Döviz kuru ve ekonomi

Döviz kurları geçen yılın mayıs ayından beri yükseliyor. Geçen yıl bu sıralarda 1,80 TL’nin altında olan dolar kuru, bu yazının yazıldığı sırada 2,26 TL dolayındaydı.

4.10.2014 14:03:200
Paylaş Tweet Paylaş
Döviz kuru ve ekonomi
10 Mayıs 2013-23 Ocak 2014 arasındaki 258 günlük dönemde dolar kurunda yaşanan toplam artış yüzde 26, günlük ortalama artış ise yüzde 0,09 olmuştu.
Bu tür hızlı kur artışlarının ekonomi üzerinde bir olumlu iki de olumsuz etkisi var.  Olumlu etki cari işlemler dengesinin düzelmesi, olumsuz etki ise enflasyonun yükselmesi ve büyümenin düşmesi şeklinde ortaya çıkıyor. Genelde de olumsuz etki daha ağır basıyor.

Tabloları görmek için görsele tıklayın.

Türkiye yakın tarihte buna benzer 6 hızlı kur artışı dönemi yaşadı. Bunların çok şiddetli olanları ekonomiyi yere sererken diğerlerinin etkisi nispeten sınırlı oldu. Son kur artışı burada kalırsa yine sınırlı bir etkiyle durumu kurtarmak mümkün. Fakat böyle devam ederse bu kur artışının ekonomiye faturası giderek kabaracak.

Ekonomide aylardır en çok döviz kurunu konuşuyoruz. Nedeni gayet açık. Geçen yıl bu sıralarda 1,80 TL’nin altında olan dolar kuru, biz bu yazıyı yazdığımız sırada 2,26 TL dolayındaydı. Dolar kuru, mayıs ayında başlayan yükseliş sonucunda 8 ayda yüzde 26 civarında artış göstermişti. 2 TL’lik psikolojik sınır çoktan aşılmış ve daha da ötelere gidilmişti. ~
Bu yükselişin nerede duracağı da belli değildi. Bu nedenle de herkes kara kara döviz kurundaki bu artışın ekonomiyi nasıl etkileyeceğini düşünmeye başlamıştı. Döviz kurundaki hızlı artışlar, ekonomiyi temelde iki kanaldan etkiliyor. Bunlardan birincisine “fiyat etkisi”, İkincisine de “bilanço etkisi” diyebiliriz. Bu iki etkinin enflasyon, cari işlemler dengesi ve ekonomideki büyüme üzerinde çeşitli yansımaları oluyor.

FİYAT ETKİSİ
Fiyat etkisi, kur artışlarının ithal ürünlerin TL cinsinden fiyatlarını artırması ve ihraç ürünlerinin döviz cinsinden fiyatlarını düşürmesi şeklinde tecelli ediyor. Örneğin 100 dolara ithal edilen bir ürünün TL cinsinden fiyatı dolar kuru 1,75 TL iken 175 TL olurken, dolar kuru 2,25 TL’ye çıktığında 225 TL’ye yükseliyor.

100 TL’lik bir ihraç ürününün dolar cinsinden fiyatı ise dolar kuru 1,75 TL iken 57 dolar olurken, dolar kuru 2,25 TL’ye çıktığında 44 dolara iniyor. Fiyat etkisi enflasyona olumsuz, cari işlemler dengesine olumlu yansıyor. İthal ürünlerin TL cinsinden fiyatlarındaki artışın, bu ürünlerin tüketici fiyat endeksindeki payı oranında, enflasyonu yükselteceği gayet açık.

Kur artışlarının enflasyona ikinci yansıması da ithal girdi kullanımının yoğun olduğu sektörlerin ürünlerinin fiyatlarının yükselmesiyle gerçekleşiyor. Kur artışlarının cari işlemler dengesine olumlu yansıması ise TL cinsinden fiyatları artan ithal ürünlere olan iç talebin ve dolayısıyla ithalatın düşmesinden, dolar cinsinden fiyatı düşen ihraç ürünlerine olan dış talebin ve dolayısıyla ihracatın yükselmesinden kaynaklanıyor.~
Fiyat etkisinin ekonomideki büyümeye nasıl yansıyacağı ise duruma göre değişiyor. Kur artışlarının ihracatı yükseltmesi, dış talepten büyümeye gelen katkıyı artırıyor. Ancak yurtiçindeki fiyat artışları da tüketicinin satın alma gücünü törpüleyip iç talepten büyümeye gelen katkının azalmasına neden oluyor.

Ekonomideki büyüme üzerindeki net etki, bu iki zıt yönlü etkiden hangisinin daha baskın çıkacağına bağlı olarak değişiyor. Türkiye’de iç talebin ekonomideki payı dış talepten daha yüksek olduğundan, kur artışlarının bu kanaldan büyümeye yansıması genelde olumsuz oluyor.

BİLANÇO ETKİSİ
Hızlı kur artışlarının ekonomiye yansıdığı ikinci kanal olan bilanço etkisi, bazı şirketlerin dövizde açık pozisyona sahip olmalarından, yani döviz cinsinden borçlarının döviz cinsinden alacaklarının çok üzerinde bulunmasından kaynaklanıyor.

Bu durumdaki şirketler, döviz kurunun hızlı yükseldiği dönemlerde, vadesi gelen dış borçlarını ödemek için önceden öngördüklerinden çok daha fazla TL cinsi kaynak kullanmak zorunda kalıyor. Bu da doğal olarak yatırımlar için daha az kaynak kalmasına neden oluyor. Bu dönemlerde yeni dış kaynak bulmak da zorlaştığından yatırım projeleri askıya alınıyor.

Böyle dönemlerde döviz açık pozisyonu çok yüksek olan bazı şirketler iflasa kadar sürüklenebiliyor. Dolayısıyla bilanço etkisi ekonomideki büyümeye olumsuz yansıyor.~
Hızlı kur artışlarının ekonomi üzerinde bir de “sanal etkisi”nin olduğunu söyleyebiliriz. Sanal etki, döviz kuru arttığında dolar cinsinden hesaplanan bazı verilerin değişmesinden kaynaklanıyor.

Örneğin dolar cinsinden hesaplanan milli gelir verileri düşüyor. Uluslararası karşılaştırmalar, genelde dolar cinsinden hesaplanan milli gelir verileriyle yapıldığından, bu durum hızlı kur artışlarının olduğu dönemlerde bu sıralamalarda aşağıya düşmemize yol açıyor.

Nitekim biz bu yazıyı yazarken son kur artışlarının Türkiye’yi büyük ekonomiler sıralamasında 17’nci sıradan 18’inci sıraya düşürdüğü şeklinde hesaplar yapanlar vardı. Fakat günlük tartışmalarda ön plana çıkan bu sanal etkilerin gerçekte fazla bir önemi yok.

ÇİLLER'İN YARATTIĞI FIRTINA
Döviz kurlarında 8 aydır yaşanan yükseliş ekonomiyi yukarıda belirttiğimiz kanallar üzerinden etkileyecek. Bu etkinin derecesi ise söz konusu yükselişin daha ne kadar süreceği ve döviz kurunun nereye kadar çıkacağına bağlı olarak değişecek.

Türkiye’nin yakın tarihinde buna benzer 6 yükseliş dönemi yaşadık. Bunların listesini ve ekonomiyi nasıl etkilediğini gösteren bir tablo Konjonktür’ün ikinci sayfasında yer alıyor. Bu tablo, 2001 yılında dalgalı kur sistemine geçildikten sonra bu tür dönemlerin sayısının arttığını gösteriyor.~
Ancak söz konusu dönemlerin sayısı artarken kur artışlarının şiddetinin azaldığı ve ekonomiye etkisinin de yumuşadığı göze çarpıyor. Yakın tarihte en şiddetli kur artışı, 1994 yılında yaşanmıştı. Zamanın Başbakanı Tansu Çiller’in faizleri düşürmek için 1993 sonlarında bazı Hazine ihalelerini iptal ettirmesi, 1994 başında dövize talebinin yükselmesine yol açmıştı.

Mart ayındaki yerel seçimler nedeniyle duruma hemen müdahale etmeyen hükümet, ancak nisan ayı başında bir istikrar paketi açıklamıştı. Sonuçta o zamanın 6 sıfırı atılmamış parasıyla 26 Ocak’ta 15 bin 160 TL olan dolar kuru, 7 Ni-san’da 39 bin 850 TL’de zirve yapmıştı.

71 gün süren bu dönemde dolar kuru toplam yüzde 162,5 artış gösterirken günlük ortalama artış yüzde 1,37 olarak gerçekleşmişti. Bunun sonucunda cari işlemler dengesindeki açık, fazlaya dönüşmüş ama enflasyon üç haneli düzeye fırlarken ekonomi ise yüzde 5,5 küçülmüştü.

DALGALI DONEMİN DALGALARI
Buna benzer bir gelişmeyi, 2001’de de yaşadık. Bu seferki neden 2000 yılı başında uygulanmaya başlayan ve sürünen kur politikasına dayanan Enflasyonu Düşürme Programı’nın siyasi bir krizin de etkisiyle iflas etmesiydi. 22 Şubat’ta kurlar dalgalanmaya bırakılınca ani bir sıçrama yaşanmış, bu yükseliş daha sonra da sürmüştü.

Sonuçta 22 Şubat’ta bugünün parasıyla 69 kuruş olan dolar kuru, 22 Ekim’de 1,64 TL ile zirve yaptı. Dalgalı dönemin bu ilk dalgası 242 gün sürerken toplam kur artışı yüzde 138,9 olmuş, günlük ortalama artış ise yüzde 0,36 olarak gerçekleşmişti.~
Bu dalganın ekonomi üzerindeki etkisi ise 1994’tekine oldukça benzerdi. Cari işlemler dengesindeki açık yine fazlaya dönerken enflasyon yüzde 39’dan yüzde 68,5’e fırlamış, ekonomide ise yüzde 5,7 küçülme yaşanmıştı.
Dalgalı dönemin ikinci dalgası 2002’de yaşandı.

Bu sefer zamanın Başbakanı Bülent Ecevit’in hastalanması ve zaten çok uyumlu hareket etmeyen üç partili koalisyon hükümetinin çatırdaması dalgayı başlattı. Bunun üzerine bir de erken seçim kararı geldi. 15 Nisan’dan 30 Temmuz’a kadarki 106 günde dolar kuru yüzde 31,2 yükseliş gösterdi.

Günlük artış yüzde 0,26’ydı. Şiddetinin düşük olması ve nispeten kısa bir sürede sona ermesi nedeniyle bu dalganın ekonomiye çok fazla bir yansıması görülmedi. 4 Mayıs-26 Haziran 2006 arasında yaşanan bir sonraki dalga ise oldukça şiddetliydi.

Bu dönemde dolar kuru günde ortalama yüzde 0,48’lik artış gösterdi ki bu oran 2001 krizindekinden bile yüksekti. Fakat bu dalga oldukça kısa ve sadece 53 gün sürdü. Bu nedenle ekonomi üzerindeki etkisi sınırlı kaldı. Sadece enflasyonun 2 puan yükselmesi ve ekonomideki büyümenin biraz hız kesmesi sonucunu verdi.

KÜRESEL KRİZİN DALGASI
Bir sonraki hızlı kur artışı, 2008’in ikinci yarısıyla 2009’un başlarında yaşandı. Bunun nedeni ise küresel krizin kapıyı çalmasıydı. Bu seferki kur artışı 217 gün sürdü ve bu dönemde dolar kuru toplam yüzde 56,7 artış gösterdi. Günlük ortalama artış yüzde 0,21’di.~

Bu kur artışının ekonomi üzerindeki etkileri 2008 ve 2009 yıllarına bölündü. Kur artışı enflasyona derhal yansıdı ve 2008’de çift haneye çıkardı. Fakat talepteki gerileme nedeniyle 2009’da enflasyon düştü. Cari işlemler dengesinde 2009’da düzelme gözlendi. Ekonomideki büyüme 2008 yılında yüzde 0,7’ye indi. 2009 yılında ise yüzde 4,8 küçülme yaşandı.

Bundan önceki son hızlı kur artışını 2011 yılında yaşadık. Bu kur artışının şiddeti yüksek değildi ama uzun bir süreye yayıldı. 11 Nisan ile 30 Aralık arasındaki 263 günde dolar kuru ortalama yüzde 0,09’luk artış gösterdi. Toplam artış yüzde 27,5 olarak gerçekleşti.

Bu kur artışı, ekonomiyi bir önceki dönemdekine benzer ama daha hafif şekilde etkiledi. 2011 yılında çift haneye çıkan enflasyon, 2012’de eski seviyesine döndü. 2011’de bozulmaya devam eden cari işlemler dengesinde 2012’de biraz düzelme yaşandı. Ekonomideki büyüme de 2012’de epey yavaşladı ve yüzde 2,2’ye düştü.

SON ARTIŞIN GELECEĞİ
Döviz kurlarında geçen mayıs ayından beri yaşadığımız son artış, şimdilik bundan önceki dönemdekine benziyor. Dolar kuru 10 Mayıs’taki 1,79 TL’lik seviyesinden 23 Ocak’taki 2,26 seviyesine çıkarken toplam yüzde 26 artış gösterdi.~
Bu dönemdeki 258 gündeki ortalama artış ise yüzde 0,09 olarak gerçekleşti. Bu da önceki dönemde yaşanan günlük ortalama artışla tam olarak örtüşüyor.

Bu dönem burada kapanacak olsa ekonomide önceki kur artışı dönemindekine benzer bir etki bekleyebiliriz. Yani böyle bir durumda 2014’ün ortalarına kadar enflasyonda bir yükseliş ve sonra düşüş, cari işlemler dengesinde biraz düzelme ve ekonomideki büyümede de bir miktar gerileme öngörülebilir.

Fakat son kur artışı dönemi henüz kapanmış değil ve nerede duracağı da belirsiz. Üstelik son bir aydaki siyasi kriz nedeniyle kur artışının şiddeti de yükseliyor. 17 Aralık'tan bu yana geçen süreyi dikkate alırsak, dolar kurundaki günlük ortalama artış yüzde 0,28’e çıkıyor. Böyle devam ederse döviz kurundaki son artışın ekonomiye faturası kabaracak gibi görünüyor.

Yeri gelmişken bu süreci durdurmanın Merkez Bankası'nın çok da elinde olmadığını düşündüğümüzü söyleyelim. Çünkü bu kur artışı, ekonomik nedenlerle başlamıştı ama bir noktadan sonra siyasi nedenler de işin içine karıştı. Mayıs ayında başlayan yükselişi, ilk tetikleyen ABD’nin merkez bankası olan Federal Reserve’in (FED) parasal genişlemede sona gelindiği sinyalini vermesiydi.

Haziran ayında Gezi Parkı olaylarıyla ortaya çıkan siyasi gerginlik de kurları olumsuz etkiledi. 17 Aralık'tan bu yana ise kur artışında rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasının yarattığı siyasi kriz ağır basıyor gibi görünüyor.~
Böyle bir ortamda Merkez Bankası faizleri yükseltse bile bunun sonuç vermesi çok zor. Bu durumda kur artışını durdurmak için öncelikle siyasette yumuşamanın sağlanması gerekiyor.

ENFLASYON HEDEFTEN COK SAPTI
Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE) enflasyonu, 2013 yılını yüzde 7,4'lük enflasyonla kapattı. Oysa hedef enflasyonun yüzde 5 olmasıydı. Enflasyon sadece hedefi aşmakla kalmadı, hedefin etrafındaki 2'şer puanlık belirsizlik aralığının da dışına taştı.

Tabloyu görmek için görsele tıklayın.
Böylece Merkez Bankası'nın hükümete bir mektup yazarak hedefin tutmamasının nedenlerini ve ne gibi önlemler alınması gerektiğini anlatması şart oldu. Muhtemelen dergimiz piyasaya çıktığında bu mektup, 2014'ün ilk Enflasyon Raporu ile birlikte yayınlanmış olacak.

Esasında 2013 yılında enflasyon sadece hedefi değil Merkez Bankası'nın tahminlerini de aştı. Zaten 2013 yılına girilirken Merkez Bankası'nın enflasyon tahmini hedefe çok yakın ve yüzde 5,3 düzeyindeydi. Bu tahmin temmuz ayında yüzde 6,2'ye, ekim ayında ise yüzde 6,8'e çıkarılmıştı. Gerçekleşme bu son tahminin de üzerinde oldu.

2013 yılında enflasyonun önceki yıla göre yükseliş gösterdiğini de belirtelim. 2012 yılında enflasyon 1,2 puan daha düşük ve yüzde 6,2 düzeyindeydi. 2013'te enflasyonun neden yükseldiği düşünüldüğünde akla ilk şüpheli olarak hemen döviz kurundaki artış geliyor. ~
Konjonktürün ana yazısında işlediğimiz gibi döviz kurları geçen mayıs ayından beri yükseliş eğiliminde. 2012 yıl sonu ile 2013 yıl sonu arasında dolar kurunda yaşanan artış yüzde 19,7'yi buluyor. Ancak enflasyondaki yükseliş döviz kurundaki bu artıştan değil oldukça istikrarsız bir seyir gösteren gıda fiyatlarındaki yükselişten kaynaklanıyor.

2012 yılı sonunda yüzde 3,9 olan gıda enflasyonu, 2013 yılı sonunda yüzde 9,7'ye çıktı. Gıda dışı enflasyon ise aynı dönemde yüzde 7'den yüzde 6,7'ye hafif bir düşüş gösterdi. Yani gıda fiyatlarındaki artış olmasa enflasyonda yükseliş değil düşüş yaşanacaktı.

2013'te kur artışlarının enflasyonu pek etkilememesi, işletmelerin zaten çok güçlü olmayan iç talebi ürkütmemek için bu artışı fiyatlara tam olarak yansıtmaktan çekinmesinden kaynaklandı gibi görünüyor. Ancak bunun böyle devam etmesi zor.

Muhtemelen 2014'te bu yansıma yaşanacak ve enflasyonda kur etkisinden kaynaklanan bir yükseliş olacak. Bu yükselişin nereye kadar varacağını ise döviz kurunun daha ne kadar yükseleceği ile iç talebin bu yansımaya ne ölçüde izin vereceği belirleyecek.

Her ne kadar son birkaç yıldır epeyce esnetilmiş olsa da Türkiye'de 2002 yılından bu yana enflasyon hedeflemesine dayalı bir para politikası uygulanıyor. 2013 yılı ile birlikte bu uygulamada 12 yıl geride kaldı. Enflasyon hedeflemesinin örtük olarak uygulandığı ilk dört yılda hep hedeflerden daha iyi bir performans tutturulmuştu. ~
2006'da açık enflasyon hedeflemesine geçilmesinden bu yana geçen sekiz yılda ise sadece 2009, 2010 ve 2012'de hedefin tuttuğunu söyleyebiliriz. Bunu hedefin etrafındaki 2'şer puanlık belirsizlik aralığını da işin içine katarak söylüyoruz. Dolayısıyla açık enflasyon hedeflemesi uygulamasında pek başarılı görünmüyoruz.

EKONOMİDEKİ TOPARLANMA BÜTÇEYE YARADI
Merkezi yönetim bütçesi 2013 yılında 18,4 milyar TL açık verdi. Bu açık 2012 yılındaki açıktan tam 11 milyar TL daha düşük. Bütçe 2012'de 29,4 milyar TL açık vermişti. 2013 yılındaki bütçe açığı hedefin ise 15,6 milyar TL altında kaldı. Hükümet 2013 yılına girerken bütçede 34 milyar TL açık olacağını öngörmüştü.

Tabloyu görmek için görsele tıklayın.
2013'te bütçenin hem 2012 yılındakinden hem de hedeflenen düzeyden çok düşük bir açık vermesi, büyük ölçüde ekonomideki toparlanmadan kaynaklandı. Ekonomideki toparlanma bir taraftan vergi tahsilatını artırarak öte yandan da kamu iştiraklerinden ve özelleştirmeden elde edilen gelirleri yükselterek bütçe dengesini olumlu etkiledi.

2012 yılında vergi tahsilatı 278,8 milyar TL idi. 2013 yılında öngörülen tahsilat ise 317,9 milyar TL düzeyindeydi. Gerçekleşme 2012 yılındaki düzeyi 47,3 milyar TL, 2013 hedefini ise 8,2 milyar TL aştı. Vergi tahsilatında 2012'ye göre yaşanan artış ekonomideki büyümenin yüzde 2,2'den yüzde 4 civarına yükselmesinden kaynaklandı gibi görünüyor.~
Vergi tahsilatının hedefi de aşmış olması ise ekonomideki bu toparlanmada tüketimin ağır basmasına bağlanabilir. 2012'de hanehalkı tüketim harcamaları yüzde 0,6 gerilemişti. 2013 yılında ise hanehalkı tüketiminde muhtemelen yüzde 4-5 arasında bir artış göreceğiz.

Türkiye'de vergi tahsilatının önemli bir bölümünü tüketimden alınan vergilerin oluşturduğunu dikkate alırsak, tüketimin öngörülenden daha hızlı arttığı bir ortamda vergi tahsilatının da öngörülenden daha hızlı artması normal görünüyor.

2013 yılında sadece vergi gelirleri değil vergi dışı gelirler de hedefi aştı. Vergi dışı gelirler öngörülenden 10,2 milyar TL daha yüksek gerçekleşti. Bunda da en büyük rolü kamu bankalarından ve Hazinenin diğer iştiraklerinden elde edilen gelirler ile özelleştirme gelirleri oynadı.

Kamu bankalarından ve Hazinenin diğer iştiraklerinden elde edilen gelirler hedefi 6 milyar TL aştı. Özelleştirmeden elde edilen gelirler ise hedeflenen düzeyin 4,3 milyar TL üzerine çıktı. Özelleştirmeden bütçeye intikal etmesi beklenen gelir 4 milyar TL iken gerçekleşme 8,3 milyar TL'yi buldu.

Faiz ödemelerinin beklenenden biraz daha düşük gerçekleşmesi de 2013'te bütçe açığının azalmasında rol oynadı. Hükümet 2013 yılına girerken 53 milyar TL faiz ödemesi yapacağını öngörmüştü. Gerçekleşme ise bundan 3 milyar TL daha düşük oldu.~
2013'ün milli gelir verileri henüz açıklanmadı ama tahminlerimizi kullanarak yaptığımız hesaplar, bütçe açığının gayri safi yurtiçi hasılaya (GSYİH) oranında da önemli bir düşüş olduğunu gösteriyor. 2012'de bütçe açığının GSYİH'ye oranı yüzde 2,1 olarak gerçekleşmişti.

Bu oranın, 2013 yılında yüzde 1,2 dolayına düştüğünü tahmin ediyoruz. Bu açıdan uluslararası bir ölçüt olan yüzde 3'lük Maastricht Kriterinin oldukça gerisindeyiz. Zaten son dönemde Türkiye'yi diğer ülkelerden olumlu ayrıştıran tek göstergeyi de bu oluşturuyor.

KURULAN ŞİRKET SAYISINDA YÜZDE 25,6 ARTIŞ VAR
2013 yılında 49 bin 943 şirket kuruldu. 17 bin 400 şirket ise kapısına kilit vurdu. Kurulan şirket sayısı, 2012 yılına göre yüzde 25,6 oranında artış gösterdi. Kapanan şirket sayısı da 2012'ye göre yüzde 8,3 yükseldi.

Tabloyu görmek için görsele tıklayın.
Kurulan şirket sayısı girişimciliğin önemli göstergelerinden biridir. Bu açıdan bakarsak 2013'ün girişimcilerin hareketlendiği bir yıl olduğunu söyleyebiliriz. 2012'deki durum bunun tam tersiydi.

2012'de kurulan şirket sayısı yüzde 27 gerilemiş ve 54 bin 442'den 39 bin 764'e inmişti. Bunun nedeni, ekonomideki büyümenin yüzde 8,8'den yüzde 2,2'ye sert bir şekilde düşmesiydi.

2013 yılında ise büyümenin yüzde 4 civarına yükselmesi girişimcileri yeniden heyecanlandırmışa benziyor. Yalnız yaşanan son gelişmelerden sonra bu heyecanın 2014'e de sarkması olasılığı biraz zayıf gibi görünüyor.~
Kapanan şirket sayısını ise iş dünyasındaki rekabetin bir göstergesi olarak kullanabiliriz. Bu açıdan bakıldığında Türkiye'de son yıllarda rekabetin giderek keskinleştiği ve ayakta kalmanın zorlaştığı ortaya çıkıyor. Çünkü kapanan şirket sayısı giderek artıyor.

Daha 10 yıl önce kapanan şirket sayısı 8 binin altındaydı. Bu sayı ekonominin hızlı büyüdüğü yıllarda bile artarak bugünkü seviyesine ulaştı. Bu yıl ekonomide işlerin daha da zorlaşması nedeniyle muhtemelen kapanan şirket sayısı daha da artacak.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz