Ustalık dönemindeyiz

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan Türkiye’nin ekonomik alanda gelecekte yapacaklarını ve geçmişte yapılan reformların etkisini anlattı

1.06.2012 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Ustalık dönemindeyiz
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Türkiye ekonomisinin kaptanı. Son dönemde ekonomik açıdan yapılan tüm çalışmaların altında onun imzası var. Babacan’a göre dünya önemli bir sınavın eşiğinde. Tüm dünyada iş dünyası aktörlerinin tedirgin olduğuna vurgu yapan Babacan, Türkiye’nin bu ortamda yaptığı reformlarla krizden korunduğunu söylüyor. Reformlara son hızla devam edeceklerinin sinyallerini veriyor ve “Önümüzdeki dönem bizim için korkmadan doğruları yapacağımız bir dönem olacak. Tartışmalar yapılacak, öneri ve eleştirileri alacağız. Fakat kimseyi tamamen memnun edemeyiz” diye konuşuyor. Ali Babacan, Türkiye ekonomisine yön veren en önemli isimlerden biri. Capital ve Ekonimist dergilerinin Bursa Valiliği işbirliğiyle düzenlenen Uludağ Ekonomi Zirvesi’nde ekonomi dünyasının aktörleriyle bir araya gelen ekonominin kaptanı, yeni döneme ilişkin ilginç mesajlar verdi. Türkiye’nin dünya krizinden az etkilenmesinin nedenlerine değindi. Önümüzdeki dönemde de önemli ve radikal reformlara imza atacaklarının sinyallerini verdi. Bu anlamda herkesi memnun edemeyeceklerinin bilincinde olduklarına da vurgu yapan Babacan, “Hükümet olarak üçüncü dönemi yaşıyoruz. Sayın Başbakanımızın tabiri ile ustalık dönemindeyiz. Bu dönem aynı zamanda Türkiye’nin başarılarını perçinleyici çalışmaların dönemi. Önümüzdeki dönem bizim için korkmadan doğruları yapacağımız bir dönem olacak. Tartışmalar yapılacak, öneri ve eleştirileri alacağız. Fakat kimseyi tamamen memnun edemeyiz” diye konuştu. Capital ve Ekonomist dergilerinin Bursa Valiliği işbirliğiyle düzenlediği Uludağ Ekonomi Zirvesi’nin açılışını gerçekleştiren Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, ekonominin yönünü, Türkiye’nin ekonomik alanda gelecekte yapacaklarını ve geçmişte yapılan reformların etkisini şöyle anlattı:

“Bursa’nın potansiyeli yüksek”

Bursa ülkemiz için çok önemli bir şehir. Türk sanayisinin göz bebeği, bir ticaret merkezi, aynı zamanda önemli bir tarım merkezi. Ulaşım projelerinin tamamlanmasıyla beraber İstanbul, Ankara ve İzmir üçgeninin tam ortasında, ulaşım ağlarının kesiştiği bir merkez olacak. Bir cihan imparatorluğu burada kurulduğuna göre Bursa’nın daha birçok değeri var. Bursa’mızın potansiyeli Türkiye sınırlarının çok üzerinde. Bursalı iş adamları dünyanın dört bir yanına ihracat yapıyor ve Bursa’da gittikçe daha yüksek kalitede, yüksek teknolojide üretim yapılıyor.~
Otomotiv sektörü Bursa’nın en önemli sektörlerinden bir tanesi olsa da tekstil, makine üretimi, kimya, gıda gibi pek çok sektörde de Bursa ön planda. Uludağ Türkiye’nin önemli değerlerinden bir tanesi. Turizm için çok yüksek bir kapasiteye sahip. Uludağ Ekonomi Zirvesi tamamen bir vizyon göstergesidir. 20 yıl öncesine baktığımızda bazı istişare alanları bulma gereği hissedilmiş ve bunun çalışmasını yapmışlar. Sonuç olarak dünyanın her köşesinde önemli forumlar var, buralara her sektörün önde gelenleri geliyor ve bu ortamlardan oldukça verimli sonuçlar ortaya çıkıyor. Ticaret yaptığınızda karşınızdaki ile değiş tokuş yaparsınız ve getirdiğinizi verip karşılığını alırsınız ama bu gibi ortamlarda sunduğunuz fikir de sunulan fikir de siz geriye döndüğünüzde sizinle kalacaktır.

“Zirveye sahip çıkmak gerek”

Uludağ Ekonomi Zirvesi’nde her katılımcı çok fazla değer paylaşımı yapacak ve yine her katılımcı kendisine bir şeyler katacaktır. Uludağ Ekonomi Zirvesi’ne herkesin çok fazla sahip çıkmasını, çok önemli bir konu olarak görüyorum. Bu, her yıl genişleyen bir oluşum olacaktır. Toplantı için Davos ile benzerlikler bulunuyor. Yaklaşık 3 sene önce Dünya Ekonomik Forumu’nu organize edenler Avrupa toplantılarını İstanbul’da organize etmek istediklerini belirtti. Kabul ettik ve her türlü imkanı sağladık, sonunda da İstanbul’da başarılı bir çalışma yaptık. Bir de Ortadoğu toplantıları vardı. Bu yıl için, Avrupa-Ortadoğu-Kuzey Afrika-Orta Asya etkinliklerini birleştirip Türkiye’de yapmak istediklerini belirttiler. Bunun gerçekleştirilmesinin uygun olacağını belirttik, sonuç olarak haziran ayında Davos’tan sonra dünyanın en kapsamlı ekonomik toplantısını gerçekleştireceğiz. Bu toplantılardan da bir şeyler öğrenip, gelecek Bursa zirvelerinde onları kullanabiliriz. 2008-2009 yılında başlayan küresel kriz değişerek devam ediyor. Krizin çözümü için köklü adımlar atılabilmiş değil. Merkez bankalarının bu süreçte yaptığı likidite operasyonları geçici rahatlığı sağlama amaçlıdır, yani tamamen çöküşü engellemek merkez bankalarının görevi değildir. Sürece bakıldığında asıl yapılmaya uğraşılan konu ülkeler arasında uzlaşı sağlanmasıdır. Pek çok ülkede krizden nasıl çıkılacağına dair bir mutabakat yok. Amerikan kongresiyle yönetimi arasında çok ciddi görüş ayrılıkları var, bu sebeple uzlaşı sağlayamıyorlar.

“İş dünyası tedirgin”
İş dünyası krize karşı tedirgin ve önüne bakamıyor. Hal böyle olunca iş dünyası artık kendi iş planlarını yapar oldu. Şu an sadece Amerikan şirketlerinin elinde 3 trilyon dolar nakit fazlası var. Amerikan bankalarında da kullanılmayan yüksek bir nakit miktarı bulunuyor. Merkez bankalarının para basmalarıyla işler yürümüyor, bankalardan şirketlere ve tüketiciye kadar uzanan bir güvensizlikle birlikte ekonomi duruyor. Avrupa’ya baktığımızda da aynı resmi görebiliyoruz. Avrupa Merkez Bankası da bolca likidite sağladı ama gördük ki bu likidite döndü ve alanlar tarafından tekrar kendi kasasına park edildi. Siyasi karar alma mekanizmalarındaki karar alma eksikliği dünyanın en büyük sorunu. Ciddi bir liderlik eksikliği mevcut. Biz bu dönemde, Almanya seçimlere giderken bir akşam yemeğinde Almanya’nın o dönemki başbakanı Schröder ile görüşme yaptık. Öyle reformlar yapacağını söyledi ki sırf bu yüzden seçimlerde seçilmeme olasılığı olabileceğini belirtti ve “Siyasi geleceğimden fedakarlık yapmak adına bu adımları atacağım” dedi, sonrasında da hepsini yaptı. Baktığınızda Avrupa’nın en sağlam ekonomisi olarak Almanya gözüküyor. Rekabet gücünü koruyan, işçilik maliyetlerinin nispeten düşük olduğu ve cari fazla üreten bir Almanya görüyoruz.~
Bu, bugünün başarısı değil, zamanında vizyoner bir devlet adamının attığı adımlardır. Kendi siyasi bekasından çok ülke bekasını önde gören vasıflı yöneticiler çok azaldı. Günü kurtarma politikaları ve seçimlere endeksli politikalar bugünlere gelinmesine sebep oldu.

Dünyayı ne bekliyor?
Bugüne kadar uygulanan likidite tedbirleri merkez bankalarının yapması gereken işlerdi ki zaten merkez bankalarının en iyi bildiği iştir para basmak. Bunun dışında merkez bankalarının yapabileceği başka bir işlem bulunmuyor. Tabii bu yapılan işlerden dolayı hükümetler sırtlarını merkez bankalarının bu politikalarına dayamamalı. Pek çok ülkede bütçe tedbirleri alınmalı, bütçe açıkları azaltılmalı, kamu borç stokunu düşürmek gerekiyor, rekabet güçlerinin artırılmasıyla ilgili reformlar gerekiyor, bankalarına çeki düzen vermeleri gerekiyor. Er ya da geç bu ülkelerde vergiler yükselecektir. Japonya’da KDV yok, satış vergisi var ve 2 yıl içinde vergi oranının 5 puan birden artırılacağı açıklandı. Borç milli gelirin yüzde 50’si, bu da devlete güvenle alınan bütün borçlanma araçlarının alınmasıyla oluşmuş, sonuç olarak bir karar alınma ihtiyacı hissedilmiş. Japon halkının finansal varlığının değeri 17 trilyon dolar seviyesinde. İtalya’da Yunanistan’da olup bitenlerden sonra Japon halkı da olup biteni sorgulamaya başladı. Gün gelir de Japon devleti de ödeme güçlüğüne düşebilir mi endişesi gün geçtikçe artıyor. Sonuç olarak görünen o ki ağır vergi yükleri gelecekte görülecektir. Kamu yatırımlarından kesintiler olacak ve büyüme ile ilgili baskılar oluşacaktır. Güney Amerika, Latin Amerika ve Japonya dışındaki Asya’da ekonomik aktivite gayet hızlı bir şekilde yükseliyor. Üretimde kalite, teknoloji, ticaret hacmi bu bölgelerde hızla artıyor ve sonucunda ekonomik gücün hızla batıdan doğuya kayacağı çıkarımını yapmak bizler için hiç de zor olmuyor. IMF’de hisse yapıları değişiyor, Türkiye’nin de hissesi artıyor, 24 kişilik yönetim kurulunda Avrupalıların sayısı azalıyor. Dünya Bankası uygulamaları da bu paralelde değişecektir.

“Avrupa’nın yanlışlarına düşmemek gerek”
Rosyonel çerçeve

İşgücü piyasasıyla ilgili reformlar önemli bir konu. Avrupa'nın düştüğü yanlışlara düşmeden bu alanda da çalışmalarımızı hız kesmeden sürdüreceğiz. Çalışanın emeğini tabii ki koruyacağız ama bunu rasyonel bir çerçeveye oturtacağız. Şirketler rekabet gücünü kaybettikten sonra çalışanı tek başına korumanın anlamı kalmayacaktır, eşzamanlı olarak işvereni de korumak durumundayız.
Esneklik artmalı
Esneklik unsurunu mutlaka işgücü piyasamızda artırmamız gerekiyor. Esneklik iyi çalışıyorsa işsizlik oranı azalır. Kendi sanayicimiz elinde gücü olduğu halde sırf esneklik unsuruna vurgu yaparak dış ülkelerdeki yatırımlarını askıya alıyor.~

“Türkiye’de tablo farklı”
Belirsizlik içinde bir dönemdeyiz, 25 ülkenin Yunanistan ile aldıkları kararlarla ilgili olarak parlamentolarından kararlar geçecek. Bu süreçte aksaklık çıktığında her şey altüst olacaktır. Yunanistan’a sağlanan imkanlara rağmen, hedef 2016 yılında Yunanistan’ın borcunun milli gelire oranını yüzde 120’ye düşürebilmek. Tüm bu süreçte Türkiye’ye bakıldığında çok farklı bir tablo görüyoruz. Yaptıklarımız bizi önemli ölçüde krizden korudu. Nispeten az etkilenen ülkelerdeniz. 2009’daki ortamın uzağındayız. Krizden önce bütçemize çekidüzen vermemiz, borç stoğumuzu düzenlememiz ve bankacılık sistemimizi düzenleyip her birinin bilançosunu ayrı ayrı güçlü bir yapıya sokmamız bizi krizin etkilerinden önemli ölçüde korudu. Avrupa’da krizin iki temel kaynağı vardı; zayıf kamu maliyesi yapısı ve zayıf bankacılık yapısı. Türkiye her iki alanda da bünyesini güçlendirerek bu ortama girdi. Ayrıca kriz süresince de pek çok farklı politika kurgusu izledik. Hükümetler harcama yolu ile ekonomiye can suyu vereceğiz derken, ki bu manadaki can suyu çok tehlikelidir, popülizm unsurlarını
içerir, biz çok farklı bir yol izledik. Avrupalı liderlerle görüştüğümüzde çözüm olarak çalışanlara daha fazla maaş vermek, vatandaşlara harcama çeki vermek ve daha fazla harcama yapmak gibi unsurları sunuyorlardı. İlave gelir kaynakları yok, borçlanmaları gerekiyor ve bunları yaparken de kendilerine aşırı bir güvenle Avrupa Birliği çatısında bunlar rahatlıkla yapılabilir kanısındaydılar. 2009’da bunları söyleyenlerin hiçbiri iktidarda değil ve ülkelerinde ciddi sorunlar var. Sadece Yunanistan’da 150 bin memur işinden olacak. Biz de 2009’da zaten daha az olan bütçe açığını nasıl daha da azaltacağımızı açıkladık hatta ilave vergiler koyduk.

“Borç stoku azalacak”
Bunların hepsini, Türkiye’de kamu borç stokunun artık bir gündem maddesi olmayacağının altını çize çize gösterdik. Bu borç stoku her yıl azalacaktır. Böylelikle hem içerideki hem de dışarıdaki güven ortamını artırdık ve 2009’un ikinci yarısıyla birlikte büyüme hızımız arttı. 2010 yılında yüzde 9’dan fazla bir büyüme gösterdik. Bu büyüme de özel sektör tabanlı bir büyüme oldu. 2011’de yaklaşık yüzde 8,5’lik bir büyüme tahmin ediyoruz. Güven ortamı olunca ekonomi büyüyebiliyor, işin özü bu. Güven ortamına paralel aşırı bir kredi hacmi genişlemesi, borçlanarak aşırı tüketim söz konusu olunca endişelendik ve 2010 sonu itibarıyla politikalarımızda sıkılaştırmaya yöneldik. Bankalarımızla başladık, kredi hacimlerinin azaltılmasına yönelik önce Merkez Bankası sonra da BDDK aracılığıyla kısıtlayıcı önlemler geldi. Maliye politikalarımız zaten sıkıydı üstüne para politikası konularında da sıkıştırıcı önlemler geldi. Uyguladığımız sıkılaştırıcı politikalar bu yıl yüzde 4 büyüme beklentisinin temel unsurlarından biridir. Bir yıllık hızlı büyüme rakamı seçimler öncesi kritik bir karardı, “Seçimi kazanamazsınız” telkinleri yapıldı ama biz Türkiye için uzun vadede ne karlı ise önceliği ona verdik. En son G-20 toplantısında bu görüşlerimizi paylaştık. Bu sıkılaştırıcı önlemlere karşı, büyümenin öldürüleceği yönünde görüşler oldu. Günü kurtarır politikaların yanlışlığını onlara belirttik.~

Krizin maliyeti fazla
İçinde bulunduğumuz ekonomik konjonktürü geçmişteki hiçbir zamanla karşılaştıramayız. Son krizin maliyeti İkinci Dünya Savaşı’ndan daha fazla. 1929 ekonomik buhranı ile karşılaştırılıyor bu kriz, fakat o zamanki ortam ile çok farklıyız. Her ana her senaryoya hazırlıklı olmak gerekiyor çünkü dünyada finansal bağlar çok güçlü. Bu ortamda biz, en kötü senaryolarda dahi Türkiye’yi ayakta tutabilecek bir politika izleyeceğiz. Belirsizliklerin olduğu dönemlerde hızı düşürmek gerekir ve fiilen biz de bunu yapıyoruz. 2012’de de yaptığımız bu, böylelikle manevra gücümüzü hep elimizde tutuyoruz. Bunun için bütçe disiplini olmazsa olmaz bir koşul. Bundan asla taviz vermeyeceğiz. Geçen yıl bütçe açığımız yüzde 1,4 iken Amerika’da bu oran yüzde 10 idi. Avrupa’nın bazı ülkelerinde yüzde 10’un üzerinde, bir kısmında da bu oran yüzde 8’lerde. Bankacılıkla ilgili politikalarımız duruma göre gevşeme ve sıkılaştırma süreçlerinden geçebilecek. Yine Merkez Bankası’nın politikaları enflasyona, yani fiyat

"Borçlanarak harcama yapılmaz”

TASARRUF ORANI DÜŞTÜ
Bir başka önemli alan da Türkiye'nin tasarruf oranları ile ilgili yapacağımız çalışmalar. Türkiye'nin tasarruf oranı yüzde 12'ye kadar düştü. Tarihin en düşük oranı. Makro ekonomik dengelerden bakarak hesap ettiğinizde yatırımlar ile tasarruflar arasındaki fark cari açığı verir. Geçen yıl yatırımlarımız milli gelirimizin yüzde 22'si, tasarruflarımız ise yüzde 12'si, yani tam yüzde 10 cari açık var.
95 MİLYAR TL BORÇ
Pek çok gelişmekte olan ülkede yüzde 30'lara varan tasarruf oranları var, o noktalara gelmeden harcamaya geçtik. Tüketici kredileri hacmi 2010'da yüzde 43 artmış 43 milyar TL olmuş, 2011'de de 52 milyar TL daha artmış, toplandığında son iki yılda tüketici kredileri Türkiye'de 95 milyar TL artmış durumda. 2 yılda halkımız 95 milyar TL borçlanarak harcama yapmış.
BU TABLO SÜRDÜRÜLEMEZ
Bu sürdürülebilir bir tablo değil. Tabii bu Türkiye'deki güven ortamıyla alakalı bir şey. Kazandığından çok harcamak Türkiye için hiç de iyi bir senaryo değil. Bu tasarruf oranlarını artırmayı, öncelikle kredi verme oranlarını aşağıya çekerek yapmayı sağlıyoruz. Harcamayı durdurmaya çalışmanın yanı sıra aslen tasarrufu artırmaya yönelik çalışmalar yapmamız gerekiyor ve bu konuda bankacılık, bireysel emeklilik ve sigortacılık sektörümüz üzerinden çalışmalarımızı tamamladık.


Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz