Altın piyasası nereye gidiyor?

Altın piyasasındaki hareketli günler sürüyor.

1.10.2011 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Altın piyasası nereye gidiyor?
Hem global piyasada, hem Türkiye'de "güvenli liman" haline gelen altına olan bu talep, fiyat artısını tetikleyen en önemli unsur. Uzmanlar ise altının seyri konusunda ikiye ayrılmış durumda. Kimileri aşırı değerlenen altında yakın zamanda düzeltme beklerken, kimileri de Avrupa'daki borç krizine kalıcı çözüm bulunana kadar ivmenin yukarı gideceğini savunuyor. Geniş Açı'nın bu sayısında, altını masaya yatırdık. Kamu ve özel sektör temsilcilerini bir araya getiren "Altın Piyasası Nereye Gidiyor?" konulu toplantı, Capital ve İş Yatırım tarafından gerçekleştirildi. Moderatörlüğünü, Capital & Ekonomist Yayın Direktörü M. Rauf Ateş'in yaptığı etkinliğe; TCMB Piyasalar Genel Müdürü Günay Yeşildoruk, İstanbul Mücevherciler, Kuyumcular ve Sarraflar Derneği Başkanı Mehmet Ali Yıldırımtürk, Altınbaş Holding Mücevherat Grup Başkanı Atilla Keskin, Altın Rafineri A.Ş. Genel Müdür Yardımcısı Gökhan Aksu, İşbankası Sermaye Piyasaları Müdürü Meltem Kökden ve İş Yatırım Uluslararası Piyasalar Müdür Yardımcısı Şant Manukyan konuşmacı olarak katıldı. Uzmanlar, altının geldiği noktayı, bu yükselişin nedenlerini ve geleceğe dönük öngörülerini paylaştı.
M. Rauf Ateş: Üç ayda bir İş Yatırımla birlikte düzenlediğimiz Geniş Açı toplantımıza hoş geldiniz. Bu ayki konumuz, altın piyasasında yaşanan gelişmeler. İstanbul Mücevherciler Kuyumcular ve Sarraflar Derneği Başkanı Mehmet Ali Yıldırımtürk ile başlamak istiyorum. Mehmet Ali Bey, altın neden bu noktalara geldi? Yükselişin ardındaki nedenler neler? Şu anki düzeyini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Mehmet Ali Yıldırımtürk:  Öncelikle teşekkürler. Konuşmama, biraz geriye giderek başlamak istiyorum. Altının 276 dolarlı seviyesi 1999'lu yıllardı ve Amerikan faizleri de yüzde 6,5 seviyesindeydi. 11 Eylül 2001'de "dünyanın en güçlü ülkesinde bile terör olabiliyor" düşüncesi yatırımcılarda ve insanlarda gelişti. Bu çerçevede para birimlerine güvensizlik başladı. Ancak 2008 yılına geldiğimizde dünyada o döneme kadar yüksek likiditenin oluşturduğu türevlerin türevleri, özellikle de mortgage piyasalarındaki türevlerin çok aşırı olması, sürdürülebilir bir yatırım değildi. Halka bir yerden kopup finansal kriz başlayınca bu kez, tabii ki, para birimlerine olan güven daha da azalmış oldu. Böyle dönemlerde altın her zaman ön planda olan bir yatırım aracı. Yıllar önce de böyle olmuştu. Biz bunları 1980 öncesi Türkiye'sinde çok sık yaşadık. Çok sık yapılan devalüasyonlar, siyasi istikrarsızlıklar ve TL'ye olan güvensizlik nedeniyle halkın tek yatırım aracı altındı. Şimdi de dünya bunu yaşıyor. Ama dünyada bizim gibi altın dostu olan ülkeler çok az. Bu konuda daha çok Hindistan ve Asya ülkeleri ön plandadır. Ortadoğu ülkelerini de ilave edebiliriz. Ama Ortadoğu ülkeleri kapalı ekonomiler oldukları için bu olaylardan çok fazla etkilenmediler diyebiliriz. Tabii Dubai dışarıda tutulursa... Avrupa'da zaten böyle bir altın alma alışkanlığı yok ama daha ziyade bu finansal kriz, fon olarak da olsa, altına olan yönelmeyi beraberinde getirdi. Ama finansal krizin çözümü için piyasalara verilen yüksek miktarda likidite de özellikle gelişmiş ülkelerin merkez bankaları tarafından, maalesef halkın eline geçmeyip büyük fonların elinde toplandı. Onlar da geleceğe yönelik projeksiyonlarında, yüksek enflasyonda altına alıcı getirebiliriz diye "altın fonu" kurdular. Bu kurulan altın fonuna da beklenildiği kadar ilgi ve satış olmayınca da fiyatı sürekli yukarı giden ve yukarı gitmeyi destekleyen bir seyir izlemeye başladı. Tabii bu arada "altın fiyatları yükseliyor" diye alanlar da kazandı. Altının onsunun 276 dolardan, geçtiğimiz ay veya geçtiğimiz haftalarda, 1.921 dolarlara kadar yükseldiğini gözledik. ~
Genelde, dolar bazında konuşacak olursak 1 kilo altının ortalama fiyatı 12.500 dolar. Bu yükseliş öncesinde altının geçmiş yıllarla ortalaması yapıldığında kilogram fiyatı dolar bazında 8.000 dolarlara gerileyebildiği gibi 15 dolarlara kadar da yükselmişti. Bu arada 1980 - 2000 yılları arasında 12.500 dolarlık yıllar itibarıyla bir fiyat oluşmuştu. Şu anda bu ortalama baz alındığında altının kilogram fiyatının 5 kat artarak 60.000 dolar seviyesine çıktığını görüyoruz. Bu bakımdan ben altının, ederinin çok üzerinde olduğunu düşünüyorum ama yeni alıcılar getirilemediği sürece ve likidite genişlemesi devam ederse altının daha da yukarı doğru seyirleri mümkün. Likidite genişlemesi olmazsa bizim de uzun süredir beklediğimiz bir düzeltme hareketi, altında olacak. O takdirde 1.600 - 1.650 dolarlara kadar gerileyebilir. Şimdi "yükselecek mi, düşecek mi?" sorusunun cevabını bu fonların yöneten spekülatörler biliyor. Biz kuyumculuk ya da altın sektöründekilerin bunu bilmesi şu anda mümkün değil.

M. Rauf Ateş:  Tam olarak anlaşılması için soruyorum. Siz 8.000 - 15.000 dolar arasında işlem gören altın fiyatından bahsettiniz. Ortalama 12.500 dolar dediniz değil mi?

Mehmet Ali Yıldırımtürk:  Evet. Şimdi kilosu 60.000 dolara kadar yükseldi ve bu, ederinin çok çok üzerinde. Çünkü bugün dünyada 165 bin ton altın var ve her yıl 2.500 ton altın bu miktara ilave oluyor. Dolayısıyla altın; petrol gibi, diğer emtialar gibi kullanıldıkça kaybolan ve yerine konulmayacak bir pozisyonda değil. Türkiye bile geçtiğimiz yıllara göre şu anda yıllık 25 ton altını madenlerinden ya da toprağından çıkartabiliyor.

M. Rauf Ateş:  Teşekkürler. Şimdi de İş Yatırım Uluslararası Piyasalar Müdür Yardımcısı Şant Manukyan'ın görüşünü alalım. Şant Bey, siz altının bu yükselişine nasıl bakıyorsunuz?

Şant Manukyan: Ben aslında biraz altının tarihi rolü üzerinden gitmek istiyorum. İngilizce'de şu aralar FED bilançosunu büyüttükçe kullanılan bir kelime var: "Doları debace etmek". Oradaki "debace" aslında tarihten gelen bir şey. Yani "altına baz metal katılması". Yani altının ayarının bozulması. Şu anda da merkez bankalarının bir anlamda yaptıkları "para birimlerinin değerinin yitirilmesini sağlamak". En son İsviçre Merkez Bankası'nı gördük. En sağlam para birimi olarak gördüğümüz, "güvenli liman" dediğimiz İsviçre'de bile "durum zora gidiyor" şeklinde bir gözlemle Euro / Swiss Frank paritesini 1,20'de sabitlediler. Dolayısıyla dünyada çoğu yatırımcıda şu görüş var: Artık bu iş tamamen merkez bankalarının inisiyatifine bırakıldı. İstenildiği zaman dolar basılıyor, istenildiği zaman İsviçre Merkez Bankası örneğinde olduğu gibi, temel değerler ne olursa olsun, kurun değeri 1,20'de sabitleniyor. Dolayısıyla, bir defa oradan kaynaklanan bir rahatsızlık var. Yani çoğumuz, daha doğrusu hepimiz, para sistemini Bretton Woods sonrası olarak görüyoruz ama aslında parasal sistem 1970'lere kadar altın üzerine giden bir sistem. Mesela az önce Mehmet Ali Bey, altının kaybolan bir emtia olmamasına değindi. O noktada ben bir karşılaştırma yapmak istiyorum: 1980'lerdeki petrol krizinde ABD'nin altın rezervi ABD'nin para tabanını birebir karşılar orandaydı. Hatta biraz daha yukarıdaydı. Şu andaki altın rezervinin paraya oranına baktığımızda sadece yüzde 20'sini karşılıyor. Dolayısıyla ortada çok yüksek miktarda para var. Birinci sorun bence bu. İnsanlar artık bu sistemin bu şekilde işlemesinden hoşlanmıyorlar. "Sabahtan akşama hükümet ya da merkez bankası benim zenginliğimi kararlaştıramaz" duygusu var. ~
Örneğin 1980 krizinde birebir denk düşüyordu. ABD'de kağıt para miktarı kadar altın vardı. İkinci önemli nokta, hep söylenir, uzun vadeli düşündüğümüzde altın her zaman için aynı miktarı satın alabilen bir varlıktır. 100 sene önce altın sizi iyi bir şekilde giydirebiliyorsa, 100 sene sonra da aynı şekilde giydirebilir. Ama dolar, sterlin ve diğer eski para birimlerine baktığımızda, 1913'te FED (Amerikan Merkez Bankası) kurulduğunda 1 Dolar = 1 Dolar iken şu anda 1 Dolar = yaklaşık 13 Sent ediyor. Enflasyondan kaynaklanan ciddi bir kayıp var. İnsanlar bunu da göz önüne alarak hareket ediyor. Şu anda 10 yıllık bir Amerikan tahvili 1,90. "ABD'ye 1,90'dan parayı vereceğime giderim altın alırım, çok daha mantıklı, en azından istedikleri gibi oynayamazlar" düşüncesi var.

M. Rauf Ateş: Teşekkürler. İşbankası Sermaye Piyasaları Müdürü Meltem Kökden ile devam edelim. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Böyle bir yükseliş bekliyor muydunuz?

Meltem Kökden: 
Çok geriye gitmeden anlatmak istiyorum. Şu anda yatırımcıların altın talebinin yükselmesinin nedeni altının "güvenli liman" olmasıdır. Şu anda dünyanın ekonomik konjonktürüne baktığımızda, Avrupa'daki borç sorunları, Yunanistan, İspanya, Portekiz ve İtalya'daki "default" riskleri, ABD'deki bütçe açıkları gibi faktörler, insanlarda yatırım anlamında bir belirsizlik yaratıyor. Dolayısıyla insanlar güvenebilecekleri bir yatırım aracı arıyorlar ve şu anda güvenilebilir olarak gördüğümüz iki tane yatırım aracı var: Amerikan on yıllıkları ve altın. İkisi arasında da çok ciddi bir korelasyon (ilişki) var. Bu belirsizlikler devam ettiği sürece de insanlar yatırımlarını koruyabilmek için altını tercih ediyorlar. Bu kadar olmasa da bir yükseliş biz de bekliyorduk. Yükseliş trendini bekliyorduk. Önümüzdeki dönemde de bu belirsizlikler ortadan kalkmadığı sürece altının yukarı yönlü gideceği yönünde bir beklentimiz sürüyor. Ancak bu belirsizlik sorunları çözüldüğü ölçüde altın geriye gidebilir. Bir düzeltme hareketi bekleyebiliriz ama kısa sürede bu yapısal sorunların çözüleceğine inanmadığımızdan, uzun vadeli trendde atında bir yükseliş potansiyeli olduğunu düşünüyoruz.

M. Rauf Ateş:  Bir yıl önce bu günlerde sorulsaydı böyle bir rakam tahmini yapılabilir miydi?

Meltem Kökden:
  Tahmin edilemezdi çünkü her seviyede "acaba bir düzeltme hareketi gelecek mi?" şeklinde bir beklentimiz vardı. Ama şu noktada da ben bu belirsizlikler ortadan kalkmadığı müddetçe altında artış eğiliminin devam edeceğini tahmin ediyorum.

M. Rauf Ateş:  Teşekkürler, size tekrar döneceğim. Altınbaş Holding Mücevherat Grup Başkanı Atilla Keskin ile devam edelim. Siz reel sektör olarak tüketicilerle, müşterilerle, bireylerle birebir temas halindesiniz. Bu durum size nasıl yansıyor?~

Atilla Keskin: 
Kuyumculukta altını iki şekilde değerlendirmek lazım: Birincisi mücevher olarak, ikincisi yatırım aracı olarak. Bizim ilgi alanımız mücevher. Mücevher de kendi içinde ikiye ayrılıyor. Bir, değerli taşlarla, örneğin pırlantalarla altının kullanımı var. Bir de normal, sade altınla üretilen mücevherler var. Ben önce altın kısmını anlatayım. Pırlantalı, mücevher olmayan, düz altını ele alırsak, geçtiğimiz on yıl içerisinde baktığımızda 2001'den sonra, kısmen bir 4 sene, 2006'ya kadar altının gramı 15 - 18 TL arasında dolaştı. Biraz da doların 1,20'lere kadar düşüşüyle birlikte dünyada görülen altındaki artış tolare edildi. O arada bizim sektörümüzün altın kısmı 2002 - 2006 döneminde yüzde 30'luk büyüme gerçekleştirdi. 2001 krizinden sonra bu büyüme gerçekleşti. İhracat rakamları 1,5 milyar dolarlara kadar çıktı. Sektörün bu kısmı her yıl yüzde 30 büyüdü. 2006'dan 2008 sonundaki krize kadar yavaşlama arttı çünkü altın fiyatlarının artışı TL olarak da hissedilebilir bir noktaya geldi. Krizden sonra takı olarak yapılan altın satışları 2009'dan itibaren her yıl yüzde 30 düşerek devam ediyor. Bu arada sektör ne yaptı? Bizim gibi markalar, markalaşma süreçlerine girdi. Dünyadaki trendlerle birlikte pırlanta ve elmasın ön plana çıkacağını 2000'li yılların başından itibaren hissettiğimiz için işi biraz o tafra doğru kaydırdık. Altındaki sıkıntıyı ancak bu şekilde tolare edebildik.

M. Rauf Ateş:
Takı bizde tasarruf amaçlı ya da düğünlerde takılmak üzere eskiden berialınırdı. Tüketiciler bu dönemde takıyı alanlaralmaktan vazgeçip başka bir şey mi almaya başladılar?

Atilla Keskin: 
Takmak için değil yatırım amaçlı almaya başladılar. Takı almaktan ziyade gram altın dediğimiz ya da işçiliği fazla olmayan tel bileziklere yöneldiler. İşin "sarrafiye" adını verdiğimiz kısmında biraz hareketlilik oldu. Altın, açıkçası takı olarak azaldı. Bu dönemde gümüş ve bijuteriye olan talep arttı. Bizler bu dönemde pırlantayı ön plana çıkarmaya çalıştık. Reklamlarda, iletişimde, markalaşmada 2000 yılında itibaren ortalama yüzde 20, 2009 yılı hariç, pırlanta hızla Türkiye'de büyüyor. Şu anda 1,5 milyar dolarlık bir hacme ulaştı. 2010 yılı itibariyle Türkiye'ye 1 milyar dolarlık elmas girdi. Bu işleniyor, tekrar satışa çıkartılıyor. Türkiye elmaslı ve pırlantalı pazarda dünyada söz sahibi olmaya doğru gidiyor. 2008'de 1,5 milyar dolarlık, 2009'da 900 milyon dolarlık, 2010'da 1 milyar 200 milyon dolarlık bir ihracatımız var. Elmas, Türkiye'de her yıl yüzde 20 büyüyor.

M. Rauf Ateş:  İç pazar hacmi ne kadar?

Atilla Keskin:  Sektörün tamamı kayıt içinde olmadığı için tahmin etmek zor.

M. Rauf Ateş:  Size göre tüketicinin bu davranışı geçici midir yoksa kalıcı mıdır?~

Atilla Keskin:  Burada fiyatların artışıyla ilgili şöyle bir veriyi de ortaya koyabiliriz. Türkiye'de tüketicide geri dönüşüm diye bir olay var. Altının fiyatı en son yükselişten önce Türkiye'de gramı 80 liraya kadar çıkmıştı. O dönemde çok miktarda hurda altın satışı geliyordu. Bir kuyumcunun günde 4-5 kilo altın aldığı dönemler oldu. Çok ciddi bir dönüş yaşandı. Altının gram fiyatının 80 liradan 110 liraya çıktığı son 2-3 aylık dönemde biz, henüz böyle bir dönüş yaşamadık. Yüzde 25 - 30'luk bir artış yaşanmış olmasına rağmen tüketicinin bu
davranışı çok garip.

Meltem Kökden: 
Belki daha da yükseleceği beklentisi böyle davranmalarının nedenidir.

Mehmet Ali Yıldırımtürk:  Bunu iyi analiz etmek lazım. Başka nedenler de var. 2008'in son çeyreğiyle 2009'un ilk çeyreği arası, finansal krizin çok şiddetlendiği dönemde, kurumlar her ne kadar borçlu yakalanmamış olsa bile, Türk halkı bu finansal krize de borçlu yakalandı. 2001 krizinde Türk halkı borç yüzünden çok kötü günler geçirmişti. O dönemdeki borçluluğu sosyal dayanışma çerçevesinde aşmıştı. Ne var ki dışarıdan gelen finansal kriz sırasında biraz da çekinerek bir an önce borçlarını kapatma yoluna girdi. Elinde değeri yükselen ve en nakit olan varlık olarak altını gördü ve altın satışına geçti. Altının gramı 50 -54 TL arasındaydı. Türkiye'de bu yaklaşık 6 aylık süreçte İstanbul Altın Borsası'nın resmi rakamlarına göre Türkiye 400 ton altın ihraç etti. Bu ilk kez olan bir şeydi. O da İstanbul Altın Rafinerisi gibi diğer rafineri şirketlerinin çok kısa sürede altını uluslararası standartlarda rafine edip satabilmesinden kaynaklanmıştı. Türkiye'nin yıllar itibariyle, 2007'ye kadar altın ithalat rakamları ortalama 200 ton civarındadır. Dolayısıyla Türkiye 6 aylık süreçte, 2 yıllık ithalatını tekrar geri satmış oldu. 2009'un geriye kalan 3 çeyreğinde de 37 ton altın ithalatı yapıldı. Türkiye'nin 200 tonluk altın ithalatına karşılık halen dörtte bir altın ithal ettiğini biliyoruz. Şu ana kadarki rakamlarda 50 ton altın ithal edilmiş durumda.

M. Rauf Ateş:  Teşekkürler. Altın Rafineri ile devam edelim. Altın Rafineri A.Ş. Genel Müdür Yardımcısı Gökhan Aksu, siz altındaki bu yükselişi nasıl görüyorsunuz? Sizin işlerinize, rafinerideki işleyişe nasıl etkisi oldu?

Gökhan Aksu:  Takı ve mücevherat tarafını Atilla Bey çok güzel açıkladı. Altın fiyatlarının artmasıyla insanların altına olan yaklaşımı da biraz değişti. Fiyatlar yükseldikçe değişmeye devam edecek gibi de görünüyor. Vatandaşlar fiyatların artmasıyla daha çok yatırımlık altına yöneliyorlar. Biz bunlara "gram altın ve türevi altınlar" diyoruz. İnsanlar istedikleri anda nakde dönebilmek için bunları tercih ediyorlar. Mücevherat tarafına, takı tarafına baktığımız zaman fiyatların artması, işçiliğin üzerinde bir maliyet oluşturması, bozdurulmak istendiğinde işçilik kaybı gibi endişeler nedeniyle bizlerin işlerine olumlu yansıdığını söyleyebiliriz.

M. Rauf Ateş:
  Siz bu gram ve türev altınlara dönüşü kendi işinizde nasıl gözlemliyorsunuz?~

Gökhan Aksu:  Şöyle söyleyeyim size.. .2010 yılındaki üretimimizle 2011 yılında şu ana kadarki üretimimiz kıyaslandığında arada 3 kata yakın bir fark var. 2010 yılının tamamında bir birimlik üretim varsa, 2011 yılında şu güne kadar üç birimlik üretim söz konusu. Atilla Bey'in de bahsettiği gibi altının geri dönüşünde de çok enteresan gelişmeler oldu. Biz altına "son kurşun" diyoruz. Türk halkı altını çok seviyor, kültürel bir bağlılığı var altına. 2008 yılının kriz döneminde, altının fiyatı 50 -58 TL aralığındayken, sıkıntıya girenlerin altınlarını bozdurmalarıyla ciddi anlamda bir hurda geri dönüşü oldu. Ama son zamanlara bakıyoruz ki hurda dönüşünde ciddi bir azalma var. Bu, insanların altınlarını bozdurmaması, belki insanların altınlarını daha kötü günler için sakladıkları anlamına da geliyor. Ya da yükselişin devam edeceğini düşünüp ellerindeki altını bozdurmak istemiyor da olabilirler.

Meltem Kökden:  Özellikle şurada bir ekleme yapayım. 2010 yılında bankaların da devreye girmesiyle kaydi altın, altın depo hesapları, altın mevduatları, altın fonları gibi ürünlerin devreye girmesiyle çok ciddi bir müşteri potansiyeli oluştu. Mevduat bankalarının toplam altın mevduatı büyüklüğüne bakıldığında 2010 yılının başında toplam 14 ton iken, şu anda haziran sonu rakamları 60 ton. En son Merkez Bankası'nın zorunlu karşılıklar ile ilgili yaptığı açıklamayla da mevduatlarda yaklaşık 100 ton altın var. Bu Ekim 2010'dan beri var olan bir büyüme. Biz, bankalar, kaydi sistemde altın satıyoruz. Onun dışında sektör rakamları yok ama sistemde 1 gram karşılığı, çeyrek ya da tam Cumhuriyet altınlarını sistemde satıyoruz. Müşteri sayısının 50 binlerden 300 binlere yükseldiğini görüyoruz. Bu müşteri rakamı sadece bankacılık sektörünün rakamıdır. Bütün altın sektörünün değil ama bu rakama dayanarak kabaca bir tahminde bulunulabilir. Yani, yatırım amacıyla kaydi altına yönelme, çok ciddi anlamda hissediliyor.~

Gökhan Aksu:
  Şunu da ilave etmek istiyorum: İstanbul Altın Rafinerisi'nin şu anda özel bir banka ile yapmış olduğu bir çalışma var. Bankacılık sisteminde sadece kaydi olarak değil, fiziki olarak da bir bankada bizim üretmiş olduğumuz altınlar mevduat şeklinde işlem görebiliyor. Gişeden altın alıp satabiliyorlar. İkinci bir proje olarak da biz, bu bankayla ilgili olarak, bölgesel bazda bankanın vermiş olduğu reklamlarla, birtakım bildirimlerle banka aracılığıyla hurda altın da topluyoruz. Banka kendi müşterisine ve kendi yerleşiminin olduğu
bölgede reklam yaparak şu gün, şu tarihte hurda altınlarınızı, mücevheratınızı, gram altınlarınızı alıp işlem yapabiliriz şeklinde bir çalışma yapıyor. Çok da başarılı gidiyor. Bunun dışında katılım bankası olmayan birkaç bankayla da görüşmelerimiz var. Onlar da bizimle aynı tarzda bir operasyon yürütmek istiyorlar. Hem fiziki olarak mevduat gibi kabul görmesi, hem de operasyonel anlamda hurda altının banka şubelerinde alınıp bankalarda muhafaza edilmesi mümkün. Ama ne şekilde muhafaza edilmesi mümkün? Kaydi olarak ya da gram altın tarzında. Örneğin siz hurda altınınızı getiriyorsunuz. Hurda altınınız kaydi olarak müşterinin hesabına geçiyor. Vatandaş gelip sizden fiziki olarak gram altın almak istediğinde, siz bankadan alıp vatandaşa verebiliyorsunuz. Bu bankaların kendi inisiyatifinde olan bir şey. İsteyen her banka yapabilir. Şu anda sadece bir banka yapıyor. Onun dışında da görüşmüş olduğumuz bankalar var ve çok ilgi görüyor. Kaydi olarak değil, fiziki olarak da altını alabilecek. Burada iki tane operasyon var: Birincisi serbest bir şekilde gişeden gidip nasıl döviz alabiliyorsanız altın da alabiliyorsunuz. İkincisi de yerel olarak belli operasyonel bölgelerde hurda altın topluyorsunuz. Kaydi olarak hesabına geçiyor. Siz bu işlemi fiziksel olarak da yapabiliyorsunuz.

Meltem Kökden:  Altın mevduatında müşterinin talebi eğer altın teslim almaksa müşteriye uluslararası standartta altın veriyorsunuz. Ya da dolar ya da TL, ne isterse...

Gökhan Aksu:  Yakın bir zamana kadar LBMA üyesi de olduk. Bizim altınlarımız sadece Türkiye'de değil, uluslararası altın piyasasında ve bankalarda kabul gören ve serbest dolaşım hakkına sahip olan bir sistem haline dönüştü. Dolayısıyla en iyi üreticiler listesine girmiş bulunuyoruz. Biz LBMA'in altın tarafındayız. Bunun bir de gümüş tarafı var. Bunun bizim yurtiçi ve yurtdışı çalışmalarımıza önemli katkı sağlayacağını düşünüyoruz. Bu fiziksel altın konusuyla ilgilenen bankaların da önünü açan bir konudur.

M. Rauf Ateş:  Size tekrar döneceğiz. Şimdi TCMB Piyasalar Genel Müdürü Günay Yeşildoruk ile devam edelim. Günay Bey, siz altındaki bu yükselişi nasıl yönettiniz? TCMB'nin altının yükselişine bakışı nasıl?

Günay Yeşildoruk:  Tarihsel süreçte altın hem yatırım aracı olarak, hem de enflasyondan korunma amacı ile kullanılmıştır. Son yaşanan küresel ekonomik kriz ve bazı AB ülkelerinde borç çevrilebilirliği konusunda yaşanan zorluklar, belirsizliklerle risk algılamasının kötüleştiğini, buna paralel küçük yatırımcıdan büyük yatırımcıya kadar, her yatırımcının varlıklarının değerini korumak için alternatif bir araç olarak altına yöneldiğini görüyoruz. Buna benzer bir eğilim zaman zaman merkez bankalarının tavırlarında da gözlendi. Biraz önce konu oldu. 2005 yılında altının ons fiyatı 400 dolar seviyelerinde iken 2011 yılında, özellikle son birkaç ay içinde hızla 1900 dolar seviyelerine yükseldikten sonra bugünlerde 1800-1850 seviyelerinde dalgalanmaktadır. ~
Tabii, burada özellikle 2011 yılı içinde son aylarda altının ons fiyatındaki hareketin daha sert ve çok hızlı olduğunu belirtmek gerekiyor.
Merkez bankalarının altına yaklaşımı, hep stratejik rezerv olarak değerlendirmek şeklinde olmuştur. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın (TCMB) altın varlıklarına yaklaşımı da aynı niteliktedir. TCMB rezervleri içerisinde stratejik rezerv olarak belli bir miktar altın tutmayı tercih etmektedir. Bu tercihde altın fiyatının seviyesi, yönünün etkili olduğunu söylemek pek mümkün değildir. Türkiye'deki altın piyasasının gelişimine baktığımızda ise merkez bankası olarak 1980'li yıllarda altın ithali ve ihracı konusunda tek yetkili kuruluş TCMB idi. 80'li yılların sonunda ve 90 lı yıllarda Türkiye'de yaşanan ekonomik gelişme, finansal sistemin gelişerek güçlenmesine paralel olarak özellikle altının bir kıymet ve yatırım enstrümanı olarak serbest piyasada işlem görmesi, fiyatının piyasa dinamikleri çerçevesinde belirlenmesi, bir altın borsasının kurulması istenerek bu konudaki girişimler desteklenmiştir. 1995 yılında İstanbul Altın Borsası'nın kurulmasında TCMB aktif biçimde yer almış ve destek olmuştur. 1993 -1995 döneminde TCMB Türkiye'de altın piyasasının gelişebilmesi, olgunlaşması için, bankalar ve aracı kurumların bu piyasada işlem yapabilmesi için, piyasanın düzenli faaliyette bulunabilmesi için gayret göstermiştir. 1995 yılından sonra ise Türkiye'de kurulan altın piyasasının hızla gelişmesi için, finansal enstrüman olarak gerek bankacılık kesiminin gerekse üretici kesimin borsada kolaylıkla işlem yapabilmesi, bu yöndeki gelişmeler memnuniyetle izlenmiştir. Rezerv yönetimi ve altının rezerv yönetimindeki yeri açısından dünyadaki merkez bankalarının faaliyetlerine baktığınızda genelde muhafazakar bir yaklaşımın hakim olduğunu söylemek mümkün. TCMB'nin yaklaşımı da benzerdir. Bu bağlamda altın rezervlerimize baktığımızda, döviz rezervlerimizdeki gelişmeyi incelediğimizde 1995 yılından buyana altın varlıklarımızda önemli değişiklik olmamıştır. Uluslararası standartta 116 ton altın varlığımız mevcuttur. 1995 yılından bu yana da hemen hemen hiç değişmemiştir. Bu altın varlıklarının bugün itibarı ile ABD doları olarak değeri yaklaşık 5,6 milyar ABD dolarıdır. Bu altın rezervinin, toplam döviz varlıklarımız içerisinde yaklaşık yüzde 5,6'lık bir paya sahip olduğunu söylemek mümkündür. Döviz rezervlerinin değerindeki ve altının ons fiyatındaki değişimlere göre bu oran yüzde 5-6 seviyesinde değişebilir. Merkez bankaları ve uluslararası kuruluşlar altın varlıklarını 1970li, 80li, 90'lı yıllarda piyasa değerindeki değişimlere göre değerlemiyorlardı. Belli bir altın değeri üzerinden sabitlemişlerdi. Mark-to-market denilen güncel piyasa fiyatlarına göre değerleme yapmamışlardır. Son yıllarda çoğu kuruluşun altın rezervlerini güncel piyasa fiyatlarını referans alarak değerleme yapmayı tercih ettiğini görüyoruz. TCMB de üç aylık dönemler itibarı ile güncel piyasa fiyatları üzerinden altın varlıklarını değerleyerek mali tablolarında raporlamaktadır.

M. Rauf Ateş:  Bu normal bir oran mıdır? Türkiye, rezerv miktarı açısından bildiğimiz kadarıyla dünyada ilk 30 ülke içinde...

Günay Yeşildoruk: 
Bu oran ülkeden ülkeye büyük farklılık gösterir. Merkez bankaları ve uluslararası kuruluşlar açısından en uygun, optimum rezerv miktarının ne olması gerektiği sorusu, hangi kriterlere göre rezerv seviyesinin yeterli görüleceği konusu önem arz etmektedir. Bu konuda muhtelif çalışmalar yapılmış, bazı kriterler geliştirilmiştir. Bu kriterler genel kabul görmektedir. Bu konuda yeni çalışmalar da yapılmaya devam ediliyor. Ulusal ekonominiz büyüyor, gelişiyorsa, bu tür dönemlerde hızlı rezerv birikimine maruz kalıyorsanız, rezerv seviyesi, rezervin ne amaçla tutulduğu, gerektiğinde nasıl kullanılacağı, değerinin nasıl korunacağı konuları önemli olup yapılan muhtelif teknik çalışmalarla da ele alınmaktadır. ~
Bu çerçevede; merkez bankasının temel amacı rezerv varlığının değerinin korunması, likit varlıklarda her an kullanıma hazır tutulmasıdır. 1211 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanunun 53. maddesinde altın ve döviz rezervlerinin yönetiminin para politikası hedefleri ve uygulamaları çerçevesinde yapılacağı, sırasıyla güvenli yatırım, likidite ve getiri önceliklerinin dikkate alınarak yönetileceği hususu düzenlemiştir. Hem altın hem de döviz rezervlerinin yönetiminde, özellikle içinde bulunulan finansal kriz ortamında ilk iki kriter yani değerinin korunması ve likit olması hususları öne çıkmaktadır. Uluslararası rezervlerin yönetimi konusunda TCMB diğer merkez bankalarından çok da farklı değildir. Bu amaçlara yönelik döviz ve altın rezervini yönetirken muhafazakar bir yaklaşım tercih edilmektedir. Altın varlıklarımızın çok da değişmemesi bu yaklaşımın bir göstergesidir. Son 5-6 yıllık sürede Altının ons fiyatı 400 dolar seviyesinden 1.900 dolar seviyesine kadar yükselmiştir. Bundan sonra altın fiyatının ne yönde hareket edeceği, yükselişin devam edip etmeyeceği konusunda muhtelif görüşler ve beklentiler mevcuttur. Burada da bu yönde değerlendirmeler oldu. Bu beklentiler günlük olarak yaşanan gelişmeler ve fiyat hareketlerine göre de değişim göstermektedir. Hızlı fiyat artışı ortamında bazı ülke merkez bankalarının, örneğin Bangladeş, Rusya, Çin ve Hindistan merkez bankaları gibi, altın rezervlerini toplam döviz rezerv artışına paralel yükseltmeyi tercih ettikleri görülmüştür. IMF ve bazı Avrupa Merkez Bankaları altın rezervlerini satarken, hızlı rezerv biriktirme sürecinde olan ülkelerin IMF'den altın satın almaları son yıllarda dikkat çeken bir gelişme olmuştur. Dolayısıyla bazı ülkelerin yaşanan rezerv birikim sürecine paralel, altın varlıklarında ayarlama yaptıkları, altın miktarını artırma yoluna gittiklerini söyleyebiliriz. Bu tabii ki stratejik bir karardır. Bunun devam edip etmeyeceği de kestirilmesi zor bir gelişme olacaktır.

M. Rauf Ateş:  Peki altın, Merkez Bankası açısından ne kadar önemli? Altın fiyatındaki dalgalanmalar, yükselişler, TCMB'nin günlük operasyonlarını nasıl etkiler? Döviz gibi etkilenir mi?

Günay Yeşildoruk:  Ekonominiz hızla gelişiyor, üretim, dış ticaret ve finansman kanallarıyla uluslararası piyasalara açılımınız sürüyorsa, dış ülke ekonomilerinde ve mali piyasalarda meydana gelen her türlü gelişmeyi yakından takip etmeniz, analiz ederek gerekli politika tedbirlerini almanız gerekmektedir. O nedenle TCMB da sürekli günlük olarak uluslararası ekonomik gelişmeleri ve mali piyasalarda, altın piyasalarında yaşananları yakından takip etmekte ve kendi analizlerini yapmaktadır. Kısa, orta ve uzun vadelerde rezerv yönetimi stratejisinin tespiti açısından bu çalışmalar çok önemlidir. Ancak günlük operasyonlarınıza döviz ve altın piyasasındaki fiyat hareketleri, fiyat hareketlerinde gözlenen dalgalanmanın artıyor olması, operasyonel anlamda doğrudan etki yaratan gelişmeler değildir. Son yıllarda Türk bankacılık sistemi ve bankalarımızla diğer finansal kuruluşların faaliyetlerindeki gelişmeleri incelediğimizde, Meltem Hanım'ın bahsettiği gibi, altın depo hesaplarında ve altına dayalı finansal araçların kullanımında ciddi bir artış olduğunu tespit ediyoruz. TCMB de her yıl yaptığı para politikası açıklamasında, bankacılık sistemindeki gelişmeleri yakından takip ettiğini, fiyat istikrarı, finansal istikrarın sağlanması ve korunması için gerekli önlemleri almaya devam edeceğini, bu bağlamda mevcut olan ve geliştirilecek yeni politika araçlarını kullanmayı gündeminde tutacağını bankacılık sistemine ve kamuoyuna duyurmuştur. Bu bağlamda alınan en son önlemler ile zorunlu karşılık uygulamasının altın hesaplarını da kapsayacak şekilde genişletilmesi, yılın ilk yarısında bankaların aktif ve pasif hesapları arasındaki vade farkı dengesizliğini gidermeye yönelik alınan zorunlu karşılık oranları artışı kararına ek olarak bankaların likidite açısından rahatlatılması ve maliyetlerinin düşürülmesini sağlamaya yönelik olarak TL cinsinden zorunlu karşılık yükümlülüklerinin yüzde 10'luk kısmının döviz olarak tutulmasına imkan veren yeni karar bankacılık sistemine esneklik sağlayacaktır. Merkez Bankası, Türkiye'de finansal sistemdeki gelişmeleri yakından takip ederek politika araçları setini geliştirmeye yönelik çalışmaktadır. Döviz, menkul kıymet piyasaları, altın piyasasındaki gelişmeleri yakından takip etmektedir.~

Mehmet Ali Yıldırımtürk:  Enflasyona yansımasını da takip ediyor musunuz?

Günay Yeşildoruk:  Kişiler veya kurumlarca değer ölçümü açısından altın referans alınabilir. Enflasyona yansıması, etkisi nasıldır diye bakarsanız tüketici fiyat endeksi içinde altının belli bir payı vardır. Altın fiyatındaki dalgalanmanın yüksek olduğu dönemlerde indeks içindeki payı üzerinden enflasyon verilerine yansıması sözkonusu olmaktadır. Ancak endeks içindeki ağırlığı çok düşük olduğu için etki sınırlı kalmaktadır. Enflasyonun yakından takip edildiği, enflasyon hedeflemesi yapıldığı dikkate alındığında altın fiyatındaki hareketler de izlenmektedir. Zaman zaman altın fiyatındaki büyük hareketler, enflasyon sepetinde altının yer alması nedeni ile enflasyona etki yapmaktadır. Ancak enflasyonu doğrudan etkileyen bir faktördür demek doğru değil. İşlenmemiş gıda ve enerji fiyatlarındaki hareketler, diğer alt kalemlerdeki değişimler daha etkili olmaktadır.

M. Rauf Ateş:  Şant Bey, size sormak istiyorum. Geçmişine baktığımızda altının yükseliş dönemlerinin ardından sert düşüşler yaşadığını görüldü. Şimdi şöyle bir kanaat var: "Altın, zaman zaman düzeltmeler yapılarak böyle gider, artış devam eder". Siz bu konuda neler söylemek istersiniz?

Şant Manukyan:  Önce çok kısa bir tespitte bulunayım: Şu ilk turda şöyle bir şey gördük. Atilla Bey mücevher tarafından baktı. Günay Bey, Merkez Bankası açısından stratejik bir varlık olduğundan bahsetti. Meltem Hanım ve Gökhan Bey de bankalardaki altın hesaplarından bahsetti. Hal böyle olunca burada standart bir emtiadan bahsetmediğimizi görüyoruz. Kimse petrol alıp bankaya "ben bunu faiz olarak değerlendireceğim" demiyor ya da hiçbir merkez bankası "ben stoklarıma buğday alıyorum" demiyor. Burada "store of value" dediğimiz bir emtia yok. Sizin sorunuza gelirsek, 1980'lerdeki yükselme iki nedenden kaynaklanıyor. İlki, petrol krizi fiyatları yukarı götürüyor. İkincisi o sıralarda FED'in başkanı olan Arthur Burns, ki kendisi "çekirdek enflasyon"un da mucididir bu krize faiz artırarak müdahale etmiyor, faizleri düşük tutuyor. Dolayısıyla petrol fiyatlarındaki yükselişle de beraber ciddi bir enflasyon oluyor ve bir anda altın çok kısa sürede 800 dolarlara kadar yükseliyor. Ondan sonraki düşüşün nasıl olduğuna bir bakarsak, ABD Başkanı Obama'nın eski danışmanı olan Paul Walker başa geldiği zaman enflasyon çift haneliydi. Para tabanı az önce söylediğim gibi çok büyümüştü. Yaptığı ilk iş, enflasyonu düşürmek için para tabanını çok hızlı bir şekilde küçültmek oluyor. Bu arada faizler de hızla yükselip yüzde 20 - 21'li rakamlara ulaşıyor. Çok hızlı bir yükseliş ve çok ciddi bir getiri söz konusu oluyor. Tabii altın da aynı hızla aşağı iniyor. 1980'lerde gördüğü zirveden 1999 - 2000'de 290 dolarlara kadar geriliyor. Bu nokta İngiliz Merkez Bankası'nın "altında bir getiri yok" diyerek bütün altın rezervlerini sattığı noktadır. Şimdi dönüp baktığımızda o günlere göre farklı bir ortamdayız. Para tabanı çok hızlı bir şekilde büyüyor ama gelişmiş ülkelerde bir enflasyon tehlikesini görmüyoruz. Enflasyon tehlikesini göremez miyiz? ~
Mutlaka göreceğiz. Çünkü merkez bankaları krize de enflasyona da hep geç tepki verir. FED'in bilançosu 2,8 trilyon dolar. Bunun kriz öncesi miktarı 800 milyar dolardı. Eğer bu para hızlı bir şekilde rezervlere girerse mutlaka "enflasyonist" olacaktır. Bu ortam şu anda yok. İleride bu ortam olursa ve FED buna çok hızlı bir şekilde tepki verirse, evet altın düşer ama 2004 - 2007 arası, yani Greenspan'ın FED Başkanı olduğu dönemde faizler yüzde 1'den yüzde 5,25'e kadar çıktı. Bu sırada altın 400 dolardan 700 dolara kadar yükselmişti. Çünkü 3 seneye yayılmış 25 baz puanlık bir faiz artırımı ve para tabanında önemli bir küçülme olmadığı zaman, altın fiyatları buna negatif tepki vermiyor. Dolayısıyla, önümüzdeki dönemde eğer FED'in "ben bu parayı piyasadan çok hızlı bir şekilde çekeceğim ve faizleri de normal seviyelerin üzerine getireceğim" tarzı bir politikasını piyasa algılarsa, bir şekilde altın fiyatları düşecektir. Ama ben şu anda en büyük tehlikenin, yani hızlı satışın, bir likidite krizi nedeniyle gelebileceğini düşünüyorum. Ki onun da işaretlerini görüyoruz. Bu olursa, 2008'deki Lehman krizinde olduğu gibi 1.000 dolardan 700 dolara kadar düşmüştü. Yine 1.900 dolardan 1.600'lere düşebilir. Ama ana trendi bozacak olan merkez bankası adımının henüz çok uzakta olduğunu düşünüyorum.

M. Rauf Ateş: 
Krizin işaretleri neler olabilir? Örneğin birkaç bankanın zora girmesi gibi mi?

Şant Manukyan:  Yani, aslında son 1,5 ayda LIBOR'un seyrine baktığımızda, 3 aylık LIBOR'lara baktığımızda ciddi bir problem olduğunu görüyoruz. Bankalar arasında borçlanmalarda sorun olduğunu görüyoruz. Daha geçen hafta büyük merkez bankaları da SWAP kanallarını tekrar açmak zorunda kaldılar. "Bunun biz önlem olarak yapıyoruz, sorun yok" tarzında konuşuyorlar ama yavaş yavaş Çinli bazı bankaların bazı Fransız bankalarına kanalları kapattığı konuşuluyor. Çünkü her ne kadar Avrupa'da stres testleri yapıldıysa da "acaba hangi bankanın bilançosu gerçekten iyi?" onu net bir şekilde göremiyoruz. Amerika'da bile sorunlu varlıklar piyasa fiyatından değil kendi modelleriyle fiyatlandırılıyor. Gerçekten o varlık 80 cent mi? Yoksa 30 cent mi? Bankalar bunu net bir şekilde göremedikleri için güvensizlik yavaş yavaş oluşmaya başladı bile.

M. Rauf Ateş:  LIBOR'daki hareketi biraz daha açar mısınız? Neyi kastediyorsunuz?

Şant Manukyan:
  3 aylık LIBOR, 1,5 ay zarfında, hatta o kadar bile olmamıştır, aşağı yukarı 0,25'lerden, 0,35'lere yükselmiş durumda.

M. Rauf Ateş:  Likidite krizi altın fiyatlarını etkiliyor mu?

Şant Manukyan:  İlk başta değil. Çünkü herkes pozisyon alıyor. Diyelim akşam likiditeye ihtiyacınız var. Piyasadan borçlanamayınca mecburen varlık satışına geçiyorsunuz.

M. Rauf Ateş:  Önder Bey sizinle devam edelim. Siz bu düşüş ihtimalini nasıl değerlendiriyorsunuz? Altın fiyatlarındaki bu yükseliş altın ticaretini ve Kapalıçarşı'yı nasıl etkiler?

Mehmet Ali Yıldırımtürk:  Konuşmacıların sözleriyle ilgili bir iki not aldım. Asya ülkelerindeki merkez bankalarının rezervlerini artırabilecekleri söylendi. Özellikle bu süreçte, gelişmekte olan ülkelerde para birimlerine güven daha fazladır ve oralarda enflasyon daha düşüktür. Türkiye dahil olmak üzere Asya ülkelerinde bu böyledir. Türkiye'de bu dönemde altının beklenildiği kadar tüketilememesinin nedenlerinden biri de Türk Lirası'na olan güven. Bu arada ben Merkez Bankamızı her ortamda kutluyorum, bir kere daha, burada temsilcisi var, kendilerini kutluyorum. Gerçekten bu döneme kadar biz, piyasaları bu kadar yakından izleyen, hatta piyasaları önünden izleyen bir merkez bankasıyla muhatap olmamıştık. ~
Gerçekten çok memnunuz. Hakikaten piyasalara yerinde ve zamanında müdahale ederek piyasaların sağlıklı çalışmasında çok büyük etkileri oluyor. Türkiye'deki altın tüketiminin şekil değiştirmesi elektronik bankacılığın gelişmesinden kaynaklandı. Biz bunu dövizde de gördük. Daha önce Kapalıçarşı serbest döviz piyasası, döviz fiyatlarını Türkiye'de belirleyen tek merkezdi ve bankalarda konumlarını bu piyasaya göre ayarlıyorlardı. Laleli'deki bavul ticareti ile günlük 50 - 100 milyon dolar arası döviz geliyordu, burada işlem görüyordu ve bunlar buradan bankalara yatıyordu. İthalatçı ve ihracatçı da buradan işlem yapıyordu. Elektronik bankacılıktan sonra para taşıma, burada fiyat opsiyonu kullanma, fiyat oluşturma veya fiyat kesimi yapma gibi zorluklar ortadan kalktı. Bugün bir telefonla bankanızdaki TL'nizi dövize ya da dövizinizi TL'ye dönüştürebiliyorsunuz. Herhangi bir sahte para, eksik gelme, fazla gelme gibi durumlardan da arınmış oluyorsunuz. Aynı şekilde profesyoneller ya da kurumsallarda henüz bu alışkanlık elde edilebilmiş değil,bankalardan altın fonu alma şeklinde son dönemlerde bir gelişme oldu. Ancak Türk insanı, geleneksel olarak, altını eline almadan "bu benim altınımdır" demez. "Şu altın sizindir"dediğinizde o altını görürse onu alır, ama kağıdın üzerine "bu kadar altın sizindir" diye yazdığınızda ona biraz soğuk bakar. Yani gelişme ancak bu güvenin sağlanması ve yatırım aracı olmasıyla, takı olarak kullanılması arasındaki farkın düzeltilmesiyle mümkün olacaktır. Şu anda hala Türk Halkı, bizim kuşağımız, altını hem bir takı aracı, hem de bir yatırım aracı olarak görüyor. Bu önümüzdeki dönemde kuşak farkıyla aşılacak. Artık Türkiye'de insanlar sosyal güvenlik yasası geliştirildiği için altın biriktirme ya da altına yatırım yapma ihtiyacı duymayacak. Çünkü bundan önceki dönemde insanlar altına şunun için yatırım yapıyorlardı: Stratejik gerginliklerde her zaman elinin altında olan ve ülkede kötü bir şey olduğunda hemen onu paraya çevirebileceği bir emtia olarak görüyordu. Çünkü bankada tuttuğunda, ihtiyaç duyduğu zaman bankadan alması mümkün olmayabilir. Bu alışkanlıklar hala devam ediyor. Özellikle bundan önceki yıllarda, mesela 1980'li yılarda, altının yükselişindeki bir diğer faktör Mareşal Tito'nun ayağının kesilmesiyle birlikte Yugoslavya'daki 7 devletin dağılma sürecine girme endişesiydi. 1. Dünya Savaşı orada çıkmıştı. Yeni bir dünya savaşı da yine orada çıkabilirdi. Bu stratejik nedenden ötürü insanlar altın biriktirmeye başladılar. Yine o dönemde bilindiği gibi İran - Irak Savaşı da başlamıştı. Savaş başlamadan önce altın mutlaka yükselir. Savaştan sonra da mutlaka geriler. Dolayısıyla önümüzdeki günlerde, Türkiye'de sosyal güvenlik yasasının çıkmasıyla beraber, insanlar, özellikle yeni kuşak, altın biriktirme ihtiyacı duymayacak. Altını bir aksesuar olarak görecek, hatta artık altında ayarlar bile düşecek. Örneğin; Türkiye'nin doğusunda bölgesinde hala 22 ayar altını altın olarak görürken, batıda 8 ayar altını bile altın, takı ya da aksesuar olarak görmeye başladık. Dolayısıyla bu alışkanlık ileride aksesuarı daha da geliştirecek. Yani kuyumculuk sektörü için büyük bir iç talep oluşması söz konusu. Eskiden takı olarak aynı model altın takıyı üretirdik. 30 yıl babaannesi, annesi, kızı aynı takıyı kullanırdı ama biz şimdi vitrinimizde 3 aydan fazla aynı takıyı tutamıyoruz. Çünkü üç ay sonra model değişiyor. Örneğin televizyon dizilerindeki kullanılan aksesuarlar ya da takılar bizim sektörümüzü hareketlendirebiliyor ve bire süre sonra da o model gündemden düşebiliyor. Dolayısıyla işin aksesuar ve takı tarafı böyle gelişecek. Altının yatırım olarak tutulması ise benim gördüğüm kadarıyla biraz daha gerileyecek. Bence altına ilgi azalacak. Yatırım aracı olarak portföylerde daha az yer almaya başlayacak. Diğer taraftan, yine İstanbul Altın Rafinerisi konusuna gelecek olursak, esasında İstanbul Altın Rafinerisi'nin Türkiye'ye kazandırılması bence büyük bir kazanım. Çünkü yastık altı altınların ekonomiye kazandırılması yönünde büyük bir rol oynamış durumda. Ancak bu gram altınların çıkışı, yaklaşık 5 - 6 yıl olmasına rağmen, altın fiyatların sakin seyrederken bu hiç gündemde olmamıştı. Şu anda gram altına ilginin artmış olmasının nedeni, altın fiyatlarının aşırı yükselmiş olması ve darphanenin bastığı altınların fiyatının da çok yüksekte kalması ve insanların takı olarak ya da hediyelik takı olarak bunu tercih ederken biraz da bütçelerine bakıp tercihlerini daha ucuz olana yönlendirmelerinden kaynaklandı. Bu çerçevede de biz yaklaşık 2,5 yıldan beri Türkiye Cumhuriyeti Darphane ve Damga Matbaası'na çeyrek altının yarısının da basılması için İstanbul Mücevherciler, Kuyumcular ve Sarraflar Derneği olarak öneri götürdük. Bu çerçevede çeyrek altının yarısı yapılırsa, bunun insanların altın takma alışkanlığına cevap vereceğini düşündük. Şimdi genelge çıktı. Kalıplar hazırlanıyor. 2012 yılında çıkacağını tahmin ediyorum. ~
Osmanlı döneminde örnekleri var. Biz önceki örnekleri de darphaneye götürerek bunu istedik. Halktan da bu konuda çok büyük teveccüh aldık. Bu haber çıktığından beri her gün en az on kişi, işletmelerimize gelerek "çeyrek altının yarısı çıkmış, bize ondan verin" diye talepte bulunuyorlar. Hatta ben bu konuda çeşitli yazılar yazdım, anket yapılmasını da önerdim ama ne yazık ki bürokrasiyi aşmak çok zor. Ancak hükümetin ekonomi bakanlarına ulaşmak suretiyle bu sıkıntıyı aşabildik. Tahmin ediyorum büyük de bir etkisi olacak çünkü darphanenin şu andaki altın üretim miktarlarında da azalma olduğunu görebilirsiniz. Dolayısıyla, gram altının çıkış sebebi altının yastık altından çıkartılıp ekonomiye kazandırılması ve ekonomiye kazandırılırken de kuyumculuk sektörünün kaynak eksikliğinin giderilmesi açısından krediye dönüştürülmesi hedeflenmişti. Altın bankacılığının başlatılmasının esas nedeni buydu. Ancak bu konuda ben, bundan 6 ay önce galiba, Maliye Bakanlığı'ndan bir yetkiliyle görüştüm. Altın bankacılığının geliştirilmesi konusunda bankaların özellikle bir biriminin, altın hesabı açılabilmesi için altını analiz edebilecek bilgiye sahip elemanlarla bankaların donatılmasını istemiştim. O da dedi ki: "Onun yerine biz yetkili kuyumcular oluştururuz ve altın o yetkili kuyumcular da has altına, külçe altına çevrilir. Bunlar bankalara götürülmek suretiyle bu şekilde çözülür. Aynı zamanda bankaların kuyumculara rakip olması da önlenmiş olur. Böylece kuyumculuk sektörünü de zedelememiş
oluruz". Bu bana göre çok güzel bir şey. Bundan sonraki süreçte, belki cari açığın da düşürülmesi konusundaki çalışmalar çerçevesinde de yastık altı altınların kayıt altına alınmasıyla beraber Türkiye'nin içerideki altını kullanarak altın ithalatında da bir miktar gerileme sağlanabilir. Dolayısıyla bu çerçevede baktığınız zaman, bundan böyle altın hesapları olsa da, insanlara istedikleri zaman altını verebildiğiniz oranda altın bankacılığı gelişir. Yoksa sadece kağıt üzerinde altınınız var dediğiniz zaman o, belli bir çevre için kullanılabilecek bir yatırım aracı olarak çalışır. Onun dışında fazla bir şey olmaz. Kapalıçarşı'ya geldiğimiz zaman, tabii ki biz altın fiyatının yükselmesinden çok olumsuz etkilendik diyebiliriz. Özellikle biz, kuyumculuk sektörü olarak, her gün daha düşük gramajlı ve ayarlı altınlar yaparak, halkın bütçesini zedelemeyecek, taleplerini kesmeyecek ürünler
üretmeye başladık. Hatta bazen firmalarımız, ürettikleri takıların bazı objelerini gümüş yapmak suretiyle fiyatın daha da düşük tutulmasını sağlayacak çalışmalar yaptılar. Hakikaten kuyumculuk sektörü fiyat yükselişi hızına ayak uyduracak şekilde yeni ürünler konusunda da çok büyük bir faaliyet gösterdi ama son 3,5 aydan beri görüyoruz ki bu hızlı fiyat yükselişine de maalesef yetişemez hale geldik. Diğer taraftan, rakamsal olarak vermem gerekirse, örneğin hediyelik altın konusunda veya pek tasarruf diyemeyeceğim ama halkın çeyrek altın ya da yarım altın gibi hediye edilebilen altınlar konusundaki talebine baktığımızda, fiyat yükselişlerinin bizi çok olumsuz etkilediğini görüyoruz. 3,5 yıl önce hafta sonunda 100 birim satıyorsak, şimdi normal günlerde yaklaşık 10 birim ancak satabiliyoruz. Yani biz performans olarak yüzde 90'lık bir kayıpla hareket ediyoruz. Hatta Kapalıçarşı dünyanın bilinen bir yeridir. Başka yerde bulabilecekleri bir ürünü de dışarıdan gelenler Kapalıçarşı'dan almak isterler çünkü oranın bir markası var. Böyle olmasına rağmen, Kapalıçarşı'nın en işlek caddesi olan ve Nuriosmaniye ile Beyazıt'ı birleştiren Kalpakçılar Caddesi'nde babadan kuyumculuk yapan bir arkadaşımız dükkânını kapatıp giyim mağazası açmak durumunda kaldı. Kuyumculuktan gelir elde edemeyip başa sektörlere kayan ve dükkanlarını teminat olarak gösterip kredi alan bazı arkadaşlarımız yeni sektörlerinde de başarılı olamayınca dükkanlarını kapatmak zorunda kaldılar. Son 3 yıllık süreçte sektörümüzde yüzde 20'lik kapanma oranı söz konusu.~

M. Rauf Ateş:
  Türkiye'de kaç kuyumcu var?

Mehmet Ali Yıldırımtürk:  İrili ufaklı yaklaşık 40 bin kuyumcu var. Son dönemde ise 5-6 binlik bir kapanma söz konusu. Kuyumculuk sektörünün yüzde 50'si İstanbul ve Marmara'da faaliyet gösteriyor. 10 bin civarında kuyumcunun İstanbul'da olduğunu tahmin ediyoruz. Kayıt dışı kuyumcular da olduğu için, bazı kuyumcular üyeliklerini iptal ettirdikleri için kesin rakam vermemiz zor ama tahmini rakam bu. Ayrıca altın fiyatlarındaki yükselişle birlikte enflasyondaki düşüşün de bu kapanmalar da etkili olduğunu, enflasyondaki düşüşün kuyumculuk sektörünü terbiye ettiğini söyleyebilirim. Başka sektörlerde de bu böyle olabilir ama özellikle enflasyonun yüksek olduğu dönemlerde kuyumculuk, hem paranızın değerini koruyan hem de çeki, senedi olmayan, ticareti peşin olan bir sektördür. O nedenle değişik sektörlerden burayı tercih edenler olmuştu ve enflasyonun üzerinde bir işletme enflasyonu seyrediyordu. Şimdi enflasyonun düşmesiyle beraber bu finansal krizler olmasaydı da bu kapanışlar olacaktı. Bu süreç de buna yansıyor. Örneğin Ümraniye'de 100 tane kuyumcu olduğunu düşünelim. Ne var ki oranın nüfusu ancak 50 tane kuyumcuyu karşılayabilir. Dolayısıyla zaten zaman içinde o 50 kuyumcu her halükarda kapanacaktı ama bu, fiyatların da yükselmesiyle beraber biraz daha hız kazandı.

M. Rauf Ateş:  Çok teşekkürler. Atilla Bey, sizinle devam edelim. Mehmet Ali Bey bir eğilimden bahsetti. Eskiden altının hem takı hem tasarruf aracı olarak görüldüğünü ama önümüzdeki süreçte bunun değişeceğini söylüyor. Siz buna katılıyor musunuz?

Atilla Keskin:  Biz zaten sektör olarak tüketiciyi buna yönlendiriyoruz. Artık altının yatırım amaçlı değil de takı amaçlı alınmasını, özel günlerde anlam ifade eden bir takı olarak alınmasını talep ediyoruz. Artık biz satın alırken "bunu bozdurursam ne kaybederim?" diye soran müşteriyi istemiyoruz. Avrupa'da da, dünyada da böyle bir uygulama yok. Zaten süreç de buna doğru gidiyor. Biraz önce söylenildiği gibi, takıda biz nasıl adapte olduk? Fiyat artınca takıda teknolojik oynamalarla takının gramını hafiflettik. Bu şekilde işimizi devam ettirmeye çalışırken son dönemlerde ona da yetişemez olduk. Son dönemlerde altın satışları iyice düşüyor. Bu noktada bizi, kuyumcuları kurtaran şey pırlantalı ve elmaslı ürünlerin satışı oldu. Sektör çıkış yönünü burada buldu. Tek taş, tek aşk gibi reklamlarla, yerli dizilerdeki takı kullanımıyla, kampanyalarla insanların çocuklarına da bırakabilecekleri bir ürün ortaya koymaya çalışıyoruz. Son dönemde AVM'lerin artmasıyla kuyumculuk sektörü markalaşma sürecini de yaşıyor. Altının yatırım aracı olarak kullanılmaya eğilimi devam ettiği için Türkiye'de bu kadar fazla sayıda kuyumcu var. Örneğin Gaziantep'te 550 tane kuyumcu var. O kadar çok fırın yoktur orada. Bu kadar çok sayıda kuyumcunun aynı yerde olması garip bir şey. Sayının zaten azalması gerekiyordu. Markalaşmayla, daha kaliteli AVM'lerde dükkan açılmasıyla ve son yıllarda altın fiyatında yaşanan gelişmelerle böyle bir dönüşüm yaşanıyor zaten.

Mehmet Ali Yıldırımtürk:  Kuyumculuk ne yazık ki eski saygınlığını yitirmiş durumda. Benim çocukluğumda bir kuyumcu, bir hakim ya da savcı gibi saygı görür, sözüne güvenilirdi. Ne yazık ki şu anda bizler bazı ortamlarda kuyumcu olduğumuzu söylemeye çekiniyoruz.

M. Rauf Ateş:  Teşekkürler... Meltem Hanım, size sormak istiyorum. Az önceki konuşmalardan anlıyoruz ki altının Türk sermaye piyasası içindeki ağırlığı arttı. Böyle bir saptama yapıldı. Siz bu görüşe katılıyor musunuz?~

Meltem Kökden:  Dünyadaki altın talebinin yüzde 47'si kuyumculuk sektöründen geliyor ve yatırım amacıyla altın talebi yüzde 40'lara ulaşmış durumda. Altın, dünya genelinde hala yatırım amacıyla tercih ediliyor ve bunun çoğu da borsa ve yatırım fonlarında kullanılıyor. Türkiye'de de şu anda kaydi olarak işlem yapma oranı çok yükselmiş durumda. Elektronik bankacılığın gelişmesinin de bunda epey katkısı var. Müşteri 24 saat boyunca yatırımını "trade" edebiliyor. Saklama, çalıntı derdi yok. Güvenlik sorunu yok. 24 saat ticaret yapılabiliyor. Yastık altının kayda girmesinde de bu süreç çok etkili. Son zamanlarda çıkan altın fonlarının önemi de bu bağlamda çok fazla. Özellikle son 2 yılda yatırım fonları sektörü küçülmüş olmasına rağmen altın fonları büyümüş durumda. Büyüklüğü şu anda 1,5 milyar TL civarında. Giderek de müşterinin altın fiyatlarındaki yükseliş beklentisiyle bu büyüklük artıyor. Bir de son zamanlarda "korumalı altın fonu" dediğimiz fonlar oluşturulmakta. Burada anaparanın değeri korunurken altının fiyat oynamalarından müşteriyi faydalandırmak esas.

Mehmet Ali Yıldırımtürk:  Ana para korumalı altın sistemine biraz soğuk bakılıyor. Fiyat 1.650 dolara geldiğinde bankalar, hiçbir faiz ödemeden anaparayı kullanacak. Bu bankanın büyük bir avantajıdır ama müşteri açısından dezavantajdır. Müşteriyi elde tutmak lazım.

Meltem Kökden:  Aslında burada bankanın korunması söz konusu değil. Müşterinin kendisi zarar uğramak istemediği için anaparanın korunmasını talep ediyor. Anaparayı koruyan da altının değeri değil. Hazine bonosuna ya da tahvile para yatırılarak değeri korunmaya çalışılıyor. Altın fiyatının yükseldiği şu noktada müşterinin korunması açısından bu sistem bence çok faydalı. Ben geleneksel Türk insanı için altının bir yatırım aracı olmaktan çıkacağı fikrine katılmıyorum. Altını fiziki olarak ele almak, geleneksel anlamda önemli olabilir ama kuşak değişikliğinden ötürü altını eline almayan ve altını yatırım aracı olarak kullanan kişilerin sayısı giderek artıyor.

M. Rauf Ateş:  Bu noktada farklı bir görüş dile getirmek isteyen var mı? Buyurun Mehmet Ali Bey.

Mehmet Ali Yıldırımtürk:
  Ben burada bir hususa değinmek istiyorum. Altının geçmişte
aldığınız bir malı değerini kaybetmeden yeniden alabileceğiniz bir emtia olduğu söylendi. 1975 yılında 5 kilo altınla bir daire alınabilirken şimdi aynı daireyi 2 kilo altınla alabilirsiniz. Altının fiyatı düştükçe de 5 kiloya satabilirsiniz. Altın fiyat değişimlerinden etkilenebilen bir yatırım aracıdır. Bence sosyal güvenlik yasası sayesinde insanlar kendilerini gelecek için garanti ettikçe, altın yatırım aracı olmaktan çıkacaktır.

M. Rauf Ateş:  Altın Rafinerisi ile devam edelim. Sizin gelecekle ilgili beklentileriniz nelerdir? Planlarınızdan bahseder misiniz?

Gökhan Aksu:  Katma değeri ve tasarımı daha yüksek pırlantaya ve elmasa kayma söz konusu ama altın yatırımı gerçekten hala revaçta. Üç sene önce bu kadar ciddi altın fonları yoktu. Her gün emtialar üzerine yeni bir fon ortaya çıkıyor. Altın fiyatlarına baktığımızda, 1 yıl öncesinden bahsediyorum, 20 Eylül 2010 tarihine baktığımızda altında yüzde 40'lık, gümüşte yüzde 200'lük bir prim artışı söz konusu. Altının yatırımcı tarafından talep edildiği aşikar. 1 yıl içinde yüzde 40 kazanmak gerçekten çok büyük bir getiri. Gram altın paketlerini hologramla, barkod, seri numarası ve mor ışık uygulamasıyla, standartlaşmayla sahteciliğe karşı önlem alıyoruz. Çünkü altın fiyatlarının artması, bir sahteciliğin artmasına da yol açtı. Biz paket uygulamalarıyla insanların algısını değiştirmeye çalışıyoruz. Bu konuda 3 spor kulübüyle anlaşmamamız var. Onların logolarıyla üretim yapıyoruz. Neticede darphaneden aldığınız çeyrek altının kutusu, biçimi standarttır.~
Biz kutuları değiştirebiliyoruz. Bizim amacımız ticaret. Bankacılık sistemini işin içine sokunca altın yastık altından çıkıp kayıt altına giriyor.

Mehmet Ali Yıldırımtürk:  Goldaş veya İstanbul Altın Rafinerisi'nde standartlaşma yok. Standartlaşma olmayınca müşterinin kafası karışabiliyor. Burada kim standart oluşturabilirse o kazançlı olabilir.

Gökhan Aksu:  Bu bir görüştür. Saygı duyarız. Bizim standart ürünlerimiz zaten belli. Siz olaya kuyumculuk açısından bakıyorsunuz. Ben "standart dışı" ürünlerde çeşitlendirmeye gidiyorum. Bu ticari bir yaklaşımdır. Biz 2010 yılına nazaran 3 kat fazla satış yaptık. Benim için elde ettiğim gelir bir başarıdır. Bize ciddi anlamda franchise ya da bayilik başvuruları var. Başka bir firmanın çıkardığı ürünle aynısını çıkartamam. Standart nedir? Standardı kim belirliyor? Vatandaşın gram altına talebinin yoğun olduğu aşikar. Bu da değişik ürünlerin arz edilmesini gerektiriyor.

M. Rauf Ateş:  Günay Bey, tekrar sizinle devam edelim. Altındaki bu yükseliş özellikle Avrupa ve ABD Merkez Bankaları'nın politikalarına bir değişiklik beraberinde getirdi mi?

Günay Yeşildoruk:  Son dönemde merkez bankalarının altına yaklaşımında belli bir değişiklik var. Merkez bankaları, 5 yıllık dönemler itibarıyla, aralarında ortak altın satımı kararı alıp vardıkları anlaşma çerçvesinde (Washington Anlaşması diye adlandırılıyor) bu kararı uyguluyorlar. Şu anda da yürürlükte olan bir anlaşma olmakla birlikte merkez bankalarının satış yapmadıklarını görüyoruz. Geçmiş yıllarda İsviçre Merkez Bankası altın satışı yapmıştır. Portekiz, İngiltere merkez bankalarının da altın sattığını biliyoruz. Belirtiğim gibi "3. Merkez Bankaları Altın Satış Anlaşması" (Central Bank Gold Agreement) diye adlandırılan bu anlaşma çerçevesinde, ki çok sayıda ülke merkez bankası imzalamıştır altın satışını planlamıştır. Ne var ki son yıllarda bu merkez bankalarının altın rezervlerinde büyük bir değişikliğe gittiklerini görmüyoruz. Yani onlar da satmıyorlar, tutmayı tercih ediyorlar. ABD Merkez Bankası, altın rezervlerini satmamış, korumuştur. Altının ons fiyatının 300400 dolar seviyesinden artarak yükselişe geçtiği yıllarda, bazı merkez bankalarının ellerindeki altınları satarak döviz rezervine çevirmeyi tercih ettiklerini gözlemledik. Fakat ülke merkez bankaları açısından eğer bir satış eğilimi varsa da bunun şimdilik ötelenmiş olduğunu söyleyebiliriz. Gelişmekte olan ülkeler için ise, bu ülkelerin merkez bankaları altın rezervlerini bir miktar arttırmayı tercih etmiştir. Rusya, iç piyasadan belli bir miktar altın alarak rezervlerini desteklemeyi tercih etmiştir. Rusya'nın altın üreticisi ülke olduğunu burada belirtmek isterim. Merkez bankaları da büyüyen rezervlerini yönetirken her tür risk değerlendirmesini yaparak karar vermekte, bir anlamda yumurtaları aynı sepete koymamaktadır. Çeşitlendirmeye girmektedirler. Altın da rezerv çeşitlendirmesinde kullanılan alternatif bir enstrümandır. Dolayısıyla merkez bankaları bu yönde bir karar alırken ihtiyatlı davranmayı tercih etmektedir. Ayrıca altın, arzı esnek olan bir metal değil. Teknolojik gelişmelerle yeryüzüne çıkarılacak altın miktarı ve dünyanın altın maden rezervleri bellidir.

M. Rauf Ateş:  Teşekkürler. Şant Bey, sizin orta ve uzun vadedeki beklentiniz nedir? Sizce şu andaki fiyatlar gerçekçi midir?~

Şant Manukyan: 
Bu biraz da hesabı nasıl yaptığınıza bağlı. Dediğim gibi para tabanını altına birebir eşitlersiniz, 6.000 civarında bir rakama ulaşabilirsiniz. Enflasyonu esas alırsanız 2.400 civarında bir fiyatla karşılaşıyorsunuz. Petrol fiyatına göre bakarsanız daha değişik olur. Ben şu anda kesin bir fiyat öne süremem aman tahminim fiyatlardaki artışın devam edeceği yönündedir. Şöyle bir durum var: İsviçre Frangı çok güvenilir bir para birimidir. Çünkü İsviçre'nin ekonomisi sağlamdır vs. Ne var ki İsviçre'nin 2000 yılına kadar para miktarının yüzde 40'ı kadar altın tutma zorunluluğu vardı. 2000 yılında yapılan referandumla bu uygulama kaldırıldı. ABD dolarının ve İngiliz sterlininin rezerv para birimi olmasının nedeni, altın stoklarının bu ülkelere akmasıyla ilgili bir durumdur. İleride Çin'in para birimi Yuan'ın tam konvertibl hale getirilmesiyle bir rezerv para olma durumu ortaya çıkabilir. Bu durumda Yuan'ın bilmem ne kadar dolarlık ABD tahvilleriyle desteklemenin bir anlam kalmaz. Daha sağlam bir varlıkla desteklenmesi söz konusu olacaktır. Dolayısıyla ben, altının ileride bir "benchmark" yani Kuzey Yıldızı olarak ele alınacağı bir döneme girmekte olduğumuzu düşünüyorum. Yatırımcı olarak olaya baktığımızda şu örneği verebiliriz. İlk ABD Dow Jones Endeksi çıktığında işlem gören sadece 12 tane kağıt vardı. Bunlardan şu anda hala işlem gören sadece General Electric. Dolayısıyla buradaki katılımcılara sormak isterim. Sizler 50 yıl sonra torunlarınıza ne bırakmak istersiniz? 1 milyon dolar para mı, onun karşılığı olan TL mi, tahvil mi, yoksa altın mı? Bu sistem içinde çoğu zaman altın baskın çıkacaktır diye düşünüyorum.

M. Rauf Ateş:  Teşekkürler. Eklemek istediğiniz hususlar varsa lütfen onları da alalım.

Atilla Keskin
: Teşekkürler. Şirketlerin bilançolarını has altın üzerinden hazırladıkları için kurdan kaynaklanan bir zarar olma durumu yok. Tek sıkıntı iş hacminin düşmesinden ötürü bir regülasyonun olma durumu var. Bunun dışında, sektör çok dinamik. Türkiye'nin 2023 yılında 500 milyar dolar ihracat hedefi var. Burada bizim sektörün hedefi 12 milyar dolar. İç piyasadaki daralmaya dış piyasada yeni yerler elde edilerek cevap verilmeye çalışılıyor. Örneğin Irak, dış piyasada ikinci sıraya yükselen bir ülkedir. İran, Rusya, Kazakistan... Bir sonraki süreçte Afrika ülkeleri gelecek. İç piyasada mücevherli ürünlerle, dışarıda da yeni pazarlar bularak sektör önüne bakıyor. Çok bir sıkıntı yok. Markalaşma, mağazalaşma devam ediyor. Turquality kapsamında marka ve mağazaların bütün dünyaya taşınması çok önemli. Sektör olarak önümüzün açık olduğunu düşünüyorum.

Mehmet Ali Yıldırımtürk:  Ben Günay Bey e bir şey sormak istiyorum. Başbakanımız "100 milyarlık rezerv yetmez, 150 milyar dolarlık rezerv lazım" demişti. Siz de merkez bankalarının rezerv çeşitlendirmesinde altın artırımına gidebildiklerini söylemiştiniz. Acaba 116 ton olan altın rezervinde bu bağlamda ileride bir artırıma gidilebilir mi? İkincisi Şant Bey'in dediği parasal değişim sırasında altın ne derece etkili olur, onu ilerde göreceğiz. Atilla Bey'in dediğine ilave olarak sektörün önünü çok açık görüyorum. Özellikle yaşam kalitesi arttıkça pırlantalı ürünlere talep artacak. Sektör içinden ve dışında çok kişinin pırlantalı ürünlerin üretimi üzerine eğitim aldıklarını biliyorum. Pırlanta ileride çok daha fazla ön plana çıkacak. İşin bilim ve eğitim yönü artık başlıyor. YÖK'ün onaylamasıyla İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde "Mücevher Mühendisliği" diye bir bölüm açıldı. İlk sene 25 öğrenci alacak. Bunun 5 öğrencisi yurtdışından gelecek. Önümüzdeki 5'li, 10'lu yılarda şirketleri profesyonel ve mücevher mühendisliği eğitimi almış kişiler yönetecekler. Bu da Türkiye'deki kuyumculuk ve mücevher sektörünün iyi yerlere geleceğinin bir göstergesidir. Bu ihracata da yansıyacak. Taş kesimi, Türkiye'nin en büyük eksikliğidir. Eskiden evliliklerin beşinci, onuncu yıl dönümlerinde tek taş tercih edilirken artık genç kuşak evlilik tekliflerinde pırlantalı ürünleri tercih ediyorlar. ~
Bu da pırlanta sektörünü hayli hareketlendirmiş durumda. Sektörün dışına çıkanlar olacaktır ama geriye kalanlar da oldukça güvenilir kişi ve kurumlar olarak kalmaya devam edecekler. Diğer taraftan sektörün bugüne kadar dile getirilmeyen çok önemli bir sorunu var. Bundan önce enflasyon muhasebesi çerçevesinde Türkiye'deki kuyumculara uygulanan 18 lira 7 kuruştan uygulanan bir "envanter düzeltmesi" olayı vardı. Enflasyon düşmeye başlayınca enflasyon muhasebesini de ortadan kaldırdılar. 18 lira 75 kuruştan giriş yapan ve dükkanını kapatmak durumunda olan esnafımız fiyat 100 liraya, 120 liraya çıktığında eldeki paranın önemli bir kısmını vergiye göndermek durumunda. Hükümetin bu duruma müdahale etmesi gerekir. Eğer fiyatlar kalıcıysa bu envanter düzeltmesini küçük bir vergi düzeltmesiyle ayarlayabilir. Ben vatandaşların portföylerinde yüzde 20 oranında altın olacağını düşünüyorum. Geçmişte bu oran yüzde 60'lar civarındaydı. Oran düşse de altın yatırım aracı olarak kalmaya devam edecek. Günay Yeşildoruk TCMB, yaşanan rezerv artış sürecinde altını stratejik bir varlık olarak değerlendirmiştir ve halen de o gözle bakıyor. Öncelikli olarak uluslararası rezervlerin güçlendirilmesini diğer merkez bankaları gibi gündeminde tutmaktadır. Çeşitlendirme kararları alınırken, altın fiyatlarında son dönemlerde ortaya çıkan dalgalanma, hızlı yükseliş ve düşüşler, altın fiyatının yönünün ne olduğu konusunda mevcut olan birbirine zıt görüş ve beklentiler, mutlaka göz önünde tutulmalı ve gereken ihtiyatlılık gösterilmelidir. Bu çok önemli bir husustur. Hangi seviyede rezerv artırımına gittiğiniz önemli olacaktır. Örneğin altın 300 dolar seviyesindeyken İsviçre Merkez Bankası rezerv satışı yaptı ama fiyat 900 dolara çıkınca İsviçre'de bu kararlar eleştiri konusu oldu. Aynı şekilde yüksek seviyelerde altın alınırsa ileride yaşanacak fiyat düşüşlerinin getireceği kayıplar da mutlaka dikkate alınmalıdır. Önemli zararların ortaya çıkma olasılığı sözkonusu olabilir. Dolayısıyla bu aşamada rezervi neden, ne amaçla tuttuğunuz çok önemli. Rezerv seviyeniz optimal mi, değil mi? Rezervlerin likit ve her an kullanılabilir halde midir, ihtiyaç duyduğunuzdan kullanımınıza hazır mı, gelişen ülke merkez bankaları açısından bu hususlar çok önemlidir. Rezerv çeşitlendirmesi çerçevesinde altın bir alternatif olarak düşünülebilir. Bu stratejik bir karardır. Dünya ekonomisindeki gelişmeleri iyi analiz etmek lazım. Merkez Bankası bunu yapıyor, yapmaya çalışıyor burada elde ettiği bulgulara göre karar alarak uyguluyor.

M. Rauf Ateş:
  Teşekkürler... Sizin eklemek istediğiniz varsa alalım.

Gökhan Aksu: 
Dünyadaki gelişmeler çok önemli. Örneğin Yunanistan'a karşı alınacak tedbirler nelerdir? Bunlar halkın tercihlerini etkileyecek. Kuyumculuk sektörü açısından baktığımızda fiyatların elbette geri gelmesini isteriz. Türkiye'de kuyumculuk sektörü anlamında çok ciddi bir potansiyel var. Fiyatlar artınca vatandaş takı ve mücevherata talep göstermiyor. Bu sektörde çok kişi ekmek yiyor. Yatırım açısından açıkçası düşme ya da çıkma çok fark etmiyor. Düşünce fırsat diye "ileride artacak, alalım" diye, çıkarken de "çıkmaya devam edecek" diye yatırımcı alıyor. Fiyatın 1.700 - 2.000'ler civarında gidip geleceğini düşünüyorum ama dediğim gibi Avrupa Merkez Bankası'nın Yunanistan'la ilgili kararları ve diğer unsurlar da önemli. Orta ve uzun vadede yükseliş olabilir ama ABD dolarının güçlenmesi olasılığı onu da durdurabilir diye düşünüyorum.

M. Rauf Ateş:  Çok teşekkür ediyorum.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz