BAŞKAN'DAN YENİ NORMAL STRATEJİLERİ

Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, para piyasalarında yeni dengelerin oluşacağını, ezberlerin bozulacağını söylüyor.

17.07.2015 20:48:240
Paylaş Tweet Paylaş
BAŞKAN'DAN YENİ NORMAL STRATEJİLERİ
1. YENİ NORMAL GERÇEKLERİ
Ekonomide ve piyasalarda artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağına ben de inanıyorum. Yeni dengenin nerede başlayacağı, nerede biteceği ve veriminin ne olacağı açık uçlu. Yani belli değil. Ancak, bugün artık eski iş yapma biçimlerinin sürdürülmesi ve uluslararası ilişkilerin devam ettirilmesi açıkçası mümkün değil. Dolayısıyla ezberlerimiz bozuldu. Bu bozulan ezberlerin yerini ne tür dengelerin alacağını önümüzdeki dönemlerde göreceğiz. Bir kere ekonomistler kendi varsayımlarını yeniden sorgulayacaklar. Onun dışında bu uluslararası dengesizlik konusu. IMF ve Dünya Bankası bunun üzerinde uzun zamandır çalışıyor.  Ama hala hiçbir şey yapılabilmiş değil. Onun dışında uluslararası ekonomik iş birliği konusunda önemli arayışlar var. Bu konuda projeler var. Bu projeler de henüz sonuçlanmadı. Düne kadar dünyaya şekil veren G8’ler, G10’lar vardı. Bugün bunlar bu görevlerini G20’lere bıraktılar. Fakat G20’lerde de platformo kadar çok geniş değil. G20 toplantısına katılıyoruz. Oraya G20 üyesi olmayan münferit ülkeler ve bölgesel kurumlar da katılıyor. Öbür taraftan G20 üyesi ülkeler yaptıkları toplantılarda şöyle bir perspektif oluşturuyor: Öyle kararlar alalım ki, bunlar bütün dünyadaki ülkeler tarafından uygulansın, gözetim ve denetim açısından bir farklılık olmasın. Ama G20, 20 ülkeden oluşuyor, oysa IMF’nin 186 üyesi var. Dolayısıyla, eğer sizin aldığınız kararlar diğer ülkeleri de etkileyecekse, bunun meşruiyetini de sağlamanız gerekiyor. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde ne yapılabilir bu ciddi bir şekilde tartışılıyor. Çok değerli fikirler üretiliyor. Fakat bu fikirlerin ülkelerde nasıl uygulanacağı ve nasıl bağlayıcı olacağı konusunda çok net bir şey yok.
2. GLOBAL YENİ KURULUŞLAR
Mesela şu anda deniyor ki dünya ticaretine yön vermek için ve ülkelerin birbirlerine karşı avantajlı hale getirmemek için Dünya Ticaret Örgütü var. Bu Dünya Ticaret Örgütü mal ve hizmet akımlarını revize ediyor. fiimdi buna benzer birşey kurabilir miyiz? Bizim BDDK’ya benzer bir kurumdan söz ediliyor. Benim şahsen bu konuda çekincelerim var. Bu kolay olmayacak. Şu anda Finansal İstikrar Forumu, Finansal İstikrar Kurumu’na dönüştürüldü. G20 üyesi ülkeler, bunun üyesi haline geldi. Bunun en tepesinde bir karar alma komitesi var. Onun altında üç tane daimi komite var. Daimi komitelerin altında çalışan çeşitli alt komiteler var. Bunlar sürekli bilgi ve belge üretiyorlar. Ve çok sık da toplantı yapıyorlar. Bence 2009’a damgasını vuran bu gelişme oldu. 2010’da da bu çalışmalar devam edecek ve giderek işler zorlaşıyor. Şöyle zorlaşacak; Bu kurumlar, artık ülkelere “Tamam biz yaptık, siz uygulayın artık” diyecekler. Bir de ülkeler bunları
uygulamanın kendileri açısından sıkıntı yaratacağının farkına varacaklar. Onun için bu konularda son derece dikkatli olmak gerekir diye düşünüyorum.
3. YENİ NORMAL BİZE YANSIR MI?
fiimdi ezberlerimiz bozuldu dedim. Bozulan engelimizden bir tanesi Merkez Bankası’nın likidite yönetirken muhatap alacağı kuruluşlar. Bugüne kadar kabul şu idi: Merkez bankaları likidite yaratırken, kaydi para yaratma yeteneği olan kuruluşlar ve bankaları muhatap alırdı. Diğer finansal kuruluşlar merkez bankalarının, parasal likidite yönetimi için muhatabı değildi. Ayrıca diğer finansal kuruluşlar, merkez bankalarının finansal yönettiği operasyonlar için muhatabı değil idi. ABD’de Avrupa’da merkez bankaları, geleneksel olmayan, önceden düşünülmeyen birtakım parasal tedbirler aldılar, operasyonları uygulamaya koydular. fiimdi bu yeni dönemde belki merkez bankasının muhatap alacağı kuruluşlar farklı olabilir. Ama biz TC Merkez Bankası olarak bu açıdan, mevcut parasal politika uygulamalarında, geleneksel olmayan bir şey yapmadık. Bizim açımızdan böle bir şey söz konusu olmayacak. Belki şu olabilir. Dünyadaki gelişmelere paralel olarak sekurizasyon ve tezgah üstü piyasalarda yapılan işlemler kayıt altına alınacak ve organize piyasalarda yapılmaya başlanacak. Ve bunların da Türkiye’ye belki birtakım yansımaları olabilir. ~

4. MERKEZ BANKALARININ ROLÜ
Merkez bankalarının rolü şu anda tartışılıyor. Tartışılan hususlardan bir tanesi, merkez bankalarının para politikası uygulamalarındaki likidite yönetimiyle ilgili operasyonel çerçeve... İkinci husus, kesinlikle merkez bankalarının fiyat istikrarını sağlamanın yanında finansal istikrarı tesis etmeleri de görevlerin arasında saymaları gerekir. Eğer yasalarında böyle bir düzenleme yoksa, yasal bir düzenleme ile görevleri arasında girmesi gerekir. Başka bir tartışma konusu ise şu: Acaba merkez bankaları, varlık fiyatlarındaki şişkinlikleri ortadan kaldırmak için görev üstlenmelimidir. Ama bu konuda ortaya çıkmış bir konsensüs yok. Belki de 2010 yılında tartışılacak olan en önemli konulardan biri de bu olacak. Bir başka gelişme ise denetim ve gözetimin yeniden yapılandırılması. 2000’li yıllara gelinceye kadar yaklaşım merkez bankalarının gözetim ve denetim dışında kalabileceği, bunun bağımsız kuruluşlara verilebileceği şeklindeydi. Ve bu doğrultuda değişik ülkelerde değişik yapılandırmalar yapıldı. Bizim ülkemizde de farklı bir bağımsız otorite kuruldu. Fakat bu işlerin asıl çıkış yeri olan İngiltere’de günün en sıcak konusu, en şiddetli tartışması bu gözetim ve denetimin nasıl yapılacağı... Sonuçta merkez bankalarının rolü önümüzdeki dönemi işgal etmeye devam edecek önemli konulardan biri olacak.

5. DÜNYADA BÜYÜMENİN DEVAMI
Gelinen noktada tünelin sonundaki ışığın, güneş ışığı olduğunu görüyoruz. Dünyada, özellikle ABD ve Avrupa ekonomilerindeki yılın ikinci yarısındaki gelişmeler bize bunu gösteriyor. Burada sorulması gereken soru şu: Ortaya çıkan ekonomik toparlanma ne kadar güçlü, ne kadar sürdürülebilir? Herkesin kafasında tekrar bir çöküntüye uğrama olasılığı var mıdır? Burada yanıtım şu: PMI Endeksi 50’nin üstüne çıkınca, ekonomide canlanma var anlamına geliyor. Bu göstergesi 50’nin üzerinde olan ülke sayısı çok az, 6-7’yi geçmiyor. Fakat bizim ülkemizde haziran ayından bu yana hala 50’nin üzerinde ama ulaştığı en yüksek düzeyden bir miktar geride kaldı. Aradan verilen teşvik ve indirimleri de çıkarınca, geriye bir ana trend kalıyor. Ana trend hala 50’nin üzerinde… Ama bu ekonomik canlanmanın sürdürülebilir olması için bu rakamın ay be ay artışının sürekli olması gerekiyor. Ama şu anda bunu göremiyoruz. Sürekli artış gösteren birkaç ülke var; Çin, Brezilya ve Hindistan.…  Onun dışında sanayi üretim endeksi, kapasite kullanım oranına, yatırımlara, iç ve dış talebe bakınca, elimizdeki veriler, zayıf da olsa bir toparlanma olduğunu gösteriyor. ~

6. YENİ DÖNEMİN FAİZİ
“Faiz indiriminde perde kapandı mı” diye sorulduğunda, şunu söylemek mümkün: Bugün geldiğimiz noktada ekonomik aktivitenin seviyesi, emek piyasasındaki durum, iç talep koşulları, dış talep koşulları ve piyasanın beklentisini dikkate aldığımızda, bizim bir müddet durup olanı biteni gözlemlememiz gerekiyor. Zaten son Para Kurulu Toplantısı’nda da bu yönde karar aldık. Şu anda Merkez Bankası politika faiziyle, piyasada, Hazine’nin gösterge niteliğindeki faiz oranları arasında bir açılma söz konusu. Bizim bugüne kadar politika faiz karları değişiklikleri ile uzun vadeli faizleri etkileme gücümüz vardı. Geldiğimiz noktada bu biraz zayıfladı. Zayıfladığı için biz daha fazla faiz indirerek barutumuzu kullanmak istemiyoruz. Olay bu. Bunu bir miktar
gözleyeceğiz. Eğer önümüzdeki dönemde işler çok iyiye gider, beklentiler öngördüğümüzden hızlı gelişir ve talepte bir canlanma olur, ülkeye sermaye girişi başlarsa, o zaman Türkiye’nin risk priminde düzelme olur. Biz de buradan hareketle
faiz oranlarında bir indirim başlatabiliriz. Bunun tam tersi de olabilir. Risk iştahında bir
bozulma olabilir. Var olduğunu söylediğimiz, birkaç aydır gözlemlediğimiz ekonomik aktivide bir kesilme yaşanır ve ekonomik daralma tekrar baskın hale gelirse, bu da bize faiz alanında hareket olanağı verecek. Dolayısıyla bir müddet olanı biteni takip edeceğiz. Ona göre de operasyonlarımıza devam edeceğiz.

7. YABANCI YATIRIM DÜŞER Mİ?
Dünyada toplam likidite, önceki dönemki gibi olmayacak. Çünkü, bankaların sermaye yeterliliği oranları üzerine birtakım kısıtlar gelecek, oradaki denetimler genişleyecek. Türev enstrümanlar ve kaldıraç oranlarıyla ilgili birtakım düzenlemeler yapılacak. Bütün bunlar toplamda önceki dönemdeki kadar bol likidite olmayacağını bize söylüyor. Şu anda da var olan likiditenin önemli bir kısma kamu kaynaklı, yani merkez bankalarının yarattığı kaynaklardan oluşuyor. Bütün bunlara rağmen genelde dünyadaki ekonomik canlanmaya bağlı olarak, özellikle biz Türkiye’de işlerimizi doğru dürüst yapmaya devam edersek, Türkiye’de sermayenin getiri oranı diğer ülkelere göre yüksek olacağı için, sermaye girişi devam edecektir. Çerçeve bu olduğu sürece.

8. KRİZ SONRASININ KUR POLİTİKASI
Dilin kemiği yok. Herkes düşündüğü her şeyi söyleyecek. Bu tür şeyler beni rahatsız etmiyor. Dinliyorum. Fakat anlaşılması gereken bir şey var. Bizden önceki yönetim kur nedeniyle eleştirildi, biz de eleştiriliyoruz. O zaman bizden sonra gelen de eleştirilecek.
Fakat şunun ortaya konulması gerekiyor. Merkez Bankası’nın gerçekten kurla ilgili olarak yapılması istenilen hususu yapmaya gücü var mı? Merkez Bankası’nın her şeyi yapabileceği yönünde algılamalar var. Oysa, bizim yapabileceklerimiz var, yapamayacaklarımız var. Kuru onların isteği noktada tutmamız mümkün değil. Böyle bir gücümüz yok. İkincisi Merkez Bankası, kendisine verilen bir görevi yerine getirmeye çalışıyor. Bu görev ise fiyat istikrarıdır. Bunu yaparken de bir çerçeve içinde hareket ediyoruz. Bu çerçevede ülke birtakım siyasi tercihler kullanıyor. Kullandığı siyasi tercihler şunlar. Sermaye hareketleri serbest olacak. Kontrolleri kaldırdım demiş. Döviz kuru rejimini ise merkez bankası ile hükümet birlikte belirliyor. Böyle bir kur rejimi varken, dışına çıkmak, sabit kur sistemi uygulanıyormuş gibi davranmak mümkün değil. Bunu bizden istemeye hakkınız yok. O zaman bu çerçeveyi değiştirmeniz gerek. Bu çerçeveyi de merkez bankası yalnız belirlemiyor. Siyasi otorite ile belirliyor. Bu çerçeve böyle olduğu sürece Merkez Bankası mevcut politikalarını uygulamaya devam
edecektir. O da şudur; politika aracı olarak kısa vadeli faizleri kullanıyor. Döviz kuru politika aracı değildir. Ama merkez bankası finansman istikrarı açısından döviz kurundaki gelişmelere sırtını dönemez. Ve döviz kurlarındaki sistemin bir şekilde gündeminde tutmak zorundadır. Biz de bunu yapıyoruz. Kurlara etki etmeden, arz ve talep koşulları önceden belirlenmiş kurallar çerçevesinde kimseyi şaşırtmadan piyasadan döviz alalım diyorum. Ağustos’tan bu zaman kadar 4,5 milyar dolara yakın aldık. ~

9. DÖVİZE İLGİ DEVAM EDER Mİ?
Şirketlerin ve bireylerin dövize ilgisini eski alışkanlık, 30 yıllık birikim diye değerlendiriyorum. Bu alışkanlık hala etkilerini sürdürüyor. Dolayısıyla bugün geldiğimiz noktada yüzde 6,5’lik yıllık enflasyon önümüzde yıl hedef olarak gerçekleşecek. Fiyat istikrarının olması için bu enflasyonun yüzde 2’lere yakın bir yerde olmasını gerektiğini bilmeliyiz. Hala eski alışkanlıklar nedeniyle birtakım beklentiler var. İnsanlar bu alışkanlıkla hareketle beklenti oluşturuyorlar. Bir miktar para biriktiriyorlar. Bizim burada ki amacımız şu. Uyguladığımız para politikasıyla bunun giderek azaltılmasını hedefliyoruz. İçinde bulunduğumuz dönemde TL’nin güçlü, faizlerin düşük olması gerekiyor. Bizim artık mali disiplin, basiretli para politikası, tek haneli faiz ve tek haneli enflasyon dönemini sürdürmemiz gerekiyor. Türkiye’de yükümlülük ve varlık dolarizasyonu var. Bu da bir alışkanlıktır.

10. TL’DE GÜÇLÜ DÖNEM
Bugünden bağımsız olarak ileriye doğru baktığımızda Türkiye’de işler iyi yapıldığı, siyasi istikrar sağlandığı, makro reformların akıllıca sürdürüldüğü bir çerçevede, önümüzdeki 5-10 yılda TL güçlenmeye devam edecek. 1970’de Bretton Woods sistemi sona erdirildiğinde, paralar dalgalanmaya bırakıldığında, 360 yen 1 dolardı. Bugün 100 yenin altında bir dolar görüyoruz ve Japonya hala ihracat yapabiliyor. Çünkü, Türkiye’nin bugünkü demografik yapısı, sunduğu fırsatlar, emek piyasası ve konominin bulunduğu yapıyı dikkate aldığımızda, işlerimizi doğru dürüst yapmaya devam ettiğimiz sürece, Türkiye’de kurlar daha da güçlenecektir. Arada dalgalanmalar olacaktır.

11. BANKALAR VE KREDİ
Ekonomik canlanma giderek ivmelendiği ve kredi talebinin arttığı bir ortamda ben bankaların kredi verme iştahının giderek artacağını düşünüyorum. Ve Hazine’nin orta vadede borçlanma ihtiyacı ve borç çevirme oranının daha da aşağıya gelmesi gerektiği konusunda herkes hem fikir. Bu durumda önümüzdeki 2010 yılında bankaların bankaların daha ziyade kredi piyasasında yapacakları rekabetle para kazanacakları
nı, hazine kağıdına yatırım yapmaktansa buna yöneleceklerini düşünüyorum.

iŞ YARATMAYAN BÜYÜME!
Bu alanda bir takım iyileşmeler düzelmeler olacak. Geldiğimiz noktada işsizlikte de bir azalma söz konusu. Ama bu istenilen düzeyde değil. Yıllık bazda baktığımızda işsizlikte önemli bir artış yaşanıyor. Şu anda geçen yıla göre artış yüzde 3,5’in üzerinde. Bunun yüzde 1’i döviz artışından kaynaklanıyor. Bir kısmı da ekonomideki
daralmadan kaynaklanıyor. Ekonomiden daralmadan kaynaklanan kısma baktığınızda, örneğin inşaat sektörüyle, imalat sanayi karşılaştırdığımızda inşatta hafif artış var ama hizmet sektörü iş yaratmaya devam ediyor. Ama toplamda işsizlik artıyor. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde işsizliğin konjonktürel kısmı belirgin olarak faiz indirimleri ve aranan diğer sektörler bunu aşağı çekecek. Fakat yapısal kısım var. O yapısal kısım tasarruf oranlarının yetersizliği ve orta vadedeki tasarruf açığının kapatılması ile birebir ilgili. Dolayısıyla önümüzdeki dönem uzun vadeli Türkiye’de bu konuda yapılması gereken şey, Sosyal Güvenlik Reformu ve uzun vadeli tasarruf oranlarının artırılması.

BİR ALANDA AYRIŞMA

Bu kriz ortaya çıktığında, gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler ayrışacak diye bir söylem vardı. Ben şahsen o dönemde bu ayrışmaya inanmamıştım. Ama önümüzdeki dönemde bir alanda ayrışma olabilir diye düşünüyorum. Bu ayrışmada kamu finansmanı ile ilgili olarak yaşanacak. Kamu borcunun milli gelire oranı yüksek olan ülkeler ile kamu borcunun milli gelire oranı düşük olan ülkeler arasında bir ayrışma olabilir. Özellikle bu konuda etrafımızdaki ülkeler, Amerika Birleşik Devletleri ve Doğu Avrupa ülkelerinde kamu borcu önemli bir gösterge haline gelecek. Bu oranlar, orta vadeli ve uzun vadeli faizler üzerine baskı yapmaya devam edecek. Dolayısıyla ekonominin yeteri kadar toparlanmadığı, hala birtakım eksiklere ihtiyaç duyulduğu ama öbür taraftan da borç yükünün arttığı, orta ve uzun vadeli faizlerin yükselmeye başladığı, kamu finansman gücünün artmaya başladığı bir ülkede karşı karşıya gelecekler. Dolayısıyla burada kamu borç yükü az olan ülkelerin hareket alanları daha geniş olacaktır diye düşünüyorum. Türkiye ciddi olarak iyiler tarafında yer alacaktır.

GIDA FİYATLARINDA BOZULMA

Şimdi bizim gerek enflasyon raporumuzda gerekse para politikaları kurumu toplantılarında yaptığımız iletişimlerin içinde bunlar var. Biz bunları hesaba kattık. Dediğim gibi ne olacağı konusu zam yapıldıktan sonra konuşulur. 2010 yılının birinci
yarısında çok yüksek bir enflasyon görebiliriz. Ocak ayında yıllık bazda enflasyon yüzde 7,5’e ulaşabilir. Arkadaşlardan 2008 yılı aralık ayı ile 2009 yılı aralık ayının bir
hesabına bakmalarını, gıda ve enerji dışında yıllık enflasyonun ne olduğunu hesaplamalarını istedim. Arkadaşlar hesabı yaptıklarında, 2008 yılında, gıda ve enerjiyi dışarıda tuttuğumuzda aylık enflasyonun yüzde 0,25 olduğunu gördüler. Dolayısıyla enflasyonun temel öğelerinde bir bozulma söz konusu değil. Fakat özellikle gıdadan gelen bir bozulma dikkat çekiyor. Bunu da geçen zaman içinde izledik. Yılın birinci
yarısında enflasyonun hedefin üzerine çıkacağını ama yılın sonunda yine hedefe yakın olarak tamamlayacağını düşünüyoruz. Politikalarımızı buna göre yönetiyoruz.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz