Para politikasında ara dönem

Geçen ay, en azından bu yazının yazıldığı güne kadar, hem yurtiçinde hem de yurtdışında finansal piyasalar oldukça dalgalı günler geçirdi

1.09.2011 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Para politikasında ara dönem
Dünyanın önemli borsalarındaki büyük iniş çıkışlar "kara perşembe" ve "kara pazartesi" gibi korkuları depreştirdi. Kurlar, faizler ve emtia fiyatları da bu dalgalanmadan etkilendi. Merkez Bankası, bu dalgalanmanın hemen başlarında harekete geçti ve Para Politikası Kurulu (PPK) bir ara toplantı yaparak para politikasını da bir ara döneme soktu. Başlangıçta bu ara dönemin 23 Ağustos'taki olağan PPK toplantısına kadar süreceği düşünülüyordu. Ancak olağan PPK toplantısında para politikası araçlarında hiçbir değişiklik yapılmayınca, söz konusu ara dönem uzamış oldu. En azından biz bu yazıyı yazdığımız sırada para politikasının yeni yönü hala ortaya çıkmış değildi.

DALGANIN NEDENLERİ
Gelin öncelikle küresel finans piyasalarının geçen ay neden bu kadar dalgalandığından bahsedelim. Bunun üç nedeni var. Birinci neden zaten uzun süredir gündemde olan Euro Bölgesi ülkelerindeki kamu borcu sorunları. Bu soruna sürekli pansuman niteliğinde önlemler alınmaya çalışılıp da verilen borçların en azından bir bölümünün üzerine bir bardak soğuk su içme aşamasına gelindiği endişesi ortaya çıkınca, gözler borçlu ülkelerden bunlara borç veren bankalara doğru yönelmeye başladı. Bu da sorunun bankacılık krizine doğru evrilmeye başlamasına yol açtı. Bu aşamada da akıllara 2008'deki Lehman Brothers'ın batışı ve bunun sonuçları gelince, dogal olarak finansal piyasalarda bir ürperme ortaya çıktı. Geçen ayki küresel dalgalanmanın ikinci nedeni, ABD'deki borç tavanı sorununun çok kötü bir şekilde sonuca bağlanması oldu. ABD'de kamu borcuna ilişkin yasal bir üst sınır var. Bu sınıra yaklaşıldığı için bir süredir artış hazırlığı yapılıyordu ama iktidarı elinde bulunduran Demokrat Parti ile yasama meclisinde çoğunluğa sahip Cumhuriyetçi Parti bu konuda bir türlü anlaşamıyordu. Yine de herkes sınıra ulaşılması beklenen 2 Ağustos'a kadar bu anlaşmanın bir şekilde yapılacağından emindi. Nitekim öyle de oldu. Fakat dünyadaki üç büyük kredi derecelendirme kuruluşundan biri olan Standard&Poor's yapılan anlaşmayı pek tatmin edici bulmayınca, ABD'nin kredi notunu en üst seviye olan AAA'dan AA+'ya indirdi. Dünya ekonomisinin lokomotifinin kredi notunun tarihte ilk kez kırılması da finansal piyasalarda sinirleri gerdi. Küresel piyasaları geçen ay dalgalandıran üçüncü neden ise dünya ekonomisinde yeniden bir resesyon olasılğının ortaya çıkması. Bizi daha çok ilgilendirdiği için Konjonktür'ün ikinci sayfasındaki kutuda bu konuyu daha etraflıca anlatıyoruz. Burada bu olasılığın ortaya çıkmasının da finansal piyasalarda tüyleri diken diken ettiğini söylemekle yetinelim.

PARA POLİTİKASI
Küresel finans piyasalarında bunlar olup biterken, Türkiye'de PPK 4 Ağustos'ta yaptığı ara toplantıda iki önemli karar aldı. Birincisi, para politikası faizi olan 1 hafta vadeli repo borç verme faiz oranını 50 baz puan indirerek yüzde 6,25'ten yüzde 5,75'e çekti. İkincisi, gecelik borçlanma faiz oranını 350 baz puan birden arttırarak yüzde 1,5'den yüzde 5'e yükseltti. Merkez Bankası, geçen yılın sonlarında fiyat istikrarı yanında finansal istikrarı da gözetmeye başlayan yeni bir para politikasını uygulamaya sokmuştu. Bu uygulama finansal istikrarı tehdit edici bir unsur olarak görülen cari açığı kontrol altına almayı hedefliyordu. Bu da cari açığı beslediği kabul edilen iki kanalın iki ayrı para politikası aracı kullanılarak daraltılmasını içeriyordu. Birinci kanal "sıcak para" olarak adlandırılan kısa vadeli sermaye girişleriydi ve bu girişleri caydırmak için politika faizinde indirim yapılmıştı. İkinci kanal ise iç talebin patlamasına yol açan kredilerdi ve bu kredilerin artış hızını sınırlamak için mevduatlara uygulanan zorunlu karşılıkları arttırma yoluna gidilmişti. PPK'nın ara toplantısında alınan kararlar ilk bakışta bu para politikası uygulamasında bir dönüş olduğu şeklinde yorumlandı. Bu kararlar, küresel ekonominin yeniden resesyona gireceği ve bunun da Türkiye'ye yansıyacağı endişesiyle, sıcak paraya yeniden kucak açılması ve iç talebin de desteklenmeye başlaması amacıyla alınmış gibi görünüyordu.~

İKİ SENARYO
Fakat Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı'nın bu ara toplantıdan birkaç gün sonra televizyon kanallarında yaptığı açıklamalar ortada başka bir durumun olduğunu gösterdi. Buna göre, PPK esasında gelecek döneme ilişkin iki senaryo geliştirmiş ama bu senaryolardan hangisinin baskın çıkacağına karar veremediği için iki senaryoya da uygun bir karar almıştı. Birinci senaryo, resesyon olasılığının ortaya çıkmasına gelişmiş ülkelerdeki merkez bankaların yeni bir parasal gevşeme hamlesiyle karşılık vermesini içeriyordu. Bu durumda küresel ekonomi yeniden paraya boğulacağı için Türkiye'ye yönelik sıcak para akımı da yeniden yükselecekti. Bu senaryoda para politikası faizindeki indirim bu sıcak para akımını caydırma işlevini görecekti. İkinci senaryo ise gelişmiş ülke merkez bankalarının bu tepkiyi vermekte gecikmesine ve küresel ekonominin yeniden resesyona girmesine dayanıyordu. Bu durumda ara toplantıda para politikası faizinde yapılan indirim iç talebi destekleyerek Türkiye'nin resesyona girmesini önleyici yönde çalışacaktı. Başçı'nın açıklamalarına göre, Merkez Bankası bu iki senaryodan hangisinin ağırlık kazanacağının 23 Ağustos'taki olağan PPK toplantısına kadar belli olacağını düşünüyordu. Birinci senaryo ağırlık kazanırsa Merkez Bankası geçen yılın sonlarından beri uygulamakta olduğu para politikasına devam edecekti. İkinci senaryonun ağırlık kazanması halinde ise zorunlu karşılıklarda da indirime gidilerek para politikası iyice gevşetilecekti.

GÖZLER FED'DE
Merkez Bankası'nın bu iki senaryoya göre para politikasını bir ara döneme geçirmesinden sonra dünyadaki iki büyük merkez bankası iki farklı karar aldı. Avrupa Merkez Bankası (European Central Bank: ECB), beş ay önce ara verdiği tahvil alım programını yeniden başlattı. Böylece nisan ayından beri ufak ufak sıkılaştırmaya çalıştığı para politikasını yeniden gevşetti ve birinci senaryoya uygun hareket etti. Buna karşılık daha önce iki parasal gevşeme programı uygulamış bulunan ABD'nin merkez bankası Federal Reserve (FED) yeni bir parasal gevşeme programı açıklamak yerine halen yüzde 00,25 arasında olan politika faizini iki yıl daha bu seviyede tutacağını açıklamakla yetindi. Böylece FED ikinci senaryoya uygun hareket etmiş oldu. Ancak bu yazının yazıldığı sırada hala FED'in üçüncü bir parasal gevşeme programı açıklayacağına ilişkin umutlar sona ermemişti. FED Başkanı Ben Bernanke'nin, 26 Ağustos'ta Jackson Hole'da yapılacak yıllık toplantıda üçüncü parasal gevşeme programına ilişkin bir sinyal vereceği tahmin ediliyordu. PPK'nın 23 Ağustos'taki olağan toplantısında para politikası araçlarında hiçbir değişiklik yapmaması, Merkez Bankası'nın da FED'den bu yönde bir adım geleceğini tahmin ettiğini ve hala birinci senaryoya şans verdiğini düşündürüyor. Fakat biz önümüzdeki aylarda para politikasının ikinci senaryoya daha yakın bir yöne döneceği görüşündeyiz. Çünkü bizim hesaplarımız küresel ekonomide bir resesyon olmasa bile Türkiye ekonomisinde böyle bir tehlikenin var olduğunu gösteriyor. İkinci çeyrekte ekonominin mevsimsel düzeltilmiş olarak yüzde 0,5 dolayında küçüldüğünü tahmin ediyoruz. Üçüncü çeyrek döneme ilişkin ilk göstergeler de ekonomideki aşağıya doğru gidişin devam ettiği sinyalini veriyor. Bu durum Merkez Bankası'nın geçen yılın sonlarından bu yana uyguladığı para politikasının ekonomiyi biraz fazla soğuttuğu ve de hafif bir resesyona soktuğu anlamına geliyor. Bu hafif resesyonun ağırlaşmaması için de para politikasının gevşetilmesi zorunlu görünüyor. ~

KÜRESEL EKONOMİDE RESESYON KORKUSU HORTLADI
Küresel finans piyasalarını geçen ay dalgalandıran nedenlerden birini dünya ekonomisinden yeniden resesyon sinyallerinin gelmesi oluşturuyor, Finansal piyasaları bu açıdan endişeye sevk eden ilk gelişme, 29 Temmuz'da ABD'de ikinci çeyrek döneme ilişkin ilk büyüme tahmini yüzde 1,3 olarak açıklanırken, birinci çeyrek döneme ilişkin büyüme oranının da yüzde 1,9'dan yüzde 0,4'e revize edilmesi oldu, Amerikalılar'ın yıllıklandırarak açıkladıkları bu oranlar, Avrupa stilinde ifade edilirse esasında ilk çeyrekte sadece yüzde 0,1 'lik ve ikinci çeyrekte de yüzde 0,3'lük büyüme olduğunu gösteriyor, Bu oranlar da 2008-2009 resesyonundan çıkıştan bu yana ABD ekonomisinde görülen en zayıf performansa işaret ediyor. Dünyanın en büyük ekonomisinde büyüme oranının sıfıra bu kadar yaklaşması, doğal olarak, küresel ekonominin yeniden resesyonun kıyısına geldiği endişesine de yol açmış bulunuyor. Geçen ay finansal piyasaları küresel ekonominin yeni bir resesyona doğru gitmekte olduğu konusunda endişelendiren ikinci gelişme, bu açıdan önemli bir öncü gösterge olarak kabul edilen PMI (Purchasing Managers' Index) endekslerinin 1 Ağustos'ta yayınlanan temmuz ayı verileri oldu, 50'nin üstündeki değerlerin genişlemeye altındaki değerlerin ise daralmaya işaret ettiği bu endekslerde temmuz ayında önemli gerilemeler görüldü, 28 ülkenin verilerinden oluşturulan Global PMI'nin değeri 52,3'ten 50,6'ya geriledi ve 2008-2009 resesyonundan bu yana görülen en düşük seviyeye indi, Burada özellikle "dünyanın fabrikası" olarak görülen Çin'in PMI endeksinin 49,3'e kadar gerileyerek daralma tarafına geçmesi, küresel resesyon endişelerini büyüttü, Geçen ay küresel resesyon endişesini hortlatan bir gelişme de Avrupa'da açıklanan ikinci çeyrek döneme ilişkin büyüme oranları oldu, 2008-2009 resesyonu sonrasında nispeten iyi bir performans gösteren Almanya'da ikinci çeyrekte büyüme yüzde 0,1'e inerken, Fransa'da ise büyüme tamamen durdu, Bu iki lokomotifinin durması, ikinci çeyrekte Euro Bölgesi'ndeki büyümeyi ise yüzde 0,2'ye kadar geri çekti, Avrupa'nın Euro Bölgesi'nin dışında kalan en önemli ekonomisi olan ingiltere'de de durum pek parlak değil, ikinci çeyrekte ingiltere ekonomisi sadece yüzde 0,2 büyüdü, Dünyanın üç büyük ekonomisinden biri olan Japonya ise mart ayında yaşadığı büyük depremin de etkisiyle zaten üç çeyrektir resesyonda bulunuyor,

SANAYİ ÜRETİMİ İKİNCİ ÇEYREKTE DÜŞTÜ
Türkiye istatistik Kurumu'nun (TÜİK) verilerine göre, mevsimsel düzeltilmiş sanayi üretimi haziran ayında önceki aya kıyasla yüzde 0,9 geriledi. Böylece sanayi üretiminde şubat ayında başlayan düşüş beşinci ayına girerken, ikinci çeyrek dönemde ise düşüş ortaya çıkmış oldu. ikinci çeyrekte sanayi üretiminde ilk çeyreğe göre yüzde 1,7'lik düşüş yaşandı. İkinci çeyrekte sanayi üretiminde yaşanan düşüş daha çok iç talepten kaynaklandı gibi görünüyor. Çünkü yine TÜİK'in verilerine göre aynı dönemde ihracat mevsimsel düzeltilmiş ve de reel olarak önceki çeyrek döneme kıyasla yüzde 2,1 'lik artış göstermiş durumda. Yani bu dönemde dış talepte bir sıkıntı yaşanmışa benzemiyor. ikinci çeyrekte gelişmiş ekonomilerde gördüğümüz durgunluğun ihracata yansıması muhtemelen biraz gecikmeli olarak ortaya çıkacak. Buna karşılık ikinci çeyrekte iç talepte zayıflama olduğuna işaret eden göstergeler mevcut. Mesela mevsimsel düzeltilmiş CNBC-e Tüketim Endeksi'nde yüzde 2,4'lük düşüş söz konusu. Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM) tarafından yapılan mevsimsel düzeltme de ikinci çeyrekte reel tüketim malı ithalatındaki artışın yüzde 3'ten yüzde 0,6'ya düştüğünü gösteriyor. Türkiye'de sanayi üretimi ile ekonominin genelindeki büyüme arasında önemli bir paralellik var. Bu durum sanayinin ekonomideki payının yüzde 25'e yakın olmasından ve de diğer sektörlerdeki gelişmelerle de etkileşim içinde olmasından kaynaklanıyor. Mesela geçen yılın son çeyreğinde ekonomide mevsimsel düzeltilmiş olarak yüzde 3,6'lık büyüme yaşandığında sanayi üretiminde de yüzde 5,3'lük yükseliş vardı. Bu yılın ilk çeyreğinde büyüme yüzde 1,4'e inerken sanayi üretimindeki artış da yüzde 2,1 'e gerilemişti. Bu paralellik, sanayi üretiminin yüzde 1,7 gerilediği ikinci çeyrekte ekonominin genelinde de küçülme yaşanmış olabileceğini düşündürüyor. Biz bu dönemde mevsimsel düzeltilmiş Gayri Safi Yurtiçi Hasıla'da (GSYİH) yüzde 0,5 dolayında bir düşüş yaşandığını tahmin ediyoruz. Sanayi üretimi nasıl ekonominin genelindeki büyüme için iyi bir öncü gösterge niteliğindeyse, imalat sanayi kapasite kullanım oranı da sanayi üretimi için aynı derecede iyi bir öncü gösterge niteliğinde bulunuyor. Bu açıdan temmuz ayında mevsimsel düzeltilmiş kapasite kullanım oranının haziran ayına göre 1,5 puanlık sert bir düşüş göstermesi pek iyiye işaret etmiyor. Bu, sanayi üretiminin ve dolayısıyla ekonominin üçüncü çeyrek döneme de düşüş eğilimiyle girdiği anlamına geliyor.~

DIŞ AÇIKTA YÜKSELİŞ SÜRÜYOR
Türkiye'nin cari işlemler dengesindeki yıllık bazdaki açık haziran ayında 72,5 milyar dolara ulaştı. Cari açık geçen yılın sonunda 47,7 milyar dolar düzeyindeydi. Buna göre yılın ilk yarısında 24,8 milyar dolarlık bir yükseliş yaşandı. Bu yükseliş yılın ilk yarısındaki iki çeyrek döneme simetrik olarak yansıdı. Her iki çeyrek dönemde de 12,4 milyar dolarlık cari açık ortaya çıktı. Türkiye'nin cari işlemler dengesi ağırlıklı olarak dış ticaret dengesinden oluşuyor. Yılın ilk yarısında cari açıkta gördüğümüz artış dış ticaret açığındaki yükselişten kaynaklanıyor. Dış ticaret açığındaki yükselişin nedeni ise ithalatın ihracattan çok daha hızlı artış göstermesi. Bu dönemde yıllık bazdaki ihracat yüzde 8,8'lik artış gösterip 120,9 milyar dolardan 131,5 milyar dolara çıkarken, ithalattaki artış yüzde 20,3'ü buldu ve 177,3 milyar dolardan 213,3 milyar dolara çıktı. ilginç olan şu ki, hem ihracattaki hem de ithalattaki artış temposu iki çeyrek dönemde de tam olarak aynı düzeyde gerçekleşti. Ekonominin ikinci çeyrekte durakladığına ilişkin sinyalleri dikkate alırsak, bu dönemde özellikle ithalattaki artış temposunun aynen devam etmesi biraz kafa karıştırıcı görünüyor. Bu durum yılın ilk yarısında petrol ve emtia fiyatlarında yaşanan yükselişten kaynaklanıyor. Bu yükseliş ikinci çeyrek dönemin ortalarında durdu ama çok fazla geriye dönüş de olmadı. Petrol ve emtia fiyatlarındaki bu yükseliş Türkiye'nin ithalat fiyatlarına da yansımış durumda. Bu nedenle ikinci çeyrekte ithalat reel olarak hız kestiği halde nominal artış aynen devam etmiş bulunuyor. Halen içinde bulunduğumuz üçüncü çeyrekte ise muhtemelen farklı bir tabloyla karşılaşacağız. Bu dönemde Türkiye ekonomisinde ikinci çeyrekte başlayan durgunluk sürerken küresel ekonomideki gelişmeler nedeniyle petrol fiyatları da bir miktar geriledi. Bu durum üçüncü çeyrekte ithalatın ve dolayısıyla cari açığın hızını biraz kesebilir.

ILIK PARA DÖNEMİ
Hatırlanırsa, geçen yılın sonlarında bizi endişeye sevk eden sadece cari açıkta yükseliş yaşanması değil, aynı zamanda bu cari açığın neredeyse tamamen "sıcak para" adı verilen kısa vadeli sermaye hareketleriyle finanse edilmesiydi. Çünkü bu durum "ani duruş" (sudden stop) riskini arttırıyor ve herhangi bir olumsuz gelişmede ekonominin krize sürüklenmesi olasılığını ortaya çıkarıyordu. Yılın ilk yarısında bu açıdan nispeten olumlu bir gelişme yaşandı. Sıcak para akımındaki yükseliş bu yılın ilk ayında da sürdükten sonra durdu. Ocak ayında 43,2 milyar dolara kadar çıkmış olan yıllık sıcak para girişi haziran ayında 36,9 milyar dolara inmiş durumda. Böylece ocak ayında sıcak paranın cari açığın finansmanındaki payı yüzde 85'i bulurken, haziran ayında bu oran yüzde 51 'e inmiş bulunuyor. Bu oran da hala yüksek ama böyle giderse yakında tehlike sınırının altına inilecek gibi görünüyor. Cari açığın finansmanında sıcak paranın yerini ise "ılık para" olarak adlandırabileceğimiz orta ve uzun vadeli sermaye girişleri almaya başlamış durumda. Bu sermaye girişlerine örnek olarak bankaların ve özel sektörün yurtdışından bulduğu 1 yıldan uzun vadeli kredileri gösterebiliriz. Bu tür sermaye girişlerinin cari açığa oranı ocak ayında yüzde 17 iken haziran ayında yüzde 38'e kadar çıktı. Yılın ilk yarısında doğrudan yatırımlarda da bir miktar artış yaşandı. Geçen yılın sonunda 7,8 milyar dolar olan yıllık doğrudan yatırım girişi haziran ayında 10,4 milyar dolara yükseldi. Fakat doğrudan yatırımların cari açığın finansmanındaki payında fazla bir değişiklik olmadı ve yüzde 15 civarında kaldı.~

YAVAŞLAMANIN FATURASI İŞŞİZLİĞE ÇIKIYOR
Türkiye istatistik Kurumu'nun (TÜİK) verilerine göre, mevsimsel düzeltilmiş işsizlik oranı mayıs ayında yüzde 10,3 olarak gerçekleşti, Bu oran önceki aya göre 0,2 puanlık bir artışa tekabül ediyor, işsizlik oranında nisan ayında da 0,1 puanlık artış yaşanmıştı, Böylece uzun zamandır gerileme eğiliminde olan işsizlik oranı son iki ayda 0,3 puan yükselmiş bulunuyor, TÜİK, tarım dışı işgücü piyasası verilerini mevsimsel olarak düzeltmediği için, bu eksiği aynı yöntemi kullanarak biz tamamlıyoruz, Bizim yaptığımız mevsimsel düzeltme ise tarım dışı işsizlik oranında da genel işsizlik oranındakine benzer bir gelişme olduğunu gösteriyor, Tarım dışı işsizlik oranı mart ayında yüzde 12,7 ile dip yapmıştı, Bu oran nisan ayında yüzde 12,8'e çıktıktan sonra mayıs ayında da yüzde 13'e tırmandı, işsizlikte yükselişin yaşandığı bu dönemin, aşırı ısınma efsanesi sürerken bizim aylardır ekonominin yavaşladığını öne sürdüğümüz dönem ile aynı olduğuna dikkatinizi çekmek istiyoruz, Bize ekonomide yavaşlama olduğu sinyalini veren öncü göstergelere göre daha gecikmeli yayınlanan işgücü piyasası verilerindeki bu gelişme, bu tahminimizin de bir sağlamasını oluşturuyor, Çünkü işsizlikte yaşanan yükselişler genelde ekonomideki yavaşlamanın faturası olarak ortaya çıkıyor, Ekonomi yavaşladığında yarattığı istihdam da azalıyor ve dolayısıyla işsizlik yükselişe geçiyor, Nitekim TÜİK'in mevsimsel olarak düzelttiği veriler mayıs ayında istihdamın 13 bin kişi azaldığını gösteriyor, Bu sayıya işgücü piyasasına yeni girenlerin de katılmasıyla, aynı ayda işsiz sayısında ise 60 bin kişilik artış yaşanmış bulunuyor, Bizim yaptığımız mevsimsel düzeltme ise tarım dışı istihdamdaki artışın mayıs ayında 23 bin kişiye kadar gerilediğini ortaya çıkarıyor, Bu sayı aynı ayda işgücü piyasasına yeni girişleri karşılamaya yetmediğinden, tarım dışı işsiz sayısında 56 bin kişilik artış hesaplanıyor,
Öncü göstergeler, ekonomide ikinci çeyrekte başlayan duraklamanın üçüncü çeyrekte de sürdüğü sinyalini veriyor, Bu nedenle işsizlik oranında nisan ve mayıs aylarında gördüğümüz yükselişin önümüzdeki dönemde de devam edeceğini tahmin ediyoruz

ENFLASYON MERKEZİN TAHMİNİNE UYGUN GİDİYOR

Merkez Bankası, 2011 yılının üçüncü Enflasyon Raporu'nu temmuz ayının son haftasında yayınladı. Bu raporda enflasyon tahminlerinde bir değişiklik yapılmadı ve önceki raporda açıklanan seviyelerinde sabit tutuldu. Buna göre Merkez Bankası'nın 2011 sonuna ilişkin enflasyon tahmini hala yüzde 6,9 (yüzde 5,9-7,9 aralığının orta noktası), 2012 sonuna ilişkin enflasyon tahmini yüzde 5,2 (yüzde 3,5-6,9 aralığının orta noktası) ve 2013 sonu enflasyon tahmini de yüzde 5 düzeyinde bulunuyor. Merkez Bankası, enflasyon tahminlerinde bu kez değişiklik yapmamasının gerekçesi olarak, bu tahminlerin dayandığı varsayımların önceki raporun yayınlandığı döneme göre değişmemesini gösterdi. Örneğin petrol fiyatına ilişkin varsayım bu raporda da önceki rapordaki gibi varil başına 115 dolar olarak alınmış durumda. Gıda fiyatlarına ilişkin varsayımda da değişiklik olmazken, ithalat fiyatları ve dış talebe ilişkin varsayımlarda ise hafif düşüşler yapılmış bulunuyor. Temmuz ayında enflasyon ekonomik kamuoyundaki beklentilerin altında ve de Merkez Bankası'nın bu tahminlerine uygun olarak gerçekleşti. Beklentiler yüzde -0,1 dolayında bir enflasyonun ortaya çıkması iken, gerçekleşme yüzde -0,41 oldu. Bu oran yine de geçen yılın aynı ayındaki orandan (yüzde -0,48) biraz yüksek olduğundan yıllık enflasyon hafifçe yükseldi. Haziran ayında yüzde 6,24 düzeyinde olan yıllık enflasyon temmuz ayında yüzde 6,31'e çıktı. Fakat bu hafif yükseliş enflasyonun Merkez Bankası'nın çizdiği rotanın içinde kalmasını sağladı. Temmuz ayında para politikası açısından daha fazla önem taşıyan çekirdek enflasyonda da bir miktar yükseliş yaşandı ama hedeflerin ötesine bir taşma olmadı. Merkez Bankası'nın en çok önem verdiği çekirdek enflasyon göstergesi olan I endeksinde yıllık enflasyon temmuzda yüzde 5,27'den yüzde 5,43'e çıktı. Yıl sonu enflasyon hedefinin yüzde 5,5 olduğunu dikkate alırsak, burada da ciddi bir sorun var gibi görünmüyor. Fakat enflasyonda bu gelişmeler yaşanırken, Para Politikası Kurulu (PPK) 4 Ağustos'ta bir ara toplantı yaparak daha bir hafta önce açıklanan Enflasyon Raporu'nda çizilen para politikası çerçevesinin dışına çıktı. Enflasyon Raporu'nda politika faizinin yıl sonuna kadar sabit tutulduğu bir para politikası çerçevesi çizilmişken, söz konusu ara toplantıda faizde 50 baz puanlık indirim yapıldı. Bu ara toplantıda, küresel ekonomide yaşanan gelişmeler gerekçe gösterilerek, para politikası da bir ara döneme alındı.



Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz