Sporla daha pozitif bir insan oldum

Unilever Türkiye Ev ve Kişisel Bakım Kategorilerinden Sorumlu Başkan Yardımcısı Şükrü Dinçer, hobilerini anlattı.

19.10.2014 17:58:370
Paylaş Tweet Paylaş
Sporla daha pozitif bir insan oldum
Unilever Türkiye Ev ve Kişisel Bakım Kategorilerinden Sorumlu Başkan Yardımcısı Şükrü Dinçer, iş hayatındaki renkli kişiliklerden biri... Lise yıllarından beri bateri çalıyor, düzenli tenis oynuyor ve koşuyor. Koşu merakı öyle bir noktadaki yurtiçi ve yurtdışında maratonlara katılıyor. Bütün bu hobilerinin kendisini geçmişten daha dengeli, daha pozitif hale getirdiğini söylüyor.   

Unilever Türkiye Ev ve Kişisel Bakım Kategorilerinden Sorumlu Başkan Yardımcısı Şükrü Dinçer, iş yaşam dengesi kavramının abartıldığını düşünenlerden. Ona göre iş yaşamın bir parçası ve işinizi sevmiyorsanız günde 2 saat bile yapıyor olsanız “dengesizlik” söz konusu. Dolayısıyla o sevdiği bir işin içerisinde hem kendi hem de takımının enerjisini yüksek tutabilmek için hobilerini günlük yaşamının içerisine monte etmiş.

Hafta içi 4 gün sabahları 6-8 saat arası koşuyor, hafta sonları da iki gün tenis oynuyor. Önümüzdeki günlerde Fransa’da hayır amaçlı bir koşuya katılmaya hazırlanıyor. Haftalık koşu antrenmanları onun için iş gününe girişmeden önce kendisiyle gerçekleştirdiği bir ön hazırlık toplantısı gibi...

Tenis ise topa konsantre olurken adeta dünyayı unuttuğu, tüm stresini boşalttığı bir alan. Müziği de es geçmemek lazım tabii. Hatta Singapur’daki 2,5 yıllık görevi boyunca iş arkadaşlarıyla geceleri barlarda çalıp para bile kazanmış. O günleri, “Acayip güzel bir hayattı. Gündüz ofistesin, akşam siyah tişört giyip sahneye çıkıyorsun” diye anlatıyor. Bugün de birlikte çalabileceği güzel insanlar bulduğunda baterinin başına geçip müzik yapmaktan büyük keyif alıyor. Şükrü Dinçer, hobilerini şöyle anlattı:

Bir gününüz nasıl geçiyor?
Her sabah saat 05.45’te kalkıyorum. Okul döneminde saat 06.30’a kadar oğlumun kahvaltısı bitip 07.15’te onu servise bindirdikten sonra ofise geliyorum. Hava iyiyse ofise gelmeden önce sahilde koşu yapıyorum. Arkasından buraya geliyorum. Günümü efektif bir şekilde yaşayıp arta kalan vaktimi de ailem ve arkadaşlarımla geçiriyorum.

Müzik ve spor hayatınıza nasıl girdi?
Müzik hobim liseden geliyor. Aslında müzikten önce basketbol var. Yaklaşık 4-5 yıl kadar basketbolla yatıp kalktım. Bu boyla lise takımında üç yıl kadar ilk 5’te sahaya çıktım. Ondan sonra arkadan gelen jenerasyon bizi kesti ve topu bir kenara koydum. Tesadüfen aynı dönemde okulda arkadaşlar grup kuruyordu, fakat davulcuları bunları sattı.

Benim de merakım vardı ama davul çalmıyordum. “Şükrü sen bunu yaparsın” diye diye onlardan gazı aldım ve oturdum çalıştım. O yaz sonu geldiğinde biz grupla beraber çalıyorduk ve lisenin davulcusu oldum. Ondan sonra 1990’da Milliyet’in düzenlediği müzik yarışmasında okulu temsil ettik.~

Sonra üniversitedeki arkadaşlarla devam ettik. Ancak üniversite bitince herkes çeşitli nedenlerle başka yerlere dağıldı. O zamandan beri tesadüfen birlikte çalacak
iyi insanlar bir araya gelirse jazz da olsa rock da olsa Allah ne verdiyse bakmadan çalıyoruz. Örneğin Singapur’daki 2,5 yıllık görevim sırasında Unileverli arkadaşlarla kuruduğumuz bir grup vardı. O gruptaki solistimiz, şu an ikinci albümünü doldurdu.

Bugün müzik hayatınızın neresinde?
Açıkçası şu aralar çok fazla müzikle ilgilenemedim. Biraz İstanbul’un zaman olarak bize yer bırakmamasından da diyebiliriz ama Singapur’dan geldiğimden beri de tesadüfen birileriyle tanışmadım. Mesela 2003-2006 arasında yine çalışmak için Hollanda’ya gitmiştim. Orada da yine tesadüfen tanıdık bilileri bir araya gelip müzik yapmıştık.

Müzik işini para kazanmak için yapmıyorum ama Singapur’da geceleri barlarda çalarken fena para da kazanmıyorduk. Hem müzik yapıyorsun hem bedava bira geliyor hem de üzerinde 3-5 kuruş para alıyorsun. Acayip güzel bir hayattı. Gündüz ofistesin, akşam siyah tişört giyip sahneye çıkıyorsun.

Koşuya nasıl başladınız?
Tamamen amatör olarak Caddebostan sahilde koşuyorum. Biraz ofisteki spor salonumuzda koşuyorum. İlk başta yaklaşık 2-3 kilometrelerle koşuya başladım. Şu aralar ise sabah antrenmanlarım 6-8 kilometre arası. 10-15  kilometre arası koşulara katılıyorum. Singapur’da yarı-maraton (21 kilometre) yaptım, çok acı çektim, bir daha yapar mıyım emin değilim.

Maraton merakı koştukça daha fazlasını yapma hırsıyla mı gelişti?
Hırstan ziyade şöyle bir şey; bir süre spor yapıp bıraktığınızda paslandığınızı hissediyorsunuz ve vücut onu sizden istiyor. Açıkçası bir süre yaptıktan sonra alışkanlık haline geldi. Bir hafta boyunca spor yapmayayım, kendimi çok mutsuz hissederim. Hafta içi de o yüzden fırsat buldukça koşmaya çalışıyorum. Hafta sonları da dü-zenli tenis oynayarak geçiyor.

Bir de tabii Singapur’daki yaşantım buna çok imkan verdi. Orada hava hep 28 derece, 12 ay boyunca yaz olan bir ülke. Herkes sitelerde oturuyor ve her sitenin en az bir spor salonu, bir havuzu, bir tenis kortu var. Dolayısıyla 2008’de sigarayı bırakıp 2009’da bu işlere başlarken, 2010’da da Singapur’a gidince benim için son derece sportif bir yaşam kendi içinde gelişti. ~

Son dönemde yaptığım en iyi şeylerden biri diyebilirim. Nefesin, enerjin daha iyi oluyor, tenis oynuyorsan zaten o topa vururken kafandaki her şeyi atman gerekiyor. Kendini “recharge” etme yöntemi gibi de oldu. O açıdan iş yaşantıma da olumlu yansıyor. Hem iş stresini yönetme ve kontrol altında tutma hem de daha da pozitif enerjiyle insanlara yaklaşmak açısından faydasını görüyorum.

Singapur dışında katıldığınız maratonlar var mı?
2009 ve 2010’da Antalya’daki Runtalya Maratonu’nda 10 kilometre koştum. Şimdi 28 Eylül’de Fransa’da bir koşuya gideceğim, 10-15 kilometre arası koşacağım. Bir de bunun kendi içinde bir “community”si var. İnsanlarla tanışıyorsunuz, onlar sizi bir yerlere çağırıyor. Mesela Fransa’da gideceğim aktivite de oradaki arkadaşlarım çocuklar yararına bir fon kurdu.

Çünkü kanser, daha ileri yaşlarda gözüken bir şey olduğu için tüm dünyada kanser araştırmaları sadece yetişkinler üzerine yapılıyor. Şimdi biz Fransa’daki bu kulüple beraber çocuklar için de kanser araştırmaları yapılması için bir fon kurmaya çalışıyoruz. Oraya fon yaratmak adına bir yerlerden sponsorluk bulup kendimiz gönüllü olarak koşuyoruz.

Ben de şimdi o koşuya hazırlanıyorum. Haftada 3-4 gün Caddebostan sahilde ortalama 20-25 kilometre arası koşuyorum. Haftada kaç gün koştuğuma bağlı olarak her defasında 6-8 kilometre arası koşuyorum.

Düzenli olarak birlikte koştuğunuz insanlar var mı?
Singapur’dayken birlikte koştuğum insanlar vardı. Burada henüz öyle bir koşu arkadaşım olmadı. Ben günlük olarak her sabah kaç kilometre koştuğumun, kilomun notunu tutuyorum. Haziran’da yaklaşık 150 kilometre koşmuşum. Yapabilirsem her çeyrekte yaklaşık olarak bir 250-300 kilometre yapmaya çalışıyorum. Yaz tatilleri araya girince her çeyrekte bu hedefi tutturamasam da yılda aşağı yukarı 600 kilometre koşuyorum.

Dereceye girdiğiniz bir koşu oldu mu?
Bu yaştan sonra öyle bir iddiam yok ama kendimce beni mutlu edecek kadar küçük hedeflerim var. Örneğin Runtalya’da, ilk yıl 10 kilometreyi 65 dakikada koştum. İkinci yıl bir saatin altına inmek gibi bir hedef koymuştum, 58 dakikada koştum. O bana kendimi mutlu hissettiren bir şey oldu. Çünkü bunu kendim için yapıyorum.

Koşuyla ilgili başka maratonlara düzenli katılma hedefiniz var mı?
Fırsat olursa katılırım. Ben bu sporu öyle çok aşırı profesyonel veya hayatımın gayesi gibi değil ama bir yandan zevk alarak, tanıştığım güzel insanlar beni böyle etkinliklere çağırdıkları zaman yapmaya çalışıyorum. Bir de sporun içerisinde tanıştığınız insanlar, iyi insanlar oluyor. ~

Oğlumu da Singapur’dayken tenise başlattık. Şimdi de bir kulüpte performans oyuncusu olarak haftada 4 gün tenise gidiyor. Bize göre onların jenerasyonunu bekleyen daha fazla şey var. Hem kötü alışkanlıklar hem de başka şeyler... Ama benim inancım, sporun yapan bir insan, hem daha iyi bir çevre içinde yaşar hem de spor onu pek çok kötü alışkanlıklardan uzak tutar.

Tenise nerede başladınız?
Tenise 2007 gibi Türkiye’de başladım. Unilever’in ofisi eskiden Bostancı’daydı. Tan Kulüp de Küçükyalı’da bizim ofisten 500-600 metre geride, çok da güzel bir kulüptü. Orada Romen bir hocadan ders aldım. Tenise kararlılıkla devam ettim, çünkü çocukluğumdan beri çok severek izlerdim. Hep bir şekilde radarımın içindeydi.

Çocukken Boris Becker, Ivan Lendl maçlarıyla büyüdük. Tenisi içindeki değerleri ve felsefesiyle hep çok güzel bir spor olarak düşündüm. Ama oynama fırsatım olmuyordu. O dönemde kulüp ofise yakın olunca bir zaman fırsatı oldu.

Sabahleyin orada oynayıp duşumu alıp 9’a doğru ofiste oluyordum. İstanbul gibi zaman açısından çok verimsiz bir şehirde sabahleyin sporunuzu yapıp 9’da işte olmak bana çok güzel bir hayat kalitesi olarak geliyordu... Sonra da alışkanlığa dönüştü. Şimdi de hafta sonları hem oğlumu izlemeye hem tenis oynamaya Fenerbahçe’deki Dalyan
Kulübe gidiyorum. Hafta sonu iki gün tenis oynayıp hafta içi koşabildiğim kadar koşuyorum.

Sürekli tenis oynadığınız kişiler var mı?
Oynadığınız arkadaşlarınız sürekli değişiyor. Bir de hocalarla oynuyorum. Fena oynamıyorum ama hala ders alıyorum. Daha iyi olamaya çalışmakla da biraz alakalı...

Amatör turnuvalara katılıyor musunuz?
Fırsat oldukça katılıyorum. Geçenlerde Dalyan’da bir turnuva vardı, iki tur geçtim, üçüncü turda elendim. Ama kazanıp kaybetmek bir yana çok keyifli. Yani dünyaya bir kez daha gelsem, tenisçi olmayı çok isterdim. Çok meşakkatli bir hayat yaşıyorlar ama bir yandan da çok tatmin edici bir spor. Yapabilsem kalbin nerede derseniz, teniste. O açıdan oğlumun tenis oynamasından büyük keyif alıyorum.

Hobilerinizi ailenizle paylaşıyor musunuz?
Tenise oğlum Demir’i ben yönlendirdim ama onun da yeteneği, isteği var gibiydi. Singapur’dayken bir kulübe gidiyorduk. 5 yaşındayken orada başladı ufak tefek. Sonra baktım sevdi. Futbolu da çok seviyor. Onun bireysel gelişimi açısından değerlendirmeye çalışıyorum. Futbolda takım arkadaşlarıyla bir takımın parçası olmayı öğrensin, öbür tarafta da teniste bireysel olarak kendini tanıyıp bireysel yeteneklerini geliştirsin. ~

Şimdi 9 yaşında. Hem bireysel hem kolektif yeteneklerinin gelişmesi için cumartesi sabahları futbola gidiyor, 4 gün de tenis çalışıyor. Bir yandan o da böyle bir sportif yaşantının içine girmeye çalışıyor. Onun için de ümidim, bir sporcu olması veya öyle bir kariyer yapması değil ama spor, hayatının bir parçası olursa onu hayatta pek çok kötülükten uzak tutar diye düşünüyorum.

Tüm bu hobilerin size işte ve hayatta yansıması nasıl oluyor?
Beni pek çok açıdan daha dengeli bir insan yaptığını düşünüyorum. Hem zihinsel disiplin hem de duygusal stabilite anlamında... Çünkü insan bazen iş stresine tamamen kendini kaptırdığında o stres sizi kontrol ediyor olabilir. Halbuki ben onu kontrol etmeye çalışıyorum.

Bu da kendimce bulabildiğim taktikler. Hem nefes alıyorsunuz hem o terleme anı esansında vücut zihinsel ve fiziksel anlamda epey rahatlıyor. Dolayısıyla beni geçmişten daha dengeli, daha pozitif hale getirdi. Çünkü o stresi eğer ekibinize yansıtırsanız pek çok genç insanın enerjisine de yazık olur.

"Beslenme ve kiloma dikkat ediyorum"
KOŞMAYA BAŞLADIM

Aslında üniversitede çat pat tenis oynardım. Ama sporun artı olarak hayatıma girmesi, aslında sigarayı bıraktıktan sonradır. 2008’de sigarayı bıraktım, 2009’da Antalya’da 10 kilometre koştum. 2010’da Singapur’da yarı maraton koştum. Koşu da tamamen sigarayı bıraktıktan sonra hayatıma girdi.

SAĞLIKLI YAŞAM
Sigarayı bıraktıktan sonra kendime şöyle bir hedef koydum: Arkadaşlarımdan sigarayı bıraktıktan sonra kilo alıp daha sağlıksız bir yöne gidenler oldu. “Ben sigarayı bırakıyorsam onun yerine hayatımda daha sağlıklı bir şey koyacağım” dedim. Bu da spor oldu. Koşuya öyle başladım. Tenis antrenmanları da o süreçte geldi.

DİYABETİK MOTİVASYON
Koşu için motivasyonlarımdan biri de şeker hastalığı konusu. Babam çok uzun yıllardır diyabetik. Dolayısıyla sporun 30’lu yaşlarımdan sonra gündemime girmesinin bir sebebi de genetik olarak benim de şeker hastalığı riskimin bulunması. Bu yüzden spora, beslenmeme ve kiloma dikkat etmeye çalışıyorum.~

"Tenisle dünyadan kopuyorum"
ZİHİNSEL HAZIRLIK

Tenis, beni koşudan daha fazla rahatlatıyor. Çünkü sabahleyin koşuya çıkarken aslında bir yandan o gün yapacaklarımla ilgili zihinsel egzersiz yapıyorum. Koşuda, “Bugün ajandamda ne var, nelere odaklanmamız lazım” diye düşünüyorum. Bitirdiğimde zihinsel olarak o gün yapacağım şeylere hazırlanmış oluyorum.

KENDİMLE TOPLANTIM
Aslında koşarken kafamda pek çok şeyi çözüyorum. Biraz benim kendimle toplantım gibi... Yani aslında koşup ofise geldiğimde kafamda pek çok şeyi halletmiş ve icra etmek üzere geliyorum. Mesela yurtiçi, yurtdışı iş toplantılarına giderken çantama koyduğum standart şey; bir koşu ayakkabısı, bir şort, bir de tişört.

TENİS VE STRES

Koşu çok da bir mental bir disiplin veriyor bana. Tenis ise tam tersi. Dünyadan kopuyorum. Çünkü topa vurmak için gerçekten topa konsante olup onun dışındaki her şeyi unutmaya çalışıyorum. Bir süre dünyadan koptuktan sonra duşta tekrardan dünyaya geri dönüyorum. Yani stresimi boşaltan şey daha çok tenis.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz