğittik. Şimdi bir diyalog başladı. Karşılıklı olarak devamlı görüşmeler yapıyoruz. Şehirler geziyoruz. Geçen hafta Konya’daydık. Ben şahsen 30-35 şirketi gezdim. Yani sadece kişilerle konuşmuyoruz. Özellikle şirketlerin merkezlerine gidip fabrikalarını geziyoruz, ortaklarıyla görüşüyoruz, konuyu anlatıyoruz. Ve bunun çok büyük faydası oluyor. Gerçek anlamda bir seferberlik olabilmesi için bütün ilgili kurumları bu sürece katmak gerekiyor. Bunu sağlamaya çalışıyoruz. Dolayısıyla güzel bir birliktelik oluşmaya başladı. En büyük toplantıyı yakında İstanbul’da yapacağız. Buradaki amacımız sadece biz anlatalım, şirketler dinlesin değil. Şirketler gelsin, yatırımcılarla konuşsun istiyoruz. Örneğin private equity şirketlerini çağırıyoruz, girişim sermayesi şirketlerini çağırıyoruz, yerli yabancı kurumsal yatırımcıları çağırıyoruz, şirketleri çağırıyoruz, denetim ve hukuk şirketlerini çağırıyoruz. Yani halka arz sürecindeki tüm kurumları bu toplantıya çağırıyoruz. Aynı zamanda fuar gibi olacak, standlar kurulacak. Şirketler, insanlar nerede nasıl bilgi almak istiyorsa bu imkanları bulacak. Çeşitli konularda çalıştaylar düzenliyoruz. Dolayısıyla hakikaten bu seferberliğin büyüklüğünde, güzel bir toplantı yapmayı planlıyoruz. Bunu önümüzdeki dönemde zaman zaman çeşitli bölgelerde ve illerde yapmaya devam edeceğiz.
M. Rauf Ateş Vedat Bey, sizin seferberlikle ilgili değerlendirmeniz neler? Türkiye’de halka arza neden yeterince ilgi yok? Anadolu ve İstanbul’daki şirketler neden halka arza karşı mesafeliler?
Prof. Dr. Vedat Akgiray Günün sonunda ne kalıyor ona bakmak lazım. Çünkü halka arzın ne olduğunu bilmiyorlar. Aslında halka açık şirketlerin bile önemli bir kısmı halka açılmanın ne demek olduğunu bilmiyor. Zamanında açılmış, 3-5 lira para toplanmış ama orada kalmış. Bir şirketin yatırımlarını finanse etmenin iki temel kaynağı vardır: Borçlanma ve sermaye. Borçlanma, tedarikçi kredisinden tahvile kadar bir yelpazeyi kapsar. Borçlanmayı gerektirir. Zaman zaman kullanılmalıdır. Çünkü borçlanmanın maliyeti olan faiz, vergiden düşülebilecek bir masraf bedelidir. Borçlanma ilk etapta finansmanı ucuz kılıyor. İlk etapta fazla bir borçlanma yükünün altına girmediğiniz sürece makul maliyetlerle para bulma imkanı var. Bu artısı. Bir de borçlanmanın şöyle bir etkisi var. 2007’den beri bütün dünyayı sarstı bu etki. Finansal risk denen bir hadise var. Finansal risk de vadesinde faiz ya da anaparayı ödememe riskidir. Bu başınıza geldiği gün iflas muhtemel bir sonuçtur. Şirket operasyonel bakımdan ne kadar iyi durumda olursa olsun finansal sorumluluklarını yerine getiremediği durumda sonuçlar güzel olmaz. Dolayısıyla çok borçlanmak tavsiye edilmez, risklidir. Özsermaye, hisse senediyle finansman daha maliyetli bir yöntemdir. Şöyle ki; belli bir taahhüt yoktur. Faiz, anapara gibi. Vadesi de yoktur. Ortak, ortaklık payını satana kadar sizin ortağınızdır, vadesi yok. Her yıl yüzde 10 kâr payı dağıtma gibi bir yükümlülük de yok. Dolayısıyla hisse senediyle finansman insanın kendi parası özsermayesi bir finansal risk doğurmaz. Fakat bütün yükümlülükler yerine getirildiği ve masraflar yapıldığı zaman kalan bakiye de hisse senedi sahibinin malı olduğu için hisse senedine yatırım yapan kişi, o günkü faizden daha çok getiri ister.~

Ama zaten bir şirketin ortalama finansman maliyeti, borçlanma maliyetiyle özsermaye maliyetinin ağırlıklı ortalamasıdır. Akıllı bir tüccar, minimum getiriyi vermeyen bir yatırıma girmez. Dolayısıyla bugün fiyat oynaklığının zirveye vurduğu bir dünyada -ki bu artarak devam edecek- eskiye göre finansal risk, daha büyük bir risk haline geldi. Daha vurucu, daha kırıcı bir risk haline geldi. Üstelik finansal riskler bulaşıyor. Buna sistemik risk diyoruz. Örneğin mortgage krizi yaşadı. Burada vaktinde ödenmeyen bir borç var. Para kaybeden bir şirket yok, az temettü veren bir şirket de yok bu riskin başında. Genel kurulda bağıran çağıran ortaklar da bu krizi başlatmadı. Bu krizi ödenmeyen borçlar başlattı. Dolayısıyla borçlanarak finansmanın anlamı ve olası etkileri bundan sonraki dönemde hem akademik hem gerçek dünyada herhalde tekrar değerlendirilecektir.
M. Rauf Ateş Yakın zamanda Hamdi Bey’in şirketi halka açılıyor. Halka arza Anadolu’da ve büyük şirketlerde olumsuz bir bakış var. Siz açılacağınıza göre olumlu bakıyorsunuz. Sizin bakış açınız nedir?
Hamdi Akın Biz tabii TAV olarak halka açık bir şirketiz ve o halka arzı zaten yaşadık ve hala da bunun içindeyiz. Mesela bizim oradaki örneğimiz çok güzeldir. TAV gerçekten yönetim anlamında farklı bir şirket. Orada 2 ortağız ve eşit hisselerimiz var. İki ortağın da hisseleri yüzde 26,1’den toplam yüzde 52,2’dir. O kadar eşittir. Mesela biz ikimiz de halka açıldıktan sonra şirketin başına CEO’muzu koyduk. Ve 2 şirket de yetkilerini verdi. Ve hiçbir şekilde yönetime karışmayız. Mesela ben TAV’ın yönetim kurulu başkanıyım ama TAV hakkında fazla konuşmam. Zaten fazla konuşamayız da… Dolayısıyla her iki taraf da sadece denetim yapıyor. Dolayısıyla başarılı bir şekilde gidiyor. Profesyonel profesyonelliğini biliyor, CEO CEO’luğunu biliyor. CFO da CFO’luğunu biliyor. Şu an çalışan sayısı 26 bin. Şirket anormal derecede büyüme kaydediyor. Allah nazardan saklasın diyelim.
Şimdi 2 şirketi daha halka açacağız. Akfen Holding’i ve Akfen GYO’yu halka açacağız. Akfen GYO değerli bir GYO oldu. Daha doğrusu özellikli oldu. Çünkü biz orada sadece otellerden müteşekkil bir GYO kurduk. Nedir o oteller? Novotel ve İbis Otel. Başka otel, arsa, konut ya da AVM yok. Sadece otel var. Bu otelle ilgili de sadece bir kontrat var. Bu kontrat da otelcilikte dünya 3’üncüsü olan Accor Group. Dünyada 4.300 tane otel işletiyor. Nedir kontratın mahiyeti? Türkiye’nin neresinde otel açarsan aç, cironun yüzde 25’i ya da kârlılığın yüzde 70’inden hangisi daha büyükse onu alıyor. Bunun dışında hiçbir şeye karışmıyorum. Oteli yapıyorum, bitiriyorum, teslim ediyorum. 25 yıl boyunca kira garantisi olan bir GYO şirketi. Yatırım yaptığınız ölçüde kira gelirleriniz büyüyor. Böyle bir GYO’yu halka açıyoruz. Dünyanın tanıdığı marka ve dünyanın tanıdığı bir işletme şekli. Dolayısıyla böyle bir GYO’yu halka arz edeceğiz. Bunun da çok başarılı bir halka arz olacağını düşünüyorum.
Reha Bey biraz önce bahsetti. Halka arzın çok önemli getirileri var. Öncelikle ölçülebilir bir yönetim tarzına sahip oluyorsunuz. Bence bu son derece önemli. Herkesi terbiye ediyor. Çalışanları, çalışanların birbirlerine karşı olan davranışlarını terbiye ediyor. Ve daha profesyonel, daha bilinçli bir yönetim oluyor. Tahvil meselesine gelince, bu da mesela ihtiyaçtan değil de enstrümanları çeşitlendirmek için yapılır. Çünkü bazen borçlanabildiğiniz zaman tahville borçlanabiliyorsunuz ama bankadan borç alamıyorsunuz. Bankaya teminat vermek zorundasınız ama tahvilde teminat yok. Bankadan 1 puan fazla ödeyebilirsiniz zaman zaman da bankadan 1 puan az da ödeyebilirsiniz. Bankadan 6 aylık alabilirsin ama tahvilde 2 yıla kadar bir vade de olabilir. ~

İşte bunlar çeşitliliklerdir. Bir şirketin bu çeşitliliklerle mutlaka tanışmış olması, akraba olması gerekir. Bütün personelin, bütün kadroların bu enstrümanları tanıyor, biliyor olması, hangisini ne zaman kullanabileceğine çabuk karar veriyor olması lazım. Onun için de bunlarla yaşamayı öğrenmek gerekiyor. Madem ki biz bu iş dünyasının içindeyiz. Tahvil diye bir şey varsa bunu kullanacaksınız, halka arzı da kullanacaksınız, blok satışı da kullanacaksınız. Bankadan borç almak varsa onu da kullanacaksınız. Yani birinden birini kullanmam ya da istemiyorum demek akla yatkın değil. Bu piyasada oyuncuysanız, oyunu kurallarına göre oynayacaksınız. Ve bu da bu şekilde yapılmalı.
Biz bu şirketlerden bizimle beraber yaşlanıp, bizimle ölmelerini bekleyemeyiz. Biz en iyi noktaya geldiğimiz zaman buradan çıkıp yeni bir şirket yaratabilmeliyiz. Onu da bir yere getirip onda da gerekli istihdamı yaratıp, ondan da vakti geldiğinde çıkmayı bilmeliyiz. Bu sistemi mutlaka Türk işadamı da kafasına yerleştirmeli. Şirketi kurup, büyütüp, yaşlandırmak olmaz. Bir yerde mutlaka oradan çıkılacak. Adı soyadımız bile olsa, o şirketten çıkmasını mutlaka bilmemiz gerekiyor. Bu işi gerçekten seviyorsak hemen ardından yenisini kurabiliriz. Bu işi bi
liyorsak, şirket yaratmak bizim için çok büyük mesele değilse, o zaman buna oynamalıyız. Çünkü işi çocuklara bırakmak her zaman doğru olmayabilir. Ben oğlumu zorla bu şirketin başına geçiremem. Geçmek isterse geçebilir ama istemezse ne olacak? Şirketten çıkmasını, şirketi satmasını bilmek gerekir. Çünkü önemli olan şirketin yaşamasıdır. O şirketin devam etmesidir. Maalesef bu yüzden bizde şirketler kısa ömürlü oluyor. Markalarımızı yaşatamıyoruz. Türkiye’nin 200-300 yıl yaşayan şirketlere ihtiyacı var. İstihdam sağlayan şirketlere ihtiyacı var. Eskiden bildiğimiz bir sürü markamız bugün yok. Halbuki onlar zamanında el değiştirseydi, belki de o markalar bugün büyüyerek var olmaya devam edeceklerdi. Ama el değiştiremeden aileleriyle birlikte göçüp gittiler.
M. Rauf Ateş Peki iş dünyasının içinden biri olarak sizce halka açılmaya soğuk bakan iş adamlarının temel gerekçeleri neler? Sizin bu konudaki gözlemleriniz neler?
Hamdi Akın Tek sebep şeffaflık. Başka hiçbir şey değil. Hesap verebilirlikten korkuluyor. “SPK başımıza bela olacak ya da rekabette arka plana düşebilir miyim” korkusu. Bence bunların hiçbiri geçerli sebep değil. En önemli neden, asıl neden bilgisizlik. Başkan da bunu çok net söyledi. Kesinlikle bilgisizlik. Bu eğitimi bizlerin de yapması gerekiyor. Eğitim Türkiye’de lafla olmuyor maalesef. Ancak görerek ve kıskanarak oluyor. İnsanlar önce sizi görüyor, sonra başarınızı kıskanmaya başlıyorlar, sonra da uyguluyorlar. Yoksa istediğimiz kadar konuşalım, kafaların altında hep tek bir şey var. “Beni kandırıyor” diye düşünüyorlar. Onun için yaşayacağız ve göreceğiz. Bu bir süreç. Bu süreç yavaş yavaş tamamlanacak, başarılı olan şirketlerin oranı arttıkça, bunun arkası da gelecektir. İstanbul eskiden böyle değildi, İstanbul’da şimdi halka arzı reddeden kimse yok. Finansmanı tanımayan yok, bütün fonlar İstanbul’a geldi, yepyeni düşünce tarzları oluştu. Herkes bunların faydalarını defalarca gördü. Anadolu bu konuda biraz geride kaldı. Ankara da İzmir de Diyarbakır da Gaziantep de hepsi yavaş yavaş arkadan gelecek. Bu bir süreç meselesi. Tabii ki biz anlatacağız, tabii ki seferberlik şeklinde birtakım şeyler yapılacak. Ama yine de Türk insanı, Anadolu insanı görmek, dokunmak, hissetmek istiyor. Bunun için biraz zaman geçmesini bekleyeceğiz. Olmuyor diye bir köşeye çekilmemek gerekiyor. Bunun anlatılması gerekiyor. Ben üzerime düşen görevi yapıyorum. Her gittiğim toplantıda bunları anlatıyorum. ~

Bu nimetlerden faydalanmak gerektiğini ifade ediyorum. Bazılarının bir kulağından giriyor öbür kulağından çıkıyor, bunları da görüyorum ama yine de anlatıyorum. Yani aslında halka açılmanın nimetlerinden bir istifade etseler onu anlayacaklar. Halka açık şirketlerde patronun bir miktar rahatlaması söz konusu. Patronlar onu bir yaşasa, o zaman bunu başka bir patrona da anlatacak ama olmuyor.
M. Rauf Ateş Reha Bey siz ne diyorsunuz bu konuda? Halka arzların artması için ne gerekiyor?
Reha Yolalan Ben biraz başkanların konuşmasından da destek alarak konuyu halka arz seferberliğine getirmek istiyorum. Bu seferberliğe burada destek vermem gerektiğini hissediyorum. Şu anda Türkiye’deki piyasalaşmaya baktığımız zaman İMKB’nin ve SPK’nın yaşları 25 civarında. Ve bunun ilk 18 ya da 20 yılı yüksek ve kronik enflasyon ortamında geçti. Piyasalaşma istenen ölçülerde gerçekleşemedi. Son 6-7 yılda yabancı sermaye girişi ve dünya genelindeki entegrasyon trendi de önemli. Sayın Akın’ın sözünü ettiği gibi şirketlerin Alman mı, İngiliz mi olduğunun fark etmediği yeni bir dünyadayız. Bu ileride daha fazla böyle olacak. O nedenle gelinen dönemde piyasa adına bir paradigma değişimine ihtiyaç var.
İkincisi biraz Anadolu deyimi olacak ama “ele karışmak yere karışmak” diye düşünülüyor. Durup dururken başkalarını işin içine sokmak çok arzu edilen bir şey değilmiş gibi algılanıyor. Fakat yeni dönemde piyasalarda ayrışmalar olacak. Ayrışma olurken de ister istemez kendini daha disipline eden, daha kontrollü hareket eden kaldıracını, borç sermaye oranını dengede tutan şirketler sürdürülebilirlik açısından avantajlı olacak ve hayatta kalacak. Yabancı sermaye ilgisi varken bence halka arz için en uygun zamandır.
M. Rauf Ateş Halka açılmaya direnç gösteren şirketlerin bu direncini kırmak için ne yapılması gerekiyor?
Reha Yolalan O direnç piyasadaki borçlanma maliyetiyle daha farklı olacak. Şimdi faiz haddi o kadar farklı yerlere geldi ki o şirketin ölçeğini ve büyüme şansını etkileyecek. Hem ölçek baskısı yapacak. Yeni dünyada bir konsolidasyon hareketi var. Konsolidasyon devam edecek. Her ne kadar küresel kriz bunu bir nebze durdurduysa da piyasalar tekrar açıldığı zaman konsolidasyon devam edecek.
M. Rauf Ateş Şeffaflık sorunu var mı? Mesela biz Anadolu’ya gittiğimizde, sohbet ettiğimizde “Patron ciron ne kadar” diyoruz? “Kayıtlı olan mı” diyor. 20 milyon dolar kayıtlı olansa, kenarda köşede de bir o kadar daha var. Herhalde bir problem biraz da şeffaflık…
Reha Yolalan Ama Sayın Başkanın da biraz önce söz ettiği gibi artık vergilerde, aracı maliyetlerinde ve Maliye’nin bakış açısında daha farklı bir şey oldu. Maliye, güncel ekonomik koşullarında etkisiyle,  artık kayıt altına alma açısından daha yüksek bir kararlılık ve disiplin gösteriyor. Dolayısıyla, kayıt dışılar ister istemez artık kayıt altına girecek. Daha önceden enflasyonist baskı yüksekken parasal illüzyonu by- pass etmek için para değişik yerlerde dönebiliyordu. Ama yeni dünyada kuralları daha belli bir yaklaşım gerekecek. Halka arzda biraz şöyle bir durum var: “Kişi, refikiyle hareket ediyor”. Yani bir süre sonra “o ne yapıyor, bu ne yapıyor, biz de işin içinde olalım” denecek. Çünkü işin avantajları görülecek. Bu biraz birlikte büyümeyi de getirecek diye düşünüyorum. Tabii halka açık 1.000 şirket hedefi, 2023 yılı için bir hedeftir. Olmaya da bilir. Ama olabilir de.~

O konu biraz da siyasi ve ekonomik trendlerin, makro büyüklüklerin etkisinde... Şimdi eleştiri şu olabilir: Küçük ölçekli halka açılma iradesi gösterse bile şirketler likidite bulamazlar, yabancı sermaye de onlarla ilgilenmez. Doğru ama bir yerde de farkındalığın artması gerekiyor. Kurumların da burada bakış açısı önemli. Çünkü yeni bir dünya geliyor, yeni kurallar geliyor, yeni kurumlar geliyor, yeni ortaklar geliyor, yeni metrikler geliyor. Eğer bunlar daha cazip hale getirilebilirse, bu farkındalık için eğitim yapılabilirse, içselleme dönemi yeni dünyada daha fazla artacak. Ve bence artık şeffaflıktan korkmak diye bir şey kalmayacak. Şirketlerin de önümüzdeki 10-15 yıl sonrasında yeni oluşan piyasa dengesini anlıyor olmaları gerekiyor. Yani bir optimal nokta daha farklı bir piyasa dengesini beraberinde getirecek. O anlamda halka arz ilgisinin şirketler içinde de artması gerekecek. Bunu bir teşvik unsuru olarak algılıyorum.
Prof. Dr. Vedat Akgiray Şeffaflaşmak aslında artık akıllı bir strateji. Bu devirde, internet çağında gizli iş yapış sırları diye bir şey yok artık. Hakikaten yok. Reha Bey yanlış söylersem beni lütfen düzeltsin. 2009’da Türkiye’de ne oldu? GSMH’miz yüzde 6 gibi daraldı. GSYİH’i yapan parçalara bakarsak bunun yüzde 17-18’i özel sektör yatırımlarıdır. Özel kesim yatırımları 2009’da yüzde 30 daraldı. Yüzde 30 çarpı yüzde 17-18, yüzde 6 daralmayı açıklıyor zaten. Özel kesim yatırımları neden daraldı? Aziz Bey neden 2 tane daha AVM inşa etmedi veya bir iki tanesini yavaşlattı. Çünkü müşteri gelmez diye endişelendi. Müşteri neden AVM’ye gelmez oldu. “İşim garanti mi, dünya krize girdi” diye düşündü. Bunlar hep birbirini doğuran yarı psikolojik, yarı görsel etkiler esasında. Şirket neden yatırım yapamadı? Çünkü biriktirdiği sermayesi yoksa para bulamadı. Bu kadar.
2009’da zaten yatırım kredisi vermeyen Türk bankaları iyice kredi vermez oldu haklı sebeplerle. Kimseye kızmak, kimseyi suçlamak için söylemiyorum ama bunlar gerçek. Dolayısıyla Türkiye ekonomisinin en büyük dinamiği popüler söylemin tersine ihracat değil iç tüketimdir. İhracat 130 milyar dolardan 110 milyar dolara düştü. Bu iç etkiye bakarsanız çok önemli değil. Dolayısıyla ulaşılabilir, belli büyüklüğe kavuşmuş bir sermaye piyasamız olmadığı için esasında biz krizi yaşadığımız gibi yaşadık. Bazı hesaplara göre, dünyanın diğer ülkelerine göre belki hafif atlattık fakat daha hafif atlatabilirdik.
Şimdi krizden çıkılsın mı çıkılmasın mı, bu işin içinden nasıl sıyrılacağız diye kara kara düşünürken belki de ülke olarak önümüzde büyük fırsat var. Çok milliyetçi, ütopik, hayali veya akademik bir laf değil. Bugün bir start düğmesine bastığımız zaman inanın ki önümüzdeki 3-4 yılda hiç tahmin etmediğimiz olumlu gelişmeler olabilir Türkiye’de. Siyasetçinin de eski zihniyete takılmış kalmış iş adamının da anlayamayacağı boyutta güzel gelişmeler olma ihtimalini ben çok net görebiliyorum. Çünkü malzeme var ama kullanmaktan korkuyoruz. Veya nasıl kullanacağımızı bilmiyoruz. Bu bir gerçek. Bakın para buharlaşmıyor. Dünyada para azalmadı, aynı para halen dünyada var. Türkiye’de de öyle. Harcanmayan para duran paradır. O da yatırıma gitmezse bir daha harcanmazsa, bir daha yatırıma gitmezse, böyle bir sarmal bize 1-2 yıl kaybettiriyor. Yazık da oluyor. Yani biraz makro ekonomistlerin de analiz tarzlarını bu yeni dünya dinamiklerine uygun revize etme zamanları geldi.
M. Rauf Ateş Aziz Bey’le devam edelim. Siz halka arzı ne zaman düşünmeye başladınız? Sizin halka arz hikayeniz neydi?
Aziz Torun Şimdiye kadarki sohbetlerde hep şeffaflık dendi.~

Ama halka arzdan kaçınmanın veya tercih edilmemesinin tek nedeni şeffaflık değil. Biraz da bu iş sanki çok ulaşılması zor bir işmiş gibi görünüyor. “Bu bizim boyumuzu aşar” gibi bir anlayış da var. Bizim yaptığımız iş itibarıyla 20 senedir kayıt dışıyla işi olmayan bir şirketiz. Özellikle gıda için söylüyorum.
GYO için 2000’li yıllarda halka arzı düşünmüştük. Ama çok ortaklı yapı yüzünden açıkçası insanlar bunu çok iyi anlayamadı.
M. Rauf Ateş Ortaklar mı anlayamadı?
Aziz Torun Evet ortaklar anlamadı. Bizim 2000’lerin başından beri GYO olarak hep halka açılma niyetimiz vardı. Ama kriz başlayınca, kriz bir geçsin, sonra portföy büyütelim derken bu tarihe kadar geldik.
Gıdanın bizim için belli ölçekte bir büyüklüğü var. Şimdi bu sohbette Hamdi Bey’i de dinleyince gıda için de “neden olmasın” diye bir düşünce oluştu kafamda...
M. Rauf Ateş Gıdayı neden daha önce halka açmayı düşünmediniz?
Aziz Torun Gıda işimiz çok büyük boyutta değil. Biraz daha büyümesi gerekir diye düşündük. Halbuki aslında 400-500 milyon dolar cirosu olan bir şirketiz. Yağ, şeker fabrikalarımız var. Tüm bunları düşündüğümüz zaman aslında önemli bir portföye sahibiz.
M. Rauf Ateş O zaman hemen bu konuda Hüseyin Bey’e soralım. Bir şirket hangi noktaya gelince halka arza hazır duruma gelmiş sayılır? Aziz Bey gibi düşünenlere yol göstermesi açısından, hangi ciroya, hangi kapasiteye gelmiş şirketler “artık halka arz aşamasına geldik” diye düşünsün?
Hüseyin Erkan Açıkçası bu işte bir sınır yok. Yani teknik olarak belli bir ciro sınırı gibi bir durum yok. Her boyuttaki, her türdeki şirket halka arz olabilir. Ama burada asıl karar verici yatırımcı. Yani halka arz edilen şirketi piyasanın kabul etmesi önemli. Yatırımcı, ne tür şirketlere, hangi büyüklükteki şirketlere yatırım yapmayı tercih eder? İşin arz tarafına da bakmak lazım. Çünkü bu çok önemli. Bireysel yatırımcı ile kurumsal yatırımcının bakışı da farklı. Örneğin risk sermayesi veya girişim sermayesi gibi farklı kurumsal yatırımcılar da var. Onlar daha küçük ölçekli firmalara yatırım yapıyorlar. Yatırımcıya göre farklı profiller olabiliyor ama belli bir büyüklüğün altı da hiçbir yatırımcı profili açısından cazip olmayabilir. Biz İMKB olarak kendi açımızdan her türlü şirkete uygun bir piyasa yapısını önümüzdeki dönemde oluşturmayı planlıyoruz.
Bir de şu konu var: Bazı gruplar vardır, birçok şirkete sahiptirler ama hangi şirketlerini halka açacaklarını bilemezler. Bizim onlara tavsiyemiz şu: Armada şirketinizi, yani büyük şirketinizi halka açın. Böylece isminizle hemen tanınmışlığı alırsınız. Hemen destek bulursunuz. Ondan sonraki aşamada görece daha küçük olan, daha az tanınmış olan diğer şirketlerinize piyasa bulmak çok daha kolay olur. Bazı gruplar büyük şirketlerini halka açmaktansa, birçok üretim tesisinin sadece pazarlamasını yapan şirketlerini halka açmayı tercih etmiştir. İnanın bu örneklerde piyasa performansı çok zayıf olmuştur. Yeterli yatırımcıyı bulamamıştır. İsmi çok tanındığı için isminden dolayı belki ilgi görmüştür ama şirketin performansı çok fazla olmamıştır. Halbuki o grup, gerçek anlamda büyük olan şirketini halka açmış olsaydı, “Biz grup olarak bunun arkasındayız, sermaye piyasasına inanıyoruz, biz bütün ortaklarımızla büyümeyi planlıyoruz ve buna inanıyoruz” diye bir mesaj vermiş olacaklardı. Zaten böyle olduğunda yatırımcıya o güven geliyor. Böylece bundan sonraki açılışlar da daha kolay oluyor.~

Bu açıdan, birden fazla şirketi olanlara her zaman için en büyük şirketinizi halka açın diyoruz.
M. Rauf Ateş İMKB’de 320 şirket var. Türkiye ekonomisini dikkate alırsak kaç şirket olmalıydı?
Hüseyin Erkan Sayı çok önemli değil. Sayı 1.000 de olur, 1.500 de olur, 200 de olur. Önemli değildir. Önemli olan piyasa değerinin GSMH’ye oranı. Bizim toplam piyasa değerimizin GSMH’ye oranı şu anda yüzde 30’larda geziyor. Ki bu, geçen seneye göre yükselmiş olan bir piyasa. Kriz döneminde yüzde 14-15’lere kadar düşmüştü.
Baktığımızda gelişmekte olan ülkelerin ortalaması yüzde 100’lere yaklaştı. Gelişmiş ülkeler yüzde 150’ler yüzde 200’lerde geziyor. Piyasa değeri, ülke GSMH’sinin bir-iki katı kadar fazla olabiliyor. Gelişmekte olan ülkeler eskiden yüzde 50’ler 60’larda gezerken şimdi artık ortalamalar yüzde 100’lere yaklaştı. Biz çok geride kaldık. Bizim sıkıntımız da zaten burada. Sayıdan ziyade toplam piyasa değerinin GSMH’ye oranı önemli. Ki o da piyasanın derinliğinin ve büyüklüğünün bir ölçüsüdür.
M. Rauf Ateş Peki bunun artırılması için ne yapmak gerekiyor?
Hüseyin Erkan Bunun yolu, bizim yaptığımız gibi bir seferberlik başlatmak. Bütün kurumları bunun içine dahil ettik. SPK tebliğlerinde bazı değişiklikler yaparak halka açılmayı geciktirici ya da caydırıcı bazı tedbirlerin ortadan kaldırılması ve daha liberal bir yaklaşıma geçilmesini sağladık. Dolayısıyla yapmayı düşündüklerimizi uygulamaya başladık. SPK regülasyon tarafında, İMKB olarak biz uygulama tarafında uygun piyasa yapılarını ortaya çıkardık. Burada amacımız şirketlerin daha kolay halka açılmalarına yardımcı olmaktı. Kamuyu aydınlatma yükümlülüklerinde, altından kalkamayacakları bazı düzenlemeleri ortadan kaldırıp, şeffaflığı sağlayan ama şirketleri boğmayan yeni kriterler oluşturduk. Biraz daha yapılacak şeyler var. Zaten yapmayı da planlıyoruz. O açıdan önümüzdeki dönemden epey umutluyum.
M. Rauf Ateş 2001-2009 arasında yılda ortalama 5 şirket halka arz oldu dediniz. Daha evvel ortalama 25’miş. Önümüzdeki 5-6 yıl için, yıl ortalaması olarak bir tahmin yapar mısınız? Bu seferberlik ile birlikte bu sayı ne olur?
Hüseyin Erkan Benim umudum yıl bazında asgari 25-30 şirketi bulmak.
İlhami Koç Tabii son zamanda belki sayı azaldı ama irice şirketler piyasaya geldi.
Hüseyin Erkan Tabii dediğiniz doğru. Son yıllarda belki sayı azaldı ama halka arzdan edilen fonlar daha büyük oldu. Biraz önce de dediğim gibi sayı o nedenle çok önemli değil. Toplam piyasa değerlerine göre değerlendirme yapmak lazım.
M. Rauf Ateş Hep arz tarafından bahsettik. Ama bir de talep tarafı var. Hüseyin Bey, sizce talep tarafının canlanması için neler yapılmalı?
Hüseyin Erkan Evet, hep arz tarafından bahsettik ama aslında talep tarafı da çok önemli. Talep tarafında da bazı şeyler yapılması lazım. Bu sadece eğitimle olacak iş değil. Hisse senedi yatırımlarının özendirilmesi, kurumsal yatırımcı tarafında teşvik edici tedbirlerin alınması, portföy çeşitliliğini yaratabilecek enstrümanların piyasaya sunulması gibi. Gerek spot tarafında gerekse türev tarafında ne kadar çok enstrüman sunarsanız, ancak o şekilde portföy yatırımcılığı gerçek anlamda gelişir. Bakıyoruz, kurumsal yatırımcılarımız portföy yönetiminde zorlanıyorlar. Neden? Çünkü yeterince çeşit yok. Çeşit olmadığı için de getiriler istenilen düzeyde değil. İstenilen düzeyde olmayınca da yatırımcı likit kalmayı tercih ediyor.~

Veya kendi düşüncesine göre bir portföy yönetimi yapıyor. Aslında kurumsal yatırımcılar arasında gerçek anlamda bir rekabet de yok. Herkes parasını bankalardaki likit fonlara geceliğine park ediyor. Bütün olay bu. Tabii ki böyle olmamalı. Bunun önünü açacak olan da bizlerin yaratıcı birtakım enstrümanlarla ortaya çıkmamızdır. Bu konuda da çalışmalarımız var. Daha da hızlı hareket etmemiz gerekiyor.
M. Rauf Ateş Vedat Bey, siz ne diyorsunuz? Talep tarafının canlanması için neler yapılmalı?
Prof. Dr. Vedat Akgiray Talep tarafı biraz pazarlama işi. Burada yatırımın canlandırılması için aracı kurumlarımızın çok güzel talep yaratabileceklerini düşünüyorum aslında. Tabii burada daha köklü bir problematik yapı var. O da bankaların piyasada biraz fazla hegemonyası var. Bugün portföy yönetim şirketleri büyük oranda bankaların kontrolünde. Çoğu yerde de bunlar biraz da göstermelik şirketler. Tabii bankaların çok güçlü dağıtım ağları olduğu için –ki bu kıymetli bir varlıktır- portföy şirketlerini sadece sermaye piyasası mevzuatının öngördüğü şekil şartı olarak algılıyorlar. O kanalla fonları pazarlıyorlar. Yani kurumsal yatırım işi büyük oranda bankaların mevduat pazarlama aracı haline dönüşüyor. A bankası, B bankasının çıkardığı bir fonu satmıyor. Dolayısıyla SPK olarak bizim düşüncemiz, portföy yönetim işinin rekabetçi ortamda yönetilmesinin sağlanması. Kurumsal yatırımcı pazarını bu şekilde büyütebilirsek olur. Bu her türlü halka arz için hazır bir pazar yaratmak anlamına gelir. Dolayısıyla yatırım bankacılığı ile ticari bankacılığın hafif ayrışması işi bugünlerde anlam buluyor. SPK olarak görüşümüz bu şekilde.
Kaba bir hesapla fon yönetiminden kazanılan para 250 milyon dolar civarında. Bu kârın en az yüzde 80’i şirketlerin sahibi olan bankalara gidiyor. Banka bilançolarında görünüyor. Halbuki bu dağılım tersine olsa, A bankası B bankasının fonunu satsa, fon pazarında bir rekabet oluşur. Bu da tabii ki pazarı büyütür. Kurumsal yatırım pazarını büyütmezsek yütmezsek sermaye piyasasını sadece bireysel kanallarla çok büyük yerlere getiremeyiz. Bu bir gerçek. Dolayısıyla burada bankalarımızın anlayış göstermelerini istiyoruz. Bu yönde de bir düzenleme yapılması faydalı olacaktır diye düşünüyoruz.
İlhami Koç Bugün kurumsal yatırım tarafı bir noktaya kadar geldiyse o da bankalar sayesinde olmuştur. 90’lı yılların ortasına kadar büyük olan fonlar A tipi fonlardı. Sonrasında sürekli krizler yaşanması insanları bir yere doğru çekti. Bugün de bankacılık sistemi içinde satıldığı için ilgi ağırlıklı olarak B tipi fonlara döndü. Geçmişte fonlar hep bu krizlerde deflasyona karşı bir koruma olarak kullanıldı. Ama artık bunun bir anlamı kalmadı. Bundan sonrası için konuşursak, faizlerdeki düşüşle beraber son zamanlarda hisse senedi fonlarına talep geliyor. Ama çok yavaş. Ben hocama bir yerde katılıyorum. Bundan sonraki aşama bireysel portföy yönetim şirketleridir. Dünyada da böyle. Birtakım kişiler, bankaların bünyesinde bu işi yaparken kendi yeteneklerini göstermişler, bankalardan ayrılmışlar, piyasada onlara özel bir talep olmuş ve şimdiki bankaların hegemonyasında dediğimiz işi onlar yapmaya başlamışlar. Biz buna “polarizasyon” diyoruz. Herkes kendi fonunu kuruyor, kendi işini yapıyor. Banka hegemonyası bu şekilde kırılmış.
Ben de mevcut sistemin bireysel portföy yönetim şirketleri ve onların göstereceği performansla değişeceğini düşünüyorum.
Bundan sonra hisse fonları büyüyecek. Hisse fonları büyüdükçe belki ileriki dönemde KOBİ fonları oluşacak. Onlara ilgi arttıkça küçük şirketlere talep olacak. ~

Bugün Türkiye’de küçük şirketler piyasaya giremiyor ama Londra’da giriyor. Neden? Çünkü Londra’da sadece onlara özgü iş yapan, sadece küçük çaplı şirketlere yatırım yapan fonlar var. Uzmanlık alanı KOBİ’ler olan fonlar var. Biz bunu daha beceremedik ama hisse senedi fonları büyüdükçe bir süre sonra talep o tarafa doğru gidecek diye düşünüyoruz.
M. Rauf Ateş Vedat Bey, sermaye piyasaları kurulduğu günden bu yana yeterince gelişebildi mi? Siz kendi görev sürenizde nereye taşımayı hedefliyorsunuz?
Prof. Dr. Vedat Akgiray İMKB’nin kurulması 1986. 1986-1993 yılları arası kitaplara konu olacak düzeyde güzel gelişmeler yaşanmış. Ondan sonra ise durmuş. Tabii bu yüksek faiz ve bankacılık sektöründe 2000-2001 senesinde yaşanan ve 40 civarında bankanın tasfiyesiyle sonuçlanan süreç ve bankacılık sektörünü korumaya dönük çabalar, sermaye piyasası konusunu ikincil, üçüncül planlara atmış. Dolayısıyla bugün Türkiye’de finans sektörü dediğimizde çok büyük oranda bankacılık sektörü anlaşılıyor. Bu hiç doğru bir anlayış değil. Bankalarımızın daha büyük ve daha güçlü olması tabii ki çok önemli. Çünkü finans sektörünün en önemli ayağı tabii ki bankacılıktır ama tek ayağı değildir. Öyle olduğunda gördüğünüz gibi iş eksik kalıyor.
Sermaye piyasalarının en köklü tarihe sahip olduğu ülke olan ABD’ye bakalım, İngiltere’ye bakalım, hatta Almanya’ya bakalım aynı şeyi göreceksi niz. Adının banka olması önemli değil. Önemli olan yapılan işin nevi, cinsi. Bizde de tahmin ediyorum yakın zamanda bu anlayışa varacağız ve finans sektörümüzü çeşitlendirmeye başlayacağız. Zaten başka çaremiz de yok.
Tabii şöyle bir zorluk da var. Bu insan tabiatında var. Bir sistem kuruluyor, o sistem korunuyor ve o sistemin içinde mevcut duruma alışılıyor. Bir süre sonra farklı bir yapıya gitmek sanki riskmiş gibi algılanıyor. Bunun kırılması lazım. Eğer Türkiye devrim niteliğinde adımlar atacaksa, biraz bunu tartışmanın zamanı geldi diye düşünüyorum. Global anlamda dünya şu günlerde bize böyle bir fırsatı sunuyor. Böyle konuştuğumda sanki bankalara karşı bir tavır varmış gibi algılanıyor ama aslında tam tersi. Çünkü portföy yatırım şirketleri diyoruz, aracı kurum diyoruz, bunların sahibi de banka zaten. Yani özünde bu dediklerim, nihai servet paylaşımında bir farklılaşma öngörmüyor. Sadece fonksiyonların yapılış yerleri ve rekabetçi ortamın sağlanması gerekliliğini vurgulamaya çalışıyoruz. Bu iş yapış biçimlerinin ayrıştırılması bize çok doğru bir mantık gibi geliyor ve önümüzdeki dönemde bunu sorgulamak ve gerekli adımları atmak durumundayız.
M. Rauf Ateş Sermaye piyasasının gelişiminin önünü açmak için eksik olan kurum, yasal düzenleme veya ürün var mı?
Prof. Dr. Vedat Akgiray Yok, belki de gereğinden fazla kurum var.
Hüseyin Erkan Yasal tarafından baktığımızda çok da bir eksik yok. Ama uygulama tarafına bakarsak deneyim çok önemli. Bu konuda eksikler var. Sadece kendi çabalarımızla sermaye piyasasını geliştirmek çok da kolay değil. Gelişmiş ülkelerde bu konuda çok büyük bir deneyim var. Çok koruyucu yaklaşımlardan biraz uzaklaşmalıyız. “Aman küçük olsun bizim olsun” mantığından biraz uzaklaşıp sermaye piyasamızı dışarıya da açmak gerekir diye düşünüyorum. Sermaye piyasamıza katkı sağlayacak yabancı kurumların girmesine daha kolay izin vermek gerekir diye düşünüyorum. Belki uzaktan erişim gibi konular da düşünülebilir. Ama tabii bunu benim genel kurula getirmem ve böyle bir karar almam mümkün değil. Çünkü dediğim gibi “aman küçük olsun, bizim olsun” anlayışı var.~

Bir örnek vereyim: Biz hem likiditeyi artıracak, hem dalgalanmayı azaltacak bir kural olarak fiyat adımlarını daraltalım dedik. Piyasa oyuncularından korkunç bir tepki geldi. Genel kurulda da derdimizi anlatamadık. Bu kısır bir döngü. Oysa bütün yabancılar bana diyor ki “Emir iptalini getirin, fiyat adımlarını daraltın, biz size emir patlaması yapalım”. Şimdi benim piyasayı büyütecek kararlar almam mı daha önemli, yoksa küçük aracı kurumlardan oluşan genel kurulun endişelerine yönelik mi karar almam önemli? Buna bir çare bulmamız lazım. Yani bizdeki yapı çok kendi içinde kalmış, büyüyebilmek için biraz dünyaya açılmamız lazım.
İlhami Koç Kendimizi ne kadar eleştirirsek eleştirelim, bir yandan da geçmişe baktığımızda, bölgemize baktığımızda aslında en gelişmiş sermaye piyasası burası. Kurumlarıyla olsun, ürün çeşitliliğiyle olsun... Şöyle bir yay çizelim bunu görürüz.
Hüseyin Erkan Ama Yunanistan var ve bizden büyük...
İlhami Koç Evet Yunanistan büyük. Ama ben 2000’li yılların başında Yunanistan’a gittiğimde piyasa olarak bizden küçüktü. Kurumsal yatırımcı olarak da çok küçüktü. Onlar Euro süreciyle beraber inanılmaz bir atılım yaptılar. Onları büyüten Euro süreci oldu. Ama tabii ki gidecek daha çok yolumuz var.
Türkiye’de kullandığımız teknoloji çok ileri. Burada yaptığımız analizler, analiz yöntemleri, yazdığımız araştırma raporları çok değerli. Sektörümüzdeki insan kaynağı diğer ülkelerle kıyasladığımızda gerçekten çok iyi. Bunları da görmek lazım.
Hüseyin Erkan Bizdeki insan kaynağı gerçekten çok iyi. Eğitimi, deneyimi açısından gerçekten çok kaliteli bir insan kaynağı var. Kullanılan teknoloji de aynı şekilde. Belki Vedat Başkanın da dediği gibi gereğinden fazla kurumun olması öldürücü bir rekabet getiriyor ve piyasa sadece alım-satımdan alınan komisyon üzerine kurulu bir hale geliyor. Yani üyelerimiz herhangi bir katma değer yaratamıyor. Bu da doğal bir komisyon baskısı yaratıyor.
İlhami Koç Bu doğal bir konsolidasyon yaratacaktır zamanla.
Hüseyin Erkan Olmadı ama yıllardır bunu yapamadık bir türlü.
M. Rauf Ateş Reha Bey, sizce talep tarafının canlandırılması için neler yapılabilir?
Reha Yolalan Talep tarafının biraz ihtiyaçtan doğması lazım. Ben hisse senedinin genetiği değiştirilmemiş temel bir ürün olduğunu düşünüyorum. Evet küresel kriz kaldıraç etkisini fazla artırarak genetiği değiştirilmiş finansal ürünlerden çıktı ama halka arz borçluluğu artıran değil dengeleyen bir ürün. O nedenle gelişen ekonomide ve ekonomik trendlerde talep tarafının kendiliğinden geleceği inancını taşıyorum. Sayın Başkan, biraz önce dönemlere ayırırken 1993’ten sonra zorlu bir döneme girildiğinden bahsetti. 93’ten sonra sürekli krizler var. 94 krizinden bence biz ülke olarak gerekli dersleri yeterince çıkaramadık. Ekonomik karar birimlerimiz pansuman tedbirlerle krizini yaşayamadan büyüme dönemine girdi. Onun üzerine üst üste gelen diğer krizler, deprem dahil, Meksika krizi dahil, Asya krizi dahil ve sonra kendi krizimiz... Tüm bu yaşananlar ister istemez kırılganlığı ve yeniden yapılandırma dönemlerini de beraberinde getirdi. Dolayısıyla o liberalleşme döneminin getirdiği 10-15 senelik hareketlilikten sonra ister istemez piyasaların kendini bulması için bir denge dönemi yaşanması gerekti.
2002’den sonra ise Türkiye’de yeni bir dönem başladı. Bu dönemi ekonomik karar birimleri de iyi kullandı. Bugün ölçek artmış vaziyette. ~

Bu durum ister istemez ileriye dönük biçimde talebi de kendiliğinden getirecek. Yabancı sermaye küresel kriz öncesinde 20 milyar dolarlık seviyelere çıktı. Belli bir duraksama var ama bence bu trend devam edecek. O yüzden ben işin özünde talebin olduğunu düşünüyorum.
Raporlara ve analizlere ve bu mecralarda gördüğü ilgiye baktığımız zaman İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nın gelişmekte olan ülke borsaları arasında gelişim ve performans olarak önde gelen borsalar arasında olduğunu görüyoruz. Bu talebin içsel olarak oluştuğunu gösteriyor. Ama bu diğer siyasi ve ekonomik koşullara da bağlı. Biz hedefi yaymaya ve ilgiyi artırmaya yönelirsek daha iyi olur diye düşünüyorum. Çünkü bu ilgiyi artırmakla ilgili bir şey. Talep gelecek ama talebin gelmesi için tekrar krizlerin yaşanmaması lazım. Ben yeterince kriz yaşadığımızı düşünüyorum.
Burada doğru ölçümleme de çok önemli. Değerlemeyi ve fiyatlamayı çok iyi yapmak lazım. Fiyatı çok zorlarsanız ölü doğarsınız. Ya da zamanlamayı çok iyi ayarlayamazsanız yine başarılı olmaz. Bugün artık herkesin üzerine düşen ev ödevini çok iyi yapması gerekiyor. Bu bir sosyal sorumluluk. Dünya şu anda karbon saydamlık projesiyle uğraşıyor. Bu gelecek. Belli bir süre sonra bu bir sosyal sorumluluk, bir yükümlülük olarak gelecek. Regülasyonların içine girecek. ABD’nin yaşadığı da bu. Bu trendlerden uzak durmamamız lazım. Belki bundan 20 yıl önce ISO’lardan uzak durabiliyorduk, “aman karıştırmayalım” diyorduk ama tüm bu standartlar artık hayatımıza girdi. Uyum sağlamamız lazım. Artık insanlar UFRS’ce (Uluslararası Finansal Raporlama Standartları) düşünüyor. Artık kullanılan metrikler değişiyor. Evet eskiden de FAVÖK (faiz, vergi ve amortisman öncesi kâr) bir kavramdı ama insanlar buna bakmazdı. Sadece ciro ve net kâra bakılırdı. Ama artık FAVÖK’e de bakmak gerekiyor. Kısaca ben elimizde her şeyin olduğunu, işin sadece “helva yapmaya” kaldığını düşünüyorum. Yağ var, un var, şeker var, iş helva yapmaya kalmış durumda. Zamanlamadan korkmamalıyız. Zamanlamadan korkup başımızı kuma gömmemeliyiz. Bence işi büyütme zamanı. Dediğim gibi, halka arz kaldıracı en dengeli artıran ürün. Belki biraz iyimser oldu ama ben özetle böyle düşünüyorum.
Hüseyin Erkan Bu arada ben şunu eklemek istiyorum. Ben özelleştirmeleri çok önemsiyorum. Bizim piyasamız özelleştirmeler vasıtasıyla çok büyük oranda büyüdü. Yüz binlerce yeni yatırımcı bu sayede sisteme dahil oldu. Baktığımızda 500-600 bin yatırımcı sırf özelleştirmeler vasıtasıyla piyasaya girdi. Bu çok önemli bir olay. Son zamanlarda özelleştirmelerde halka arzlar daha az tercih edilir oldu. Bir kısım yine blok satılır ama bir kısım da piyasa üzerinden satılabilse aslında daha da derinlik gelecektir.
İlhami Koç Bazen arzlar da kendi talebini kendisi yaratıyor. Örneğin Tekfen’in arzında biz ilk defa şöyle bir şeyle karşılaşmıştık. Enerji konusuna ilgi duyan özel birtakım yatırımcılar olduğu ortaya çıktı. Belki gayrimenkul tarafında da kira gelirine önem veren, buna odaklanmak isteyecek yepyeni bir kitle bir meydana gelecek. Bazen her arz yeni bir kitleyi de sermaye piyasasına kazandırabiliyor.
M. Rauf Ateş Hemen Aziz Bey’e soralım. Sizin halka arzınız, yeni GYO’ların sisteme girmesini de sağlar mı? Böyle bir ilgi, canlanma yaratır mı?
Aziz Torun SPK’nın yeni düzenlemesiyle kurulacak GYO’ların 3 ay içinde halka açılma mecburiyetleri var. Ancak tebliğ değişikliği öncesi kurulan GYO’lardan halka açılmak üzere ek süre almış olanlar mevcut. O nedenle 2010 yılında bu zorunluluktan dolayı halka arz olması gereken GYO’lar zaten var.~

Bir de böyle bir zorunluluk olmadığı halde, şartların uygun olduğuna inandığı için halka açılmayı isteyenler var. Biz onlardan biriyiz. Çünkü şartların olgunlaştığını ve artık halka arz vaktinin geldiğini düşünüyoruz. O nedenle bu dönemde GYO’lardan halka arzlar olacaktır.
M. Rauf Ateş GYO’ların halka arzları konusunda tüm koşullar, yasal altyapı hazır mı? Konu sadece sahiplerin ikna olmasına mı kaldı yoksa eksiklikler var mı? SPK veya İMKB’den beklentiler var mı?
Aziz Torun Hayır, sağ olsunlar o konuda her iki kurumumuz da özel sektör gibi çalışıyor. Orada bir sıkıntı yok ama ben özellikle GYO’ların halka arzının daha iyi anlatılırsa çok daha farklı bir kitlenin talep olarak yaratılabileceğini düşünüyorum.
Bu konuda İlhami Bey’e katılıyorum. Daha düzenli temettü dağıtan, somut gayrimenkulleri olan, somut kira getirileri olan bu tip yapılara ilginin olacağına inanıyorum. Belki sadece gayrimenkule yatırım yapan daha muhafazakar kesimlerin de tercih edebileceğini düşünüyorum.
M. Rauf Ateş Herkese katılımınız için çok teşekkür ediyorum.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz