Bakan'ın 5 önceliği

"Gündemimizde 2011'de küresel ekonomi de devam edecek ciddi sıkıntılar var."

1.02.2011 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Bakan'ın 5 önceliği
 


Başbakan Yardımcısı ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan’dan, çok kritik bir dönemde randevu talep etmiştik. Avrupa ekonomilerine yönelik endişeler, Merkez Bankası ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun (BDDK) aldığı önlemler, yeni bir döneme işaret ediyordu. Özellikle içeride alınan önlemler ve Bakan Babacan’ın bankacılarla yaptığı açıklamalar, “ihtiyatlı ” bir döneme girildiğine yönelik değerlendirmelere yol açıyordu. “Bir soğutma dönemi mi başlıyor” ve “Bakan bazı riskler mi görüyor” gibi sorular ortaya atılıyordu. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, kendisiyle yaptığımız uzun görüşmede, ekonominin 2011 ve sonrasına yönelik değerlendirmeler yaptı. Babacan’ı, her şeye olumlu bakan bir “hükümet üyesinden” çok, risklere de dikkat çeken, hatta altını çizen bir ekonomi yöneticisi olarak gördük. Ülke içi ve ülke dışı risklere dikkat çekerken bunlara ilişkin yeni önlemler de alınabileceğini paylaştı. Her şeye rağmen 2011 için olumlu tablo çizen ve büyümenin, programlanandan yüksek çıkabileceğini belirten Ali Babacan, sorularımızı şöyle yanıtladı:

Capital: Krizin Türk ekonomisine etkilerini tamamen giderdik mi? Hasar atlatıldı mı, yoksa hala hasar var mı?

- Bankacılık sektörümüz açısından baktığımızda, çok şükür olumlu bir tablo var. OECD ülkeleri arasında en iyi noktadaki ülke olduğumuzu söyleyebilirim. Mesela kriz sırasında bankacılık sektöründe, takipteki alacaklarımız yüzde 5,4’e kadar çıktı. Ama bu oran yüzde 3,7’ye, kriz öncesinden de daha iyi bir düzeye indi. Ya da dönen çeklere, protesto edilen çeklere bakıyoruz. Kriz öncesi yüzde 4-5 civarında seyreden dönen çekler, yüzde 3 küsur civarında seyrediyor. Finansta, ödemelerde ve bankacılıkta, kriz öncesinden de daha iyi bir noktadayız. Kredi hacmi, kriz öncesinde 370 milyar mertebesindeydi. Şimdi yıl sonu itibariyle 500 milyar TL’yi geçtik.

Capital: Kriz öncesine dönmeyen göstergeler de var?

- Evet, ihracatımız hala 132 milyar doları yakalayamadı.Bunun arkasında da Avrupa pazarındaki bozulma var. İhracatta 102 milyar dolara kadar düşmüştük. Tekrar 114 milyara yakın bir rakama ulaştık. Belki 2011 sonunda 132 milyar dolara doğru gidebilir. Belki diyorum, çünkü Orta Vadeli Plan’da 127 milyar dolar koyduk. Öte yandan bütçe ve kamu borçlarına bakacak olursak kriz öncesi duruma hızla geri dönüyoruz. Borçluluğumuz yüzde 39,5’ti. Bu yılı yüzde 41 küsur civarında bitirmiş oluyoruz. Olağanüstü bir gelişme olmasa kriz öncesi rakamlara tekrar dönebiliriz. Milli gelirdeki kaybımızı, 3’üncü çeyrek itibariyle telafi etmiş durumdayız. Açıklanan son sanayi endeksi rakamlarına bakacak olursak 4’üncü çeyreğin büyümesi, yine beklenenin biraz daha üstünde olacak gibi görünüyor. Dolayısıyla GSYİH’ya, toplam milli gelir açısından baktığımızda krizin etkilerini tamamen telafi etmiş durumdayız. Avrupa ve Amerika henüz bunu yapamadı.

Capital: Peki istihdamda, işsizlik konusunda aynı şeyi söylemek mümkün mü?

- Aslında bu krizde istihdam hiç düşmedi. Hatta 2009’da dahi toplam istihdamımız arttı. Ama işgücü katılımı da arttı ve işsizlik oranımız yükseldi. İşsizlik oranının tekrar normale dönmesi, yani 10’lara inmesi biraz zaman alacak. İşsizlikte şöyle bir sorun var: Her yıl 500-700 bin arasındaki genç nüfusumuz işgücüne katılıyor. Herhangi bir yıl istihdam üretmede zayıf kaldığınız zaman o rakam stoka ekleniyor. ~

Sonra onu eritmek vakit alıyor. Böyle bakarsak krizin etkilerinin geçmesi açısından en geriden gelen işsizlik konusu olacak.

Capital: Bu alana özel bir ilginiz olacak mı?

- Onu etkileyen 2 konu var: Birincisi büyüme. Büyüme oranı, ne kadar hızlanırsa işsizlik konusunda o kadar elimiz rahatlıyor. O kadar çok istihdam üretiliyor. Öte taraftan işgücü politikaları da önemli. Orada da temel konular var. Eğitim ile işgücü politikalarının örtülmesi gerekiyor. Yeni ekonomik yapımızın uygun gördüğü istihdamı yetiştirmek konusu öne çıkıyor. Sadece okullardan değil, mesleki ve hayat boyu eğitimden de söz ediyorum. Bu konuya ciddi kaynak ayırmaya başladık. Çok sayıda vatandaşımız bu programlara katılıyor. Bunun yanı sıra işgücü piyasasının esnekleşmesi de çok önemli. Yani işverenlerin kararlarını kolay verebilmesi gerekiyor. Türkiye’de, şu anda haftalık çalışma süresi 59 saat. Bu, OECD ülkeleri arasındaki en uzun çalışma süresi anlamına geliyor. Neden böyle oluyor? Çünkü işveren, yeni işçi almaktansa mevcut işçisini daha çok çalıştırmaya gidiyor. Fazla mesaisini ödeyen var, ödemeyen var. Özellikle kriz ortamında, “Beni haftada 3 saat fazla çalıştırdın” diye patrondan fazla mesai ücreti istemek çok kolay değil. Bu da Türkiye’nin bir gerçeği…

Capital: Burada sizin çözümünüz nedir?

-İnsanlarımız haftada 59 saat değil, 49 saat çalışsa haftada ortalama yüzde 16 ilave istihdam anlamına gelir. Türkiye’de yüzde 16 ilave istihdam, işsizliğin sıfıra yaklaşması demektir.

Capital: Peki normali ne olmalı?

- Gelişmiş ve işgücü piyasasının da esnek olduğu ekonomilerde, yüzde 4-5 oranında işsizlik makul görülüyor.

Capital: Bunu ne zaman yakalarız?

- Eğer işgücü piyasasıyla ilgili yapısal reformlarımızı ve mikro alanda yapmamız gerekenleri yapamazsak bu oranı yakalamak, Türkiye ne kadar büyürse büyüsün mümkün değil. Yüzde 10’dan aşağı indirmemizi ben açıkçası çok zor görüyorum. Bunun sebebi, bu işte işgücü piyasasıyla ilgili konularda gerekenleri yapamamamızdı.

Capital: Bu konuları aşmanızın önündeki engeller nedir?

-Bu konularda adımlar atmamız gerekiyor. Çok ince çalışılması gereken bir nokta. Ama sosyal kesimlerle mutabakata varmakta güçlük çekiyoruz. Sendikalar, kendi üyelerinin haklarını azami bir şekilde korumak adına belli bir kesimin işsiz kalmasına seyirci kalıyor. Türkiye’de sendikalı işçi sayısı çok az. Çalışanların belki de yüzde 5’i, yüzde 10’u sendikayla şöyle ya da böyle ilgilidir. Kıdem tazminatı konusu çok önemlidir. Biz kıdem tazminatını ortadan kaldıralım demiyoruz. Şu anda Çalışma Bakanlığı bir çalışma yaptı ve çok enteresan veriye ulaştı. Türkiye’de çalışanların sadece yüzde 7’si, işten çıkarıldıklarında kıdem tazminatı alabiliyor. Bunun da önemli bölümü kamudur ve büyük kurumsal şirketlerdir. Zaten işçi bu parayı alamıyor. Biz bunu garanti haline getirelim diyoruz. Bir miktar devleti de işin içine sokalım. Bir fon kuralım.

Capital: Son zamanlarda yaptığınız açıklamalardan sanki ekonomiye yönelik biraz “ihtiyatlı” bir bakışınız var izlenimini veriyorsunuz. 2011 ve sonrasına yönelik endişeli misiniz?

- Aslında 2011’de de küresel ekonomide devam edecek ciddi sıkıntılar var. Bizi kaygılandıran da budur. Gördüğümüz en büyük risk ise Avrupa’dır. Avrupa’da kamu açıkları ve kamu borçları ciddi sıkıntı yaratıyor. İkinci sırada da ABD’nin nasıl bir politika uygulayacağıyla ilgili belirsizlikler yer alıyor. ABD ve Avrupa gibi gelişmiş ülkelerde hükümetlerle ilgili zaaflar var. Azınlık hükümetleri ve koalisyonlar söz konusu. Bazı ülkelerde yönetimle parlamento kopmuş durumda. Örneğin ABD’de bütçe açığı var, fakat gidip piyasadan borçlanması için de kanun gerekiyor. Cumhuriyetçi ağırlıklı Kongre, şimdi “O kanunu ben geçirmem” diyor. Ne olacak? Amerika borcunu ödeyemeyecek. Çok riskli. Güçlü hükümet, kriz dönemlerinde son derece önemli. ~

Burada bir zafiyet başladımı toparlaması çok zor

Capital: İlk krizdeki gibi bir durum olabilir mi?

- İlk krizde biliyorsunuz bankalar sarsıldı. Bankalar sarsılınca, devletler arkalarındayız diye açıklama yaptı. “Batırmayız” garantisini verdiler.İlk safhasında bunu yaşadık. Ama onları kurtarmak için çok büyük kamu borcuna girdiler ve çok ciddi parasal genişleme yaptılar. Bunun uzun vadeli maliyetini de sırtlarına yüklediler. İrlanda’da tek bir banka ülkenin açığını 2010’da yüzde 30’a fırlattı. Fakat şimdi, Mart 2010’daki Yunanistan’ın kurtarılmasından sonra ülkelerin kredibiliteleri ve borçlarını ödeyip ödeyemeyecekleri sorgulanıyor. Ülkeler borçlarını ödeyemeyecek duruma düşse o ülkelerin arkasında kim duracak sorusunun cevabı yok. Avrupa’da bir mekanizma kurdular. Bu mekanizma 3 ülkeye yeter. Fakat sıradaki 4’üncü ülkenin büyüklüğü, diğer ilk 3’ünün toplamının 2 katı. Ve bunun henüz mekanizması yok.

Capital: Kriz tehlikesini atlattığımızı anlayacağımız bir “eşik” ya da “tarih” var mıdır?

-Bu tamamen o ülkelerin atacakları adımlara ve alacakları kararlara bağlı. Eğer sıkıntıda olan ülkelerdeki hükümetler, kendi siyasi ikballerini de ortaya koyup korkusuz bir şekilde yapılması gerekeni yaparsa işleri toparlayabilir. Ama herkes korkar ve gerekli adımlar atılmazsa çok zor. Durum böyleyken bizim de 2011’de Avrupa’dan gelebilecek yeni dalgalara karşı hazırlıklı olmamız lazım. Olursa sürpriz olmayacak.

Capital: Ekonomiyi soğutma planı da bunun için mi hazırlandı?

-Aslında buna “soğutma planı” demek doğru olmaz. Biz ekonomide bir “Isınma” görüp de bunu soğutma derdinde değiliz. Sadece trendlere bakıyoruz. Türkiye kazanmadan harcamaya ve bunu da çok yüksek miktarlarda yapmaya devam ederse işte o zaman risk oluşuyor. Dolayısıyla biz o risk oluşmasın, korktuğumuz senaryolarla karşılaşmayalım diye bugünden neler yaparız da ilerideki riskleri azaltırız, onun çözümüne bakıyoruz. Yani, “ileride muhtemel ısınma olmasın” diye bugünden ne yapmalıyız, bunun derdindeyiz. Biliyorsunuz “ısınma”, genelde büyüme ve enflasyonla ilgili kullanılır. Burada enflasyonla ilgili bir riskimiz yok. Bizim büyüme ve cari açık dengesini tutturmamız gerekiyor. Bizim yaptığımız hesaplar, bu gerçek üzerine kurulmuştur. Bankalar iş yapsın, yine kredi vermeye devam etsinler istiyoruz. Enflasyon gelecek yıl yüzde 5,5 düzeyinde olacak. Buna göre bankalar kredi hacmini de yüzde 20–25 artırsın, diyoruz. Bu, yüzde 15 reel kredi büyümesi anlamına gelir. Bazı bankalar, yüzde 30-40-45 gibi hesaplar ve ona göre yıllık bütçeler yapmış. Bu da çok gerçekçi değil, bunu da yapmayın dedik. Bunun metodu da sektörle ilgili genel düzenlemeler olabilir. Banka bazında düzenlemeler olabilir, ama dikkat edin dedik. Ölçülü gidersek ve bu civarda bir kredi genişlemesi olursa cari dengemiz yönetilebilir seviyelerde kalır.

Capital: 2011’de ekonomi yönetiminde öncelikleriniz neler olacak?

-Birincisi, dışarıdan gelebilecek olan olumsuzluklara karşı Türk ekonomisini mümkün olduğunca korunaklı hale getirmektir. Finans sistemimizi ve ekonomik yapımızı korunaklı halde tutmak, ilk önceliğimiz olacak.İkinci önceliğimiz ise dış dengede çok dikkatli olmamız gerekiyor. Özellikle petrol ve hammadde fiyatları yüksek. Türkiye bunları ithal edip, işleyip, ihraç etmek zorunda olan bir ülke… Dolayısıyla ödemeler dengesi ve dış denge önemli bir öncelik. Büyüme, bankacılık sektörü ve istihdam, diğer üç önceliğimiz olacak. Bu 5 konuda inşallah daha rahat bir yıl olacak. Orta vadeli programda, 2011’in büyüme oranını yüzde 4,5 olarak açıkladık. Ama genelde hesaplar, bunun da üstüne çıkabilir diye yapılıyor. Geçen yıl önce yüzde 3,5 koymuştuk ama bunların hep ihtiyatlı rakamlar olduğunu söylemiştik. Ondan sonra yüzde 6,8 yaptık. Yine bu rakamları da ihtiyatlı koyduk. Türkiye’de büyüme, vergi gelirleriyle çok yakından ilgili oluyor. Biz bütçemizi yaparken önce ortaya bir büyüme oranını, sonra bütçenin gelir tarafını ortaya koyuyoruz. Büyüme 3,5 değil de yüzde 4,5 olduğunda, bütçe gelirleriniz de beklediğinizden yüksek oluyor ve bütçe dengenizi de daha sağlama bağlamış oluyorsunuz.

Capital: Ekonominin iyi performansında Merkez Bankası’nın yönetiminin katkısı oldu mu?

-Kesinlikle. T.C. Merkez Bankası’nın bu kriz dönemimde zamanında ve çok yerinde adımlar attığını düşünüyorum.~

Capital: Durmuş Bey’in yeniden atanması için “yaş konusunda” bir şeyler yapılabilir gibi bir açıklamanız olmuş muydu?

-Hayır, yanlış anlaşıldı. “Merkez Bankası Başkanlığı için 5 yıl az değil mi” diye soruldu. Ben de “Merkez Bankası Başkanı’nın bir defadan daha uzun süre atanmasına normalde engel yok” dedim. Daha uzun süre başkanlıkta engel bulunmuyor, demiştim. Ama Durmuş Bey’in önünde yaş problemi var.

Capital: Şimdiye kadar dış risklere dikkat çektiniz. İçeride kaynaklanan riskli durumlar var mı?

-Kendi içimizde çok şükür güven ortamı çok iyi. Bütün güven göstergelerinde bunu görüyoruz. Tüketici ve reel sektör güven endeksleri, kriz öncesinin üstüne yükselmiş durumda. Hatta Reel Sektör Güven Endeksi, son 4 yılın en yüksek seviyelerinde dolaşıyor. Finans kesiminin en önemli güven göstergesi kredidir. Geleceğe güvenle bakmayan bir bankanın kredi hacmi genişlemez, korkar. Biliyorsunuz, 14-15 ay 370 milyar TL’ye takıldı kredi hacmi. 2009 yılında, Orta Vadeli Planı açıkladıktan sonra bankalar rahatladı. Dolayısıyla halk, reel ve finans kesimi de geleceğe güvenle bakıyor. 2011 yılında bir seçim var. Ama seçim ciddi bir risk olarak görülmüyor. Çünkü bugün bir seçim olsa, bütün anketler AKP’nin tek başına iktidar olacağını gösteriyor. Açıkça söylemekte zarar görmüyorum: Piyasa için şu anda en iyi senaryo, AKP’nin tek başına hükümet olmasıdır. Bunu yatırımcılarla yaptığımız görüşmelerde de görüyorum.

Capital: Seçim ekonomisi olmayacak diyorsunuz?

-Biz seçim yılında bütçe açığını düşüren bir hükümetiz. Ancak bazı projeleri hızlandırabiliriz. Diyelim ki bir projeye 250 milyon TL bütçe ayırmışız. 250 milyonu yıla yaymak yerine daha hızlı kullanabiliriz. Hükümetin ve yerel yönetimlerin projelerini daha erken bitirme gayreti olabilir. Geçmişteki seçim yıllarının başlangıç bütçesiyle gerçekleşen bütçelerini yan yana koyun bakın… Her yıl daha iyi olmuş. Ciddi bir bozulmayla karşı karşıya kalmadık. 2009’da bir bozulma vardı. Ama bozulmanın asıl sebebi, gelir tarafıydı. Biz büyümeye göre bütçe yapmıştık. Ancak kriz nedeniyle ekonomi yüzde 4,7 oranında daralınca, verilerde çok ciddi düşüş oldu. O yıl seçim olmasaydı da bütçe açığımız olacaktı.

Capital'in Şubat sayısı bayilerde

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz