Enflasyonun yeni rotası

Enflasyon yeniden çift haneye çıkamayacak gibi görünüyor.

1.07.2012 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Enflasyonun yeni rotası
Geçen yılın son ayında çift haneye yükselen enflasyon, bu yılın ilk dört ayında da bu düzeyde seyretmişti. Mayıs ayında ise yaklaşık 3 puanlık düşüş göstererek yüzde 8,3’e kadar indi. Esasında olumlu baz etkisi (geçen yılın aynı ayında enflasyonun mevsim normallerinin çok üzerinde olması) nedeniyle mayıs ayında enflasyonda düşüş yaşanması bekleniyordu. Fakat gerçekleşen düşüş, baz etkisinin de ötesinde oldu. Mayıs ayında enflasyonun baz etkisinin ötesinde düşüş göstermesi, yılın kalan dönemindeki olası rotasını da değiştirdi. Daha önce enflasyonun haziran ayında yeniden çift haneye yükseleceğini ve yılın son üç ayına kadar da bu düzeyde seyredeceğini tahmin ediyorduk. Şimdi ise haziran ayında yükseliş olsa bile enflasyon yeniden çift haneye çıkamayacak gibi görünüyor. Yılın son üç ayındaki düşüş ise şimdi enflasyonu yüzde 5’lik hedefe daha yakın bir seviyeye taşıyacağa benziyor. Mayıs ayında enflasyonun baz etkisinin ötesinde düşüş göstermesinin üç nedeni var: Birincisi, petrol fiyatlarında mart sonunda başlayan düşüş. İkincisi, gıda fiyatlarının mevsim normallerinin altında seyretmesi. Üçüncüsü de iç talepte geçen yılın sonlarında başlayan zayıflamanın devam etmesi. Bu üç gelişme, önümüzdeki dönemde de enflasyonu olumlu etkilemeye devam edecek gibi. Bunlara ek olarak döviz kurundaki gelişmelerin de enflasyonu düşürücü yönde olması ihtimali yüksek görünüyor.

Tabloyu görmek için görseli tıklayın.
AVRUPA'DA BU YIL BÜYÜME BEKLEYEN YOK

Ekonomik işbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (Organisation for Economic Co-operation and Development: OECD) mayıs sonunda, Dünya Bankası (World Bank) ise haziran ayında küresel ekonomideki gelişmelere ilişkin son raporlarını yayınladı. Bu raporlarda her iki kurumun da bu yıl Avrupa'da küçülme beklemesi dikkati çekiyor. Avrupa'nın geçen yılın son çeyreğinden bu yana ılımlı bir resesyonun içinde bulunduğu malum. Bu resesyonun yılın ikinci yarısında sona ermesi bekleniyor ama Avrupa 2012'nin tamamında küçülmekten kurtulamayacağa benziyor. Bu yıl Euro Bölgesi OECD'ye göre yüzde 0,1 ve Dünya Bankası'na göre ise yüzde 0,3 küçülecek. Dünya Bankası'nın raporunda Euro Bölgesi'ni oluşturan ülkeler için ayrı ayrı büyüme tahminleri yokken OECD bunları da veriyor. OECD'nin tahminlerinden Avrupa'daki küçülmenin başı borç sorunlarıyla belada olan güney ülkelerinden kaynaklanmasının beklendiği anlaşılıyor. Euro Bölgesi'nin lokomotifleri olan Almanya ve Fransa'nın ise her şeye rağmen bir miktar büyüyeceği tahmin ediliyor. Fakat her iki kurum da Avrupa'daki ılımlı resesyonun küreye yayılmayacağı, dünya ekonomisinin sadece biraz yavaşlayarak bu dönemi atlatacağı görüşünde. Bu yıl küresel ekonomideki büyüme, OECD'ye göre yüzde 3,4, Dünya Bankası'na göre ise yüzde 3,3 olacak. Geçen yılki küresel büyümeyi OECD yüzde 3,6 ve Dünya Bankası yüzde 3,7 olarak hesapladığı için Dünya Bankası'nın bu yıl bir miktar daha fazla yavaşlama beklediği anlaşılıyor.~
Bu da Dünya Bankası'nın sadece Euro Bölgesi için değil, diğer ülkelerin çoğu için de daha düşük bir büyüme beklemesinden kaynaklanıyor. Dünya ekonomisinin lokomotifi ABD için OECD'nin büyüme tahmini yüzde 2,4 iken Dünya Bankası'nın büyüme tahmini yüzde 2,1 düzeyinde. Önemli gelişmekte olan ülkelerden Brezilya, Hindistan ve Rusya için de Dünya Bankası'nın büyüme tahmini OECD'nin tahmininden düşük. Japonya için ise tersine OECD yüzde 2 büyüme beklerken Dünya Bankası'nın büyüme tahmini yüzde 2,4'ü buluyor. Çin için her iki kurum da aynı ve yüzde 8,2'lik büyüme tahmini yapıyor. Bu tahmin Çin'deki büyümenin geçen yıla göre 1 puan yavaşlamasını içeriyor. Dünya Bankası, Türkiye için de OECD'den daha kötümser. OECD, bu yıl Türkiye'deki büyümenin yüzde 3,3 olmasını beklerken Dünya Bankası'nın tahmini yüzde 2,9 oranında büyüyeceğimiz yönünde. Her iki kurum da 2013'te küresel ekonomideki büyümenin yeniden hızlanmasını beklerken OECD'nin yine Dünya Bankası'ndan daha iyimser olduğu dikkati çekiyor. OECD'nin yüzde 4,2 olarak tahmin ettiği 2013'teki küresel büyümeyi, Dünya Bankası yüzde 3,9 olarak öngörüyor. Aynı fark belli başlı ülkelere ve de Türkiye'ye ilişkin büyüme tahminleri için de geçerli. OECD 2013'te, Türkiye'deki büyümenin yüzde 4,6'ya çıkmasını beklerken Dünya Bankası'nın tahmini yüzde 4'te kalıyor.

PETROL ETKİSİ
Öncelikle petrol fiyatlarındaki gelişmelere bir göz atalım. Petrol fiyatları şubat ayı başlarında İran’ın nükleer programına ilişkin sorunlar yüzünden yükselişe geçmiş ve mart ayı ortalarında 125 doların üzerine kadar çıkmıştı. Daha sonra ise küresel ekonomiye ilişkin endişeler yüzünden düşüşe geçti. Çin ekonomisindeki yavaşlama, ABD’de büyümenin bir türlü ivme kazanamaması ve Euro Bölge-si’ndeki sorunların ağırlaşmaya başlamasından kaynaklanan bu düşüş, geçen ay brent petrolün varil fiyatını 90 dolar civarına kadar çekti. Merkez Bankası, bu yıla girerken enflasyon hesaplarını 110 dolarlık petrol fiyatına göre yapmıştı. Petrol fiyatlarında ilk çeyrekte yaşanan yükseliş sonrasında ise nisan ayında yayınladığı 2012’nin ikinci Enflasyon Raporu’nda bu varsayımı 120 dolara çıkarmıştı. Fakat bu raporun yayınlanmasından sonra petrol fiyatları hızla düştü. 1 Ocak-22 Haziran arasındaki ortalama fiyat, 115 dolar civarındaydı. Petrol fiyatları bu seviyede kalırsa 2012 yılı ortalaması 100 dolar civarında olacak. Bu durumda temmuz ayında yayınlanacak yılın üçüncü Enflasyon Ra-poru’nda Merkez Bankası petrol fiyatı varsayımını muhtemelen aşağı doğru revize edecek. Merkez Bankası’nın hesapları, petrol fiyatlarındaki 10 dolarlık değişimin enflasyona 0,4 puanlık etkide bulunduğunu gösteriyor. Bu da halen yüzde 6,5 olan Merkez Bankası’nın yıl sonu enflasyon tahmininin sadece petrol fiyatlarındaki düşüşle yüzde 6’nın altına revize edilebileceği anlamına geliyor.

SANAYİNİN DURUMU İKİNCİ ÇEYREKTE DE UMUTSUZ

Yılın ilk çeyreğinde performansı epey düşen sanayi, ikinci çeyreğe de aynı şekilde giriş yaptı. Türkiye istatistik Kurumu'nun (TÜİK) verilerine göre, nisan ayında sanayi üretimi geçen yılın aynı ayına kıyasla sadece yüzde 1,8 arttı. Sanayi üretiminde yıllık artış, ilk çeyrekte yüzde 6,5'ten yüzde 2,8'e inmişti. Bu gidişle ikinci çeyrekteki yıllık artış da ilk çeyrektekinden çok farklı çıkmayacağa benziyor. Sanayinin ikinci çeyrekteki durumunun da umutsuz olduğu değerlendirmemiz sadece üretime ilişkin verilere değil, aynı zamanda kapasite kullanım oranlarına da dayanıyor. Merkez Bankası'nın yayınladığı imalat sanayi kapasite kullanım oranı verileri, mayıs ayında yüzde 74,7 olarak çıktı. Bu oran, geçen yılın aynı ayındaki düzeyinin 0,5 puan altında kalıyor.~
Sanayi üretiminin yüzde 1,8 arttığı nisan ayında imalat sanayi kapasite kullanım oranı geçen yılki seviyesinin 0,2 puan altındaydı. Dolayısıyla sanayi üretimindeki yıllık artış mayıs ayında da düşük bir seviyede çıkacak gibi görünüyor. Zaten iç talep ve ihracata ilişkin göstergeler de ikinci çeyrekte sanayi üretiminde bir toparlanma yaşanması için pek uygun görünmüyor. ilk çeyrekte dibe vuran iç talep, ikinci çeyrekte hafif kıpırdadı gibi ama öyle üretimi sürükleyebilecek bir gelişme de ortada yok. Avrupa'daki resesyona rağmen ilk çeyrekte ayakta kalmayı başaran ihracattan ise ikinci çeyrekte performansın düşmeye başladığına ilişkin sinyaller geliyor. iç talepte canlanmanın olmadığı ve ihracatta performansın düşmeye başladığı bir ortamda ise sanayide durum toparlanmak yerine daha kötüye bile gitmiş olabilir. Esasında TÜİK'in mevsimsel olarak düzelttiği veriler, nisan ayında sanayi üretimindeki durumun daha iyi olduğunu gösteriyor. Bu verilere göre nisan ayında sanayi üretimi önceki aya göre yüzde 1 oranında yükseldi. Ancak TÜİK'in mevsimsel düzeltilmiş sanayi üretimi serisinde ocak ayında ciddi bir düşüş olmuştu ve üç aydır yaşanan yükselişe rağmen o düşüş öncesindeki seviyeye hala ulaşılamadı. Ayrıca mayıs ayında mevsimsel düzeltilmiş sanayi üretiminde de durum pek iyi değildi gibi görünüyor. Merkez Bankası'nın mevsimsel düzeltilmiş kapasite kullanım oranı verilerinde mayıs ayında önceki aya göre 1,1 puanlık düşüş vardı. Dolayısıyla sanayi üretiminde ikinci çeyrekteki durum mevsimsel düzeltilmiş olarak da pek parlak olmayabilir.

GIDA FİYATLARI
Merkez Bankası’nın 2012 yılı enflasyon tahminleri gıda fiyatlarında ise yüzde 7,5’lik artış varsayımına dayanıyor. Fakat son aylarda gıda fiyatlarının mevsim normallerinin altında seyretmesi, mayıs ayında yıllık gıda enflasyonunu yüzde 4,1’e kadar çekti. Gıda fiyatlarında bu yıl görülen olumlu seyir, tarımsal üretimde durumun iyi olmasından kaynaklanıyor. Bu durum sadece Türkiye için değil tüm dünya için geçerli. Nitekim Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (Food and Agriculture Organization of the United Nations: FAO) dünya gıda fiyatları endeksinde de epeydir düşüş var. Bu endeks, geçen yılın aralık ayından bu yana bir yıl önceki seviyesinin altında seyrediyor. Mayıs ayı itibarıyla da Şubat 2011’de ulaştığı zirve noktasının yüzde 14,3 altında bulunuyor. Şu an için gıda fiyatlarındaki mevcut gidişi kısa dönemde tersine çevirebilecek bir gelişme görünmüyor. Dolayısıyla gıda fiyatlarındaki artışın yıl sonunda Merkez Bankası’nın tahmin ettiğinden daha düşük bir seviyede kalması olasılığı var gibi. Bu da enflasyonun beklenenden daha düşük çıkmasına imkan verecek bir gelişmeyi oluşturuyor.

İÇ TALEPTE ZAYIFLIK
Mayıs ayında enflasyon, baz etkisinin ötesinde düşüş gösterirken neredeyse tüm önemli harcama gruplarında fiyat hareketlerinin geçen yılki seviyesinin ve mevsim normallerinin altında kaldığı dikkatimizi çekmişti. Bu, enflasyondaki düşüşün genele yayıldığı anlamına geliyor. Enflasyonun genele yayılmış olması ise iç talepteki zayıflıktan kaynaklanmışa benziyor. Esasında iç talepte geçen yılın sonlarından bu yana bir zayıflama var. Bu zayıflamanın ilk çeyrekte ekonomideki yıllık bazdaki büyümeyi yüzde 2,5 dolayına kadar çektiğini tahmin ediyoruz. Mevsimsel düzeltilmiş olarak ise ilk çeyrekteki büyüme sıfır dolayında kaldı gibi. Bunu Merkez Bankası da kabul ediyor. Fakat Merkez Bankası en son enflasyon tahminlerini yaparken ikinci çeyrekte iç talepte bir toparlanma olacağını öngörüyordu. Son açıklamaları ise bundan eskisi kadar emin olmadığını düşündürüyor. İkinci çeyrek döneme ilişkin olarak şu ana kadar belli olan veriler, bize de bu dönemdeki büyümenin ilk çeyrektekinden pek farklı olmadığı izlenimini veriyor. ~
İç talepteki zayıflığın devam etmesi büyüme açısından kötü ama enflasyon açısından iyi. Bu durum önümüzdeki aylarda enflasyonun daha önce tahmin ettiğimizden daha alçak irtifada seyretmesine imkan verebilir.

DÖVİZ KURU
Geçen yıl enflasyonun hedefi ikiye katlamasının nedeni, büyük ölçüde döviz kurlarında yaşanan sıçrama olmuştu. Döviz kurundaki yükseliş neredeyse enflasyonun kontrol dışına çıkmasına bile yol açacak gibiydi. Bu nedenle Merkez Bankası, geçen yılın sonlarından beri kurların daha da yukarıya gitmemesi için yoğun çaba harcadı. Bunu da faizlerin yükselmesi ve ekonominin iyice yavaşlaması pahasına başardı. Geçen yılın sonunda bir ara 1,90 liranın üzerine kadar çıkan dolar kuru, o zamandan beri bir daha bu seviyeyi görmedi. Çünkü Merkez Bankası kurlardaki her yükseliş eğilimine, Türk Lirası likiditeyi kısarak tepki verdi. Piyasaların likidite açısından Merkez Bankası’na bağımlı olması nedeniyle bu da ortalıkta dövize yönelecek para bırakmayıp kurları dizginledi. Sadece mayıs ayında Yunanistan’daki sonuçsuz seçim sonrasında Euro Bölgesi’nde işlerin iyice karıştığı dönemde dolar kuru 1,85 liraya kadar tırmanış gösterdi. Fakat biz bu yazıyı yazarken yeniden 1,80 liranın altına inmişti. Haziran ayında dolar kurunun yeniden 1,80 liranın altına inmesinde üç gelişme etkili oldu. Birincisi, Yunanistan’da tekrarlanan seçim sonrasında korkulduğu gibi bu ülkeyi Euro Bölgesi’nden çıkaracak değil de bu bölgede kalmasını sağlayabilecek bir hükümet kuruldu. İkincisi, Moody’s sürpriz bir şekilde Türkiye’nin kredi notunu yükseltti. Üçüncüsü, ABD’nin merkez bankası olan Federal Reserve (FED) bir tür parasal genişleme olan ve süresi haziranda dolan kısa vadeli tahvil satıp uzun vadeli tahvil satın alma programını (operation twist) yıl sonuna kadar uzattı. Yeni bir sermaye kuraklığıyla karşılaşma olasılığımızı azaltan bu gelişmeler, önümüzdeki dönemde

RESESYONUN AİLE KURUMU ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
Resesyon olarak adlandırdığımız ekonomideki daralmalar, insanların iş ve aş bulma olanaklarını kısıtladığı için aile kurumu üzerinde de çeşitli etkilere neden oluyor. Bu tür daralma dönemlerinde evlilik yolundaki genç çiftler, bu kararlarını erteleme yoluna giderken artan geçim sıkıntıları daha fazla yuvanın dağılmasına yol açıyor. Evli çiftlerin bazıları çocuk sahibi olma planlarını da rafa kaldırıp geçim sıkıntılarının azalacağı ekonomideki genişleme dönemlerine erteliyor. Teoride var olduğunu bildiğimiz bu etkilerin, pratikte ne ölçüde geçerli olduğunu görebilmek için Türkiye istatistik Kurumu'nun (TÜİK) ilgili verilerine bir göz attık. Bu küçük araştırmanın sonuçlarını şöyle özetleyebiliriz:

- TÜİK'in evlenme istatistiklerinde özellikle son resesyonun izi kesin olarak var. 2005-2008 döneminde 650 bine yaklaşan evlilik sayısının 2009 yılında 592 bine düşmesi, 2008-2009 resesyonunun etkisini net olarak yansıtıyor. Son iki yılda ekonomide yaşanan hızlı büyüme de resesyonun bu etkisini telafi edememişe benziyor. Burada bu hızlı büyümenin kalıcılığı konusunda en başından beri şüphelerin var olduğunu ve bu şüpheleri haklı çıkarırcasına 2011 'in sonlarından itibaren ekonominin yeniden sıkıntıya girdiğini hatırlatalım. Evlilik sayısının yeniden 600 binin üzerine tırmanması için ekonomide 2001 krizi sonrasındaki gibi istikrarlı bir büyüme döneminin yaşanması gerekiyor.
-İstatistiklerde 2008-2009 resesyonunun boşanmalar üzerindeki etkisi de çok net olarak görülüyor. Bu resesyon öncesinde yılda 90-95 bin arasında çift boşanırken, bu sayı 2008'de 100 bine ve 2009'da ise 114 bine çıkmış durumda. Hızı kesilmesine karşın boşanma sayısındaki artışın, son iki yılda da sürdüğünü görüyoruz.~
Bu da ekonomide bu dönemde yaşanan hızlı büyümenin ailelerin geçim durumlarında pek bir iyileşme yaratamadığını düşündürüyor. Çalışanların çoğu resesyon sırasındaki refah kayıplarını sonradan geri alamadığı için aile kurumunda eski huzurun geri gelmemesi de normal.
- Resesyonların ailelerin çocuk sahibi olma kararlarını da etkilediğini doğum istatistiklerinden görebiliyoruz. Tabii insanoğlunun dünyaya gelmesi için 9 ay 10 günlük bir süre gerektiğinden buradaki etki biraz gecikmeli oluyor. TÜİK'in verilerine göre, 2001 yılında 1,3 milyonun üzerinde bebek dünyaya gelmişti. Bu sayı sonraki iki yılda 1,2 milyona kadar düştü. Daha sonra yükselişe geçen ve 2008'de yeniden 1,3 milyona yaklaşan doğum sayısı, 2008-2009 resesyonunun etkisiyle bir kez daha geriledi. Burada 2011 yılına ilişkin veriler henüz belli değil ama doğum sayısındaki düşüşün geçen yıl da devam etmiş olması muhtemel. Son zamanlarda sık sık ailelere üç çocuk yapmasını tavsiye eden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın bunun için öncelikle ekonomide yeni bir istikrarlı büyüme dönemini başlatması gerekiyor.
- Burada gözden kaçırılmaması gereken bir nokta, resesyonların aile kurumu üzerindeki bu etkilerinin sonradan geri tepip ekonomiyi de etkilemesi. Bu geri besleme etkilerinin çoğu negatif yönde oluyor. Evlilik sayısının azalması konut, ev eşyası, beyaz ve elektronik eşya gibi ürünlerin talebini geriletiyor. Doğum
sayısının azalması, sağlık sektöründen bebek ve çocukların tüketimine ilişkin ürünleri üreten ve satan sektörlere kadar bir dizi sektördeki kuruluşun iş hacmini olumsuz etkiliyor. Boşanma sayısındaki artış ise ayrı eve çıkanların ihtiyaçları nedeniyle ekonomi üzerinde pozitif etkiye sahip. Fakat bu pozitif etki evlilik ve doğum sayısındaki düşüşlerin getirdiği negatif etkiyi telafi edebilecek boyutta olmuyor.

BÜTÇE DENGESİ
Önümüzdeki dönemde enflasyonu yeni rotasından saptırabilecek bir gelişme ise bütçede işlerin beklendiği gibi gitmemesi olabilir. Esasında ilk beş aydaki bütçe açığı sıfıra yakın (sadece 432 milyon lira) ve de geçen yılın aynı dönemindeki düzeyinden (233 milyon lira) çok farklı değildi. Fakat ekonomideki yavaşlama yüzünden vergi tahsilatındaki artışın da yavaşlaması yıl sonu hedefleri için risk oluşturuyor. Bütçede dengenin bozulur gibi olduğu dönemlerde ise hükümetin hemen mal ve hizmetlerden alınan vergilere zam yaparak durumu toparlamaya çalıştığını son 10 yıldaki deneyimlerimizden biliyoruz. Enflasyonun bir türlü hedeflenen yüzde 5 seviyesine oturmamasında sık sık yapılan bu vergi zamlarının büyük etkisi var. Yine böyle bir durumla karşılaşırsak yıl sonunda enflasyonu beklenenden daha yüksek bir seviyede görebiliriz. Sonuç olarak, ekonomideki son gelişmelerin yılın kalan döneminde enflasyonun daha önce beklenenden daha alçak bir irtifada seyretmesi olasılığını güçlendirdiğini söyleyebiliriz. Bu durum olumlu baz etkisinin devreye gireceği yılın son çeyreğindeki düşüşün de beklenenin ötesine geçmesini sağlayabilir. Böylece yıl sonunda enflasyon daha önce beklediğimizden daha düşük bir seviyeye inebilir. Yılbaşında yaptığımız projeksiyon, aylık enflasyon oranlarının mevsim normallerine yakın çıkacağı varsayımıyla 2012 sonu için yüzde 9’a yakın bir enflasyon oranı veriyordu. Şimdi ise yılın kalan döneminde aylık enflasyon oranlarının mevsim normallerine yakın çıkmasına dayanan bir projeksiyon, yıl sonu için yüzde 7,5 dolayında enflasyona işaret ediyor. Aylık enflasyon oranlarının, ilk beş aydaki gibi mevsim normallerinin altında kalmaya devam edeceğini varsaydığımızda ise yıl sonunda enflasyonun yüzde 5,5 civarına kadar inmesinin mümkün olduğunu görüyoruz. Bu senaryolardan hangisinin hayata geçeceği, küresel ekonomideki gelişmelere, iç talebin seyrine, Merkez Bankası’nın büyümeye destek verip vermeyeceğine ve hükümetin vergi geliri kayıplarını telafi etmek için vergi oranlarına zam yapıp yapmayacağına bağlı olarak değişecek. ~

İHRACATTA TEMPO DÜŞÜYOR

Yılın ilk çeyreğinde Avrupa'daki resesyona rağmen ayakta kalan ihracat, ikinci çeyrekte temposunu kaybetmeye başladı. Türkiye istatistik Kurumu'nun (TÜİK) verilerine göre, nisan ayında ihracattaki yıllık artış yüzde 6,8'de kaldı. Geçici nitelikte olan ve zaman zaman parlayan altın ihracatı dışarıda bırakılırsa nisan ayında ihracatın yüzde 3,2 düştüğü görülüyor. Türkiye ihracatçılar Meclisi'nin (TİM) öncü gösterge niteliğindeki verileri, mayıs ve haziran aylarında da ihracattaki performansın çok iyi olmadığı izlenimini veriyor. Türkiye'nin ihracatı nisan ayında 12,7 milyar dolar olarak gerçekleşirken bunun 1,3 milyar dolarını altın ihracatı oluşturdu. Normalde 100 milyon doları pek aşmayan altın ihracatı, ekonomide sıkıntıların arttığı dönemlerde nedense tırmanışa geçiyor. Daha önce 2008-2009 resesyonu sırasında gözlemlediğimiz bu olguyla şu sıralarda yeniden karşı karşıyayız. Nisan ayındaki altın ihracatının çok büyük bölümünün (1,2 milyar dolar) İran'a yapılmış olması da ayrı bir konu. Bu, İran'ın şu sıralarda içinde bulunduğu özel durumun (nükleer programı nedeniyle ambargo altında) bir yansıması olabilir. Hangi nedenle olursa olsun altın ihracatının sürdürülebilirliği yok ve analiz yaparken dışlanmasında fayda var. Bu gerekçeyle altın ihracatını dışladığımızda ise nisan ayında ihracatın yüzde 3,2 düştüğünü görüyoruz. İhracattaki performansın mayıs ve haziran aylarında da pek iyi olmadığını TİM'in öncü gösterge niteliğindeki verilerinden anlıyoruz. TİM'in verilerine g��re mayıs ayında ihracattaki yıllık artış yüzde 6,6 oldu. TİM'in haziran ayının ilk 22 gününe ilişkin verilerinden çıkardığımız sonuç, bu aydaki ihracat artışının daha da düşük ve yüzde 2-3 arasında çıkacağı yönünde. Elbette altın ihracatının son aylardaki hızıyla sürmüş olması halinde TÜİK'in verilerinde daha iyi bir tabloyla karşılaşabiliriz. Fakat yukarıda da belirttiğimiz gibi bunun çok fazla sürdürülmesi zor. İhracattaki bu tempo kaybı, en önemli pazarımız olan Avrupa'da durumun giderek kötüleşmesinden kaynaklanıyor gibi. Alternatif pazarlara yapılan ihracat, artık Avrupa'daki kayıpları telafi etmekte zorlanıyor. Avrupa'da beklendiği gibi yılın ikinci yarısında işler düzelmezse ihracatta durum daha da kötüye gidebilir.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz