Fikri ve Sınai Haklar nasıl karunmalı?

Tüketici ve ekonomi nasıl korunuyor?

1.03.2013 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Fikri ve Sınai Haklar nasıl karunmalı?
Dünyanın 16’ncı büyük ekonomisi olan Türkiye’nin hedefi, ilk 10 ekonomi arasına girmek. Bunun yolu da teknolojik dönüşümden, inovasyondan ve yatırımdan geçiyor. Bu noktada fikri ve sınai hakların korunması, kritik önem taşıyor. Rakamlar, geçmişe göre umut verici ama dev yarışta Türkiye’yi hızlandıracak kadar yeterli değil. Örneğin Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü verilerine göre 2011’de Türkiye’de 4 bin 113 patent başvurusu yapıldı. Aynı yıl bu rakam ABD’de 503 bin 582, Çin’de 526 bin 412, Japonya’da ise 342 bin 610 oldu. Yaşayan patent sayısında da benzer sonuçlar var. ABD 2,1 milyon, Japonya ise 1,5 milyon yaşayan patent sayısıyla dünya liginde ilk sırada yer alıyor. Türkiye’de ise bu rakam 7 bin 565. Kısaca Türkiye’nin marka ve patent bilinci açısından oldukça gerilerde olduğu görülüyor. Bunlara ek olarak işin hukuki, yasal ve toplumsal boyutları da var. Peki Türkiye bu anlamda olması gereken yerde mi? Eksikler neler? Neler yapılması gerekiyor? Bu soruların yanıtını “Tüketici ve Ekonomi Açısından Fikri ve Sınai Haklar” konulu toplantımızda aradık.

İstanbul Edition Hotel’de düzenlenen etkinlikte, uygulamadaki sorunlar ve çözüm önerileri masaya yatırıldı. Moderatörlüğünü Capital & Ekonomist Dergileri Yayın Direktörü M. Rauf Ateş’in yaptığı toplantıya; Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Müsteşarı Ziya Altunyaldız, YASED Genel Sekreteri Özlem Özyiğit, TOBB Marka Vekilleri Meclis Başkanı Kaan Dericioğlu, Galatasaray Üniversitesi Ticaret Hukuku Profesörü Hamdi Yasaman, Uluslararası Fikri Mülkiyet Hakları Koruma Derneği Türkiye Başkanı Nazlı Korkut ve Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi ve marka danışmanı Fatoş Karahasan konuşmacı olarak katıldı.

M. Rauf Ateş
Capital ve Ekonomist dergileri olarak organize ettiğimiz fikri haklar konulu toplantımıza hoş geldiniz. Bugün tüketici ve ekonomi açısından fikri haklar konusunu ele almak istiyoruz. Amacımız, bu önemli konuya dikkat çekmek. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Müsteşarı Ziya Altunyaldız ile başlamak istiyorum. Sayın müsteşar, fikri ve sınai mülkiyet hakları bakımından Türkiye hangi noktada? Nasıl iyileştirmeler yapıldı? Tartışmaya altyapı oluşturması bakımından bize bir giriş yapar mısınız?~

Ziya Altunyaldız
Öncelikle Capital Dergisi’ne Türkiye’de hem gelişime, hem dünya trendlerine ışık tutan, belli hususlara kamuoyunun dikkatini çeken ve aynı zamanda aydınlatma görevi gören yayın anlayışı için teşekkür ediyorum. Bugünkü konumuzu son derece önemsiyorum. Artık bu konu herhalde 21’inci yüzyılın en önemli konularından biri. Gelmeden şöyle bir notlarıma baktım. Hepinizin malumu olduğu üzere, çerçeve olması açısından birkaç hususa değinmek istiyorum. Birincisi, bu konu İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne kadar giden bir konu. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 27’nci maddesi, “İnsanın yarattığı her türlü bilim, sanat ve edebiyat eserleri ile ilgili olarak doğacak maddi ve manevi yararların korunması” hakkından bahsediyor. Bu, enteresan bir şekilde bir temel hak olarak dünya gündemine geçiyor. Bu, bir temel hak. Diğer taraftan maddi olmayan bir hak ve özellikle fikri mülkiyet hukuku bakımından baktığımız zaman bir eser ve buna bağlı haklar var. Bir de sınai mülkiyet hakları var. Son dönemdeki gelişmelere baktığımız zaman bunlardan toplam olarak “fikri mülkiyet hakkı” olarak da bahsedebiliyoruz. Dünyadaki gelişmelere bakalım. Özellikle Birleşmiş Milletler bünyesinde olan Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü (World Intellectual Property Organization - WIPO) 1967 yılında kurulmuş. Türkiye ise 1976 yılında üye olmuş. WIPO’nun kuruluşunu düzenleyen anlaşma, Paris ve Bern anlaşmaları uyarınca hem eser haklarının hem sınai mülkiyet haklarının taraf olan ülkeler tarafından korunması, belli bir çerçeve oluşturmak, ülkeler arasındaki işbirliğini artırmak ve fikri mülkiyete bir zemin oluşturmak adına yapılmış. Şahsen yapmış olduğum marka çalışmalarında da çok net olarak gördüm. WIPO’nun bu anlamda etkin bir çalışma düzeni var.

Diğer taraftan yine 1984 yılında Uruguay Round çalışmalarıyla başlayan, daha doğrusu 1986 yılında başlayıp 1995 Aralık itibarıyla Marakeş’teki anlaşma sonucunda oluşturulan Dünya Ticaret Örgütü ve buna bağlı TRIPS (Trade-related Aspects of Intellectual Property Rights) anlaşması var. TRIPS diyerek, insanların özellikle ticarete bağlı haklarının düzenlendiği anlaşmadan bahsediyoruz. Türkiye, Dünya Ticaret Örgütü ile birlikte doğal olarak TRIPS’e de taraf oldu. TRIPS’te önemli bir unsur var. TRIPS, daha önceki Bern ve Paris anlaşmalarının aksine, taraf ülkeler açısından aslında bağlayıcı hükümler de içeriyor. Özellikle gümrük idarelerine üç yükümlülük getiriyor. Daha doğrusu ülkelere üç yükümlülük getiriyor ama biz burada Gümrük ve Ticaret Bakanlığı olarak kendi çıkarımlarımızı da yapıyoruz. İlk olarak diyor ki, “TRIPS’in getirdiği fikri mülkiyet haklarıyla ilgili standartları kendi milli mevzuatlarınıza alacaksınız, uygulayacaksınız”.~
Diğer taraftan özellikle korsan ya da sahte ürünlerin ticaretine dönük mücadelede ülkelerin işbirliğini öngörüyor. Bunun yanında, hakları zedelenen kişilerin müracaat etmesini ve bu müracaatları sonucunda haklarının korunmasına dönük yasal mekanizmaların geliştirilmesini de ülkelere öngörüyor. Bütün bunlar karşısında ülkemize baktığımız zaman Türkiye’de özellikle bu alandaki yasal mevzuatta bir sıkıntı görmüyoruz. Özellikle hem Dünya Ticaret Örgütü ve TRIPS’e taraf olmamız, hem Avrupa Birliği müktesebatını üstlenmemiz sonucunda bu konuda kanun hükmünde kararnamelerimiz var. 551 Sayılı Patent Haklarının Korunması, 554 Sayılı Endüstriyel Tasarımların Korunması, 555 Sayılı Coğrafi İşaretler, 557 Sayılı Markaların Korunması ile ilgili yasalarımız var. Bunun uygulayıcı kuruluşu Türk Patent Enstitüsü. Buna ilişkin olarak yapılan çalışmalar var. Ayrıca 2008/7 Sayılı Başbakanlık genelgesiyle Fikri Sınai Mülkiyet Haklarının Koordinasyon Kurulu oluşturuldu. Bunun sekretaryasını da yine Türk Patent Enstitüsü yürütüyor. Bu sekretarya kapsamında Gümrük ve Ticaret Bakanlığı başta olmak üzere pek çok kurum ve kuruluş, Turizm Bakanlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı gibi pek çok bakanlık, bu kurulun üyesi olarak çalışıyor. Açıkçası etkin çalıştığını düşünüyorum. Yılda iki defa toplanıyor. Tüm bunlar fikri sınai mülkiyet haklarının kamu nezdinde en üst düzeyde önemsendiğini gösteriyor.

Bir hususa daha işaret etmek istiyorum. Biliyorsunuz ülkemizde orta vadeli programlar yapılır ve takip edilir. Bu kapsamda 2013-2015 dönemine yönelik Orta Vadeli Program’a da fikri ve sınai mülkiyet haklarıyla ilgili konular girdi ve burada kısa, orta ve uzun vadeli fikri mülkiyet sisteminin etkinliğini artırmak amacıyla stratejik planların yapılması öngörüldü. Kurumsal kapasitenin ve hukuki altyapının geliştirilmesi, buna ilaveten toplum düzeyinde yaygın ve yerleşik fikri haklar kültürünün oluşmasına dönük çalışmaların sürdürülmesi öngörüldü. Dolayısıyla, her boyutuyla baktığımız zaman net biçimde ortaya çıkıyor. Bir yanda taraf olduğumuz uluslararası anlaşmalar var. Diğer tarafta bu anlamda yasal mevzuatın yerli yerinde olduğunu görüyoruz. Ayrıca OVP’de bu işin yer alması, buna ilişkin yasaların ve müktesebatın oluşması açısından baktığımız zaman yasal çerçevede ve uygulamada doğrusu ülkemizin iyi bir yönde olduğunu, uygulamaların etkinliğinin artırılmasına dönük en üst düzeyde irade ortaya konduğunu görüyoruz.

6102 Sayılı Yeni Türk Ticaret Kanunu’na da kısaca değinmek istiyorum. Burada kanunun 127’nci maddesinde fikri mülkiyet kavramı sadece sınai mülkiyet kavramından ayrıştırılarak, yeni anlayışla yeniden düzenlenmiş ve fikri mülkiyet kavramı daha geniş anlamıyla, patentten tasarıma kadar pek çok hususu kapsayacak şekilde genişletilmiş ve kavram modern anlamıyla yerini bulmuştur.~

Diğer taraftan, yine bu kanunun 342’nci maddesiyle de fikri mülkiyet haklarının ayni sermaye olarak korunabileceği açık bir şekilde düzenlenmiş ve bu kapsamda sanal ortamların da ayni sermaye olarak korunmasına imkân sağlanmıştır. Dolayısıyla artık objelerden soyut olan, maddi olmayan ama maddi değeri olan kavramların hukukumuza girdiği, ekonomik dünyaya girdiği ve bunun bizim tarafımızdan yakın takip edildiği bir düzen içerisine yürüyoruz. Şimdilik sözlerimi burada bitirmek istiyorum. Daha sonra, özellikle uluslararası raporlarda ve gümrük uygulamaları itibarıyla yapmış olduğumuz çalışmalarda ülkemizin geldiği noktaya, fikri mülkiyet haklarının zedelenmesi durumunda süreçlerin nasıl işlediğine, nasıl etkin bir şekilde işletildiğine dair hususlara da ayrıca değinmek istiyorum. Teşekkür ederim.

M. Rauf Ateş

Teşekkürler. TOBB Marka Vekilleri Meclis Başkanı Kaan Dericioğlu ile devam edelim. Kaan Bey, siz TOBB’u temsil ediyorsunuz. 1,3 milyon üyeniz var. Sizin üyeleriniz ve TOBB açısından fikri haklar ne ifade ediyor? Türkiye’deki tabloyu nasıl görüyorsunuz?

Kaan Dericioğlu
Ben de İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne değinmek istiyordum, Sayın Müsteşar bu konuda bir açılış yaptı. Zannediyorum 1948’lerden gelen bu kaynak, bize yol haritamızı gösteriyor. Buna özellikle değineceğim. TOBB bünyesinde 1 milyon 300 bin üye var. Büyük ve küçük işletme diye bir ayırım yapmaksızın, işletmelerde fikri hakların hangi yapılarda yer aldığına baktığımızda iki temel yapı görüyoruz. Birincisi ayırt edici işaretler olarak sunduğumuz ticaret unvanları. Öncelikle her işletmenin bir ticaret unvanı olması gerekiyor. Hatta çok ilginçtir, Paris Sözleşmesi istisna bir hüküm getirmiştir: “Tüm ülkelerde, hiçbir kaideye gerek olmadan ticaret unvanları korunacaktır” gibi bir hükmü var bu sözleşmenin. Bu, diğerlerinden çok ayıran bir özellik. Ticaret unvanı, bir işletmeyi, şirketi kurmak için gerekli olan ana unsur. O olmadan, yani şirketin adını koymadan işe başlayamıyorsunuz. Her işletme bir amaç için kuruluyor. Üretim ya da hizmet sunmak için. Üretim ve hizmetini sunarken diğerlerinden nasıl ayırt edilecek? İkinci zorunlu unsur marka olarak karşımıza çıkıyor. Günümüzde çok hızlı gelişen bir internet kavramı var. Hemen araya uzun zaman sonra olsa da bir internet alan adları konusu girdi. Baktığımız zaman bu işletmelerin tümüne, zorunlu olarak bu 3 ayırt edici işareti kullanmak zorundalar. Ticaret unvanları, markalar ve internet alan adları. Burada önemli olan bu zorunluluk bize başka bir kavramı çağrıştırıyor. Dikkat ederseniz hiç kimse bir başkasının markasını, ticaret unvanını veya alan adını kullanamıyor. Dolayısıyla buradaki ilk kavram “özgünlük”.~

Her yeni girişimci, bu çok önemli üç unsuru da seçerken mutlaka özgün olmalı. Özgünlük kavramında araştırma yapması gerekiyor. Ben nasıl bir unvan seçerim, nasıl bir marka seçerim, alan adımı nasıl alacağım? “.com” olarak mı, “com.tr” olarak mı alacağım? Hatta şimdi çok yeni haberler de geliyor. Dünya Fikri Haklar Örgütü’nden 1920 alan adı çeşidinin geleceği söyleniyor.

Şimdi bu ayırt edici işaretlere baktığımızda özgün seçilmiş, emek, zaman, para harcanarak tanıtılmış bir “marka” olduğunu görüyoruz. Bunun adını koymamız gerekiyor çünkü marka bir işletmenin parmak izidir. Dolayısıyla altındaki bütün o maddesel veya maddesel olmayan varlıkların tümünü bir işaretle topluma sunuyorsunuz. Burası çok önemli. Daha sonra özgünlükle ilgili kısma fikri hakların ikinci bir aşamasını getiriyoruz. O da eserler, buluşlar, tasarımlar... Bunlar çok önemli kavramlar ama baktığımızda işletmelerimizde bunların zorunluluk olmadığını görüyoruz. İşletmeler isterse bir başkasından eseri kiralayabilir, kullanabilir. Bir başkasından kendisi için eser yaratmasını isteyebilir. Buluşlar, tasarımlar da böyledir. O zaman marka ve işletme unvanı, internet alan adları gibi zorunlu özgün olanların yanlarında ikinci bir aşamaya giriyoruz. Fikri hakların bu alanının biz işletmelerle bağlantısını şu şekilde değerlendiriyoruz: Eğer bir şirket özgün olarak zorunlu olmayan ikinci bölümdeki fikir ürünlerini, eserleri, buluşları, tasarımları oluşturabiliyor-sa, o zaman rekabet gücü kazanıyor. Baktığımızda zorunlu gibi gözükmüyor ancak pazar değerleri olarak, marka değerleri olarak bulabildiğimiz, literatürde karşılaştığımız sayıların büyüklüğünün altında bu maddesel olmayan varlıkların temelindeki eserler, buluşlar, tasarımlar, bilgisayar yazılımları, ticaret sırları gibi unsurların yattığını görüyoruz.

Demek ki biz ayırt edici işaretleri özgün olarak seçeceğiz, kullanacağız ama rekabet gücü kazanabilmemiz için de mutlaka özgün eserler, buluşlar, tasarımlar, bilgisayar yazılımları oluşturmamız gerekiyor. Bunu oluştururken de rekabet gücünün ulusal veya uluslararası nitelikte olması da önemli.

TOBB bu yapının içinde ciddi bir örgütlenme içinde. Çok geçmişe baktığımızda, örneğin 1879’dan beri değiştirilemeyen İhtira Beratı Kanunu, Abdülhamit Kanunu, değiştirilmesine ilişkin ilk adımları TOBB’da atıldı. Türk Patent Enstitüsü yoktu. Sınai Mülkiyet Müdürlüğü vardı.~
O kuruluşun ilk adımı yine orada atıldı, Devlet Planlama’da devamı getirildi. Daha sonra bu haklara ilişkin, korunmaya yönelik altyapıda Odalar Birliği’nde sektör meclisi kuruldu. Odalar Birliği, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’nde fikri haklar ders olarak konuldu. Sayın Müsteşarımın söylediği Fikri Haklar Koordinasyon Kurulu, Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu, Türk Patent Enstitüsü Danışma Kurulu gibi bütün kuruluşlarda TOBB yer alıyor. Hatta Fikri Haklar Koordinasyon Kurulu’na kamunun dışında tek katılan sivil toplum örgütü TOBB’dur. Oralarda aktif olarak da yer alıyor. Yani bu fikri hakların önemi konusundan bakarsak, sadece fikri haklar önemsenmiyor. Bunun daha da gelişmesi için TOBB’da aktif biçimde bir altyapı çalışması var. En son Sektörel Ekonomi Şurası düzenlendi. Sektörel Ekonomi Şurası’nda fikri hakların çok önemsendiğini görüyoruz. Ama Türkiye’de unutulan ciddi bir konu var. Sayın Müsteşarımız bahsetti. Coğrafi işaretlere yönelik, Türkiye’nin gerçek hazinesi diyebileceğimiz yöresel ürünlere yönelik bir faaliyet başlatıldı. Bu ilk defa Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu’nda bir başlık olarak açıldı. İlk defa bir çalışma raporu hazırlanıyor. Raportörlüğünü ben yapıyorum. İnşallah bu ay sonuna kadar da bu raporu sunacağız. Bu kapsamda neler yapıldı? Geçtiğimiz Ekim ayında Antalya’da coğrafi işaretlere ilişkin uluslararası bir konferans düzenlendi. Pek çok Avrupa ülkesi katıldı. Türkiye’de gördük ki sadece Antalya’da bile yüzlerce yöresel ürün olduğu ortaya çıktı. Biz bu hazineyi bir değere dönüştürmeliyiz. Bu çalışma raporu, Türkiye’de bir denetim mekanizmasının kurulması ve coğrafi işaretlerin tanıtılması, kurgulanması ve buna göre kayıt altına alınması, sonra da denetilmesine ilişkin çok ciddi çalışmalar içeriyor. Şu anda TOBB’un da desteklediği bu süreç yürüyor.

Hamdi Yasaman
Ben burada izninizle bir şey söylemek istiyorum. Her şirketin, her firmanın bir unvanı var. Unvan çok önemli çünkü şirketi belirleyen unvan. Ama marka bunun da önüne geçmiş durumda. Uygulamada gördüğümüz kadarıyla her şirket unvanını marka olarak tescil ettirdi. Unvanının tamamını da marka olarak ayrıca tescil ettirdiler. Hemen hemen bütün şirketler bunu yapıyor. Onun için marka neredeyse asıl işletmeyi ret haline gelmiş durumda. Bunu araya girip söylemek istedim.

Bir de bizim bir sıkıntımız var. Hazır Müsteşar Bey burada iken söylemek isterim. Fikri hakların bu kadar gelişmiş olması ve bu konunun bu kadar önemli bir unsur olması, bunun yanında hukuki düzenlemeyi gerektiriyor. Bu kadar önemli bir ekonomik gücün düzenlenmesi, denetlenmesi gerekiyor. Bunun yanında bu konunun hukuk açısından da ilerlemesi gerekiyor. İlk sorun şurada: Türkiye’de fikri ve sınai haklar esas ders olarak okutulmuyor. Seçmeli ders olarak okutuluyor.~
Öğrenciler konuyu çok fazla bilmediği için fazla seçilen bir ders değil. Yarım sömestr okutulur. Bu süre zarfında da ancak Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu biraz anlatılabilir. Bizim Galatasaray Üniversitesi olarak YÖK’e bu konuda birçok girişimimiz oldu. Müracaat edildi ama hiçbir zaman fikri hakların ayrı bir ders olarak okutulması gündeme gelmedi. Eğer bu ayrı bir kürsü olarak, branş olarak kabul edilirse, o zaman bir ana-bilim dalı kurulacaktır. Orada bilim insanları yetişecektir ve bu konuda ilerleme olacaktır. Bilimsel alanlar bu şekilde gelişir. Ama bunun önemi yeterince algılanmıyor. Bu konunun ayrı bir branş olarak, kürsü olarak tanınması lazım ki orada eleman yetişsin, öğretim üyeleri yetişsin ve ders versin. Bizde fikri haklar hukukunu bazı ticaret hukukçuları, medeni hukukçular anlatır. Bilimsel açıdan fikri haklar yeterince ilerlememiştir. Son yıllarda eserler verilmeye başladı. Yüksek lisans ve doktorlar görülüyor ama bunun bilimsel olarak gelişebilmesi için mutlaka ve mutlaka ayrı bir kürsünün kurulması lazım. Çünkü eğer bir kürsü yoksa o alan gelişemez. Bence bu en önemli sorun.

Kaan Dericioğlu
2012 yılında Ankara Üniver-sitesi’nde Fikri Haklar Anabilim Dalı olarak YÖK tarafından onaylandı. Marmara Üniversitesi’nde bilim dalı olarak onaylandı. Bilkent Üniversitesi’ndeanda Dünya Fikri Haklar Örgütü’nün özel bir çalışmasıyla yüksek lisans programı olarak fikri haklar prensipte kabul edildi. Ben ODTÜ’de 20 yılı aşkın bir süredir fikri haklar dersini veriyorum. Şu çok sevindiricidir: Bir dönemde 500 öğrenci o dersi talep ediyor. Öğrenciler de ilgi göstermeye başladı. Düşünün ki; bütün mühendisliklerde üniversite seçmeli dersi olarak üç kredilik olarak açıldı. İki yıldır bu başlatıldı, öğrenciler bütün bölümlerden geliyor. Sayın hocama gönülden katılıyorum. Bunları desteklersek, “Doktoramı fikri haklar alanında yaptım. Ben fikri haklar doçentiyim. Ben fikri haklar profesörüyüm” diyebilecek yapıya, belki önümüzdeki 5 ya da 10 yılda ulaşabileceğiz.

Tabii burada bir konu daha var. Bunu destek-leyebilmemiz için yeni kanun gerekiyor. Şu anda kanun hükmünde kararnameler (KHK) var ve biliyorsunuz KHK’lar geçici yapılardır. Ama bizde 18’inci yıllarına giren KHK’lar var... Yani artık bunlar yerine kanun yapmak gerekiyor. Meclis’ten kanunlar çıkarmak gerekiyor. Bunu da eğitimle beraber kurgulamak gerekiyor.~

Hamdi Yasaman
Şunun altını çizmek lazım. Bilim dalı başka, anabilim dalı başka. Anabilim dalı içinde bilim dalları olabilir. Mühim olan ayrı bir kürsünün olup ona kadro tahsis edilmesidir. Yani kürsü oluşturulmalı. Bir dalın içinde alt dal olarak yer aldığı zaman kadro alıp asistan yetiştiremezsiniz. Mesela ben Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeyim ve bir asistan alıp fikri hukuka tahsis ettim. Yani “hiç ticarete karışmayacaksın, sadece bunu yapacaksın” dedim. Çünkü ticaret mevzusu karışınca o kadar geniş ki, uzmanlaşmak tam olarak mümkün olmuyor. Bizim asistan arkadaş da bu sayede fikri hukuk alanında uzmanlaştı. Şimdi doçentlik imtihanına girdi ama mecburen ticaret hukuku çalışmaya başladı. Burada uzmanlıkta, branşlaşmada zorluk oluyor. Dünyada enstitüler var, kürsüler var. Bizim de bu yönde yol almamız lazım. Senelerdir bunun mücadelesini veriyoruz.

Ziya Altunyaldız
Aslında kamusal alanda fikri mülkiyet haklarına en üst düzeyde önem verildiği çok açık bir şekilde ortada. Ancak kürsü konusundaki görüşünüze ben de gerçekten son derece katılıyorum. Çünkü bu alan artık gerçekten bir kürsü şeklinde oluşmalı, derinleşmeli. Bu işin bizzat kendi hocaları yetişmeli. Dolayısıyla o çerçevede umarım akademik dünyada da bu gelişmeyi hep beraber sağlamış oluruz.

M. Rauf Ateş
Teşekkürler. Uluslararası Yatırımcılar Derneği YASED Genel Sekreteri Özlem Özyiğit ile devam edelim. Sizin üyeleriniz açısından fikri ve sınai mülkiyet hakları ne ifade ediyor? Sorunlar neler? Bu sorunlar Türkiye’ye yeni yatırımcı çekme, inovasyon, yenilikçi ürünler gibi alanlarda ne gibi fırsatları ortadan kaldırır?

Özlem Özyigit
YASED Uluslararası Yatırımcılar Derneği olarak bildiğiniz gibi Türkiye’de faaliyet gösteren uluslararası şirketleri temsil ediyoruz. Şu anda yaklaşık 220 civarında kurumsal üyemiz mevcut. Bunlar Türkiye’deki en büyük şirketler ve bu anlamda da bugüne kadar Türkiye’ye gelmiş uluslararası sermayenin yaklaşık yüzde 75’ini bu üye profilimizle temsil ettiğimizi düşünüyoruz. Dolayısıyla öncelikli konularımız arasında fikri sınai mülkiyet hakları yer alıyor. Aslında YASED olarak belirlediğimiz beş öncelikli alandan biri uzun yıllardır bu ve konuyu çok yakından takip ediyoruz. Çünkü biraz evvel bahsettiğim gibi bütün bu büyük şirketlerin marka, patent ve haklarının korunması konularında hem önemli sorunları hem görüşleri ve önerileri var. Bu görüşleri özellikle kamuyla, Ankara’yla birebir paylaşmaya çalışıyoruz.~

M. Rauf Ateş

Nedir bu en önemli sorunlar?
Özlem Özyigit
Hem Sayın Müsteşarımızın hem sayın hocalarımızın belirttiği gibi fikri sınai mülkiyet hakları bir ülkenin imajının, değerinin en büyük yansımalarından biri. Ve rekabet gücünün belki de en önemli yansıması. Dolayısıyla hükümetimizin de bu konuya öncelik verdiğini görüyoruz. Bunu da takdir ediyoruz. Önemli gelişmeler kaydedildiğini düşünüyoruz. Fakat yine de hâlâ gidilecek yol olduğunu düşünüyoruz. Geçen senenin sonunda bu konuyla ilgili bir rapor yayınladık. Fikri ve sınai mülkiyet haklarının korunması, problemler neler, önerilerimizi neler, uluslararası yatırımlara etkileri neler diye. Buradan birkaç rakamı sizinle paylaşmak istiyorum. Fikri mülkiyet hakları endeksinde 1 puanlık artış ülkelerin uluslararası yatırım çekme olasılığını yüzde 27 oranında artırıyor. Aynı artış, uluslararası yatırımcıların bir ülkeye yatırım kararı verdikten sonra dağıtım ve satış yerine üretim odaklı yatırım yapma olasılıklarını da yüzde 57 oranında artırıyor. Bu oranlar çok önemli.

M. Rauf Ateş
YASED’e göre en önemli sorun nedir?

Özlem Özyigit
Mesela şu anki taslaklarımızda hapis cezaları tamamen kaldırılmış durumda. Adli para cezalarına alt ve üst sınırlar getirilmiş. Fakat alt sınırlar caydırıcı olmayacak şekilde düşürülmüş durumda. Üst sınırların da paralel olarak oldukça düşük tutulduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla bu limitlerin bu etkiyi yaratacak şekilde yeniden düzenlemenin gerektiğini düşünüyoruz. Suça iştirak, tekerrür, teşvik fiillerine ilişkin hemen hemen hiç düzenleme yok. Bunların olması gerektiğini düşünüyoruz. Suçun şikâyete bağlı bir suç sayılmaya devam edilmesi önem taşıyor. Aynı zamanda, malı üreten dışındaki mütecavizlerin malı nereden temin ettiklerini bildirmeleri durumunda suçu işleyenler hakkında hiç cezaya hükmedilmiyor. Örneğin siz bir ürünü üretiyorsunuz. Bunun taklitleri çıkıyor. Satan kişi malın sahte olması durumunda sahte mal üreticisinin kim olduğunu gidip yetkililere şikâyet ederse, kendisi hiç ceza almıyor. Oysa en azından bu cezaya ortak olması gerektiğini, üretici kadar yüksek oranda olmasa da bunu satmakla da bir cezanın kendisine verilmesi gerektiğini düşünüyoruz. En önemli başlıklarımız bunlar diyebiliriz.

M. Rauf Ateş
Galatasaray Üniversitesi Ticaret Hukuku Profesörü Hamdi Yasaman ile devam edelim. Türkiye, yatırımcılar açısından fikri ve sınai haklar anlamında nasıl bir ülke? Özlem Hanım yabancı yatırımcılar açısından baktı. Siz yerli yatırımcıları da dikkate alarak yanıtlar mısınız?~

Hamdi Yasaman
Cezai yaptırımların artırılması hatta bunların hapis cezası olması yönünde konuşuldu ama dünyadaki ve Türkiye’deki genel eğilim, aksine hapis cezalarının kaldırılması yönünde. Ekonomik suça ekonomik ceza verilmesi yönünde. Son Ticaret Kanunu’nda da bu husus dikkat çekiyor. Eskiden hapis cezaları vardı, çok denetim vardı. Bunlar kaldırıldı. Ticaret Kanunu’nun yürürlüğe girmesi, uygulanabilmesi için de gerçekten yaptırımların, denetimin olması lazım. Temel bir kanunda hapis cezaları kaldırıldı veya çok azaltıldı. Bir kanunun uygulanabilir olması için yaptırımın olması lazım. En etkilisi de hapis cezasıdır ama gelişmeler ve eğilim bu yönde değil. Yabancı veya yerli yatırımcının fikri haklarını koruyabilmesi için mekanizmanın iyi işlemesi gerekiyor. Hem denetim hem adli mekanizmanın... Türkiye’de adli mekanizma yavaş işlediği için netice geç alınıyor. Cezai yaptırımda da geç kalınıyor. Yargı kararının çıkması 3-4 seneyi buluyor. O açıdan en önemli mesele, idari yapıdaki mekanizmaların iyi işlemesi, denetim ve idari yaptırımların, adli mekanizmanın hızlı işlemesi gerektiğidir.

Biliyorsunuz bizde ihtisas mahkemeleri kuruldu. Fikri ve sınai haklar ceza mahkemesi kuruldu.
Bu önemli bir adımdı fakat yeterli mi? Değil. Çünkü orada da “uzman hakim” meselesi var. Uzman hakim sayısı yeterli değil. Davalar çok uzun sürüyor ve hakimler yeterli derecede uzman değiller. Daha önce de bahsettiğimiz gibi eğitim çok önemli. Bir yıl lisan bilen bazı hakimler yurtdışına eğitime gönderildi. Bunlar çok faydalı oldu. Zannediyorum AB’den de fon geldi bu hususta. Yedi kişi gitti. Şimdi onların bir kısmı emekli bile oldu. Neticede bu olumlu bir şeydi. Bu eğitimin devam etmesi lazımdı. Hakimlerin bilhassa patentle ilgili teknik konularda eğitilmesi çok önemli. Buna ara verildi. Bazı yerlerde özel mahkemeler var ama yeterli değil. Özel mahkemelerde eğitilmiş hakim oluyor, ayrılıyor, başka alandan fikri haklara hakim atanıyor. Neticede oradaki hakimi başka yere veriyorlar ve buradaki adli mekanizma da iyi işlemiyor. Bunu durdurabilmek için en önemli şey, ihtiyati tedbirdir. Gümrüklerde el koyma veya mahkemenin vereceği önleyici tedbirdir. Bu mekanizmayı iyi işletirseniz önlersiniz. O zaman yabancı sermaye de yerli sermaye de bu etkin adli imkandan yararlanabilir. Önemli olan mahkemelerin çabuk son ermesi. Karşı tarafın zararlarının tazmin edilmesi. Tazminatların alınması ki mevzuatta 68’inci madde var, malın üç misli tazminat veriliyor. Zararı karşılayacak, varsa artı zararı da karşılayacak mekanizma var. Fakat buna karar verecek mekanizma yavaş işliyor.~

Onun için buradaki en büyük sorun, eğer fikri hakları korumak istiyorsak, bir defa bunu koruyacak mekanizmanın ve adliyenin çok iyi ve hızlı işlemesi gerekiyor. Korkutucu ve caydırıcı olacağız evet; ama yaptırım, cezaların artırılması bir şey değil. Tek başına sonuç vermiyor. Kaçakçılık veya sahtecilik yapana verilecek en büyük ceza tazminattır. Bizim milletimiz hapse girmeyi bile o kadar fazla önemsemez. Girer çıkar. Ama parasını veya işletmesini kaybederse bu onun için çok daha büyük yaptırım olur. Türkiye’deki mekanizma çok iyi işlemiyor. Adli cezalarda da herkesin ileri sürdüğü şey davaların uzun sürmesi. Bu durum hakların elde edilmesini zorlaştırıyor veya bazen etkisiz kıldırıyor.

M. Rauf Ateş
Fatoş Karahasan ile devam edelim. Siz gazeteci olarak önde gelen şirketlerle ilgili birtakım analizler de yapıyorsunuz. Bunların tüketiciye yönelik çalışmalarını köşenize taşıyorsunuz. Türkiye’de tüketici bu işin ne kadar bilincinde? Önem veriyor mu?

Fatoş Karahasan
Gazeteciliğin yanı sıra bu konuyu dijital pazarlama ve marka stratejisi gözlüğüyle de izliyorum. Çok önemli bir konudan bahsediyoruz. Fikri ve sınai haklar niye çıkmış? Ağırlıklı olarak sınai haklar üzerine eğiliyoruz çünkü biz sanayi toplumuna geçerken bile zorlanan bir ülkeyiz. Biraz önce Sayın Müsteşar gayet güzel dile getirdi. Somut eserler üzerine konuşuyoruz. Oysa şimdi her şey soyut ortamda. Marka dediğimiz şey de tamamen soyut. Bir algılar toplamı. Tasarım, içerik, tanıtım, algılar toplamı.

Bizde halen sınai hakların korunması öne çıkıyor. Web sitesinin olması, marka tescilinin olması, ürünün taklit edilmemesi... Bunlar tabii ki önemli evet ama 19’uncu yüzyılda başlamış bir konu, 20’nci yüzyılın paradigması. Biz 21’nci yüzyıldayız. 2013’e geldik ve artık daha çok fikir bazında yarışılıyor. Sonuçta Apple denen şirketin zengin olması tamamıyla fikri ve tasarımıyla öne çıkmasındandır. Biz ise Türkiye olarak tasarımcı çıkaramıyoruz çünkü tasarımın bir değeri yok. Zaten tasarıma para ödemeye de hazır olmayan bir toplumuz.

Özetlemek gerekirse, rekabetçi gücümüzü artırmak istiyorsak, bütün sivil toplum kuruluşlarının, devletle birlikte çok katmanlı bir şekilde hazırlanması gerekiyor. Eğitim, katılım, düzenleme ve denetimin birlikte çalışması ve de açıkların kapatılması gerekiyor. Yani çok önemli bir içgörü pazarlama açısından. Eğer sahtecilik yapan hapisten korkmuyor, ekonomik yaptırımdan korkuyorsa ona ceza olarak çok büyük ekonomik yaptırım yapmak gerekiyor. Sivil toplum örgütlerinde bunun teşhir edilmesi ve bu insanların, tüketicilerin bilinçlendirilmesi gerekiyor.~
Uzun soluklu bir iş bu. Ama bunu yapmadan da bizim ülkemiz yaratıcı olamayacak. Yaratıcı olamadığımız için de katma değerimiz olmayacak. Geleceğe yatırım yapmak istiyorsak adalet çok önemli. Ben bir şeyi yaratıyorsam, bir emek veriyorsam benim emeğime değer veren bir sistemde olduğumu hissetmem lazım. Bir şey üretiyorken bunun çalınacağını düşünüyorsam; çalınması, kopyalanması çok kolay. Endüstriyel çalınma da fikri çalınma da kolay. Bunu bir ahlaki mesele haline getirmek ve öyle mücadele etmek gerekiyor. Yani hem somut hem soyut hem ahlaki açıdan 360 derece olarak, A’dan Z’ye giden bir şekilde çok katmanlı olarak bakmak gerekiyor.

M. Rauf Ateş
Uluslararası Fikri Mülkiyet Hakları Koruma Derneği (AIPPI) Türkiye Başkanı Nazlı Korkut ile devam edelim. Biraz derneğinizden ve faaliyetlerinizden bahseder misiniz? Öncelikli konularınız neler?
Nazlı Korkut
Teşekkürler. Önce dernekten bahsedeyim. Uluslararası Fikri Mülkiyet Hakları Derneği’nin geçmişi 1897 yılına kadar uzanıyor. Merkezi Zürih’te. O zamanın fikri mülkiyet konusunda lideri olan 10 kadar kişi tarafından küçük bir sivil toplum örgütü olarak kurulmuş. Kimleri kucaklıyor? Aslında fikri mülkiyet hakkı sahiplerini kucaklıyor. Yani sanayiyi, ticareti ve buradaki hükmi ya da gerçek şahısları. Uygulamacıları kucaklıyor. Yani marka ve patent vekillerini, patent ve marka avukatlarını, bu kanunların uygulanmasıyla ilgili, fikri mülkiyet haklarının korunmasıyla ilgili bütün uygulamacıları, akademisyenleri, teorisyenleri kapsıyor. Bir sivil toplum kuruluşu olarak kar amacı gütmüyor. Şu anda dünya çapında 9 bine yakın üyesi var. 63 tane ulusal grupla temsil ediliyor. İşleyişi şöyle: Her ülkede temsilen bir ulusal grup kurulması gerekiyor. Türkiye olarak biz de 2008 yılında böyle kurulduk. Ulusal gruplar bir sistemi oluşturuyor ve uluslararası merkeze bağlı olarak çalışıyorlar. Aslında bunların adı hep “ulusal grup” olarak geçiyor ama Türkiye’de bir dernek oluşumu içinde yer almamız gerektiği için biz dernek olarak kurulduk.

Amacı, toplumsal gelişime paralel olarak ve toplumsal gelişime katkı sağlamak amacıyla fikri mülkiyet haklarının korunması; uluslararası ve yerel anlamda yaygınlaştırılması, teşvik edilmesi. Bunun bir ihtiyaç olduğunun öncelikle kamuoyunda belli bir düzeye getirilmesi. Bu ihtiyacın tekrar edilebilmesinin sağlanması. Bu anlamda hem akademik hem profesyonel çalışmalara imza atıyor. Daha somut anlatmak gerekirse mesela ulusal kanunların uyumlu hale getirilmesiyle ilgili her yıl kongreler düzenleniyor. O kongrelerde birtakım konularla ilgili konu soruları seçiyorlar.~
Mesela, dijital ortamda fikir ve sanat eserleri istisnalarının neler olabileceği konusunda bir soru. Soruların alt soruları da var. Bunları ulusal gruplara gönderiyorlar. Ulusal gruplar, her ülkenin kendi mevzuatına göre gözlemlerini yapıyor, duruşlarını belirliyor. Nelerin değişmesi gerektiğiyle ilgili fikirlerini söylüyor. Tüm bunlar bu kongrelerde bir araya getiriliyor ve bir yönerge çıkarıyorlar.

Uyumlulaştırmakla ilgili bir toplam yapıyorlar ve bu toplamlarını da ulusal gruplar tarafından, Türk Patent Enstitüsü başta olmak üzere bütün ilgili kamu mercilerinde ya da sivil toplum örgütlerinde paylaşılmasını istiyorlar. Bu neyi sağlıyor? Her şeyden önce bir akademik havuz oluşturuluyor. O akademik havuzdan da uygulamacılar da yasa koyucu da yararlanabiliyor. Bu konuda kendi ülkesinde neler yapabileceğiyle ilgili belli bir politikaya sokabiliyor.

2023 yılında Türk Patent Enstitüsü’nün çok ciddi birtakım hedefleri var. Türkiye’de belli bir sayıda patent, yaşayan patent var. Çünkü patent baş-vurusu yapmakta bir problem yok. Önemli olan onun tescile bağlanması ve uygulanabilir olması. Yani artık bir kıymete dönüşmesi önemli. Sizin şirket bilançonuza yansıyan bir veri haline gelmesi ya da bir finansman kaynağı oluşturmak için bir devir aracı olarak kullanabilmeniz önemli.

Artık bütün global şirketlerde marka değerlemesi gibi patent değerlemesi de var. Bunu yansıtacak bir ortam oluşturmaktan bahsettiğimizde Türkiye’de patent ikliminin yeterince oluşmadığına ya da oluşmak için henüz daha evrilmesi gerektiğini görüyoruz.

Öte yandan ne diyoruz? Biz şu anda Türk Patent Enstitüsü’nün kayıtlarına göre Avrupa’da marka başvurusu yapılan sayı olarak en yüksek başvuru yapılan ülkeyiz. 120 bin civarında bir rakamdan bahsediyoruz. Peki Türkiye’deki küresel markalar listesine bakalım. Türk Hava Yolları dışında küresel marka olabilmiş bir markanın buradan çıkmadığını görüyoruz.. Ve 2023 yılında en az 10 tane küresel marka oluşturmak üzere Türkiye’de bir çalışma var.

Derneğin öncelikli konularının neler olduğuna dönecek olursak, herkes kendi gözlüğüyle bakınca yapılması gerekenleri çok daha spesifik olarak ortaya koyabiliyoruz. Eğitimle ilgili çok önemli tespitler yapıldı. Aynı tespitlere biz de katılıyoruz. Biz de bu işin eğitim tarafının öneminin şimdiye kadar belki yeterince ivmelendirilmediğini düşünüyoruz.~

Evet, eğitim önemli diyoruz, kadro olması gerekiyor diyoruz ama dönüp bakıyorsunuz, daha bir anabilim dalı oluşması bile çok yeni olmuş. Biz dernek olarak bu konulara en azından kamuoyu oluşturmak anlamında katkıda bulunmaya çalışıyoruz. Şu anda bakarsanız o kadar çok üniversitede; buna ister teknokent deyin, ister teknoloji transferi deyin, ister fikri mülkiyet araştırmaları merkezi deyin, o kadar çok parça parça çalışan birim var ki... Ama sizin de biraz önce gayet iyi belirttiğiniz gibi bunların ortak bir platformda çalışmasına dair organizasyon maalesef eksik. Herkes bir çalışma yapıyor ama bunlar nasıl bir havuzda toplanıp yasa koyucuya doğru ya da devlet politikalarını yönlendirmeye doğru nasıl bir yere gidecek? Ciddi bir organizasyon eksikliği olduğunu görüyoruz. Bütüne bakmak konusunda bence bir yerden sonra herkes gözlüklerini kaybediyor.

Öte yandan bizim dernek olarak önemsediğimiz diğer bir konu da meslekleşmeyle ilgili. Çünkü bugün özellikle sınai mülkiyet hakları konusunda sadece bir avukat olarak Türk Patent Enstitüsü nezdinde işlem yapamıyorsunuz. Sizin marka ve patent vekili olmanız lazım. Marka ve patent vekilliği denen olgu özellikle 1996 yılından itibaren Türk Patent Enstitüsü’nün nezdinde imza atabilmeniz için başlatılmış bir eylem. Şu anda Türkiye’de epeyce bir sayıya ulaştı. Fakat vekillik mesleği, meslekleşemediği için her şeyden önce, ne kadar hakkı verilerek yapılıyor, bu ciddi bir soru işareti. Bu konu ile ilgili eksiklikler de şuna benziyor: Yani mahkemedesiniz, ama mahkemedeki avukatınızın mesleki boyutuyla ilgili bilgiyi haiz değilsiniz. Ya da onun tecrübesine güvenmiyorsunuz. Meslekleşemediği sürece fikri mülkiyet hakkının korumasının yaygınlaştırılması hep bir ayağı eksik olarak kalacak. Çünkü bu mesleği yapan kişinin avukatlık dışında sahipleneceği bir örgütü yok. Bir odası yok. Bu durum bizim ikinci önem verdiğimiz konulardan biri.

Ve tabii ki biz aynen uluslararası derneğin yaptığı gibi birtakım position paper’lar yani kanun hükmünde kararnamelerin şu anda kanun tasarısı haline gelmesinde her biri için ayrı ayrı görüş bildirdik. Bizim derneğimiz de sadece patent vekillerinden, avukatlardan, marka vekillerinden oluşmuyor. Sanayiden de oluşuyor. Bizim için sanayinin temsilcilerinin orada olması son derece önemli çünkü o sinerji ile bir şeyler yaratılıyor. Yoksa sadece herkes birbirine kendini anlatıyor. Bu konuyla ilgili de gerektiğinde özellikle Türkiye’nin gündemine oturan konularda görüşlerimizi bildirmekten ve bunu Türk Patent Enstitüsü başta olmak üzere tüm kurumlarla paylaşmaktan kaçınmamaya çalışıyoruz. O anlamda iletişim kanallarımızı artırmaya çalışıyoruz.~

Bir de yıllık seminerler düzenliyoruz. Dernek olarak doğrudan eğitim veren bir kuruluş değiliz. Bir patent ve marka vekili yetiştirmek üzerine bir eğitim veren kuruluş değiliz fakat yıllık olarak düzenlediğimiz seminerlerde belli konulara odaklanarak bunlan uluslararası ya da ulusal düzeyde konuşmacılarla zenginleştirmeye çalışıyoruz. Çok genç bir derneğiz. 2008 yılından beri aktifiz. İki yıldır da bu seminerleri düzenliyoruz. Geçen yılki seminer konusu fikri mülkiyet kapsamında delillerin toplanması, tazminatlar, zararlar ve cezai tedbirlerdi. 2012’deki konumuzsa Türk ve uluslararası bakış açısıyla internette fikri hak ihlalleriydi. Şu anda en önemli konulardan biri olarak karşımıza çıkan, henüz fikri mülkiyet düzenlemesinin yetişemediğini düşündüğümüz konulardan biri olan bu konuyla ilgili, alan adı uyuşmazlığı dahil olmak üzere farazi davalar yaptık. Derneğin şöyle bir toplayıcı çatısı var. Bu seminerlerde uygulamacılar da vardı. Akademisyenler de vardı. Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’ndan yani yargı mensupları da vardı. O farazi davada çok şeffaf bir şekilde ilk defa olarak uygulamacı, yasa koyucu, yargı mensubu karşı karşıya gelip farklı bir ortamda konuyu tartışabilme imkanı buldular. Gümrüklerle ilgili konuğumuz vardı. Gümrükler Genel Müdürlüğü Mevzuat Dış İlişkiler Daire Başkanı konuşmacımızdı. Dernek, bu ekosistemde birbirimizi bilgilendirme platformuna hizmet etmeye çalışıyor.

Fatoş Karahasan
Ben bir şeyin altını çizmek istiyorum. Türkiye 1990’larda 2000’lerde marka konusuna çok takıldı. Çünkü 80’ler, 90’lar dünyada markaların en fazla yükseldiği dönemdi. Ama uluslararası marka yaratmak Türkiye için artık imkansız. Bir kere Türkiye bunu kabul etmeli. Çünkü rekabet çok dağıldı, marka yaratmak için çok yüksek pazarlama yatırımı gerekiyor. Pazarlama yatırımı olmadan markalaşmak mümkün değil. Turquality gibi projeler var. Bölgesel markalarımıza destek veriyor. Onlar devam ediyorlar. Ama küresel anlamda, bütün üretim Asya’ya kaymışken, Çin markaları yükselirken, çok yüksek sermayeyle yatırım yapılırken, bizim küresel marka yaratma hayalinden vazgeçmemiz gerekiyor. Bence Türkiye onun yerine bütün bu kaynaklarını inovasyona, patentlere ayırmalı. Türkiye hala gelişmekte olan bir ülke. Genci çok. Her sene bir milyon 200 bin bebek doğan bir ülkede yaşıyoruz. Bu kaynakları gençlerin inovasyona katılmasına ayırmalı. Türk Hava Yolları, Vestel, Beko küresel marka mıdır? Bunlar ayrı iş. Özel sektörün işinin iyi yürümesi ayrı... Fakat devletin bunu politika haline getirip bütün teşvikleri markaların arkasına vermesini açıkçası yanlış buluyorum. O teşvikler inovasyona, AR-GE’ye gitmeli. Biraz önce söylediğiniz gibi teknokente gitmeli. Teknokentlerin içinde gençler yetişirse, o şehir de kendi yerel ürünlerine, yerel markalarına nasıl sahip çıkacağını bilir. Gençler yolculuğa erken başlar. Marka katma değerlerinin de düştüğü bir dünyada yaşıyoruz. Markalar da konsolide oluyor. Bir dev şirket çıkıyor, bütün dünya markalarını topluyor. Krizdeki İtalya, İspanya markalarını satıyor. Özet itibarıyla dünya markasına odaklanmak yerine bence bütün bu fikri ve sınai hakların korunması konusunu ekosisteme yaymalıyız.~
İşin yolu küçük ölçekli bakmaktan geçiyor. Bunu Türkiye’ye yaygınlaştırmaktan geçiyor. Dolayısıyla küçük bir şehirde üniversiteyi, yerel yönetimi, kamuyu ve sivil toplum kuruluşlarını işin içine kattığınızda, zaten küçük bir hücre oluşturuyorsunuz. Ve bu hücre ölçeklenebilir bir şey. Her şeye tepeden, İstanbul’dan, Ankara’dan “küresel marka” diye baktığınız zaman bence küresel sermayeyi, büyük yatırımı ziyan ediyoruz.

M. Rauf Ateş
Ziya Bey, buraya kadar oluşan görüşleri nasıl değerlendirebilirsiniz? Bir de önümüzdeki dönemde kamu tarafında nasıl düzenlemeler, yenilikler olacak?

Ziya Altunyaldız
Yaklaşık 10 yıldır Türkiye’de markalaşma üzerine çalışmış biri olarak Fatoş Hanım’a burada katılamayacağım. “Dünyada artık markalaşma süreci bitmiştir” fikrine hiç katılmıyorum. “Siz marka olamazsınız, bu işi bırakın” inancını taban tabana reddediyorum çünkü bugün baktığınız zaman hiç görmediğiniz, gözlemediğiniz, fark etmediğiniz markaların küresel marka olarak yükselmekte olduğunu görüyorsunuz. Ayrıca yükselen ülkeler var. Hem Uzakdoğu Asya’da, hem bölgemizde. Üretici ülke olabilmenin sigortası markalaşmaktır. Siz markalaşmazsanız ekosisteminizi ve üretici ülke konumunuzu sürdüremezsiniz. Zira artık küreselleşen dünyada yerel olarak bir ülke sınırları içerisinde üretici olarak kalamazsınız. Küresel üretici olmanın koşulu da aslında üretim şartlarını, eko-sistemi tutabilmektir. Ekosistemi tutabilmek de markalaşmayla sigortalamaktır. Dolayısıyla Türkiye’nin 2023 vizyonu olan 10 küresel marka vizyonuna yürekten inanıyorum. Türkiye bu anlamda çok önemli mesafeler almıştır. Esasen Türkiye şu aşamada kaynaklarının büyük bir kısmını markaya ayırıyor da değildir. Türkiye’nin bu anlamda ayıracağı çok büyük kaynakları vardır. Aslında şu aşamada verilmek istenen ama kullanılmayan destek programları var. Toparlamam gerekirse şunu ifade edeyim: Eko-sistem fikrine çok katılıyorum. Evet, ekosistem desteklenmelidir. Ekosistem olmadan rekabetçi olmak mümkün değil.

Şu an ulusal anlamda bir marka destek programımız da var, Turquality. Hem tasarım destek programı var. Bilmiyorum bu anlamda kaç ülkede bir devletin tasarım destek programı vardır? Burada asıl konuşmamız gereken şey; ekosistemin, sivil toplumun, sanayinin, akademik dünyanın, devletin bu eforuna, bu öncülüğüne daha çok katkı vermesi gerektiğidir. Daha çok işbirliği yapılması gerekiyor. Ben şunu net olarak görüyorum. Dünyadaki bütün başarılı sistemler gerçekten koordinasyon ve ortak akıl sonucunda, birlikte yürütülen sistemlerdir. Şu an devlet burada öncülük yapıyor. Hem marka destek programını çıkarmış 10 yıldır yürütüyor, hem tasarım destek programını. Diğer taraftan Fatoş Hanım’ın işaret ettiği AR-GE destekleri var. Türkiye’de şu an ARGE desteklerine ilişkin bir sorun yok. AR-GE destekleriyle ilgili zannediyorum en geniş, en esnek, uluslararası düzenlemelere de en uygun destek programını Türkiye uyguluyor. Yine baktığımız zaman AR-GE harcamalarında yapılan kaynakların aktarımına, yüzden 50’sinden fazlası kamu kaynaklarından gidiyor. Özel sektörün biraz daha buraya doğru yüklenmesi lazım. Özel sektörün daha çok ARGE kaynağı ayırması lazım. Bugün AR-GE çalışmalarının yüzde 50’den fazlasına devlet olarak hibe desteği veriyoruz. TÜBİTAK bir taraftan, diğer kurumlar bir taraftan, Sanayi Bakanlığı, Ekonomi Bakanlığı bu destekleri vermeye devam ediyor. Aslında Türkiye’nin şu tarafı bırakıp bu tarafa gitme gibi bir sorununun olduğunu düşünmüyorum.~

Son dönemde Türkiye tarafından ortaya konulan korunma mekanizmalarının etkin şekilde yürütülmesi gerekiyor. Ancak bunun 3 bacağı var. Bir: iş dünyasındaki bilinçlenme, eğitim çalışmaları, eğitim dünyasının buna sahip çıkması gerekiyor. İki: tüketici bilinçlenmesi gerekiyor. Üç: akademik dünyada bu işi gerçekten sahiplenecek, bu işin ilmini, bilimini yapacak, bu işte eserler üretecek bir camia lazım. Burada da bir ekosisteme ihtiyaç var. Gerçek anlamda bir ekosistemin fikri mülkiyet haklan anlamında oluştuğunu ifade etmek zor. Bütün bu unsurların bir araya gelmesi lazım. Yine Nazlı Hanım’ın işaret ettiği hususlar da gerçekten önemli diye düşünüyorum. Bu çerçevede yeri gelmişken bahsedeyim, biz Gümrük ve Ticaret Bakanlığı olarak önümüzdeki nisan ayında, ekosistemin oluşturulması, kamuoyundaki bilincin artması, iş dünyasındaki far-kındalığın artması, akademik dünyada farkındalığın artması adına Dünya Gümrük Örgütü ile birlikte,
Gümrük ve Ticaret Bakanlığı ev sahipliğinde, küresel sahtecilik konusunda, “Sahtecilik ve Korsanla Mücadele Global Kongresi”nin yedincisini düzenleyeceğiz. Bu 24-26 Nisan 2013 tarihlerinde İstanbul Lüt-fi Kırdar Kongre ve Kültür Sarayı'nda yapılacak. Buraya Dünya Gümrük Örgütü Genel Sekreteri, Interpol Genel Sekreteri, Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü Genel Müdürü, Uluslararası Markalar Birliği Başkanı ve Sahtecilik ve Korsancılığın Durdurulması İçin İş Dünyası Eylemi’nin (BASCAP) eş başkanlarının gelmesini bekliyoruz. Bu çalışmayı da gerçekten önemsiyoruz çünkü zannediyorum bu anlamda Türkiye'de yapılacak olan ilk korsanla mücadele kongresi olacak. Zaten dünyada yedincisi yapılıyor.

M. Rauf Ateş
Teşekkürler. Kaan Bey sizin üyeleriniz bu işin öneminin farkındalar mı? Ne gibi talepleri var? Talepleri hangi noktalarda yoğunlaşıyor?

Kaan Dericioğlu
Özellikle bunu nasıl dile getirdiklerini söylemek istiyorum. Şu anda yoğun şekilde üyelerden gelen talepler markalarının taklit edildiği ve bunun önlenmesi gerektiğine ilişkin. Örneğin, eskiden bu taklitler Türkiye içinde olurken şimdi Bulgaristan’da, Romanya’da taklidimiz var diye İSO'dan yazı geldi. Benim kişisel verdiğim yanıt ise çok net. Eğer sivil toplum örgütleri bu işi koruyabilseydi Türkiye'nin sahillerinde, sosyete pazarlarındaki taklit malların hiçbiri olmazdı. Yani bu kişisel şikayetin de ötesinde bir sahiplenmeye ilişkin
bir konudur. Esas şikayetlerin odaklandığı nokta da Türk Patent Enstitüsü'nün markalarla ilgili yaptığı uygulamalarda, benzer markaların tescil edilebilir nitelikte bulunup yayınlanmasından kaynaklanıyor.~
Sanayi kongresine katılanlar hatırlarlar, beyaz eşyada bugün Türkiye'nin lideri olan bir kuruluş, geçen yıl 2012'de, Fransa'da en çok satan buzdolabının kendi markaları olduklarını söylediler. Bu şirketin markası, birebir aynı logoyla marka bülteninde yayınlandı, bir başka kişiye marka tescil edilmek üzere... Bu şikayetler çok çok fazla. Şu anda Türkiye'nin 100 yılı aşmış 10 tane markası sayamıyoruz. Bunlardan bir tanesi baklavada bir aile ve bunların markası ve logosu, başına bir şey eklenerek neredeyse herkese verilmeye çalışılıyor ve yayınlanıyor, veriliyor. Zannediyorum bu şirketle İstanbul Sanayi Odası'nda bir toplantı olacak.

Şikayetlerin temel noktası, diyorlar ki; “Biz özgün ürünlerimizi üretiyoruz. Markalarımızı tescil ettiriyoruz. Bunların korunmasına yönelik altyapıda, bizimle aynı koşullarda, elinde bir belgeyle önümüze çıkan bir kişi ile nasıl mücadele edeceğimizi bilmiyoruz.” Bu çok önemli bir nokta. Zannediyorum bu yasal düzenlemelerin hazırlanmasında en son 3 Ocak'ta Başbakanlık'ta kanun tasarıları görüşüldü. Bu 3 Ocak’taki sınai haklarla ilgili tasarılara hiçbir sivil toplum örgütü davet edilmedi. Ben Yüksek Öğretim Kurulu'nu temsil ettiğim için atanarak gittim, yasal olarak öğrendim. Odalar Birliği’nden en çok gelen taleplerden birisi de bu. Birtakım düzenlemelerin yapılmasının paylaşılması isteniyor.

Ziya Altunyaldız
Aynı konuda bir şey söylemek istiyorum. Sayın Başbakan Yardımcısı tarafından EKK’da görüşüldü ve tüm sivil toplum örgütleri vardı orada.

Kaan Dericioğlu
Ama ondan sonra açmadılar.

Ziya Altunyaldız
Orada zaten büyük ölçüde paylaşılmıştı. EKK’da vardı. Bu konu paylaşıldı.

Kaan Dericioğlu
TOBB haziran ayında açılan tasarının yaklaşık yüzde 90’a yakın maddesiyle mutabık olmadığını yazılı olarak ilgili bakanlığa duyurdu. Yani özel sektörle mutabakat yok. Bu çok önemli. Şikayetler de buradan kaynaklanıyor.

İkinci bir sorun ise bu işlerin neden bu kadar uzun süre aldığına ilişkin. Hep şu temenni var: Türkiye Türk Patent Enstitüsü’nün Dünya Fikri Haklar Örgütü’nden akreditasyon alarak araştırma ve inceleme yetkilisi olması. Bunun için yapacağı tek şey 100’den fazla mühendisi alıp üç yıl boyunca eğitecek. Mısır bile bunu 2009 yılında aldı. Yani şu anda Türkiye uluslararası patent başvuruları için bir araştırma ve inceleme yetkilisi değil.~
Bu bir örgütlenmeyi gerektiriyor. Son yapılan toplantılarda 2023 yılında bile 100 olmayacağı ortaya çıkıyor. Yani istenilen kadrolara baktığınızda, bunlar araştırma yapacak mühendis kadrosu. Geçen Sektörel Ekonomi Şurası’nda bunları hesapladık ve dile getirdik. Türkiye’nin şu anda mevcut potansiyeli itibarıyla en az 250 mühendise, Türk Patent’te en az 100 hukukçuya ihtiyacı var. Şimdi bunlar, hukukçu altı olacak. Daha yok, olacak. Mühendis şu anda 26 kişi. Yakın bir tarihte 76 olacak, bu 2023 zannediyorum. Neden şikayet var biliyor musunuz? Araştırmak için Rusya’ya gidiyor, Hollanda’ya, Danimarka’ya, İsveç’e gidiyor 1000 küsur Euro veriyor. Türkiye’de bu yapıldığı zaman sadece ikisinin toplamı, 900 liraya mal oluyor. Birden bire siz 2 bin 600 Euro’ya yakın bir para veriyorsunuz. Bir de düşünün siz Türkiye’den patent almak istiyorsunuz ama Rusya’daki patent ofisi sizin patent alıp alamayacağınıza karar veriyor... Bunlar en çok dile getirilen sorunlar. Bir arkadaşım yatırım ikliminden bahsetti. İşte bu sorunlar nedeniyle özellikle Amerikalılar başta olmak üzere yabancılar Türkiye’ye patent başvurusu yapmıyorlar.

M. Rauf Ateş
Niye yapmıyorlar?

Kaan Dericioğlu
Çünkü korumaya yönelik, inceleme ve araştırmaya yönelik altyapı yok. En büyük sorunlardan biri de lisan konusu. 1988’de de yazmıştık, yabancı dile yönelik çevirilerde, teknik çevirilerde çok büyük sorunlar yaşıyorlar. En çok gelen şikayetlerden biri de bu. Yani teknik düzeyde çeviri yapılıyor, fakat ifade yetersiz. Bunlar da önemli konular. “Bizim haklarımız sağlıklı bir şekilde korunursa biz daha fazla yatırım yapabiliriz” diyorlar.

M. Rauf Ateş
Özlem Hanım sizinle devam edelim. Kaan Bey, ünlü markaların isimlerinin çok benzer isim ve logolarla taklit edildiğini ve bunun da yayınlandığını söyledi. Avrupa’da, Amerika’da olur mu böyle şeyler? Onlar neyi farklı yapıyorlar?

Özlem Özyiğit
Kaan Bey’in söyledikleri bizim üyelerimizden de gelen şikayetler açıkçası. Maalesef marka taklidi konusunda benzer uygulamalar oluyor ve bunun önüne de çok kolay geçilemiyor.

Kaan Dericioğlu
Ben yanıtlayayım. Bütün Avrupa’da, Türkiye’de, dünyada yapılan başvurular ve verilen markaların hepsi yayınlanır. Bu tarz çok yakın isim-logo örneklerinden Avrupa’da bir tane bile yok. Çünkü böyle bir durum orada daha başından engellenir, sınıfı geçemez. Çok önemli bir konu var; o da, kötü niyetle yapılmış bütün başvurular daha başından engellenir. Ne diyor ticaret kanunu? “Basiretli bir tüccar hüsnüniyetle davranır” diyor. E o zaman diyor ki bu iyi niyetli değil. Bitti. Bu kadar açık.~

Özlem Özyiğit
Ben de kesinlikle katılıyorum. Avrupa ülkelerindeki mevzuatın bizimkine göre caydırıcılığı o kadar fazla ki, herhalde zaten ilk baştan böyle bir şey çıkmaz. Bilinç ve farkındalık da çok önemli. Bizde o da eksik.

Hamdi Yasaman
Ben bir şey eklemek istiyorum. Şimdi bu fikri hakların korunması, ekonominin gelişmesine çok bağlı. Türkiye şimdiye kadar bu konuyla ilgili olarak hep savunmadaydı, defanstaydı. Çünkü dünyada rekabet gücümüz yoktu, sanayimiz gelişmemişti. Bu bakımdan fikri haklara karşı hukuki açıdan veya idari politik olarak fazla sıcak bakmıyorduk. Çünkü rekabet gücümüz iyi değildi. İnovasyonumuz, her şeyimiz eksikti. Ortak Pazar’a girerken, yani Gümrük Birliği’ne girerken, yine bize “Fikri hak mevzuatınızı bir an evvel yapacaksınız” dendi. Kanun hükmünde kararnameler hala devam ediyor. Yabancı ülkelerin bu fikri haklarla rekabet gücünü ortaya koymaları ve bizim de Türkiye olarak kendimizi meşru müdafaa gibi savunmamız vardı. Ama şimdi Türkiye dünyanın ilk 16 ekonomisinden biri. İlk 10’a girmeyi hedefliyor. Ekonomimizin güçlenmesiyle, bizim de araştırmalarımız gelişecektir. Şirketlerimiz bunlara daha fazla kaynak aktarabilecektir. Tüm bunların artık daha dengeli olarak yapılması, tüm hakların korunması lazım. Veya teşvik edilmesi lazım. Markayı bırakmak mümkün değil.

Fatoş Karabasan
Burada bir parantez açalım. Ben “markayı bırakalım” demedim. Uluslararası marka olmak neredeyse imkansız çünkü rekabet çok büyüdü. Ziya Bey çok iyi biliyor. Philip Kotler geldiğinde “Bölgesel marka kolay olursunuz. Küresel marka olmanın treni kaçtı” dedi.

Hamdi Yasaman
Biz de uluslararası piyasaya katılıyoruz. Neticede bizim de rekabette etkili olduğumuz bölgeler var. Türk Cumhuriyetleri gibi yerlerde daha etkiliyiz. Bizim de bir iki markamız taklit edilmeye başladı. Bulgaristan’da, Rusya’da vesaire.

Fatoş Karahasan
İşte ben de aynı şeyi söylüyorum. Bölgesel gücümüz var. Ben küreselden bahsediyorum.

Hamdi Yasaman
Planladığımız ilk 10 ekonomiye girdiğimiz zaman olacak demektir. Bir üründe belki üç-dört patent vardır. Model vardır. Bunları pazarlamak için marka lazım. Yine de bölgesel veya küresel, bu yüzden hepsine önem vermemiz lazım.~

M. RaufAteş
Özlem Hanım’a tekrar dönmek istiyorum.

Özlem Özyiğit
Benim aslında eklemek istediğim bir diğer konu da, hepimiz burada caydırıcılığın ne kadar önemli olduğundan bahsettik. Onun etkisini artırıcı bir sonuç doğuracak bir diğer düzenleme de bizim YASED olarak da önerimizdi. O da el konulan mallara direkt imha zorunluluğu getirilmesinin önemli olduğunu düşünüyoruz. Yurt-dışında birçok ülke böyle yapıyor. Ama şu anda bizim mevzuatımızda el konulan malları, sahte malı satan firma değil, üretici firma kendi depolarında tutmak zorunda. Yani sahte malı satan firma değil, gerçek üreticisinin deposunda bekletme zorunluluğu var. Yargı sürecinin sonuna kadar mallar imha edilmiyor. Bu süreç de 2-3 yılı aşabiliyor. Bu depo maliyeti bile tek başına çok yüksek ve bizim üyelerimizden sürekli aldığımız bir şikayet bu. Burada YA-SED olarak önerimiz şu: Biliyorsunuz, mallara el konulduğu zaman bilirkişi raporu açıklanıyor. Burada mali değeri de belirtilerek direkt imha edilsin. Ondan sonra yargılama sürecinde oldu da haksız bir sonuç çıktı, diyelim ki mallar sahte değildi. O zaman üretici firma karşı tarafa o bedeli öder. Dolayısıyla imha zorunluluğu bence önemli bir konu.

M. Rauf Ateş
Avrupa’da, Amerika’da ya da dünyanın herhangi bir yerinde yasal altyapı dışında fikri ve mülki hakları korumaya giden yolda, özel şirket ya da sivil toplumun yaptığı birtakım kampanyalar var mıdır? Türkiye olarak örnek alabileceğimiz uygulamalar var mı?

Özlem Özyigit
Bildiğimiz kadarıyla, bilinç ve farkındalığın artırılmasına yönelik özel şirketlerin birtakım çalışmaları var. Eğitimler, konferanslar, seminerler düzenliyorlar. Aslında Türkiye’de de var. Türkiye’de de birçok büyük uluslararası şirket bu tip girişimlerde bulunuyor ama tabii ki yetersiz kalıyor.~

Kaan Dericioğlu
Tabii, bakın bu konuda ICC’nin Milletlerarası Ticaret Odası’nın, çok ciddi bir yayını var Intellectual Property Roadmap adlı. Bunu şu anda Türkçeleştirdik. Zannediyorum son düzeltmelerini yapıyorum, bu ay içinde bitecek. İkinci olarak Sayın Müsteşarımızın bahsettiği BASCAP konusu var. Çok ciddi bir çalışma içindeler. Örneklerle, eğitimlerle farkındalık yaratmaya yönelik çalışmalar yapıyorlar. Biz de bunu Odalar Birliği’nde şöyle sunuyoruz: Bir şeyi taklit etmekteki risk yerine onu oluşturmadaki risk daha az. Siz bir ürünü tasarlarsanız, ne olur? Rekabet etmeye başlarsınız. Yoksa hep öbürünün gölgesinde kalırsınız. Yani bu tür sloganlar, Odalar Birliği’nin çok özel desteğiyle Milletlerarası Ticaret Odası’nda da başladı. Bizim “Mucitler Yarışması” kapsamında Anadolu’yu gezdik. Anadolu’da hiçbir şey yapılmadığını zannediyorduk. Ben size söyleyeyim, her ilde onlarca buluşçu var. Bunların farkında olup ortaya çıkarmamız gerekiyor. KOBİ düzeyinde, kendi kendine bir şey yapmış ve o yaptıklarını Avrupa’ya bile satanlar var. Biz onların farkında değiliz.

M. Rauf Ateş
Fatoş Hanım sizin ekleyeceğiniz var mı?

Fatoş Karahasan
Şimdi biraz önceki sorunuza, yanıt vereyim. Bütün bu markalaşma ve iletişimin temel ayaklarından bir tanesi tanıtımdır. Reklamcılar Derneği, Reklamverenler Derneği, bütün bunların hepsinin içinde olduğu ve de bakanlığın buna büyük destek verdiği, Ankara’da Reklam Kurulu, burada Reklam Özdenetim Kurulu, çok ciddi çalışmalar yapıyor. Herkes aynı platformda olsun ve tanıtımda, özellikle yaratıcı ekonomilere destek verilsin. Şimdi Rauf Bey’in sorusuna cevap olarak, marka yaratmanın en önemli bacağı iletişim ve tanıtım. En önemli kaynak, üretimden sonra tanıtıma, iletişime gidiyor. Bir parantez açayım: Son dönemde dijital pazarlamayla çok fazla uğraştığım için konunun ustalarıyla konuştum. Hep söylenen şey şu: Türkiye olarak bu bölgede yazılım alanında bir marka haline gelebileceğimiz. Özellikle gençlere büyük destek vererek. Çünkü biz internette penetrasyonda çok hızlıyız ama üretici olarak başarılı değiliz. Üretmek için de mesela özellikle israil buna büyük destek vermiş ve şu andaki en önemli yazılım firmaları israil’den çıkıyor. Yani iki genç, bir küçük odada, bir bilgisayarın başında böyle bir şey yapabiliyorlar. Mesela geçen sene TTNET’le Anadolu’yu gezdik. Yaratıcı ekonomiye destek, yeteneğe destek diye. Ben onlara marka anlatıyorum, onların ilk sorusu, “Hocam benim bir fikrim var. Söylersem çalınır mı” diyor. Aynı dönemde de tesadüfen MIT’de kursa gittik bir hafta. En çok söylenen, sürekli fikir çıkarın, fikir çıkaranlara destek olun.~
Fikir çıkaranlara destek olan ekonominin en önemli şeyi, senin fikrini ben koruyacağım demesidir. Yani sınai mülkiyet doğru, büyük endüstriyi korumak doğru ama yeni girişimciyi, küçük girişimciyi kollayacak bir sistemin olması, bunun duyurusunun yapılması ve de tüm bunların çok süratli yapılması gerekiyor. Çünkü her 18 ayda bir çiplerin kapasitesinin ikiye katlandığı bir dünyada yaşıyoruz. Dijital pazarlama kitabı yazdım, üç yıl uğraştım. O 3 yılın başında yazdığım her şey geçersiz oldu. Her 6 ayda bir bildiklerimizin çöp olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bakanlık bu konuda küçük girişimciyi destekleyecek bir ekosistem kurarsa, Türkiye için çok önemli bir katma değer sağlayacaktır,

M. Rauf Ateş
Teşekkürler.

Nazlı Korkut
Eğitim konusuna çok küçük bir ekleme yapmak istiyorum, Özellikle hakimlerin ve savcıların eğitimi konusu konuşulmuştu, Şu anda bizim de dernek olarak kamu görüşü şeklinde imzasını koyduğumuz, yine Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu nezdinde, böyle bir iç eğitim yapılması konusunda bir çalışma başlatıldı, Hatta bunun bir yurtdışı eğitimle de desteklenmesi, yani ikinci ayağının yurtdışı eğitim olması konusu gündemde, Bu ihtiyacın ne kadar yüksek olduğu, Yayıncılar Derneği YAYFED ve AIPPI olarak dile getirildi, Sanırım böyle bir çalışma önümüzdeki aylarda başlayacak, Evet, geç kalamıyoruz hatta hızlı gitmemiz lazım ama daha üst katmanların daha aşağıya doğru indiğini somut olarak görmemiz gerekiyor.

M. Rauf Ateş
Peki az evvel siz, Türkiye’deki derneğin ajandasından, önceliklerinden bahsettiniz, Acaba uluslararası düzeyde dernek hangi konulara öncelik veriyor? Ajanda tamamen farklı mı yoksa bu iş orada da derin bir sorun mudur?

Nazlı Korkut
Uluslararası derneğin daha çok Avrupa, Amerika, Kore, Japonya gibi gelişmiş ülkelerdeki temsili çok büyük gruplarla oluyor, Japonya’nın delege sayısı 30’ların üzerinde.  Yani ne demektir bu? 500’ün üzerinde üyesi var, Biz Türkiye olarak nispeten orta büyüklükte bir ulusal grubuz, Üye sayımız 130’lara yaklaşıyor. Oradaki ajandada mesela meslekleşmeyle ilgili bir sıkıntı yok, Çünkü özellikle Avrupa’da patent vekili dediğinizde, marka avukatı dediğinizde, kimlerden bahsedildiği çok net.~
Eğer yine Avrupa ve Amerika odaklı bakıyorsak, yargıçların ya da yargı mensuplarının eğitimiyle ilgili de çok büyük bir sorun yok. Çünkü patent yargıcı, zaten patent konusunda teknik bir altyapıya sahip. Bir bilirkişiye ihtiyaç duymadan karar verebiliyor, Ama yurtdışının ajandasında ne var? Mesela fikri mülkiyet tanımı, yeni ortaya çıkan teknolojileri tanımlamakta ve uygulamakta yeterli değil, Mesela “yeşil teknolojiler” diye bir şey var. Yeşil teknolojilerin uygulanmasında eğer bildiğiniz anlamda patent sistemini uygulamaya kalkarsak, o teknolojiden yararlanmaya nefesi yetmeyecek bu ülkenin, Bildiğimiz sistemin, nano teknolojiler, yeşil teknolojiler, bio teknoloji gibi konulara yeniden adapte edilmesi lazım, Mesela derneğin ajanda konularından biri bu. Biz bunları nasıl adapte edeceğiz? Mesela internet, dijital ortam konusu var, Dijital ortam, almış başını gidiyor. Marka ihlali, tasarım ihlali meselesini şu anda bildiğimiz tanımla dijital ortama koymanız mümkün değil. Yeniden adapte etmeniz, belki esnetmeniz, belki yeniden tanımlamanız ve uygulamanız gerekiyor. Şu anki ajanda konularından biri bu. Çok spesifik konuları da alıyor ama o spesifik konular böyle yine teknik ya da hukuki boyutta kalmıyor. Bunların birebir uygulamada karşılığını bulduğu yerler var. Çünkü oraya sanayiden de temsilciler geliyor ve sanayici bire bir dijital ortamda yaşadığı sıkıntıyı anlatıyor.

Bu anlamda biz ülke olarak, ulusal grup olarak meslekleşme ya da eğitimle ilgili biraz daha farklı ajandalara sahip olmakla birlikte, konu fikri mülkiyetin yeniden tanımlanması olduğunda aynı noktada buluşuyoruz.

M. Rauf Ateş
Teşekkürler. Hamdi Bey, dünyada bu alanda yasal ve altyapı açısından ne gibi dikkat çekici gelişmeler oluyor?

Hamdi Yasaman
Türkiye hukuki ve düzenleme açısından dünyayı takip ediyor. Ama yeterli uyguluyor mu? Bu ayrı. Altyapı konusunda büyük bir gayret var. Dünya Ticaret Örgütü’ne dahil olduk. Bütün uluslararası anlaşmalara üyeyiz. Avrupa Birliği müktesebatını zaten kabul ettik. Avrupa’daki bütün gelişmeleri alıyoruz. Buna gayret sarf ediyoruz. Bilhassa fikri mülkiyet açısından da Dünya Ticaret Örgütü’nün TRIPS’le ilgili bölümü çok önemli. Tabii bunun dünyadaki yankıları olabiliyor. Türkiye buna uyduğu gibi, oradaki mevzuata da uyuyor ve orada da haklarını temsil ettirme imkanı var. Uluslararası düzenlemelerde de itiraz hakkını kullanabiliyor. Özetle, AB’ye uyum sağlama konusunda bir sıkıntımız yok. Şimdi tasarılar da kanunlaşırsa, zaten o tasarılar da AB’ye uyumlu. Yani genellikle yönergelerin tercümesi oluyor. Çok az bir değişiklik yapılıyor. Yani Ticaret Kanunu da büyük ölçüde AB’den, İsviçre’den alındı. Yani hukuksal anlamda geride değiliz. Ama uygulama bakımından, yavaşlık bakımından gerçekten ciddi bir handikapımız var. Bunu söylemek mümkün.~

M. Rauf Ateş
Peki niye uygulanmıyor bunlar?

Hamdi Yasaman
Bir defa bilinç olması lazım. Eğitilmiş kadroların olması lazım. İkincisi de ekonominin de buna hazır olması lazım. Hükümet politikası da burada çok önemli. Yani Türkiye’yi dünyadaki rekabete koyabilmek için bazı şeyleri de geciktiriyoruz. Çare de yok çünkü yabancı şirketler o kadar güçlü ki, fikri haklarla bazen Türk şirketlerini piyasa dışına atabiliyorlar. O zaman Türk şirketleri bunun altında ezilebiliyorlar. Bunları korumak için bizim Türk hakiminin de veya bilirkişinin yerli sanayiyi koruma insiyakı var. Mesela ceza hakimlerinin bu tip şeylere ceza vermemesinin sebebinde şu var: Bizde ceza verebilmek için 11 defa bıçaklaman lazım ki içeri giresin. Ceza hakimi bu ekonomik gayri maddi hakları bilmiyor. Bilmediği için ceza da vermiyor. Verirse de zaten ceza erteleniyor. Bu bakımdan bu bilinç yok. Aslında tüm bu konular Türkiye için çok yeni. Fikri haklar konusu bizim için yeni. Türkiye’nin buna ihtiyacı da yeni. Türkiye şimdi ekonomik olarak gelişti de tüketicinin alım gücü arttı da artık fikri hakları konuşur hale geldik. Marka veya patentli dizaynı olan, modeli güzel olan mala Türk tüketicisinin bilinci yeni açıldı. Eskiden alım gücümüz olmadığı için zaten seçim yapılamıyordu. Şimdi alışveriş merkezlerini görüyorsunuz. Bu kadar marka nasıl satılıyor diye şaşırıyorum. Her dakika yeni mağaza açıyorlar. Demek ki alım gücü artmış. Biz de bir de “self defans” var. Yabancı sermayenin büyüklüğü, rekabet gücüne karşı savunma mekanizması var. Ama biz de oyunu kuralıyla oynamak zorundayız. Bunu da oynayacak duruma geldik. Korumacılık şimdi yavaş yavaş kalkıyor. Biz de global ekonomiye dahil olduk. Bunda da çok atağız ve her halde bir yere geleceğiz. O zaman her şey daha normale dönecek.

M. Rauf Ateş
Son değerlendirmeleri alalım. Kaan Bey fikri hak ihlallerinde, hem yakınanlar hem de ihlal edenler sizin üyeleriniz. Korumak için yaptıklarınızın benzerlerini, ihlalleri engellemek için de yapıyor musunuz?

Kaan Dericioğlu
Tabii Odalar ve Borsalar Birliği bünyesinde kurulan Patent ve Marka Vekilleri Meclisi ciddi bir yayın ve farkındalık yapmaya yönelik toplantılar planladı. Bu dördüncü yılında. Henüz başlangıç noktasında olduğumuzu düşünebiliriz. Bunun önemini şöyle vurguluyoruz. Ben bu mesleğe girdiğimde, 1964’te biz dört kişiydik. Şu anda 6 bine yakın vekil var. Bunların yasal düzenlemeleri ve yaptırımlarının olması gerekiyor. Odalar Borsalar Birliği’nde bunu da hazırladık ancak ilgili bakanlıkça uygun görülmedi. Maalesef şu anda bu meslekte, Nazlı Hanım’ın da söylediği gibi yetkin olmayan insanlar danışmanlık yapıyorlar. Bunları önlemenin ötesinde biz istatistiklere biraz bakmayı ve istatistiklerden sonuç çıkararak buna göre Türkiye’yi yönlendirmeyi düşünüyoruz. Bol bol da yayınlıyoruz.~

Örneğin Amerika’da yaşayan patent sayısı 2 milyon 113 bin. Japonya’da 1 milyon 542 bin, Çin 696 bin. Çin’in 2000 yılında 5 bin başvurusu varken, 2012 yılında Amerika’yı da geçti, 590 bine çıktı. Yani bu
sayılar o kadar önemli ki...

Nazlı Hanım söyledi, Türkiye’de yaşayan 7 bin 400 patent sayısı var. Bu 2010 sayısıydı. Dünya Fikri Haklar Örgütü’nün verilerine göre 7 bin 565. Ama mesela Dünya Fikri Haklar Örgütü’nün istatistikleriyle, Türk Patent Enstitüsü’nün istatistiklerinin bir-birleriyle hiç ilgisi yok. Birisi 7 bin 500 diyor, onlar 39 bin diyor. Arada böyle bir uçurum var.

Ne kadar çok bu alanda hak koruması başvurusu olur ve ne kadar çok haklar sağlanırsa, özellikle başta KOBi’ler olmak üzere şirketler ve marka sahipleri daha da güçleneceklerdir. Biz onlara, hangi tür adımları atarlarsa hak ihlallerine yönelik eylemlerin sayısı azalacaktır, bunu öğretmeye çalışıyoruz.

M. Rauf Ateş
Teşekkürler. Özlem Hanım sizin ekleyeceğiniz var mı?

Özlem Özyiğit
Aslında hemen hemen her şeyi konuştuk. Bir daha tekrar etmek gerekirse önemli olan toplumsal bilincin ve toplumsal farkındalığın artırılmasıdır. Bunun için eğitimler, seminerler düzenlenmesi kesinlikle önemli. Özel sektörün de kamuyla el ele işbirliği yapması çok önemli. Savcı ve hakimlerin eğitimi ve özel yetkili ceza mahkemelerinin kurulması çok önemli. Biraz evvel saydığımız birkaç teknik konu var caydırıcılığın artırılması, imha zorunluluğu gibi. Bunlar önemli.

M. Rauf Ateş
Nazlı Hanım, birkaç cümleyle sizin ekleyecekleriniz var mı?

Nazlı Korkut
Yenilikçilik boyutunu destekleyen politikalar ve sürdürülebilir politikalar önemli. Fikri mülkiyetle ilgili şu anda Türkiye’de TOBB Sektör Meclisi dışında sadece iki sivil toplum örgütü var. PEM yani Patent ve Marka Vekilleri Derneği ve AIP-PI Türkiye. Her yere yetişilemiyor olabilir ama bu tür konuların konuşulduğu platformlarda daha fazla bir araya gelmemiz lazım.~

Fatoş Karahasan
Bir masanın etrafında pek çok güzel fikirler ortaya konuyor. iyi niyetler var ama Türkiye’de çok sıkı, her şey devlet politikalarıyla oluyor. Dünyada da böyle. Çünkü yaptırım da toparlama da kaynak da harekete geçirme de böyle. Dolayısıyla devletin bu işi temel politika olarak görüp geniş katmanlı, çok katmanlı bakması ve bütün partilerin de buna her alanda destek vermesi lazım. Bu, bugünden yarına olacak bir şey değil. Sürekli bir spiral şeklinde ilerleyecektir. Ama işin temel lokomotifi devlettir, yaptırımdır, kaynaktır. Çünkü cezası olmadan engel olamaz. Üniversitelere bir şeylerin gitmesi, yerel yönetimlerin sahip çıkması, kadroların açılması gerekiyor. Dolayısıyla devlet politikasına ciddi bir biçimde ihtiyaç var.

Hamdi Yasaman
Aslında konumuzun diğer bölümü de tüketiciydi. Ama tüketici kısmı çok konuşulmadı.Ben isterseniz tüketiciyle ilgili de değerlendirme yapayım. Çünkü tüketicinin günlük hayatında asıl marka var, Tasarım ise daha dolaylı var. Yiyecekten kıyafete kadar hayatımızdaki her şey marka. Yani ekmekten tutun çocukların mamasına, genel olarak her şeyimiz marka, Hatta bir ürünü markayla tarif edebiliyorsunuz. Artık markalar o kadar tanınmış hale gelmiş ki eşyanın adı olmuş. Onun için tüketiciyi tasarımdan çok markalar ilgilendiriyor, Biliyorsunuz Tüketici Kanunumuz var. Bu kanunumuzun bazı düzenlemeleri var. Tüketici Kanunu'nun amacı, tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik çıkarlarını koruyucu, aydınlatıcı, eğitici, zararları tazmin edici, çevresel tehlikelerden korunmasını sağlayıcı önlemler almak. Hep eğitici, denetleyici şeyler içeriyor, Yani devlet daha çok bunu eğitim olarak alıyor.

M. Rauf Ateş
Teşekkürler, Sayın Müsteşar, sizin eklemek istediklerinizi de alalım.

Ziya Altunyaldız
Kısmen ben de tüketici kısmına değineceğim, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı olarak marka ihlallerini ya da daha geniş anlamıyla fikri sınai mülkiyet hakları ihlallerinde ne yapıyoruz? Yasal düzenlemelere baktığımız zaman mücadeleci kuruluşlar Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Gümrük ve Ticaret Bakanlığı olarak belirlenmiş, Buna ilişkin düzenlemeyi de Gümrük Kanunu'nda 57’nci Madde ve Gümrük Yönetmeliği 100 ve 111 ’inci maddelerde düzenlemişiz, Usul nasıl işliyor ona bakalım.

Örneğin, bir marka ihlali ya da fikri mülkiyet hakları ihlali şüphesi belirdi, Burada bizim memurumuz iki yol seçiyor, Bir defa şöyle bir düzenlememiz var, Daha önce marka sahibi haklarının korunması için bölgesel olarak her yerde müracaat yapmak zorundaydı, Şimdi artık merkezi olarak, bir defa müracaat ettiği zaman bunu veri bankasına giriyoruz, Türkiye'nin dört bir tarafından ulaşılabilir bir hale getirdik ve her tarafa müracaat etmek zorunda değil, Bir defa şunun altını çizelim.~
Marka takibi, şikâyete bağlı yani hakkın ihlaline ilişkin telafi, şikâyete bağlı bir hak. Bunun mutlaka marka sahipleri tarafından takip edilmesi, dile getirilmesi ve veri bankasına girilmesi lazım. Hem yerli hem yabancı markalar, bu noktada doğrudan Gümrük ve Ticaret Bakanlığı'na “markasının korunması gerektiğine” dair müracaatta bulunabilir. Biz bu müracaatları 1 yıl boyunca tutuyoruz, Memurumuz bir ihlal müracaatı varsa, şüphe olduğuna dair bakıyor, takip ediyor, Eğer bir ihlal varsa hemen marka sahibine haber veriyor. Gümrük işlemlerini durduruyoruz ve tedbir getirilmesini öneriyoruz, 10 gün içinde tedbir gelirse yargı devam ediyor, 10 gün içinde tedbir gelmezse, haklı bir mazeret varsa 10 gün daha süre verilebiliyor. Ama tabii burada yargının süratli biçimde işlemesi çok önemli, Bu süre zarfında da herhangi bir tedbir işlemi gelmezse mala ilişkin gümrük işlemi devam ettiriliyor, Şayet tedbir gelip de dava açıldıysa, dava sonucuna kadar imha işlemi yapılamıyor. O nedenle davanın hızlı sonuçlandırılması çok önemli.

Ayrıca marka sahibi tarafından bir müracaat olmasa dahi eğer memur bir şüphe gördüyse, kamu gücünü kullanarak res'en bu işlemleri durdurabiliyor. Marka sahibine dönüyor ve “Elimizde şöyle bir mal ve sizin fikri mülkiyet haklarınızın ihlal edildiğine dair şüphelerimiz var. Bu konuda takipte bulunmak ister misiniz?” diyor, Takip talebi gelirse işlemler devam ediyor. Bu noktada tarafların gerçekten işbirliği içinde etkin biçimde çalışması gerektiğinin önemi ortaya çıkıyor. Biz Gümrük ve Ticaret Bakanlığı olarak bu konuda son derece du-yarlıyız ve etkin biçimde çalışmaya devam ediyoruz. Hem ithalat hem ihracat anlamında hakların ihlal edilmemesi hususuna son derece özen gösteriyoruz. Bu noktada şu rakamlara işaret edeyim, Özellikle müracaat sayılarının artmış olması da bunu gösteriyor. Örneğin fikri ve sınai haklarının korunmasına dair yapılan başvuru sayılarına bakıldığı zaman 2009 yılında sadece 65 müracaat varmış, 2010 yılında 326, 2011’de 620 ve 2012 yılında 906 başvuru yapılmış, Demek ki artık sonuç alınıyor. Sonuç alındığı için de başvuru sayısı artıyor, Dolayısıyla korunma sayısı da artıyor.

Yine bu konuda etkin mücadele ettiğimizin ve duyarlılığımızın bir diğer göstergesi de uluslararası raporlardan görülebilir. Dünya Gümrük Birliği tarafından yıllık raporlar yayınlanır. Bunlardan biri de fikri sınai mülkiyet haklarına ilişkindir, Örneğin, 2007 yılında toplam yakalamaların yaklaşık yüzde 5'lik kısmında Türkiye “gönderilen ülke” olarak görünmekteyken, 2011’e geldiğimizde toplam yakalamaların yaklaşık yüzde 1'lik kısmında Türkiye “gönderilen ülke” olarak kayıtlara geçmiş. Yani 4 yıllık sürede çok net biçimde yüzde 80’lik iyileşme söz konusu. Aynı şekilde Türkiye'den gönderilen sahte-korsan eşya sayısının, toplam yakalanan sahte-kor-san eşya sayısına oranı 2007’de 1,8 iken, 2011 yılına geldiğimizde 0,6’ya düşüyor.~
Burada da yüzde 66 oranında iyileşme var. Yine AB Komisyonu raporlarına baktığımız zaman, özellikle AB'ye üye ülkelerin gümrüklerinde el konulan toplam sahte-korsan eşya sayısına baktığımızda, 2007'de Türkiye'nin payı yüzde 6,7 iken 2011’e geldiğimizde yüzde 1,6’ya kadar düşüyor, Dolayısıyla 2007-2011 aralığına baktığımızda Gümrük ve Ticaret Bakanlığı'nın çok etkin bir mücadele içinde olduğunu uluslararası raporlar da ortaya koyuyor,

Bunların dışında neler yapıyoruz? Fikri mülkiyet haklarının korunmasında Türk gümrüğünün etkinliğinin artırılması kapsamında AB’den 4,1 milyon Euro'luk bir proje kabulü aldık. Bu yıl itibarıyla çalışmalarına başlıyoruz, Bu bütçenin yüzde 50'siyle gerekli teçhizatları alıyoruz. Ayrıca hem memurlarımızın hem iş dünyasının eğitilmesine dönük 1,000 kişilik bir eğitim çalışmasına dair bir projeye başlayacağız. Projenin de 2014 sonuna kadar tamamlanması öngörülüyor.

Tüketici tarafından bakarsak, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Kanunu'nda sahte ya da korsan ürünlerin piyasaya sürülmesi ya da satılması doğrudan ayıplı ürün kapsamına giriyor. Bakanlık olarak ayıplı ürünlerin seri üretiminin durdurulması ve toplatılması dahil tüm tedbirleri alıyoruz. Ayrıca reklam yönetmeliğinde de tüketiciyi yanıltıcı her türlü unsura tedbir alma yetkimiz bulunuyor ve gerektiğinde uyguluyoruz da.

Tüketicinin korunması açısından bir diğer husus da tüketici mahkemeleri. Yurdun dört bir yanında tüketici mahkemeleri var. Uyuşmazlık konularında tüketicilerimiz bu mahkemelere gidebilirler, Bu mahkemelerin aldığı kararlar bağlayıcıdır. Ayrıca masrafsızdır.

Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum. Tabii ki tüm bunlar bir süreç. Kamu bu noktada elinden geleni yapıyor, Özel sektör de eminim gerekli işbirliğini sağlıyor, Bu süreçte önemli olan husus, bu korunma oranlarını ne kadar geliştirebilirsek gerçekten yeni dünya düzeninde daha çok değer yaratan, daha çok katma değeri yüksek ürünlere, üretim yapısına ve ihracat yapısına geçebiliriz, Aksi halde geçmemiz güçleşir, O nedenle de bir taraftan değer yaratma, bir taraftan da yaratılan değerleri koruma konusunda mücadelemizi sürdürmeliyiz.

M. Rauf Ateş
Hepinize katıldığınız için teşekkür ediyoruz.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz