Büyümenin dönüşü

2010 yılına girerken ekonomi, 2009'da tahminimize uygun bir seyir izledi.

17.07.2015 20:48:230
Paylaş Tweet Paylaş
Büyümenin dönüşü
Geçen yıl Capital’in ilk sayısının Konjonktür bölümü “Ekonomide Resesyon Dönemi” başlığını taşıyordu. Esasında o sırada 2008’in üçüncü çeyrek dönemine ait olan eldeki en son milli gelir verilerinde henüz küçülme görülmüyordu. Fakat biz öncü göstergelere dayanarak 2008’in son çeyreğinde küçülmenin başladığını yazmıştık. Bu küçülmenin 2009’a da sarkacağını tahmin ettiğimiz için de ekonominin bir resesyona girdiğini belirtmiştik. Çünkü ekonomide en az iki çeyrek üst üste küçülme olması resesyon olarak tanımlanıyor. Ayrıca o yazıda yaptığımız analiz sonucunda resesyona bir yıllık ömür biçmiş ve 2009’un son çeyrek döneminde büyümenin yeniden başlayacağı tahminimizi de sizlere iletmiştik. 2009’un sonraki aylarında yazdığımız yazılarda da bu temel büyüme senaryomuzu fazla değiştirmemiştik.
Şimdi 2010 yılına girerken geriye baktığımızda, ekonominin 2009’da büyük ölçüde tahminimize uygun bir seyir izlediğini görüyoruz. Resesyon bizim ilk tahminimizden daha şiddetli oldu ama süre açısından tam da öngördüğümüz şekilde gerçekleşti gibi. Burada “gibi” dememizin nedeni, elimizde henüz 2009’un dördüncü çeyrek dönemine ilişkin milli gelir verilerinin olmaması. Ancak geçen yıl resesyona giriş konusunda bizi yanıltmayan öncü göstergeler şimdi de son çeyrekte büyümenin yeniden başladığı sinyalini veriyor. Dahası bu büyüme 2010 yılına da sarkacak gibi görünüyor. Bir resesyon dönemi sonrasında ekonominin en az iki çeyrek üst üste büyümesini ise biz resesyondan çıkış olarak tanımlıyoruz.

SANAYİ ÜRETİMİ
Ekonominin 2009’un dördüncü çeyreğinde büyümeye dönüş yaptığına ilişkin en önemli sinyal sanayiden geliyor. Sanayi üretimi 14 ay süren bir düşüşten sonra ekim ayında yıllık bazda yüzde 6,5 yükseliş gösterdi. Biz geçen ay “Sanayide küçülmenin sonuna yaklaştık” başlıklı bir yazı yazmıştık ama sanayi üretimindeki yükselişin~ kasım veya aralık ayında başlamasını bekliyorduk. Dolayısıyla ekim ayındaki bu yükseliş bizim için de sürpriz oldu.
Kurban Bayramı tatilinin etkisi nedeniyle kasım ayında sanayi üretimindeki artış bu kadar yüksek çıkmayabilir. Fakat geçen yıl aralık ayına denk gelen Kurban Bayramı tatilinin bu yıl önceki aya kayması nedeniyle, yılın son ayında sanayi üretimi çift haneli bir artış bile gösterebilir. Bu nedenle son çeyrekte sanayi üretiminde yüzde 5’in üzerinde bir artış olduğunu tahmin ediyoruz. Türkiye’de sanayi üretimindeki değişim ile ekonominin genelindeki büyüme arasındaki korelasyon yüksek olduğundan, bu gelişmenin Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’da da (GSYİH) büyümeyi beraberinde getireceğini düşünüyoruz.
Bu arada ekonomide son çeyrekte yaşanan bu gelişmede “baz etkisi”nin önemli rolü olduğunu belirtelim. 2008’in son çeyrek dönemi küresel resesyonun derinleşmeye başladığı ve bize de aynen yansıdığı bir dönemdi. Dolayısıyla ekonominin normal üretim düzeyine biraz yaklaşmasının bile 2009’un aynı döneminde büyümeye imkan vereceği belliydi. Şimdi gerçekleşeni de tam olarak bu oluşturuyor.

DIŞ TİCARET
2009’un son çeyreğinde ekonominin yeniden büyümeye başladığına ilişkin güçlü bir sinyal de dış ticaret verilerinden geliyor. Ekim ayında tam 12 aylık bir aradan sonra ihracatta da yıllık bazda yükseliş gördük. Nominal verilerle yüzde 3,9 olarak görülen ekim ayındaki ihracat artışı, reel verilerle hesaplandığında yüzde 10,6’yı buluyor. Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) öncü gösterge niteliğindeki verileri, ihracattaki bu artışın 2009’un son iki ayında da sürdüğünü gösteriyor. TİM’in verilerine göre kasım ayında ihracat yüzde 1,5 artış gösterdi. Yine TİM’in verilerine göre aralık ayının ilk 22 gününde ise ihracatta yüzde 32,3’lük artış söz konusuydu. Bu ihracat artışı büyük ölçüde Avrupa’daki resesyonun sona ermesinden ve de yukarıda bahsettiğimiz baz etkisinin devreye girmesinden kaynaklanıyor. Dış talebin yeniden artmaya başlaması 2009’un son çeyreğinde büyümenin de yeniden başlamasına imkan verdi gibi görünüyor.
Bu arada ithalattaki gelişmeler de 2009’un son çeyreğinde büyümenin yeniden başladığına ilişkin sinyal veriyor. İthalattaki düşüş ekim ayında reel olarak yüzde 1,6’ya kadar geriledi. Kasım veya aralık ayında ithalatın da~ yeniden yükselişe geçtiğini tahmin ediyoruz. Türkiye’nin ithalatı büyük ölçüde üretimde kullanılan hammadde ve aramallarından oluşuyor. Bu nedenle ithalatın yeniden yükselişe başlaması üretimin de yükseldiği anlamına geliyor.

TÜKETİM VE YATIRIM
Resesyonla mücadele amacıyla bazı dayanıklı tüketim mallarına uygulanan vergi indirimleri nedeniyle 2009’da tüketime ilişkin göstergelerde zigzaglı bir seyir izledik. Vergi indirimlerinin ilk devreye girdiği ikinci çeyrekte tüketimde artış yaşanmıştı. Vergi indirimlerinin bir bölümünün geri alındığı haziran ay��ndan itibaren ise tüketimde duraklama görüldü. Fakat bu indirimlerin son ayı olan eylülde tüketimde yine sıçrama vardı. Gelecek aylardaki talebi öne çeken bu sıçramanın sonrasında ekim ayında tüketimde düşüş yaşandı. Kasım ayında ise tüketimde az da olsa yine artış olduğunu gördük. Bu yükselişin aralık ayında da sürdüğünü tahmin ediyoruz. Bu nedenle tüketim göstergelerinden gelen sinyalin de 2009’un son çeyreğinde büyümenin yeniden başladığına işaret ettiğini söyleyebiliriz.
Yatırım eğiliminden gelen sinyal ise biraz karışık. Şirket kuruluşları baz etkisi faktörüyle ekim ayından itibaren yeniden yükselişe geçti ama bu açıdan daha önemli bir gösterge olan sermaye malı ithalatında reel olarak düşüş devam ediyor. Yatırımların gerçek anlamda canlanmasının 2010’un ortalarını bulacağını tahmin ediyoruz. Fakat yatırım eğilimindeki zayıflık 2009’un son çeyreğinde ekonominin yeniden büyümeye geçmesini engellemiş gibi de görünmüyor.
~
2010 TAHMİNLERİ
2009’un son çeyreğinde büyümenin yeniden başlamasını sağlayan baz etkisi 2010’un büyük bölümünde de bizimle birlikte olacak. Bu etki özellikle ilk çeyrekte had safhaya varacak. Bu nedenle ekonominin mevcut performansını koruması halinde bile 2010’da yüzde 4-5 dolayında bir büyümenin mümkün olduğunu tahmin ediyoruz.
İki alanda yaşanabilecek gelişmeler 2010’da büyümeyi bu bveklentimizin üzerine veya altına çekebilir. Bu alanlardan biri küresel ekonomiyle ilgili. Şimdilik beklentiler 2010’da küresel ekonomideki büyümenin yavaş bir seyir izleyeceği yönünde. Küresel ekonomideki büyüme beklenenden daha hızlı olursa, dış talepteki bu olumlu gelişme bizim büyümemizi de hızlandıracak. Küresel ekonomideki büyümenin yeniden durması halinde ise bunun bize de olumsuz yansıması olacak. Ancak küresel ekonominin yeniden resesyona gireceği (çift dipli yani “W” tipi resesyon senaryosu) yönündeki tahminlere çok fazla itibar etmediğimizi belirtelim. Dolayısıyla 2010’da küresel ekonomiden daha çok yukarı yönlü bir sürpriz gelebileceğini tahmin ediyoruz.

GÜVEN İHTİYACI

2010’da büyümeye etki edecek ikinci alan ise yurtiçindeki gelişmelerle ilgili. Halihazırda ekonomide geleceğe güven düzeyi oldukça düşük. Bu güvensizlik yatırım ve tüketim eğilimini frenleyerek büyümenin daha fazla hızlanmasına engel oluyor.
Ekonomide geleceğe olan güven bir ölçüde yurtiçi ve küresel ekonomideki gelişmelerle ilgiliyken bir ölçüde de siyasi gelişmelere endeksli. Son üç yıldır yaşanan siyasi gelişmeler bu açıdan pek de olumlu olmadı. Darbe senaryoları ve Kürt sorunundaki çözümsüzlük ekonomiye olan güveni de olumsuz etkiliyor.~
Ekonomiye olan güveni arttırabilmek için hükümetin 2010’da bir yandan bu siyasi sorunların çözümü yolunda adımlar atması, bir yandan da yeniden yükseliş gösteren kamu açıklarına ilişkin etkili önlemleri devreye sokması gerekiyor. Bu konularda gelişme sağlanması halinde büyüme beklediğimizden daha hızlı olabilir. Bu konularda işlerin daha da kötüye gitmesi halinde ise 2010’da bizim beklediğimizden daha düşük bir büyüme oranıyla yetinmek zorunda kalabiliriz.

ÜÇÜNCÜ ÇEYREKTE KÜÇÜLME İYİCE HIZ KESTİ
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2009’un üçüncü çeyrek dönemine ilişkin milli gelir verilerini geçen ay yayınladı. Yayınlanan verilere göre üçüncü çeyrekte Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) yıllık bazda yüzde 3,3 küçülmüş durumda. Buna göre ekonomide 2008’in son çeyreğinde başlayan küçülme üst üste dördüncü çeyrek dönemde de sürerken, bu küçülmenin iyice hız kestiği dikkati çekiyor. Ekonomideki küçülme 2009’un ilk çeyreğinde yüzde 14,7’yi bulmuş, ikinci çeyrekte ise yüzde 7,9 olarak gerçekleşmişti.
Milli gelir verilerinin ayrıntılarına baktığımızda, üçüncü çeyrekte ekonomideki küçülmenin hız kesmesinde iki faktörün çok belirleyici olduğunu görüyoruz. Bunlardan birincisi özel sektör yatırımlarındaki düşüşün biraz olsun hız kesmesi, ikincisi de stoklardaki erimenin sonuna gelinmesi. Özel sektör yatırımlarındaki düşüş büyümeye ilk çeyrekte 7,5, ikinci çeyrekte ise 6,4 puanlık negatif katkı yapmıştı. Üçüncü çeyrekte bu negatif katkı 3,5 puana indi. Stoklardaki erimenin negatif katkısı ise ilk çeyrekte 7,8 ve ikinci çeyrekte 4,3 puan olurken, üçüncü çeyrekte 1,3 puana kadar geriledi.
Hanehalkı tüketiminin büyümeye katkısında önceki çeyrek döneme göre önemli bir değişiklik yok. Kamu tüketimindeki artışın ise büyümeye 0,5 puanlık pozitif katkı yaptığı dikkati çekiyor. Ancak kamu yatırımlarının düşüşe geçmesi nedeniyle 0,4 puanlık bir negatif katkı ortaya çıktığından, toplamda kamu harcamalarının büyümeye katkısı sadece 0,1 puan olarak kalıyor.
İhracattaki düşüş biraz yavaşlarken ithalattaki düşüşün daha fazla yavaşlaması ise net ihracattan büyümeye gelen pozitif katkıyı azaltmış durumda. İkinci çeyrekte 3,5 puan olan net ihracatın büyümeye katkısının üçüncü çeyrekte 2 puana indiği görülüyor.~
Sektörel büyüme oranlarına baktığımızda ise tarım ve finans sektörlerinin büyümeye pozitif katkıda bulunmaya devam ettiğini görüyoruz. İmalat sanayi, ticaret ve ulaştırma-haberleşme sektörlerinde küçülmenin hız kesmesi ise büyümeye olan negatif katkılarını epey azaltmış durumda. Yalnız inşaat sektöründe küçülmenin hala ciddi boyutlarda olduğu ve büyümeye negatif katkısının da aynen devam ettiği görülüyor.

PARA POLİTİKASINDA SABİT FAİZ DÖNEMİ
Merkez Bankası’nın Para Politikası Kurulu (PPK), aralık ayındaki toplantısında politika faizinde değişiklik yapmadı. Böylece politika faizinde 2008’in kasım ayından beri süren indirim dönemi sona ermiş oldu.
Merkez Bankası, politika faizi olarak, Bankalararası Para Piyasası’nda uyguladığı gecelik borç alma ve borç verme faiz oranlarını kullanıyor. Piyasalar bu oranlardan daha çok borç alma faizine odaklanıyor. 13 ay süren indirim döneminde bu politika faizi tam 10,25 puan aşağı çekildi ve yüzde 16,75’den yüzde 6,50’ye indirildi. Merkez Bankası’nın bu agresif faiz indirimleri, piyasa faizlerinin de tek haneye inmesini sağladı. Piyasalar zaman zaman bu indirimleri takip etmekte nazlandı ama sonuçta Merkez Bankası’nın dediği oldu. Özellikle geçen ağustos ayında yaşanan kırılmayla faizler hiç beklenmedik seviyelere kadar indi.
Politika faizinde indirimin başlaması piyasalar için sürpriz olmuştu. Çünkü resesyonun derinleşmeye başladığı o dönemde sermaye çıkışı yaşanıyor ve bu nedenle kurlar da yükseliyordu. Sermaye çıkışını ve dolayısıyla kurlardaki artışı daha da hızlandırabileceği düşüncesiyle faiz indirimlerine karşı çıkılıyordu. Hatta tam tersine Merkez Bankası’nın faizleri yükselterek sermaye çıkışını engellemeye çalışması gerektiğini söyleyenler de vardı. Fakat Merkez Bankası bu söylemlere itibar etmedi ve küresel resesyon nedeniyle enflasyonu düşürücü faktörlerin ortaya çıkmasını da fırsat bilerek ekonomiyi desteklemek amacıyla faiz indirimlerini başlattı. Bizce böylece doğrusunu da yaptı. İlk aylarda piyasa beklentilerinin üzerinde yani şok yaratacak şekilde gerçekleştirilen bu faiz indirimleri, 2009’un bahar aylarından itibaren ise beklentiler doğrultusunda~ şekillenmeye başladı. Geçen ay faiz indirimlerine son verilmesi de yine piyasa beklentilerine uygun olarak gerçekleşti.
Merkez Bankası, şimdi 2010 yılının sonuna kadar politika faizini sabit tutmayı planlıyor. Çünkü gerek küresel ekonomide gerekse Türkiye ekonomisinde yavaş bir büyüme beklediği için, iç ve dış talep koşulları ile petrol ve emtia fiyatlarında enflasyonu yükseltici yönde gelişmeler yaşanmayacağını tahmin ediyor. Ancak enflasyonda daha fazla düşüş beklentisi de yok. Bu şartlar altında faizleri yıl sonuna kadar sabit tutabileceği hesabını yapıyor. Fakat piyasa beklentileri tam bu şekilde değil. Beklentiler Merkez Bankası’nın yıl sonundan önce politika faizinde yükselişe gidebileceği yönünde.
Bunun birkaç gerekçesi var. Bu gerekçelerden biri enflasyonun tam olarak Merkez Bankası’nın öngördüğü şekilde bir seyir izlemeyeceği beklentisi. Merkez Bankası, yılın ilk yarısında baz etkisiyle yükselen enflasyonun ikinci yarıyılda yeniden yüzde 5-6 seviyesine doğru düşeceğini tahmin ediyor. Fakat piyasalar bundan o kadar emin değil. Bu nedenle de yılın son çeyreğine doğru Merkez Bankası’nın faiz artırımına mecbur kalacağı düşünülüyor. Bu konudaki bir başka gerekçe ise gelişmiş ülkelerdeki merkez bankalarının 2010 yılında yavaş yavaş para politikasında sıkılaştırmaya gitmeye başlayacakları beklentisi. Dünyada faizler yükselişe geçtiğinde bizim Merkez Bankası’nın da ister istemez bunu takip etmek zorunda kalacağı tahmin ediliyor.

ENFLASYONDA YÜZDE 5’LİK ORTA VADELİ HEDEF MAKUL

Merkez Bankası, 2010 yılında uygulayacağı para ve kur politikasının ayrıntılarını 2009’un son ayında açıkladı. Her yıl olduğu gibi bu açıklamada gelecek üç yılın enflasyon hedefleri de yer aldı. Yüzde 6,5 ile yüzde 5,5’lik 2010 ve 2011 yılı enflasyon hedeflerini önceden bilirken, bu açıklamayla 2012 yılı enflasyon hedefinden de haberdar olmuş olduk. Yapılan açıklamaya göre 2012 yılının enflasyon hedefi yüzde 5 olarak belirlenmiş durumda.
Bu konuyla ilgili olarak yayınlanan “2010 Yılında Para ve Kur Politikası” başlıklı metinde, 2012 yılı enflasyon hedefinin neden yüzde 5 olarak belirlendiğine ilişkin ayrıntılı bir açıklama var. Bu açıklamadan anladığımız kadarıyla yüzde 5’lik hedef sadece 2012 yılı için geçerli olmayacak ve sonraki yıllarda da varlığını koruyacak gibi. Yani Merkez Bankası orta vadede enflasyonu yüzde 5 seviyesinde tutmayı hedefleyecek gibi görünüyor. Tabii bu hedefin etrafındaki 2’şer puanlık belirsizlik aralığını da hesaba katarsak, orta vadeli hedef fiilen yüzde 3-7 aralığı oluyor.~
Merkez Bankası, daha önce 2007 yılından itibaren yüzde 4’lük bir orta vadeli enflasyon hedefi belirlemişti. Ancak bu hedefe yaklaşmanın bir türlü mümkün olmaması üzerine 2008’de sonraki üç yıla ilişkin hedefler yenilenip yükseltilmişti. Şimdi orta vade için yüzde 4 yerine yüzde 5’lik bir hedef belirlenmesi bazı iktisatçıların itirazına neden oldu. Fakat bize Türkiye şartlarında bu hedef daha makul geliyor. Yıllar önce yüzde 4’lük orta vadeli hedef ilk belirlendiği sıralarda da Türkiye’de enflasyon ile büyüme arasındaki ilişkide yüzde 6 seviyesinde bir eşik olduğunu ve büyümeden fedakarlık etmeden enflasyonu bu seviyenin altına indirmenin mümkün olmadığını yazmıştık (bkz. Capital, Mart 2006, Sayı 3). O yazıda işsizlik sorununun ağırlaşması nedeniyle büyümeden fedakarlık edecek durumda olmadığımızı da belirtmiştik. Sonraki yıllarda yaşanan gelişmeler bizi haklı çıkarmıştı. Şimdi de ancak küresel resesyon nedeniyle yüzde 5-6 arasına indirebildiğimiz enflasyonu bu seviyelerde tutmaya çalışmanın daha mantıklı olacağını düşünüyoruz. Çünkü işsizlik bugün daha da ağırlaşmış bir sorun ve büyümeden fedakarlık edecek halimiz hala yok.
Bu arada enflasyondaki son gelişmelere de değinelim. Kasım ayında enflasyon beklediğimiz gibi baz etkisi nedeniyle yükselişe geçti. Ekim ayında yüzde 5,08 ile dip yapan yıllık enflasyon kasım ayında yüzde 5,53’e yükseldi. Aralık ayında da baz etkisi enflasyonu yükseltici yönde çalışacağı için 2009’un yüzde 6 civarında bir enflasyonla kapandığını tahmin ediyoruz. Bu oran yüzde 7,5’lik hedefin belirgin olarak altında ama belirsizlik aralığının dışına taşılmış değil. Bu durumda üç yıllık bir aradan sonra Merkez Bankası enflasyon hedefini yeniden tutturmayı başarmış oluyor.
~
2010’DA YATIRIMLARDA ARTIŞ BEKLENTİSİ VAR
Merkez Bankası, imalat sanayiindeki firmaların yatırım eğilimlerini tespit edebilmek amacıyla, yılda iki kez Yatırım Anketi düzenliyor. Bu anketlerin birincisi bahar döneminde, ikincisi ise güz döneminde yapılıyor. 2009’un güz döneminde yapılan anketin sonuçları kasım ayının sonlarına doğru yayınlanmıştı. Bu anketin sonuçlarını incelediğimizde şu değerlendirmeleri yapmak mümkün oluyor:
* İmalat sanayiindeki firmalar 2010’da yatırımlarını ciddi ölçüde arttırmaya planlıyor. Ankete göre 2010’da yatırım harcamalarında beklenen artış oranı yüzde 29’u buluyor.
* Yatırımlardaki bu artış beklentisi daha çok büyük firmalar için geçerli. Çalışan sayısı 500’ü aşan firmaların yatırım harcamalarında bekledikleri artış yüzde 38,1 olarak hesaplanıyor. Çalışan sayısı 250-500 arasında olan firmalarda planlanan yatırım harcaması artışı yüzde 17,4 düzeyinde. Çalışan sayısı 50-250 arasında olan firmalarda planlanan yatırım harcaması artışı ise yüzde 11,7’de kalıyor.
* 2010 yılındaki yatırımlarının yüzde 29,3’lük bölümünün yıpranmış tesis ve ekipmanların değiştirilmesi amacıyla yapılacağı tahmin ediliyor. Üretimde verimliliğin arttırılmasına yönelik yatırımların oranı da yüksek ve yüzde 29,3 düzeyinde bulunuyor. Üretim kapasitesinin arttırılmasına yönelik yatırımların oranı ise yüzde 20,8 olarak hesaplanıyor. Kapasite arttırımların sınırlı kalması, 2010’da yatırımların pek istihdam dostu olmayacağını düşündürüyor.
* 2010 için planlanan yatırım harcamaları daha çok beklenen talep artışıyla bağlantılı. Talep faktörünün yüzde 40,2 oranında yatırımları arttırıcı etkisi olduğu görülüyor.
* İmalat sanayiindeki firmaların 2010’da yatırımlarda yüzde 29 gibi yüksek bir oranda artış planlaması olumlu bir gelişme. Ancak bu planların hayata geçmesinde bu yıl ekonomide yaşanacak gelişmeler de önemli. 2009 yılına girilirken de imalat sanayiindeki firmalar yatırımlarda artış planlıyordu ama sonuçta gerçekleşme düşüş yönünde oldu. Ekonominin performansında ve geleceğe güvende bir yükseliş olmazsa, 2010’da yatırım artışı beklentilerin çok altında kalabilir.

GELİR DAĞILIMI EN FAZLA AKDENİZ’DE BOZUK
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), gelir dağılımını daha doğru bir şekilde tespit etmek amacıyla 2006 yılından itibaren başlattığı “Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması” isimli yeni bir çalışmanın ilk sonuçlarını geçen ay açıkladı. Bu araştırma sadece Türkiye geneli için değil, istatistiksel sınıflandırma için oluşturulan 12 bölge bazında da gelir dağılımı sonuçlarını veriyor. Bu sonuçları incelediğimizde şu hususlar ön plana çıkıyor:~
* Türkiye genelinde gelir dağılımı 2006 yılında biraz düzelmiş durumda. Eşdeğer hanehalkı kullanılabilir gelirine göre sıralı yüzde 20’lik fert grupları itibariyle oluşturulan dağılımdan elde edilen gini katsayısı 2005 yılında 0,43 iken, 2006 yılında 0,41’e düşüyor. Gelir dağılımı eşitsizliği ölçütlerinden biri olan gini katsayısı, sıfıra yaklaştıkça eşitliği, 1’e yaklaştıkça bozulmayı ifade ediyor.
* Kentlerde gelir dağılımı kırsal kesime göre biraz daha bozuk. Hem 2005’te hem de 2006’da kentlerdeki gibi katsayısı kırsal kesimdekinden 0,01 puan daha yüksek çıkıyor.
* Türkiye’de gelir dağılımının en bozuk olduğu bölge Akdeniz. Bu bölgede gini katsayısı hem 2005 hem de 2006’da 0,42 olarak hesaplanıyor. Dolayısıyla Türkiye genelinin aksine 2006’da Akdeniz’de gelir dağılımında düzelme de olmamış durumda.
* Ülkemizde gelir dağılımının en adil olarak dağıldığı bölge ise Batı Marmara. Bu bölgede gini katsayısı 2006 yılı için 0,32 olarak hesaplanıyor.
* En düşük gelire sahip olan Güneydoğu Anadolu ile Ortadoğu Anadolu’da gelirin dağılımı da adil değil. 2006 itibariyle gini katsayısı Ortadoğu Anadolu’da 0,40, Güneydoğu Anadolu’da 0,37 düzeyinde bulunuyor.
* En yüksek gelire sahip olan İstanbul’da en fakir yüzde 20’nin geliri, en düşük gelire sahip olan Güneydoğu Anadolu’daki en zengin ikinci yüzde 20’nin gelirini aşıyor. Bu da İstanbul’a göçün herşeye rağmen niye hala durmadığını açıklıyor.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz