Mali kural gelmeli mi?

Sistemin olumlu yönleri ve riskleri neler ? sorularına yanıt arandı.

1.10.2010 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Mali kural gelmeli mi?


M. Rauf Ateş
Öncelikle hepinize hoş geldiniz demek istiyorum. Geniş Açı toplantılarımızı üç ayda bir İş Yatırım’la birlikte düzenliyoruz. Bu sayının konusu ise mali kural. Söze hemen Deniz Gökçe ile başlamak istiyorum. Deniz Bey, mali kural nedir? Ne anlama gelir?

Deniz Gökçe
Mali kural aslında çok yeni bir şey değil. Çok sayıda ülkede uygulanan bir yöntemdir. Hatırlarsanız, Avrupa Birliği’nin, “Bütçe açıkları Gayri Safi Milli Hasıla’nın yüzde 3’ünü geçemez, borç oranları 60’ı geçemez” kuralı da bir mali kuraldır. Tabii Avrupa Birliği açısından bakıldığı zaman mali kuralın, Türkiye’nin durumundan daha farklı bir anlamı var. Çünkü çeşitli politika araçları kaybedilmiş oluyordu. Devalüasyon mümkün değildi. Para basma bir merkezdendi. İşgücü piyasaları problemliydi. Bu nedenle faizlerin ve dolayısıyla borç düzeylerinin elden kaçmaması için mali kuralı Maastricht Kriterleri çerçevesinde getirmeye mecbur kaldılar. Ama daha genel bakarsak mali kural, bir ülkenin kendisini, hem bütçe açığı hem borç açısından problemsiz yönetmesi için gündeme gelen bir uygulama.
Türkiye’deki versiyonuyla mali kuralda bütçe açığı için belirli bir hedef alınıyor. Eğer gerçekleşen açık hedefe göre fazlaysa, hedef ile o yılki bütçe açığının arasındaki farkın bir miktarını, bir sonraki dönemde kapatmak için kendinizi zorluyorsunuz.
Diğer taraftan bütçe açığının iki yönü var. Biri, açık yaratması nedeniyle kötü etkileri, diğer taraftan da ekonominin gidişatında yavaş gidiş varsa bütçe açığı da Keynesyen çerçeve içinde büyümeyi destekleyen bir şey. Dolayısıyla bizdeki mali kuralın içindeki ikinci boyut da eğer büyüme hedefinden uzaksak, bu sefer bütçe açığını önceden belirlenen şekilde büyütüyoruz ki gidişat hem bütçe açığı hem büyüme açısından hedeflenen yerlere ulaşsın. Rakamsal büyüklükleri sonra konuşuruz ama hedef bu.
Bütçe açığının iki etkisi var. Biri negatif finansal etkisi, ikincisi makro ekonomik pozitif etkisi. Amaç, bu ikisi arasında bir denge bularak, ekonominin kontrolünün elden kaçmadan devam etmesini sağlamak. Kabaca mali kural bu.
Mali kuralın uygulandığı ülkelerde bir de hükümetin üstünde bağımsız bir kurum gündeme geliyor. Çünkü hükümetin bütçede ne yaptığını kontrol edecek bir mekanizma yok. Avrupa’da bile biliyorsunuz 2003 yılında Fransa ve Almanya bu kuralı gayet açık biçimde ezmişlerdi. İspanya ve diğer ülkeler de fena halde itiraz etmişlerdi. Çünkü Fransa ve Almanya’ya komisyonun gücü yetmiyordu. Türkiye’de de yanlış hatırlamıyorsam mali kural gündeme geldiği zaman hükümetin yaptığı çerçevede Sayıştay’ın denetim kurumu olarak göz önüne alınması düşünülmüştü ama bu durumda Sayıştay kanununun da değiştirilmesi gerekiyordu.Bu da Türkiye’de önemli bir tartışma konusu olacaktı. Mali kuralın kabaca çerçevesi bu.

M. Rauf Ateş

Yine bir ekonomist konuğumuzla devam edelim. Seyfettin Bey siz nasıl bir çerçeve çizersiniz? Bir de mali kural dünyada yaygın olarak uygulanıyor mu ve Türkiye benzeri ülkelerde başarıya ulaşıyor mu?

Seyfettin Gürsel
Merkez Bankası’nın bağımsızlığı para politikasını ne kadar öngörülebilir siyasal etkilerin dışına çıkartıyorsa, mali kural da bir anlamda maliye politikasını siyasetin etkisinin dışına çıkartmayı amaçlıyor. Tabii merkez bankalarının bağımsızlığı ve onun arkasındaki kuramsal çerçeve kadar tam oturmuş bir uygulama değil. Ama bununla birlikte yine de son yıllarda oldukça popüler olmaya başladı. ~
Ama uygulamanın sonuçları doğrusu pek başarılı olmuyor. Deniz Gökçe de biraz evvel Avrupa Birliği’nin deneyimini hatırlattı, daha önce Maastricht sözleşmesi olarak bilinen büyüme ve istikrar sözleşmesinin koyduğu kurallara pek uyulmadı. Pek değil aslında hiç uyulmadı. Hatta kriz çıktıktan sonra iş iyice çığırından çıktı. Dolayısıyla çok da uygulanan bir kural değil.
Şunu da hatırlatmakta yarar var: Almanya kendi anayasasına bu kuralı koydu. Yani Avrupa Birliği düzeyindeki mali kuralı bir kenara bıraktı, kendi kendini disipline edecek şekilde kendisini bağladı. Bu önemli bir adımdı. Tabii uygulamayı ileride göreceğiz. Dolayısıyla mali kural, ekonomideki siyasi etkileri dışarıda bırakma görevini farklı yollarla yapmaya çalışıyor ama başka bir sorunu da gündeme getiriyor. Bu nedenle mali kural kavramı, belki para politikasından çok daha tartışmalı bir konumda. Mali kural bütçeyle, kamu harcamalarıyla ilgili birtakım kurallar getiriyor. Peki bu durum parlamentonun egemenlik alanına girmiyor mu? Halkın tercihlerinin, parlamento ve iktidar aracılığıyla yansıtılması gerekmiyor mu? Bu çok temel bir politik soru. Bu soruya tam bir cevap verilebilmiş değil. Ama neden buna rağmen dünyada ve Türkiye’de mali kural gündeme geldi? Çünkü bir taraftan demokrasi ve demokratik rekabet, seçimler öncesinde, özellikle zayıf yönetimler ve zayıf koalisyonlar söz konusuysa işleri çığırından çıkartabiliyor. İktidar değiştikten sonra gelecek iktidara son derece zor, mali sıkılaştırmanın gerektiği bir ortam miras bırakılıyor. Bütün bunların bir kurala bağlanması çok önemliydi ama iktisat teorisi açısından bir boyuta dikkat çekmek lazım. Sözünü ettiğim gelgitlerin ve maliye politikasındaki istikrarsızlıkların -yani bir taraftan açıklar genişlerken sonra açıkları kapatmak için frene basılmasını kastediyorum-  yarattığı ortamın da ortalama büyüme ve refahı düşürücü etkisi olduğuna dair bir iddia var.
Bu çok da yabana atılır bir iddia değil. Mali kuralın ardındaki teorik arka plan, bu istikrarsızlığı, aşırı oynaklığın büyüme üzerinde yarattığı olumsuz etkiyi bertaraf etmeyi amaçlıyor. Genel olarak söyleyeceklerim bunlar ama Türkiye’ye neden geldi, nasıl geldi tartışacağız.


Ayşe Botan Berker

Ben hocalarımızın söylediklerine bir şey eklemek istiyorum. Mali kural 2009 yılı itibarıyla dünyada çok yaygın biçimde uygulanıyor. 80 ülkede mali kural uygulaması var. 1990’lı yıllarda sadece 8-9 ülkedeydi. Yani 2000’li yıllar mali kuralın daha yoğun uygulandığı yıllar olarak karşımıza çıkıyor. İçinde bulunduğumuz kriz döneminde de kuralı uygulamakta olan ülkelerin yüzde 25 kadarı, kuralı ya terk etti ya geçici olarak durdurdu. İngiltere de bunlardan bir tanesi. Büyük tartışmalar oldu. Ülkelerde output şoku dediğimiz “çıktı şoku” olduğu zaman mali kuralın bu şoku daha derinleştirici etkisi olduğu görülüyor. Onun için ya kuralın içine otomatik stabilizatörler koymak gerekiyor ya da ciddi bir değişiklik yapmak...

 Deniz Gökçe Türkiye’nin 2001 sonrasında uyguladığı faiz dışı fazla kuralı da mali kural çerçevesi içine girer. Nitekim mali kuralda, son dönemde gündeme gelen bütçe açığının kendisi hedefleniyordu. Faiz ve kurdaki dalgalanmanın etkisini küçültecek bir tercihtir faiz dışı fazlaya dayalı mali kural. Şimdi kur ve faiz dalgalanması biraz daha sakin olduğu için genel bütçeyi hedeflemek gibi farklı bir yere de konabilir. Ama faiz dışı fazla hedefi de bir mali kuraldır. ~

Ayşe Botan Berker
Tabii ya bütçe büyüklüklerinden bir tanesine kısıtlama getiriyor, ya harcamalara, ya gelirler üzerine çeşitli kurallar getiriliyor. Ya da borç rakamları üzerine.

M. Rauf Ateş
Peki diğer konuğumuz olan CHP Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’ye dönelim. Akif Bey, siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

M. Akif Hamzaçebi
Mali kural temelde, iktisat teorisinde kamu tercihi ve anayasal iktisat olarak isimlendirdiğimiz o teoriye dayanır. Yani bireyler daima kendi yararlarını maksimize etmek isterler. Bunun için hükümetlerden daha çok hizmet ve kaynak talep ederler. Bu kamu harcamalarını artırır. Siyasetçiler bu talebe genellikle yeniden seçilebilme kaygısıyla duyarsız kalmazlar. Kamu harcamalarının artırılmasına neden olurlar. O nedenle hükümetlerin bu politikalarına bir set çekmek, kural koymak gerekir. Kamu harcamalarını belirli ölçülere bağlamak gerekir. Mali kural bu ihtiyaçtan doğmuştur. Türkiye’nin gündemine ismen 2010 yılında gelmiş olsa da yakın geçmişte Sayın Gökçe’nin de belirttiği gibi birtakım kuralları uygulamış bir ülkeyiz. İlk mali kuralımız, 1994 kriziyle beraber 5 Nisan Kararları’yla gündeme gelen faiz dışı denge kavramıdır. Daha sonra bu devam etmedi ama 2000 yılında uygulanmaya başlayan IMF destekli istikrar programlarıyla birlikte faiz dışı denge kavramı Türkiye’nin gündemine girdi. Bu çerçevede faiz dışı fazla, maliyet politikasının performans göstergesi olarak kullanılmaya başlandı.
Yine 2002 yılında çıkarılan 4749 Sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkındaki Kanun birtakım örtük mali kurallar getirdi. Yine bu çerçevede örtük mali kuralların fazla sayıda yer aldığı bir kanun olarak 5018 Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nu söyleyebiliriz. Üç yıllık bütçeleme, orta vadeli programa dayalı Orta Vadeli Mali Plan (OVMP) gibi birtakım makro hedef göstergelerin yer aldığı dokümanlar bizim sistemimize
girdi. Bunların hepsinin örtük mali kurallar olarak bugüne kadar uygulandığını söyleyebiliriz.

Deniz Gökçe
 
994 öncesinde mesela tahkimle ilgili sınırlamalar vardı. Kamunun borcunun bir miktarını Merkez Bankası bilançosundan parasal olarak kaldırmak gibi. Bunlar da aslında mali kuraldı. Tahkim sınırlamaları vardı. Yüzde 3’ü aşamazdınız.
 


M. Akif Hamzaçebi
Doğru. Bunlar da vardı. 2008 Mayıs ayında IMF ile olan stand-by anlaşması sona erdikten sonra biliyorsunuz uzun süre IMF ile anlaşma yapılacağı umudu ve beklentisiyle bütçeler ve maliye politikaları uygulandı. 2010 yılına gelindiğinde IMF’nin Türkiye ile bir stand-by anlaşması yapmayacağını açıklamasından sonra hükümet bir çapa
arak mali kuralı piyasalara sundu. 2010-12 dönemini kapsayan OVMP’de mali kuralın 2010 yılının ilk çeyreğinde yasalaştırılacağı ifade edildi. Buna ilişkin tasarı 26 Mayıs 2010 tarihinde biraz gecikmeli olarak parlamentoya sunuldu. Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşüldü ama TBMM tatile girene kadar yasalaşması mümkün olmadı. ~
Genel Kurul’un gündemine alındı. Bugün-yarın görüşülecek diye onu bekledik ama son gün gündemden çıkarıldı. Mali kural tasarısı bugüne kadar uygulanmış olan, zaman zaman esnetilen örtük kuralları daha açık bir şekilde ortaya koyuyordu.
Mali kural tabii ki sihirli bir formül değil. Mali kuralı uygularsanız istikrar yakalarsınız, sürdürülebilir büyüme ortamını yakalarsınız, istihdamınız artar diye bir şey yok. Diğer reformlarınızı yapmışsanız, altyapınız iyiyse, bu kuralı uygulamakta samimiyseniz ve kuralın çerçevesini ekonominin şartlarına uygun olarak dizayn etmişseniz mali kural sayesinde bütün faktörlere bir öngörülebilirlik verebilirsiniz. Beklentileri olumlu etkileyebilirsiniz. Ancak çerçeveyi tartışacağız. Mali kural tasarısındaki çerçeve, Türkiye ekonomisinin şartlarına ne kadar uygundur, onu ayrıca tartışmalıyız.
Bundan önce bir noktanın altını çizelim. Mali kuralın çerçevesi kadar, onu uygulayacak olan hükümetin samimiyeti de önemlidir. Eğer samimi değilseniz o kurala hiç geçmemek belki daha doğru olur. Örneğin Sayın Başbakan “Kendi kendimize bir IMF yaratmayalım” dedi. Yani “IMF kıskacından yeni kurtulduk, elimiz rahat, kendimizi kısıtlamayalım” ifadesi, “biz kural istemiyoruz” anlamına geliyor. “Önümüzde genel seçim var. Genel seçime giderken harcamaları kısmamız düşünülemez. O halde mali kuralı uygulamayalım” anlamına geliyor. Ben böyle değerlendiriyorum ve bu cümle bence mali kuralı koyup da sonrasında uygulamamaktan daha samimi, iyi bir durum. Aksi daha kötü olabilir.
2000 sonrası dönemde, ki bu dönemi belki “AKP dönemi” diye adlandırmak daha doğru olur, özellikle 2006 yılına kadar mali disiplin sağlanmış olan bir bütçe ve maliye politikası görüyoruz. Ama 2007’den itibaren bu disiplin esnetildi. Faiz dışı fazlada ciddi bir düşüş görüldü. 2007 ve 2008’de toplam 3,3 puanlık bir düşüş var. Ve bu düşüş Türkiye’nin 2009 krizindeki manevra alanını da oldukça daraltmıştır. 2009 yılında krizin etkilerini telafi etmek amacıyla bütün dünya maliye politikalarında önemli ölçüde bir gevşemeye giderken Türkiye maliye politikasında çok sınırlı hareket etmek zorunda kalmıştır. Bunun nedeni daha önce kaybedilen mali disiplindir. Şimdi hala onun etkilerini yaşıyoruz.

Deniz Gökçe
Teorik boyutunu da eklemek lazım. Mali kuralın bütçe açığı büyük ve borç düzeyi yüksek ülkeler için de farklı bir fonksiyonu var. Türkiye’nin 2001’deki durumuna bakarsak toplam bütçe açığı yüzde 11-12’lere dayanmış. Borçluluk oranları yüzde 70’i geçmiş. Türkiye’deki tasarruf miktarı da bunu azaltmak için gerekli finansmanı düşük faiz çerçevesinde kolay kolay sağlayacak durumda değil. O zaman bir borç azaltma operasyonu yapılıyor. Bu neye bağlı? Klasik bir denklem vardır: “Debt Sustainability”, borcun sürdürülebilirliği denklemi. Orada faiz-kur ilişkisi önemli. Diğer taraftan faiz dışı fazla, senyoraj geliri, özelleştirme geliri gibi kalemler önemli. Faiz dışı fazla da bu borç düşürülme denkleminin içine mali kuralı sokuyor. Çünkü faiz dışı fazlada tek bir rakam koyduğun zaman o bir mali kural zaten. Dolayısıyla borçluluğu ve açığı yüksek ülkelerde mali kural borç düzeyini azaltmak için önemli bir manivela haline de geliyor.
Nitekim Türkiye faiz dışı fazlayı bunun için kullandı. Borçluluk oranları yüzde 70’li rakamlardan 47 seviyelerine inmişti. Dolayısıyla mali kuralın böyle bir fonksiyonu da var. İkinci bir noktayı eklemedik. Bütçe açığının bir döngüsel, bir de yapısal olanı var. Türkiye uzun süre yapısal açıklarla yaşadı. Şimdi ise buna döngüsel açıklar da eklendi. Bu ikisini birbirinden ayırabilmek lazım. Çünkü döngüsel açık düzelir. Nitekim ekonomi toparlanmaya başladı, birdenbire vergi hasılatı arttı, bütçe açığı bu ay ilan edilen rakamlarda daha düşük. Ama bir de yapısal açıklar var. Türkiye’nin riskli olarak algılandığı dönemde faiz yükü
u yapısal sorunları gayet yüksek olarak tutuyordu. Dolayısıyla mali kurala, kaba bir kural olarak değil, borçluluk ve ekonominin zaman içindeki gidişatıyla da yakından ilişkili önemli bir maliye politikası aracı olarak bakmak lazım. ~

Seyfettin Gürsel
Mali kuralın en temel işlevi, orta vadede mali disiplini güvence altına alıyor olması. Dolayısıyla baskı altına almasıyla maliye politikasının enflasyona düşürücü bir etki yapacağını ilan etmiş oluyor. Ekonomi aktörleri buna eğer inanıyorsa, enflasyon beklentisini de dolaylı olarak olumlu etkiliyor yani düşürüyor. Enflasyon beklentisi düştüğü ölçüde de para politikasını rahatlatıyor. Dolayısıyla faizleri düşürebiliyorsunuz. Son tahlilde faiz kanalıyla büyümeyi etkileyen bir süreç öngörüyor.  Faiz kanalını başka türlü de etkileyebilirsiniz. Maliye politikasını sıkı tutarsınız. 2006’ya kadar AKP’nin iktisat politikalarında en başarılı olduğu nokta, uzun yıllardan sonra gerçekten bir mali disiplin geldi. Tabii IMF programı vardı. Bu program o güne kadar olmadığı şekilde iyi uygulandı. Borç oranı düştü. Borç oranı düştükçe faiz oranı düştü. Yüksek büyüme elde edildi. Ama 2007’den itibaren Türkiye çok ciddi bir siyasal atmosfere girdi. Önce cumhurbaşkanlığı seçimi. Onun yarattığı tartışmaları, gerginlikleri hepimiz biliyoruz. Bu olay erken seçimi kışkırttı. Erken seçim tartışmalarından sonra bir anayasa değişikliği gündeme geldi. Anayasa Mahkemesi süreci yaşandı. Bunun ardından AKP’nin kapatma davası geldi. 2008 baharından itibaren de Türkiye ekonomisinde durgunluk önce sanayi sektöründe olmak üzere açıkça kendini göstermeye başladı. Bütün bu dönemde geçmişteki mali disiplinden uzaklaşıldı ve frenler gevşetildi.
Sayın Babacan haklı çıktı, 2009’un ikinci yarısından itibaren ise frene basıldı. Özel sektör kaynaklı güçlü bir çıkışla krizden çıkış yaşandı. Geriye dönüp baktığımız zaman o frenin doğru olduğunu düşünüyorum. Bütün bunlar mali kural olmadan yaşandı. Yani hem gevşeme, hem sıkılaştırmada mali kural yoktu.
Peki mali kural neden Türkiye’nin gündemine geldi? IMF anlaşması bitmişti. Hükümet uzun süre ekonomik aktörleri anlaşma oluyor, olmuyor diyerek oyaladı. Bir yılı aştıktan sonra da olmayacağını itiraf etti. O zaman bu söylediğim beklentilerin birdenbire olumsuzlaşmaması ve faizler üzerinde olumsuz etki ortaya çıkmaması için mali kural gündeme geldi. Şahsen ben çok destekledim. Deniz Gökçe de destekledi. Bütün meslektaşlarımız bizimle hemfikir değillerdi. Sayın Babacan’ın ve Hazine’nin ne kadar sahip çıktıklarını, bizimle yaptıkları ve mali kuralı teknik olarak tartıştıkları toplantılarda gördük. Meclis’te komisyondan da geçmişken, çıkmasını beklerken ertelenmesine çok da şaşırdık. İkinci bir olumlu sürprizi de ifade edeyim ve pası CHP’ye atayım.
CHP’nin mali kurala karşı nasıl tavır alacağını çok fazla merak etmiyordum çünkü herhalde karşı çıkar diye düşünüyordum. O kadar alışmıştık ki CHP’nin her şeye karşı çıkmasına... Buna da karşı çıkar diyorduk. Ama bir toplantıda CHP Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak da davetliydi. Ben şahsen CHP’li biri olarak karşı çıkar diye düşünüyordum ama ne diyeceğini de merak ediyordum. Merakımı gidermek için bir soru sordum ve dedim ki “CHP mali kuralla ilgili ne düşünüyor?” Faik Bey de hiç tereddüt etmeden “Biz destekliyoruz” dedi. Yeni genel başkan da destekledi.
Açıkçası ben bu akşam, CHP neden destekliyor bunu da öğrenmek isterim. Burada iki hipotez öne sürülebilir. Birincisi, iktidar partisi seçim ekonomisi yapmasın da oy kaybetsin diye bu tasarıyı destekledi, ya da böyle bir kurala inandığı ve yarın öbür gün kendisi de iktidara geldiğinde kendisi de uygulamaya sokacağı için destekledi. Bunu da öğrenmek istiyorum. Fakat ne olduysa oldu iktidar partisi vazgeçti.

M. Akif Hamzaçebi
Herhalde iktidar partisi biz istiyoruz diye vazgeçmiş olabilir...

M. Rauf Ateş
Şimdi Botan Hanım’a dönelim. Derecelendirme kuruluşu yöneticisisiniz. Yabancı yatırımcılar değerlendirmelerinizi izliyorlar. Siz ve yabancı yatırımcılar mali kural tartışmalarının başlayıp ertelenmesini nasıl buluyorsunuz ve sizce mali kural neden önemli?~

Ayşe Botan Berker
Önce reyting kuruluşu açısından söyleyeyim. Bizim için mali kuralın yasalaşması ya da üstlenilmesi çok önemli unsurlardan biri değildi. Bizim için önemli olan bütçe rakamlarının gerçekleşmesiydi.

M. Rauf Ateş
 
“Mali kural geçerse not artırırız” açıklaması diğer kuruluşların açıklaması mıydı?

Ayşe Botan Berker
Biz başından beri “kuralın geçmesi bizim duruşumuzu hiç değiştirmez, biz gerçekleşme rakamlarına bakarız” dedik. Hâlâ aynı şeyi söylüyoruz. Şu andaki bütçe rakamlarına baktığımızda performans gayet iyi görünüyor. Bunun böyle devam ediyor olması aslında bir mali kuralın uygulandığını gösteriyor.
Mali kuralın yabancı yatırımcılar için önemli kısmı, yatırımcıların önlerini görmesine izin vermesi. Yani hükümet önümüzdeki dönemde, mesela 2011’de harcamacı bir politika mı izleyecek, enflasyon ve büyüme konusunda beklentileri nedir? Bütün bunlar hakkında yol gösterici pusula olacağı düşünülüyordu. Çünkü insanlar bu ülkeye paralarını yatırıyorlar ve doğal olarak paralarını zamanında geri almak isterler. Bu nedenle bu tür kurallara önem veriyorlar. Ama  İngiltere’de ani resesyona girişle birlikte mali kural, hemen bir kenara kondu. Onlarda harcamalar üzerine önemli bir kısıt vardı. Kamu harcamalarını hiç olmadığı şekilde artırdılar. 2009 ve 2010 yıllarında belki de Türkiye’de bunu o şekilde artıracak bir neden olmadı. Türkiye’de bankacılık sistemi güçlü olduğu için kamunun o derece bir destek verme ihtiyacı oluşmadı. Bu nedenle de çok genişleyici bir mali politika izlenmesine gerek kalmadı.
Dediğim gibi mali kurallarda esneklik çok önemli ve terk edilmesi çok sık rastlanan bir durum. Benim şahsi görüşüm de özellikle gelişmiş ülke örneklerinde mali kuralın bir şekilde durdurulduğu, gözden geçirildiği, terk edildiği yönünde.  Bizdeki ertelenmenin ise “Bu dönem bunun dönemi değil, biz nasıl olsa kendi disiplinimizi sağlıyoruz. Mali kuralı yapacağız ama ikinci bir dip olur, Türkiye’de daha sıkıntılı bir dönem olursa” düşüncesiyle olabileceğini düşünüyorum. Rakamlara baktığımızda mali disiplinden bir taviz verilmediğini de görüyoruz.

M. Rauf Ateş
Siz mali kuralı yeni bir IMF gibi düşünüyor musunuz?

Ayşe Botan Berker
Hayır kesinlikle görmüyorum. Zaten hiçbir ilgisi olduğunu da düşünmüyorum. Mali kural daha çok gelişmiş ülkelerin uyguladığı bir yöntem. “Kendi IMF’miz” ifadesine gelirsek, IMF’nin stand-by’ları, sonuçta ülkeye fon sağlamak amacıyla uygulanan kurallar. Mali kural ise tamamen kendi getirdiğiniz bir öz disiplinin uygulanması. Bu nedenle çok farklı görüyorum ve mali kuralın daha gelişmiş ülkelere uygun olduğunu  şünüyorum.


Deniz Gökçe
Mesela Babacan ve Hazine Müsteşarı, bir buçuk seneye yakın çalışma yaptılar. En az dört defa İstanbul’a gelip medyaya, yorumculara, mali kurumlara anlattılar. Seyfettin de katılacak zannediyorum buna; dikkati en çok çeken şeylerden biri sonuçta bu diferansiyel bir denklem. Yapılan simülasyonlarda arzu edilen hedefe, 8-10 yıl gibi bir süre içinde geliniyor.~

Seyfettin Gürsel
Çeşitli parametreler denemişlerdi. İki tane önemli parametre var. Birisi hedef bütçe açığı, diğeri de potansiyel büyüme. Bir de uyum parametreleri var. Sonuçta bu parametrelere verilecek değerlere göre simülasyonlar yapmışlardı. Bu simülasyonlara göre kamu borcunun gayri safi yurtiçi hasılaya oranı, yavaş ya da hızlı azalıyordu. Şu aşamada Hazine ve Sayın Babacan’ın tercihinin hızlı borç azalması olduğunun altını çizelim. 5-6 yılda yüzde 35 civarına indirme gibi bir tercih yapıldı. Bu doğru bir tercih miydi? Hatta politik iktisat açısından da doğru bir tercih miydi? Sayın Başbakan NTV’ye yaptığı açıklamada “İçimizde yeni bir IMF istemiyoruz” dedi. Bir taraftan da tam olarak vazgeçmemişler gibi görünüyor. “Parametreler de tartışılabilir” diyor.
Burada bir çelişki var. Mali kuralı ya “içinizde bir IMF” olarak görüyorsunuzdur ve istemiyorsunuzdur. Bunun tartışılacak bir tarafı yoktur. Ya da bundan tam emin değilseniz, “bir kenarda dursun” diyorsanız, “bunun parametreleri çok sıkı tutuldu, bizi bu rahatsız etti” demek istiyorsanız bu da meşru bir tartışmadır. Aslında parametrelerin esnetilmesi tartışması yapılabilirdi ama yapılmadan direkt rafa kalktı. Bence bu Hazine’nin ve Sayın Babacan’ın borcu hızlı indirme tercihiyle yakından ilgiliydi.

Ayşe Botan Berker
Bu tercihin başlangıç noktasının zamanı çok önemliydi. 1,5 sene önce başladı. 1,5 yıl önce gelişmiş ülkelerin borçlarının milli gelire oranı henüz bu kadar yükselmemişti. Yani bizim mali kuralı Hazine ve Babacan’ın Maliye ile görüşmeye başladığı sıralarda, dünyadaki borçların milli gelire oranlarına baktığımız ve Türkiye’nin borç-milli gelir oranlarıyla kıyasladığımız zaman rölativite çok daha farklı yerlerde. Gelişmiş ülkelerde düşük seviyelerde olanlar var. Özellikle gelişmekte olan ülkelerin çok daha düşük seviyelerde olanları var. Fakat bu 1,5 yıl içinde dünyada o kadar çok şey değişti ki… Borç ve milli gelir oranlarında hiçbir dönemde olmadığı kadar hızlı yükselmeler yaşadık.


Seyfettin Gürsel

İzin verirseniz şöyle bir bilgi vereyim: Bizim yaptığımız toplantılarda Sayın Babacan’ın kafası çok netti. Aldığı benchmark gelişmekte olan ülkelerdi ve bunların borç ortalamasının yüzde 35 olduğunu söylüyordu. Yani yüzde 40’ın altındaydı. “Biz bir an önce gelişmekte olan emerging market’ların borç ortalamasına gelmeliyiz” diyordu. Onun için bu tercihi yaptı. Yani şu anda gelişmiş ülkelerin dengeleri evet son 1,5 yılda çok değişti ama gelişmekte olan ülkelerde bu oran değişmedi. Gelişmekte olan ülkeler hiçbir şekilde borç sarmalının içine girmediler. Dolayısıyla Sayın Babacan’a bugün sorsanız, bence yine “Evet bizim hedefimiz mali kurallı veya mali kuralsız bir an önce bu borç rakamına ulaşmak” diyecektir. Birden düşmez ama birer puan gitseniz bile 7-8 yıl alır.
 
M. Rauf Ateş
Serhat Bey sizce piyasa mali kural çalışmasına başlanıp ertelenmesini nasıl değerlendiriyor?~

Serhat Gürleyen
Türkiye’nin toplam borç / illi gelir oranına, bütçe açığına baktığınızda gerçekten mali kuralla ya da mali kuralsız, borcun sürdürülebilirliği yönünde bir endişe yok. Bu, küresel yatırımcıda da yok, yerli yatırımcıda da yok. Reyting şirketlerinin birincil önceliğinin de borcun sürdürülebilirliği olduğunu sanmıyorum. Hem borcun milli gelire oranı yüksek değil, hem içerideki tasarruflara baktığımız zaman borcu sürdürmeye yetecek kadar yüksek.
Türkiye’de bankacılık sisteminin büyüklüğü, bir kriz durumunda, yabancı yatırımcının parasını ülke dışına çıkarmayı istemesi gibi bir durumda borcu sürdürmeye yetecek durumda. Kamu borcunun yapısı, vade uzunluğu, TL – yabancı para kompozisyonu, sabit faiz – değişken faiz kompozisyonu gibi birçok faktöre baktığımızda artık bu risklerin azaldığını görüyoruz. Bu yüzden mali kural uygulamasının olmayacağı ya da erteleneceği haberi geldikten sonra da piyasalarda bir satış yaşanmadı. Aslında “mali kural konacak” açıklamasından sonra faiz oranlarında bir düşme oldu. Risk priminde bir azalma oldu. Ama yasa tasarısının erteleneceği, belki hiç çıkmayacağı endişeleri gelmesine rağmen de piyasalarda sert bir tepki görülmedi. Bunun da en büyük nedeni, Botan Hanım’ın da dediği gibi, bütçe performansının iyi olmasıydı. İlk 8 ayda bütçe performansına baktığımız zaman da gerek faiz dışı fazla tarafı, gerek bütçe açığı tarafı, gerek hükümetin yaptığı özelleştirmeler, hükümetin bu olayı makul ölçüde sürdürdüğünü görüyoruz. Elbette hükümetin seçim öncesi makul ölçüde harcama yapacağı da piyasa oyuncuları tarafından öngörüldü. Sorun bunun sürdürülebilir düzeyde yapılıp yapılmayacağı. Piyasalarda da şu anda, faiz oranlarından da belli olduğu gibi fazla bir endişe yok.

Deniz Gökçe
Ortada göz önüne alınması gereken bir faktör var. 2009’un sonundaki orta vadeli programa baktığımız zaman, programın sosyal boyutunda agresif bir durum yok. İşsizlik rakamları 14 civarında götürülecek, 2-3 yıl sonra 13’e inecek. Büyüme rakamları da 5’e kadar çıkıyor. Bu ortamda borç oranları 47, 48, 49 gibi rakamlarda dolaşıyor. Bütçe açığını da 6’da 3’e ittirmek gibi bir durum var.  Ben orta vadeli programda bütçeye baktığım zaman, bütçenin hazırlanmasında, mali endişelerin sosyal endişelerin önünde geldiğini gördüm. 2009 yılında baktığım zaman, “Bu sosyal bir program değil mali bir program” diye düşünüyordum. Yabancı yatırımcılar bunu hemen görüyorlardı.  Onların açısından kur riskini, faiz riskini artırmayan bir durum olduğu için, “daha satın alınabilir bir yaklaşım” diye bakıyorlardı. Sonra 2009 bütçe açığı tahminlerden küçük geldi. 2010’da bakıyoruz, hedefin altında gidiyor.



Serhat Gürleyen
Türkiye’nin göreceli avantajı da arttı. Hatta sadece Türkiye’nin değil, genelde gelişmekte olan ülkelerin avantajı arttı. Eskiden gelişmekte olan ülkelere bakıldığında bir kredi riski görülürdü. Yani paranızı geri alıp alamayacağınızı bilemezdiniz. Gelişmiş ülkelerde ise faiz artırım riski görülürdü. Merkez bankaları sıkı para politikası uyguladığı zaman da faizde yükselme olabilir ve siz de göreceli olarak zarar edersiniz. Paranızı almama riskiniz yoktur ama bir fırsat maliyetiniz vardır.
Şimdi tablo değişti. Bazı gelişmiş ülkeler şu anda kredi riski içermeye başladılar. Gelişmekte olan ülkelerdeyse faiz riski var. Enflasyonun yükselmesi, hızlı büyümesi karşısında merkez bankalarının faiz artırma riski var. Yani tablo tam tersine döndü. Buna paralel küresel portföylerde gelişmekte olan ülkelerin özellikle sabit getirili kıymetlerine olan yatırımlarda bir artma oldu.~
 Eskiden gelişmekte olan ülke riski yalnızca hisse senedinde alınırdı. Çünkü gelişmekte olan ülkeler hızlı büyürdü ve bu riski da ancak hızlı büyüme kompanse ederdi. Şimdi gelişmekte olan ülkeler hızlı büyüdüğü gibi kredi riski de azaldı ve portföylerin yapısında ciddi bir değişim var. Sabit getirili kıymetlere daha fazla ilgi var. 2009’la karşılaştırdığımızda hisse senedi fonlarına giriş, 2009 yılından daha az. Pozitif ve büyük bir rakam ama daha az. Sabit getiriliye baktığımızda ise 2009 yılına göre tahvile yönelik para girişlerinde yüzde 50’ye yakın bir artış var. Bu da Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde faiz oranlarının düşmesini, Hazine’nin borçlanma faizlerinin düşmesini sağladı.
Hazine ve hükümet açısından baktığımızda böyle bir ortamda mali kuralı çıkarmaya ihtiyaç var mı? Çok daha ucuza borçlanabiliyorsunuz. CDS oranları birçok gelişmiş ülkeden daha aşağıya inmiş durumda ve ciddi bir yabancı yatırımcı talebi var. Hükümet de kendini daha rahat hissetmeye başladı.

Deniz Gökçe
Ama 2009 sonunda olarak düşünmek lazım. Yunanistan, İtalya, İngiltere’de problemler var. Ayrıca ABD’de ikinci dibin konuşuldu bir ortam. Bunları da göz ardı etmemek lazım. Böyle bir ortamda tabii ki mali kural anlamlı.

Serhat Gürleyen
 Tabii haklısınız. Tüm o hazırlıklar, piyasalardan, değerli ekonomistlerinden görüş alınması hep bu süreçte, bahsettiğiniz korkular yaşanırken oldu. Ama sonra bakıldı ki gelişmekte olan ülkelerde bir sistemik risk yok. Hatta Türkiye birçok gelişmekte olan ülkeye kıyasla da daha iyi bir konumda. Çünkü çoğu gelişmekte olan ülke, küresel büyümenin hızlı olduğu dönemlerde yatırım yapılabilir durumdadır. Asya ülkelerinde olduğu gibi. Ya da emtia fiyatlarının arttığı dönemde yatırım yapılabilirdir. Bazı frika ülkelerinde veya Güney Amerika’da olduğu gibi. Türkiye’nin böyle bir sorunu da yok. Türkiye, küresel piyasalarda likidite olduğu sürece, dışarıdan borçlanabildiği sürece iç talebiyle büyüyebilen bir ülke. Ve borçluluk oranları da fazla değil. Çok olumlu bir tablo çizmiş olabilirim.

Ayşe Botan Berker
Bence aksine mali kural tam da sizin bu çizdiğiniz tablo çerçevesinde gerekli. Yani Türkiye’nin aslında başka bir dayanağı olmadığını siz kendiniz söylüyorsunuz. Yani commodity (emtia) ihraç etmiyor, enerji açığı var, iş gücü piyasası açısından Asya ülkeleriyle rekabet edebilir durumda değil. Tam da bu nedenlerle, yatırım devamlılığının sağlanması için Türkiye’nin kendini belli kurallara bağlaması lazım. Şimdiye kadar yatırımcıların Türkiye’den kaçmasının en büyük nedeni kötü yönetimler, belirsizlikler, istikrarsızlıklar oldu. Yani mali kuralın Türkiye için bu kadar elzem olmasının en önemli nedeni Türkiye’deki bu belirsizlik ortamını gidermek olmalı. Çünkü Türkiye’deki en büyük risk her zaman bu oldu. Hala da öyle. Şu anda ne risk var? Kime sorsak aynı şeyi söyleyecektir: Siyasi risk… Ne olacağı belli olmaz, biri çıkıp bir şey söyler, bir anda her şey değişebilir… Evet, maalesef böyle, gerçek bu. Asıl tüm bunlar nedeniyle mali kurala acilen ihtiyacımız var.

Serhat Gürleyen
Ben bunları kendi görüşüm olarak değil, siyasetçilerin bakış açısı olarak sundum. Biraz önce siyasetçilerin bunu erteleme veya geciktirmelerinin ardındaki nedenleri analiz ederken bunları söyledim. Yani onların gözlüğünden bakmaya çalıştım. Onlar öyle düşünmüş olabileceği için bugün mali kural ertelenmiş olabilir demek istiyorum.
Şu anda yatırımcı 10 yıllık bir tahvili alıyor. Üstelik bunun için de yüksek bir risk pirimi istemiyor. Bu, o yatırımcının zaten 10 yıllık vadede, o ülkenin politikasına güvenmesi anlamına geliyor. Zaten işte bundan sonra siyasetçi rahatladı. Keşke rahatlamasaydı ve bence de bu kanun çıksaydı. Mali kurala bence de ihtiyacımız var. Bunun tersini savunmuyorum. Ama empati yapmaya çalışıyorum, kendimi siyasetçinin de yerine koymaya çalışıyorum.~

Ayşe Botan Berker
Anladım, siz onların gözlüğüyle baktınız. Evet, olabilir tabii…

Seyfettin Gürsel
Şunu da hatırlatmakta yarar var. Bugüne kadar mali kuralın en önemli taraftarlarından ve destekleyicilerinden birisi Türkiye’de Merkez Bankası oldu. Bu şaşırtıcı da değildi. Raporlarında da ikili görüşmelerde de hep şunu söylediler: “Biz para politikasındaki duruşumuzu, yani faiz politikamızı mali kural çıkacakmış gibi oluşturduk”.
Bunda neden çok ısrarcıydılar? Çünkü en büyük endişeleri yarın öbür gün mali disiplin bozulduğu zaman, toparlama günü geldiğinde bu toparlanmanın dolaylı vergiler üzerinden yapılması ve doğrudan, enflasyon üzerinden geri dönmesi endişesiydi. MB, tüm raporlarında mevcut riskleri sayarken her zaman maliye politikasını bir risk anmıştır. Dolayısıyla mali kural eğer yasalaşmış olsaydı en azından MB, maliye politikaları konusunda rahatlayacaktı, bundan doğan endişeleri giderilecekti.

M. Akif Hamzaçebi
Merkez Bankası bugüne kadar yazdığı tüm raporlarda, maliye politikasını bir risk olarak gördüğünü diplomatik bir dille ifade etmiştir. Merkez Bankası, maliye politikasındaki zayıflıkları daima para politikasındaki tedbirleriyle telafi etmeye çalışmıştır. Bunu da bilelim.

M. Rauf Ateş
Akif Bey, hazır siz söz almışken sizden devam edelim. Seyfettin Bey’in CHP’nin mali kurala bakışına ilişkin sorusunu da yanıtlamanızı rica ederim.
 
M. Akif Hamzaçebi
Tamam. Seyfettin Bey’in sorusuna geleceğim. Ama önce izninizle birkaç görüşümü iletmek istiyorum.
Her kanunda olduğu gibi bunda da mali kural yasa tasarısının sahibi hükümettir. Ama “hükümet içindeki sahibi hangi bakan” diye sorarsak, bu sorunun yanıtı da Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan’dır. Hükümet bu tasarıyı piyasaların talebi üzerine hazırlamış değil. Ekonomi yönetimi, ekonomi bürokrasisi bunu bir ihtiyaç olarak gördüğü için hazırlayıp parlamentoya getirmiştir.
Bu ihtiyacın gerisinde aslında şu var: Bunların altında 2007 ve 2008 yıllarında mali disiplinin feda dilmiş olması yatıyor. 2009 krizi olmasaydı da muhtemelen hükümet faiz dışı fazlayı en aza indirecek şekilde bir maliye politikası uygulayacaktı. O nedenle ekonomi yönetimi bir mali kurala ihtiyaç duydu. Hükümet, “2007 ve 2008 yıllarındaki gibi devam edersek, yine 2000 öncesi sorunlara dönebiliriz” endişesini taşıdığı için bu disiplini getirme ihtiyacı duydu. Önce bu gerçeği söyleyeyim.
İkincisi, Seyfettin Bey’in “CHP nasıl destek verdi?” sorusuna geleyim… CHP, benim parlamentoda olduğum dönemde, yani 2002’den bu yana, mali disiplin konusunda titizlenmiş bir partidir. Gerek plan ve bütçe komisyonundaki yasa görüşmelerinde, gerekse genel kuruldaki görüşmelerde biz mali disiplininden sapma anlamına gelebilecek bütün düzenlemeleri eleştiri konusu yaptık ve çözümlerimizle birlikte hükümete sunduk.~ Mali Kural Yasa Tasarısı, Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülürken CHP Tekirdağ Milletvekili Sayın Faik Öztrak ve ben, birlikte bir basın toplantısı düzenledik. CHP olarak mali kuralı nasıl desteklediğimizi ifade ettik. İçerik ayrıca tartışılabilir ama ilke doğrudur. Mali disiplin kolay kazanılmıyor. Kazanılan bir şeyi de feda etmemek gerekir. 2007-2008 yılları mali disiplinden sapılan yıllar olmuştur. CHP olarak, “Aynı zafiyet devam ederse çok daha kötü günlere gelebiliriz, o nedenle işi kurala bağlayalım ve hükümetleri bu konuda sınırlayalım” görüşümüzü ifade ettik. Bugün de aynı noktadayız.
Konuşmamın başlangıcında kuralın kendisi kadar samimiyet de önemli demiştim. Aslında örnekleri çoğaltmak mümkün ama burada o kadar detaylı anlatarak kimsenin zamanını almak istemiyorum. Ama çok yeni olduğu için bir örnek vereceğim. Bu yıl parlamento tatile girmeden hemen önce kabul edilen bir kanun oldu.
 Karayolları Genel Müdürlüğü’nün kuruluş ve görevleri hakkındaki kanun. Bu kanuna, Genel Kurul’da gece yarısı eklenen bir önergeyle Yap-İşlet-Devret projelerinin feshedilmesi halinde, oradaki özel sektör borcuna Hazine garantisi verilmesi maddesi eklenmiştir. İşte bu, mali disiplinde çok önemli bir sapmaya örnektir. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Üstelik bu madde, ekonomi yönetiminin ve Hazine’nin karşı çıkmasına rağmen, siyasi tercihlerle, politik gerekçelerle kanuna eklenmiştir. Bu da bahsettiğim samimiyetin kötü bir örneği olarak önümüzde duruyor.
 
Deniz Gökçe
İsterseniz denetimin Sayıştay’a bağlanması konusuna da bir değinin. Sizce bu önemli mi, biz mi çok abartıyoruz?

M. Akif Hamzaçebi
Önce yasanın içeriğine ilişkin görüşlerimi tamamlayayım, o konuya da geleceğim. Özetle bu kanunda mali disiplin uzun vadeli olarak getirilmeye çalışılıyor. Bütçe açığı uzun vadede yüzde 1, büyümede yüzde 5 olacak. Tabii bütçe açığını, yüzde 47’lerde olan kamu borç stokunu Türkiye ile aynı kategoride olan ülkelerin seviyesine yani yüzde 40’ın altına indirebilmek amacıyla hızlı bir küçülme öngörülüyor. Ama borçtaki bu ani küçülme Türkiye’nin yatırımlarını tehlikeye atabilir. Yani kendi kendimize bir engel yaratmış olabiliriz, bu da büyümeyi tehdit edebilir.
Bütçenin fazla bir esnekliği yok. Personel giderlerini, cari harcamaları dışarı çıkardığımızda hükümetlere manevra için fazla bir alan kalmıyor. Bu yüzden bütçe açığını yüzde 1’e indirebilmek amacıyla hükümetlerin hemen başvuracağı en kısa yol yatırım harcamalarını kısmak olacaktır. Bu da bizi büyüme ve istihdam konusunda ciddi problemlerle karşı karşıya bırakabilir. Ayrıca ben yüzde 5 olarak belirlenen büyüme hedefinin de düşük tespit edildiği kanaatindeyim.

M. Rauf Ateş
Ama siz tasarıyı ilke olarak destekliyorsunuz… Peki sizce büyüme hedefi yüzde kaç olmalı?

M. Akif Hamzaçebi
Evet, tabii ki destekliyorum. Ama içerikte oynamalar olabilir. Mesela büyümedeki potansiyel hedef olan yüzde 5’i, 6 veya 7 yapabiliriz. Ayrıca şöyle önemli bir konu var. Hükümet bir vergi reformu yapma konusunda nasıl bir iddia ortaya koyuyor? Ben bu iddiayı göremiyorum. Kayıt dışını önleme konusunda hükümetin ortaya koyduğu program ciddi bir hüviyete kavuşmadı. Bana göre gerekli olan birtakım yasal düzenlemeler yapılması lazım ama bunlar yapılmadığı için gelir tarafında bir iyileşme bekleyemiyorum. Bu durumda biz sürekli olarak yüzde 1’lik bütçe açığını tutturabilmek için yatırım harcamalarını kısma gibi bir zorunlulukla karşı karşıya kalacağız. 
Deniz Bey’in bahsettiği Sayıştay’ın denetimi konusuna gelirsem… İzninizle ben denetimden önce izlemeyi söylemek isterim. İzlemenin Maliye Bakanlığı’nda olmasını doğru bulmuyorum. Daha bağımsız bir kurula vermek gerekir.

M. Rauf Ateş
Yeni kurulacak bir kurul mu?

M. Akif Hamzaçebi
Evet. Yeni kurulacak bir kurul. İçinde Merkez Bankası, Hazine, üniversiteler, piyasa temsilcileri, ekonominin diğer aktörleri olur. Herkese güven veren bir yapının oluşturulması daha doğru olur diye düşünüyorum. Bunu denetimden daha önemli ve zorunlu buluyorum. Denetimi Sayıştay yapabilir. Ama bunu TBMM adına yapmalı. Sonuçları meclise gelmeli ve asıl denetimi parlamento yapmalı.

M. Rauf Ateş

Teşekkürler. Peki Deniz Bey, siz nasıl bakıyorsunuz taslağın içeriğine? Taslak bu haliyle çıksa uygulanabilir mi? Yoksa eksiklikleri var mı?~

Deniz Gökçe
Buna iki şekilde bakmak lazım. Türkiye’deki hükümetler açısından da bakmalıyız. Son 30 yıldaki çok partili koalisyonlar Türkiye’yi hep erken seçime götürdü. Seçim öncesi popülizme götürdü. Bir de tek partinin olduğu dönemler var. Tek partili iktidarlarda mali kuralı uygulamak daha kolaydır. Ama koalisyonlar olduğu zaman zor. Dolayısıyla mali politikaların çok partili bir koalisyon yönetiminde birçok sorun getirebileceğini düşünüyorum. Şimdiye kadarki çok partili koalisyonların neden çöktüğüne bir bakalım. Özelleştirme konusunda, sosyal güvenlik konusunda, vergi konusunda uzlaşma olmuyordu. Yani özetle mali kural tek parti yönetiminde daha kolay uygulanabilecek bir araç. Ama Türkiye’de tek partili iktidarın bir garantisi yok. Bir veya iki seçim sonra koalisyon çıkabilir. O zaman iş çok zora girer. Çünkü bizdeki koalisyonlar genelde aşırı uçtaki 2 veya 3 partiyle oluşuyor. Böyle durumlarda uzlaşma olanağı da çok kalmıyor. O nedenle özellikle böyle koalisyonlu dönemler için mali kuralın olması gerektiğini ve daha faydalı olacağını düşünüyorum.
Tabii ki bazı yorumlar yapılıyor. Başbakan da söyledi “içimizde IMF yaratmayalım” şeklinde. Ama 2001 krizinden sonraki uygulamada, Kemal Derviş döneminde, IMF’nin Türkiye’ye bir zararı olduğunu kim söyleyebilir? Ben aksine çok da faydası olduğuna inanıyorum. Ama kamuoyunda IMF’nin faydaları ve zararları konusunda çok açık, net bir bakış açısı olmadığını görüyorum. Hep kötüymüş gibi bir algı var.

Ayşe Botan Berker
O biraz da yabancıları uçlamamın daha kolay olmasından kaynaklanıyor. Sonuçta kimse kabahati kendinde bulmaz. Suçlayacak birini arar...

M. Akif Hamzaçebi
Sonuçta IMF de hiçbir zaman zorla gelmedi. İhtiyaç duyuyorsunuz, çağırıyorsunuz, o da geliyor.

M. Rauf Ateş
Seyfettin Bey, size dönelim. Siz taslağın içeriğini nasıl buluyorsunuz? Eksik yanları var mı, neler değişebilir?

Seyfettin Gürsel
Hazine yetkilileri ve Sayın Babacan’la yaptığımız toplantılarda da dile getirmiştim. Oradaki senaryolarda şu dikkatimi çekti. Sayın Babacan bir an önce gelişmekte olan ülkelerin borç oranlarını yakalamayı hedefliyor. Bu ülkeler uzun zamandır mali kuralı uygulayan, borç oranları düşük ülkeler. Bu düşük borç oranını neden bir an önce yakalamak istediğini sorduğumuzda, hedefin Türkiye’nin bir an önce “yatırım yapılabilir ülke” kredi notuna ulaşması olduğunu belirtiyordu. Evet, bu meşru ve haklı bir talep. Ve bunun bir yolu da hakikaten mali kural olabilir. Ama bence açıkçası daha önemli olan, mali disiplinin piyasalar ve ekonomik aktörler tarafından bir güvence olarak görülmesi. Yani çok az da olsa borç düşsün. Böylece piyasalar görsün ki “Türkiye yeterince mali disiplin uyguluyor. Borç yavaş yavaş düşüyor” desinler. Dolayısıyla böyle bir tercih yapacaksak parametreleri bir miktar yüksek tutmak lazım.
Ben fikrimi açıkça söyleyeyim: Bütçe açığında belirlenen yüzde 1’i düşük buluyorum. Bunun 3 olmasa da en azından 2-2,5 olması gerektiğini düşünüyorum. Potansiyel büyüme hedefinde de yüzde 5’i çok muhafazakar buluyorum. Daha yüksek olabilir bence.

M. Rauf Ateş
Sizce kaç olmalı?~

Seyfettin Gürsel
Bence 6 olabilir. Ama şu var.Potansiyel büyüme konusu çok tartışmalı. Türkiye bunu anlamıyor. İş adamlarımız da anlamıyor, sokaktaki adam da anlamıyor. Piyasalar da ne kadar anlıyor emin değilim. “Neden yüzde 5 olsun, biz daha çok büyüyelim” diyorlar. Kimse sana “yüzde 5’ten çok büyüyemezsin” demiyor ki! Bu potansiyel büyüme hedefi. Tamamen teknik, nesnel bir konu. Buradaki amaç sürdürülebilir bir büyüme. Üzerine çıkabiliyorsan tabii ki çıkarsın. Potansiyel büyümeni de artırabilirsin. Tasarruf oranını, verimliliğini artırırsın. Potansiyel büyümen de artar. Türkiye’nin geçmiş deneyimleri ve performansı gösteriyor ki, potansiyel büyüme oranı 5 ile 6 arasında bir yerlerde. Bence mali kuralda belirlenen yüzde 5 büyüme biraz muhafazakar. Borcu çok hızlı düşürmek istemiyorsan bence 6 da olabilir. Sonuçta bence hedef bütçe açığında 2 ve büyümede ise 6 olabilirdi. Belki borç çok hızlı düşmezdi ama o zaman o yatırımcı bakanlar, mali kuralın altını torpilleyenler bu kadar ürkmezlerdi. “Eyvah yatırımlar çok mu kısılacak” demezlerdi. Belki de öyle olsa mali kural şimdiki gibi rafa kalkmazdı. Bilemiyorum, tabii ki bu spekülatif bir düşünce. Ama ben şahsen, eğer günün birinde tekrar gündeme gelecekse, mali kuralın parametrelerinin gevşetilmesinden yanayım.

M. Rauf Ateş
Peki mali kural yürürlüğe girdikten sonra belli bir süre bekleniyor mu yoksa hemen devreye mi giriyor?

Seyfettin Gürsel
Hemen uygulamaya geçiyor. Bakın şöyle ilginç bir tarafı da var. Bunu hiçbirimiz öngörmedik. Mali kural hedeflendiği tarihte, temmuz ayında çıkmış olsaydı 2010 yılının bir büyüme tahmini yapılacaktı. Bu tahmin yüzde 5 ile karşılaştırılacaktı. Yine bütçe açığı tahmini yapılacaktı ve yüzde 1 ile karşılaştırılacaktı. Çok ilginç bir şekilde 2010 yılında, hiç kimsenin beklemediği oranda olağanüstü bir büyüme yaşandı. Ben son açıklanan rakamları hayretle izliyorum. Yüzde 6’yı bile sıkıla sıkıla telaffuz ederlerken öyle rakamlar geldi ki yılsonunda yüzde 8’i geçeceği kesin. Türkiye son çeyrekte yüzde 0 bile olsa –ki bunu kimse zaten beklemiyor- büyümenin yüzde 6’yı geçeceği kesin. Dolayısıyla büyüme yılsonunda çok büyük bir ihtimalle yüzde 8’in üzerinde olacak. Bunu mali kuraldaki potansiyel büyüme oranı olan yüzde 5’le karşılaştırdığımızda 3 puan aşmış oluyorsunuz. O zaman ne oluyor? Sonraki yıl üzerinize büyük bir yük biniyor. Burada işi hakkıyla yapmak önemli. Mali kuralı çıkardığınız zaman çok gerçekçi olmanız ve kuralla fazla oynamaya kalkmamanız lazım. Nasıl söyleyeyim, kurnazlık yapmaya kalkmamanız lazım.

M. Akif Hamzaçebi
Tabii ki. Bir kere çıkardınız mı bir daha değiştiremezsiniz. O zaman güveni kaybedersiniz.

M. Rauf Ateş
Okurlarımızın daha net anlaması açısından, mali kural 2011’de ilan edildikten sonra, artık iptal edilene kadar devam edecek, değil mi? Yani İngiltere’deki gibi bir olağanüstü durumda askıya alınması haricinde...

Seyfettin Gürsel
Evet ama resesyon dönemlerinde uygulanmayacağına dair bir madde zaten yasada var.

M. Akif Hamzaçebi
Zaten kriz ortamında uygulama şansınız yok. Zaten uygulayan bütün ülkeler de 2009 yılında bundan saptı.

Deniz Gökçe

Mehmet Akif Bey, siz uzun yıllar bürokratlık yaptığınız için çok iyi bilirsiniz. Teknisyenler, siyasiler tarafından her zaman zorlanırlar, sıkıştırılırlar. Teknisyenin doğrusu siyasetçinin elinde eğilip bükülür. Mali kuralın bir yanı da konuyu siyasetçilerin kontrolünden alıp teknisyenlerin kontrolüne vermek... ~
Bence bu Türkiye için çok önemli bir mantalite değişimi.

M. Akif Hamzaçebi
Kesinlikle katılıyorum. Bir örnek vereyim. Çok iyi hatırlıyorum, 2000 yılında cari açık sürekli yükseliyor ve IMF sürekli cari açığı önleyici tedbirler alınması konusunda baskı yapıyordu. Biz o zamanın teknisyenleri olarak birtakım önlemler üzerinde çalışıyoruz ama ekonomi canlı, talep iyi, ekonomi büyüyor... Siyasiler işin hiç önlem tarafına gelmiyordu. Bunu çok iyi hatırlıyorum.Tabii ki mali kural ekonomi yönetimini oldukça rahatlatacak bir uygulama.

Deniz Gökçe
Enflasyon hedeflemesi teknisyenlere bırakılıyor. Bu bence Türkiye’de makro ekonomi konusunda bir kültürel aşamadır.

M. Akif Hamzaçebi
Bence hükümetlerin samimi durmalarını sağlamak açısından tasarıya şunu da koymak gerekir. Bütün gelir ve giderler mutlaka bütçeye kaydedilecektir diye koymak lazım. Çünkü birçok kanun hatırlarım. Birtakım harcamalar bütçe dışından yapılmıştır. Birtakım gelirler de bütçeyle ilişkilendirilmemiştir. Kanunlar böyle tanzim edildiği için... Mali kuralın temel ilkesidir bu. Bütün gelirler ve giderler bütçeye girer. Ama bu ilkeye rağmen sapmalar olmaktadır. Bu hükmü açık ve net biçimde mali kural yasa tasarısına koymak gerekir.

M. Rauf Ateş
Botan Hanım, sizinle devam edelim. Siz borç oranının düşmesinin Türkiye’nin kredi notunu yükselteceğine katılıyor musunuz?

Ayşe Botan Berker
Tabii Türkiye’nin daha önce borcunun milli gelire oranı diğer gelişmekte olan ülkelerden daha yüksek seviyedeydi. Şimdi biraz oynamalar oldu ama halen en yükseklerden biri. Zaten Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri de her yıl bulması gereken dış finansmanın göreceli olarak daha yüksek olması. Çünkü cari açık var. Üzerine ödemesi gereken anapara faiz tutarını eklediğimiz zaman her yıl önemli miktarda finansman ihtiyacı oluyor. O diğer ülkelerde bu kadar yüksek olmuyor. Özellikle bunu gelirlere oranladığınızda Türkiye için sıkıntı oluyor.

M. Rauf Ateş
Sizin açınızdan (Fitch Ratings) Türkiye’nin notunu artırırken baktığınız birinci öncelik, kriter nedir? Bir de sırası gelmişken soralım: Türkiye’nin notu sizce de olması gerekenden daha düşük değil mi? 1994 yılında krize girdiğimiz dönemden daha düşük şu an...

Ayşe Botan Berker
Türkiye’nin bugünüyle o dönemi kıyaslamak bence çok doğru değil. O dönemde Türkiye’nin şöyle bir anlaşılmazlığı vardı. Borçların milli gelire oranına bakıyorsunuz. O dönem zaten Türkiye’nin borcu çok yüksek değildi. İç borç, milli gelirin yüzde 10’unun altındaydı. Öyle değerlendirdiğinizde Türkiye açısından borç oranları çok fazla bir şey ifade etmiyor. Ama o zaman önemli oranda monetizasyon vardı. Yani açıkları Merkez Bankası fonluyordu. Zaten sonraki yıllarda bunun sonuçlarını hep beraber gördük.
Yani o dönemki Türkiye ile şimdiki Türkiye bence çok kıyaslanabilir değil. Elma ile armuttan daha benzemez durumdalar. Bence notlar da aynı şekilde kıyas götürecek durumda değil.
Not artırmaya gelince, bence çok fazla bir şey yapılmasına gerek yok. Bu şekilde devam etmesi, bozulma olmaması önemli. Bozulma olmadığı takdirde zaman içinde zaten notlar artacak. ~
Ama işin içinde volatilite çok fazla. Mesela biz geçen yıl 2 not birden artırdık. Hemen ardından bir müddet bekliyorsunuz. Çünkü geçmiş deneyimlerimizden biliyoruz ki Türkiye’de işler bir parça ileri gittiğinde hemen bir şey olur ve işler bozulur. Mali açıklar başlar, para politikasında bozulma başlar... Bir adım ileri gitmişken, iki adım geri gideriz. 1994 yılında reytingler başladığından beri tüm ekonomi tarihimiz bu şekilde dalgalanmayla geçti.

Serhat Gürleyen
Mehter adımı gibi...

Ayşe Botan Berker
Evet aynı mehter adımı gibi. Hep böyle gittik. 2001 krizinde çok çok gerilere gittik. Zaten her zaman herkesin söylediği gibi kredibilite bir kez kaybedildiğinde onu tekrar kazanmak çok daha zor oluyor. Yani Türkiye’nin buradan artık geri gitmeyeceğini görmemiz, buna güvenmemiz lazım. Belki de bu yüzden lüzumundan fazla dikkatli davranıyoruz.

Seyfettin Gürsel
Peki mali kural çıksaydı size yardımcı olmaz mıydı? Bizi çok etkilemezdi diyorsunuz...

Ayşe Botan Berker
Sonucunu, icraatı görmeden bizi etkilemezdi. Tabii ki mali kuralın çıkması çok güzel bir şey olacak. Ama uyup uymayacaklarını bilemiyoruz ki... Çıkarılır ama uymayabilirler...

Seyfettin Gürsel
Peki uyduklarını gördüğünüz takdirde bu sizi etkiler mi?

Ayşe Botan Berker
Tabii ki etkiler. Sonuçta uzun vadeli bir güven getiriyor.

Deniz Gökçe
 Peki referandum sonuçları 60-40 değil 40-60 çıksaydı, bir dahaki seçimin öncesinde ne olur reyting kuruluşlarının bakışı, ne yaparlar?

Ayşe Botan Berker
Türkiye ile ilgili hiçbir şey belli olmuyor. Bakın Anayasa Mahkemesi kararı çıktı. Parti kapatılacak mı kapatılmayacak mı deniyordu. Biz not artırmayı düşündüğümüz dönemde bu konuşuluyordu. Parti kapatılacak, büyük bir kaos çıkacak... Böyle senaryolar konuşuluyordu. Türkiye’de ortam hep böyle. Demek istediğim bu. Hep bir dalgalanma, tartışma var.

M. Rauf Ateş
Geçmişte bütçeler biraz kötü yönetiliyordu. Mali kural olsaydı bütçe yönetimi, maliyedeki bürokratlar açısından daha kolay olur muydu?

M. Akif Hamzaçebi
Kural her zaman için daha iyidir tabii ki. Türkiye’nin 2000’den bu yana uyguladığı kemer sıkma politikaları, aslında 2000 öncesi disiplinsiz dönemlerin faturasını ödemektir. Dolayısıyla 2000 öncesinde gerçekten örtük de olsa kurallara bağlı bir maliye politikası uygulamış olsaydık, 2000 sonrasında şüphesiz çok daha rahat olacaktık. Belki bu kadar uzun süren bir IMF programı uygulama zorunluluğuyla karşı karşıya kalmayacaktık. ~
Yalnız şunun da altını çizmek gerek diye düşünüyorum. Mali kural her şeyin de çaresi değildir. Bunu da bilelim.
Mali kurala olan ihtiyaç “hükümetler ne zaman popülizme dönecek?” endişesiyle doğuyor. Bu bizim eski hastalığımızdır. Hükümetler bugün veya daha sonra seçim ya da başka bir nedenle mutlaka kural tanımadan davranır, bütçe açığı yaratır ve mali disiplin feda edilir. İşte bu endişeler nedeniyle mali kuralı istiyoruz.

M. Rauf Ateş
Okurlarımızın daha net anlaması açısından soruyorum. Mali kural her şeye çare değildir dediniz. Neye çare değildir örneğin?

Deniz Gökçe
Mesela sosyal güvenlik açığına çare değildir. Bu sorunu daha 50 sene yaşayacağız. Bu açık,  1999 ve sonrasındaki toplumsal ahmaklıklarımızın bir sonucu. Ortalama yaşam beklentisi 77, ama ortalama emeklilik yaşı 46 olan bir ülkede mali kural ne yapsın ki?

Ayşe Botan Berker
Sonuçta şöyle bir durum var. Mali kuralda bir kısıta gidiliyor. O kısıtlamada, harcamaların özellikle sosyal yapıda daha az avantajlı olan kesimlere aktarılmasında sıkıntılar yaşanabilir. Yani gelir dağılımı daha fazla bozulabilir. O nedenle yapılacak kısıtlı yatırımların ülkenin nerelerine aktarılacağı konusu çok daha ciddi önem taşıyor. Bu tür şeylere dikkat edilmesi gerekiyor.

M. Akif Hamzaçebi
Mali kuralın kendisi otomatik olarak istikrarı sağlayacaktır diye bir şey söz konusu değil. Eğer siz istikrarsız bir ekonomiye, istikrarsız bir altyapıya sahipseniz, mali kural size ndiliğinden bir istikrar getirmez. Önce istikrarı sağlayacaksınız, mali disiplini sağlayacaksınız ve bunu devam ettirmek için mali kurala başvuracaksınız.
Mali kural kendiliğinden büyümeyi sağlamaz. Böyle bir şeye katılmıyorum. Sayın Babacan’ın “borç stokumuzu bir an önce yüzde 40’ların altına indirelim” ifadesiyle kastettiği şey, bu olursa Türkiye’nin kredi notu artar, yatırımcı gelir, tasarruflar artar, faiz yükü azalır gibi uzun vadeli bir projeksiyona dayanıyor.
Ama eğer mali kuralın çerçevesini iyi tespit etmezseniz, aksi bir şekilde sizin büyümenize ayak bağı da oluşturabilir. Yatırımlarınızı kısmak zorunda kalabilirsiniz. Açıkçası ben böyle değerlendiriyorum.

M. Rauf Ateş
Sizinle devam edelim Serhat Bey. Mali kural çıksaydı, zaman zaman açıkladığınız araştırma raporlarınızda İMKB’nin hedefini ne kadar artırırdınız?

Serhat Gürleyen

Biz icraata bakardık.

M. Rauf Ateş
Yani mali kural açıklanıp uygulamaya geçseydi, bir hedef fiyat değişikliği veya düzeltmesi yapmaz mıydınız?

Serhat Gürleyen
Öncelikle çıkan mali kural sağlam mı? Örneğin kanunla mı çıktı, yoksa değiştirmenin daha zor olacağı bir yöntem olan anayasanın içine mi gömüldü? Buna bakardık. Uygulamada denetleyici kim? Hükümetin veya devletin kendisi mi kendisini denetliyor yoksa dışarıdan bağımsız bir kurul mu bu işi yapıyor? Bu tip şeylere bakardık. Artı uygulamaya ve sonuçlara bakardık. İcraatı görmeden yatırımcıyı çok da fazla yükseltmeyi tercih etmezdik. ~

M. Rauf Ateş
Peki bu mali kural çıktığında iş dünyasına, şirketlere nasıl yansımaları olacak?

Seyfettin Gürsel
Bahsettiğiniz şirketlerin bir plan yapan, orta vadeli makro ekonomik gidişi takip eden şirketler olduğunu varsayarak bu soruyu cevaplamam lazım. Ama açıkçası ben Türkiye’deki şirketlerin çok büyük bir kısmının bunlarla hiç ilgilenmediğini düşünüyorum. Ama ilgilenecek olanlar da vardır tabii. Onlar için şöyle olacaktı. “Maliye politikası nasıl gidiyor, bütçe doğru mu gidiyor” gibi soruların yanıtlanması için, bunların cevabını aramak için şimdiye kadar gösterdikleri zahmetlerden kurtulacaklardı. Mali kuralın çıktığını okuyup rahatlayacaklardı. Bir yıl sonra medya onlara “kural uygulanıyor, işler yolunda” derse de bir daha kafalarını maliye politikaları ve makro dengelerle fazla yormadan, hesaplarını ona göre yapıp kendi yollarına devam edeceklerdi. Onlar için, iş dünyası ve şirketler için böyle bir avantajı, rahatlığı olacaktır bence.

Ayşe Botan Berker
Enflasyon konusunda daha pozitif beklentiler hakim olur. Onun dışında devletin artık daha
fazla borçlanmayacağını, yani borçlanma ihtiyacının azalacağını bilirler. Bu durumda özel sektöre borçlanma imkanı daha çok olacaktır. Yani özel sektör sermaye piyasalarını daha fazla kullanabilmeye başlar. Bence özel sektöre faydası bu olur.

Serhat Gürleyen
İzninizle ben biraz önceki konuya tekrar dönmek istiyorum. Sanıyorum kendini tam ifade edemedim.
Elbette ki hükümetin bütçe açığı sınırlaması önemli. Bu bir şekilde ileride Merkez Bankası’nı monetizasyona yol açacak bir zorlamayı ortadan kaldırıyor. Ama bunun dışında faiz dışı fazlayı ya da bütçe açığını sınırlarken hükümet harcamaları ve gelirleri azaltarak mı bunu yapacak? Yoksa genelde Türkiye’de olduğu gibi kamu mallarının fiyatını artırarak, vergileri artırarak mı yapacak? Bunlar çok önemli.
Türkiye’de 2002’den beri ciddi bir ilerleme sağlandı. Bütçe açığı azaldı, faiz dışı fazla sağlandı. Ama bu, yapılabilecek en kolay şekilde yapıldı. Kamu mallarına zam yapılarak ya da reel vergiler artırılarak bu sağlandı. Bu bizzat enflasyonu artırıcı bir etki doğurdu. Ben Merkez Bankası’nda çalışıyor olsam mali kuralın gelmesi bir anlamda beni rahatlatırdı ama işin bu tarafı da rahatsızlık vermeye devam ederdi. Hedef fonksiyonumu alırken bir şekilde kamu mallarına ne kadar zam yapıldığı da benim için izlenmesi gereken ir parametre olarak kalırdı. Mali kural tek başına enflasyonu çözen bir argüman değil. Gelir-giderin hangi noktada dengelendiği de son derece önemli.

M. Rauf Ateş
Seyfettin Bey, biraz önce “Merkez Bankası tüm programını mali kural çıkacak öngörüsüyle yaptı” gibi bir yorumda bulunmuştunuz...

Seyfettin Gürsel
Tüm programını ona göre yaptı demeyeyim ama açıkça şunu söylediler: “Para politikasındaki duruşumuzu, yani faizi ne zaman artıracağımızı, ne kadar artıracağımızı, mali kural çıkacakmış gibi öngördük”. Çünkü MB orta vadeli bir bakışla yaklaşıyor. Faiz kararı bugünden yarına alınmaz. Dolayısıyla onların değerlendirme fonksiyonları içinde mali kuralın çıkacağı varsayımı vardı. ~

M. Rauf Ateş
Ama çıkmadı. Peki şimdi ne olacak, nasıl etkilenecekler?

Seyfettin Gürsel
Büyük bir ihtimalle bugün biraz rahatlamış olacaklar. Çünkü Sayın Babacan “Başbakan talimat verdi, seçim ekonomisi uygulanmayacak” dedi. Onlar da bundan rahatlayacak. Ama hep aynı şeye geliyoruz. Uygulanacak mı uygulanmayacak mı, seçim ekonomisi Başbakan için nerede başlıyor, nerede bitiyor?  Bunları görelim diyeceğiz.

Deniz Gökçe
Bunları seçimden sonra görebiliriz ancak...

M. Akif Hamzaçebi
Bence mali kural çıkacakmış gibi gözükmüyor.

Ayşe Botan Berker
Seçim sonrasında da mı çıkmaz diyorsunuz?

M. Akif Hamzaçebi
Seçim sonrası çıkararak, seçimden sonraki hükümeti öyle bir kuralla bağlamak da çok doğru değil. Şunu demek istiyorum: Diyelim bu yılın sonunda çıktı. Veya 2011’de seçimden önce mali kural çıktı ama yürürlüğe girmesi için zorunlu olarak 2012 diyeceksiniz. 2011 seçiminden sonra gelecek hükümeti bugünkü hükümetin anlayışıyla tasarlanmış olan bir mali kurala bağlamak doğru değil. Belki o hükümet daha farklı bir mali kural çerçevesi hazırlamayı daha uygun görecek.
Sonuçta ben seçim sonrasına kaldığını düşünüyorum. Seçim öncesi hükümetin bu işe gireceğini hiç sanmıyorum.

M. Rauf Ateş
CHP iktidara gelirse bir mali kural uygulayacak mı?

M. Akif Hamzaçebi
Kesinlikle bir mali kural ortaya koyacağız. Kendi anlayışımız ve kendi ekonomik programımız çerçevesinde. Ve ona bağlı hareket edeceğiz. Mali disipline son derece önem veriyoruz.

Deniz Gökçe
Böylece Türkiye’deki sağ ve sol partiler, ABD’deki Cumhuriyetçiler ve Demokratlar gibi yakınlaşmış olacak. Bu güzel bir şey. İzninizle ben bir şey söylemek istiyorum. Yurtdışındaki yatırımcılarla hem Türkiye’de hem yurtdışında sık sık görüşen bir kimseyim. Bundan 5-6 sene evvel 300 milyon dolar borçlanacak bir Türk şirketi adına New York’a gittiğimizde, uluslararası bir Alman bankasının krediyi sağlayacak olan kısmında ekonomi prezantasyonumu yaparken bankadaki Alman yetkili şöyle demişti: “Siz Türkler çok tuhaf insanlarsınız. Neden 3-5 senede bir kriz çıkartıyorsunuz?”
İşte bu Türkiye’nin dışarıdaki algılamasıydı. Üstelik ben Almanca bilmiyorum zannederek yanındaki yardımcısına “Bak şimdi bunların ekonomisti neler uyduracak” gibi bir şeyler fısıldamıştı. Tabii ben duramadım. Almanca bildiğimi de anlasınlar diye cevabımı İngilizce değil Almanca verdim. “Siz bizim 3-5 yılda bir kriz çıkartmak yerine 20-30 yılda bir dünya savaşı çıkarmamızı mı tercih edersiniz?” dedim. ~
Şimdi işin bu kısmı konuyla ilgili değil tabii ama varmak istediğim asıl nokta şu: Türkiye’nin dışarıdaki algısı 5-6 yıl önce böyleydi. Ama bugün dış ülkelerde Türkiye hakkında böyle sorular sorulmuyor bana. Böyle bir algı artık yok. 2001 krizi sonrasında Türkiye’nin her kesimi ciddi bir fedakarlık yaptı ve bu kötü imaj bence değiştirilebildi.

M. Rauf Ateş
Teşekkürler. Botan Hanım, sizin eklemek istediğiniz şeyler var mı?

Ayşe Botan Berker
Ben de son söz olarak şunu söyleyebilirim. Bence mali kural gerçekten ekonominin üçüncü ayağıydı. Bundan sonra da olabilir, bir şey gecikmiş değil. Bu fikre ne kadar hızlı uyum sağlanırsa o kadar iyi olur diye düşünüyorum.

Deniz Gökçe
Ben CHP’nin burada pozitif bir yaklaşım içinde olmasını toplumsal anlamda çok olumlu buluyorum. Onu eklemek isterim. Şu andaki hükümetle şu andaki muhalefetin böyle önemli bir konuda aynı pozisyonda olmaları bence Türkiye için güzel ve mantıklı bir şey.

Serhat Gürleyen
Ben mali kuralın içeriği tam olarak anlaşıldıktan sonra, anayasanın içine gömülecek şekilde çıkarılmasının daha doğru olacağını düşünüyorum.

Seyfettin Gürsel
Şimdi yeni bir tartışma konusu olur bu. Ben açıkçası o kadar ileri gitmeli miyiz çok emin değilim. Bunu çok doğru bulmuyorum. Bence yasa olarak çıkması yeterlidir.

Ayşe Botan Berker
Ben de anayasanın içine konmasının hiç gerekmediğini hatta yanlış olacağını düşünüyorum.

M. Akif Hamzaçebi
Anayasal zemine taşınması çok yanlış olur. Çünkü kriz anlarında anayasayı değiştirmeden müdahale şansının olması gerekir.

Serhat Gürleyen
O zaman mali kural konsa da birkaç yıl içinde hükümetler istedikleri takdirde bırakabilirler öyle mi?

M. Rauf Ateş
Ben de onu soracaktım. Bunun bir yaptırımı var mı? Dünyadaki diğer uygulamalar nasıl?

M. Akif Hamzaçebi
Genelde bir yaptırım yok. Birkaç ülkede mali kural anayasal düzeyde düzenlenmiş. Ama birkaç ülkede yaptırım var. Örneğin Brezilya’da cezai yaptırım var. Kanada’da bakanlar kurulu üyelerinin maaşlarından kesinti yapılıyor. Ama çok büyük kısmında yaptırım olarak itibar kaybı gösteriliyor.
Bence ayrıca bir cezai müeyyideye gerek yok. En büyük ceza itibar kaybı zaten. Onun maliyeti diğer tüm cezalardan daha fazla.

M. Rauf Ateş
Katıldığınız ve görüşlerinizi paylaştığınız için okurlarımız adına hepinize çok teşekkür ediyorum.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz