İkinci rönesans ne getirecek?

Ian Goldin ile yeni Rönesans’ı, getirdiği fırsatları ve tehditleri konuştuk...

23.05.2017 13:44:510
Paylaş Tweet Paylaş
İkinci rönesans ne getirecek?
Nilüfer Gözütok
[email protected]


Oxford Üniversitesi’nde globalizasyon profesörü IAN GOLDIN’e göre dünya yeni bir Rönesans yaşıyor. İnsanlığın hiç olmadığı kadar refah içinde olduğu bu dönemde teknolojiyle kazanılan hızla birlikte müthiş fırsatların ortaya çıktığını belirten Goldin, bu fırsatları değerlendirmek için tüm insanlığı birlikte hareket etmeye davet ediyor. “İnsanlığı bir bütün olarak tanıyan ve çıkarlarını gözeten yeni haritalar yapmalıyız” diyor. Ardından ekliyor: “Bu bizim en iyi ya da en kötü yüzyılımız olabilir. Seçim bizim.”

İnsanlık tarihinin en olağanüstü döneminde yaşıyoruz. Bu öyle bir dönem ki hem keşifler çağındayız hem dünyaya bakış açımızın değiştiği bir zamandayız. Bu tür bir değişime sadece 500 yıl önce yaşanan orijinal Rönesans’ta tanıklık ettik.” Bu sözler, Oxford Üniversitesi’nde globalizasyon ve gelişim profesörü olan Ian Goldin’e ait. Aynı zamanda Oxford Martin School’un kurucu direktörü olan Goldin, sürdürülebilir gelişim konusunda dünyanın önde gelen fikir önderlerinden biri olarak kabul ediliyor. Goldin, “Age of Discovery: Navigating the Risks and Rewards of Our New Renaissance-Keşifler Çağı- Yeni Rönesansımızın Risklerini ve Ödüllerini Belirlemek” adını taşıyan son kitabıyla yine tüm dünyanın dikkatini çok önemli bir noktaya çekiyor. İçinde bulunduğumuz dönemi 500 yıl önce yaşanan Rönesans’a benzetiyor. İnsanlığın hiç olmadığı kadar uzun ömürlü, sağlıklı ve refah içinde olduğu bu dönemde teknoloji ve globalizasyonla birlikte müthiş fırsatlar olduğunu dile getiriyor. Bugünün Rönesans’ından en iyi şekilde faydalanmak için de yapılması gerekenlere ilişkin adeta bir yol haritası ortaya koyuyor. Temelde de insanlığı birlikte hareket etmeye davet ediyor. “Çözüm üreten bir üslup ve düşünce yapısını benimsemeli, çeşitliliği desteklemeli, ön yargıların kökünü kazımalı, insanlığı bir bütün olarak tanıyan ve çıkarlarını gözeten yeni haritalar yapmalıyız. Demokratik kurumların yeniden kamuoyunun güvenini kazanmasını sağlamalıyız” diyor. Ardından ekliyor: “Bu bizim en iyi yüzyılımız olabilir ama aynı zamanda en kötü yüzyılımız da olabilir. Seçim bizim.” Oxford Üniversitesi’nde globalizasyon ve gelişim profesörü Ian Goldin ile yeni Rönesans’ı, getirdiği fırsatları ve tehditleri konuştuk:
* Son kitabınız “Age of Discovery-Keşifler Çağı”nda yeni bir Rönesans yaşadığımızı söylüyorsunuz. Bu Rönesans’tan bahseder misiniz?
 Ben yeni bir Rönesans’ın içinde olduğumuza inanıyorum. İnsanlık tarihinin en olağanüstü döneminde yaşıyoruz. Dünya hiçbir zaman bugünkünden daha iyi olmadı. Fırsatlar muhteşem. Değişim çok hızlı. İnovasyon konusunda hiper bir hızdan bahsediyoruz. Bu değişimler tarihteki benzerlerinden çok daha geniş bir paylaşım ve yayılım içinde… Bugün hükümetler izin verirse, eğitimliyseniz ve altyapınız varsa her şeye ulaşabiliyorsunuz. Fikirlere ulaşmak ve iş birliği yapmak mümkün. Hepimiz dünyayı değiştirme şansına sahibiz. İşte bu nedenle insanlık tarihinin en hızlı yenilikçilik yapılan dönemindeyiz. Bu öyle bir dönem ki hem keşifler çağındayız hem dünyaya bakış açımızın değiştiği bir zamandayız. Bu tür bir değişime sadece 500 yıl önce yaşanan orijinal Rönesans’ta tanıklık ettik.
* Yaşadığımız Rönesans’ın bizim için temel kazanımları neler oluyor?
 Etik konusu… Bugün daha fazla şeffafız. Artık bir şeyleri gizlemek mümkün değil. Masum olduğumuzu da iddia edemeyiz. Dolayısıyla daha erdemli bir toplum olmak zorundayız. Şirketlerimizin, tüketicilerimizin ve toplumumuzun her hareketinin gezegen üzerindeki etkilerinin farkına varacağız. Karşılıklı bağımlılığımızın farkına varışımız yeni etik temellerin oluşmasına neden olacak. Teknolojideki bu yeni devrimde ortaya çıkan en muhteşem şeylerden biri de bu... Bu devrim olmasaydı, örneğin iklim değişiklikliğiyle ilgili neler olup bittiğini hiçbir zaman bilemeyecektik, antibiyotik bağışıklığı oluştuğu yönünde bir bilgimiz olmayacaktı, okyanuslarda neler olup bittiğini fark etmeyecektik. Şimdi yarattığımız etkiyi biliyoruz. Eğer zeki ve bilgili bir insansanız, “Bu etkileri bilmiyorum” diyemezsiniz. Şirketler, markalar ve bireyler, yani hepimiz söylediklerimizin doğru olmasına daha çok dikkat etmeliyiz. Çünkü, artık saklayacak yer yok ve bu da çok iyi bir şey.
* Bu dönemin en büyük riskleri neler?
 Dünya hızla değiştiği zaman her şeyi daha hızlı bir şekilde değiştiriyor. Değişim yaşanırken bazıları bu değişimin dışında kalıyor. Tüm dünyada tüm ülkelerde eşitsizliğin artma nedeni de bu. Fakat mesele sadece eşitsizliğin büyümesi değil, aynı zamanda insanlar değişimin onlar için olmadığını hissediyor. Bazılarının değişimden ciddi miktarda yararlandığını görürken, kendi hayatlarında bu değişimi olumlu olarak hissetmiyorlar. Aslında Rönesans döneminde yaşanan da yine buydu. İnsanlar Yeni Dünya’dan gelen altının katedrallerin kubbelerine koyuluşunu gördü, caddede ipekler içinde gezen insanları, pazarda baharatları gördü. Ancak kendi yaşamlarında bir şey değişmemişti. Benzer yoksunluk duygusu, yani değişimin kendisinin yararına değil başkasının yararına olması kızgınlığı yarattı.~* Gelir dağılımındaki eşitsizlik de yeni Rönesans’ta artıyor mu?
 Geride bıraktığımız 25 yılda ülke ekonomileri büyüdü. Birçok düşük gelir grubundaki ülkenin geliri arttı. Örneğin 2000 yılında Dünya Bankası tarafından “düşük gelirli” olarak tanımlanan ülke sayısı yarı yarıya azaldı. Eskiden düşük gelirli ülkelerin oranı yüzde 65 iken, yüzde 33’e geriledi. 1990 yılından itibaren hem dünyanın en fakir 20 ülkesinin geliri hem en zengin 20 ülkenin geliri yüzde 30 artış yaşadı. En fakir ülkedeki kişi başına düşen gelir 80 dolar artarken en zengin ülkede kişi başına yıllık gelirdeki artış 8 bin dolar oldu. Ve zenginle fakir arasındaki fark daha çok açıldı. Bu hastalığın adı dağıtım. Eğer biz kazançları daha sağlıklı bir şekilde dağıtabilirsek hepimiz bir jenerasyon öncesinden çok daha iyi durumda olacağız.
* Rönesansı aynı zamanda yaratıcılık ve yetenek patlaması olarak da tanımlıyorsunuz.
 Evet, Rönesans’ın en büyük özelliklerinden biri de bu. Orijinal Rönesans’ta yetenek patlamasını yaratan baskı teknolojileriydi. Baskı teknolojilerinin bulunuşundan önce sadece rahipler latin el yazısıyla kaleme alınmış kitapları yazar ve okurdu. Kilise bilginin tek sahibiydi. Tıpkı bugün internetin yaptığı gibi baskı teknolojileri bilginin demokratikleşmesini sağladı. Elbette bugün insan sayısı o güne kıyasla devasa boyutta. 1980’lerde sadece yarım milyar insanın birbiriyle bağlantılı olduğu bir dünyadan 5 milyar insanın bağlantılı olduğu bir dünyadayız. 1980 yılında ilk kez Çin’e gittiğimde sadece 78 kişinin doktorası vardı. Şimdi yüz binlerce kişinin var. Bu çok önemli bir değişim. Bugün daha çok dâhinin yaşadığı bir dünyadayız. Üstelik yeni Einstein’lar sadece Viyana, New York ya da Londra sokaklarından çıkmayacak aynı zamanda Mumbai ve başka şehirlerdeki sokaklardan da çıkacak. Sadece bireysel gelişigüzel dehadan bahsetmiyorum aynı zamanda ortak girişimlerin oluşturduğu dehalardan bahsediyorum. İnsanlar farklılıkları barındıran takımları oluşturmak için biraraya geldiğinde gerçek kıvılcımlar ortaya çıkıyor. Bu ortak çabayı tarihin hiçbir döneminde bu şekilde görmedik.
* Sistemik risklere de dikkat çekiyorsunuz. Öncelikle sistemik riskler neler?
 Sistemik risk, sistemlerin birbiriyle bağlı ve birbirine bağımlı olması demek. Sadece iyi şeyler değil, gerçek anlamda kötü olanlar da dolaşımda. Bilgisayar ağları ve network’ler çok önemli hale geldi. Karmaşa büyüyor. Bu karmaşık, birbirine geçmiş sistemler riski katmanlaştırıyor ya da sistemlere bulaşmasına neden oluyor. Bu da benim anlatmaya çalıştığım sistemik risk. Bu duruma keşifler çağı neden oluyor. Üstelik bu kasıtlı ya da kasıtsız bir şekilde gerçekleşiyor. Kasıtlı olmayan sonuçlara en iyi örnek iklim değişikliği, su ürünlerinin tükenişi ve antibiyotiğe karşı kazanılan bağışıklık… Bu örnekler aslında bir bakıma 500 yıl önce keşifler için çıkılan yolculukların yarattığı kasıtlı olmayan sonuçlara benziyor. O dönemde de birçok Amerikan yerlisi daha önce karşılaşmadıkları hastalıklar nedeniyle hayatını kaybetti. Bunların yanı sıra kasıtlı sistemik değişimler de var, bunlar da oldukça ürkütücü. Buna örnek olarak insanların sistemleri yok etmek için buldukları yeni yolları verebiliriz.
* Sistemik risklerin üstesinden nasıl gelinebilir? Sistemik riskler konusunda yönümüzü belirlemek için önerileriniz neler?
 Öncelikle yeni risklerin ne olduğunu anlamak hayati bir konu. Finansal krizlerden ve diğer alanlardaki krizlerden görüyoruz ki kurumların çoğu 21’inci yüzyıla uygun değil. Hatta en akıllı kurumlar, örneğin IMF bile finansal krizin geldiğini göremedi. Bu yeni dünyada yönü bulabilmek yeni ağların, network’lerin ve yeni yeni gelişen risklerin nasıl birlikte olduğunu anlamaktan geçiyor. Vurgulamak istediğin ikinci önemli nokta çeşitlendirme stratejisi. Çünkü, biz bir sonraki şokun nereden geleceğini bilmiyoruz. Çeşitlendirilmiş portföyler ve stratejiler çok önemli. Üçüncü konu organizasyonlar içinde risk kültürü geliştirmek. Bu da yönetim kurulu başkanından başlar. Bu sadece risk yönetiminden sorumlu başkan yardımcısına ve risk yönetim birimine bırakılacak bir konu değil. Bir siber saldırı, bir salgın hastalık ya da finansal kriz olduğunda mevcut sistemin idaresinin ve kontrolünün 21’inci yüzyılın amaçları için tamamen yetersiz olduğunu gördük.~* Dünya giderek daha karmaşık hale geliyor. Peki bu aşamadan nasıl çıkabilir ve nasıl daha iyi bir seviyeye gelebiliriz?
 Bağlanabilirlik bir seçenek gibi görünüyor. Bu seçenek de şöyle: “Eğer senin yapmak istediğini yapmak istemezsem, sadece bağlantıyı keserim”. Fakat aslında bir seçim şansımız yok. Beni ve ülkemi etkileyen güçler başka yerlerden geliyor ve bu güçleri durdurabilecek hiçbir duvar yok. Aynı şekilde salgın hastalıkları, siber saldırıları ve teknolojik değişimi de durdurmak mümkün değil. Bu nedenle bu konuları yönetmek için birlikte hareket etmeliyiz. Dayanışma içinde olmalıyız. Dayanışmanın önemini anladığımızda bunun gerçek değişimi başlatacağına inanıyorum. Oysa içinde bulunduğumuz dönemde politik ve sosyal olarak dayanışma eğiliminde değiliz. Aksine politikacılar, “Beni bir dene ve bağlantını kes, duvarlar inşa etmeme izin ver” diyor. Bu sürdürülebilir değil, sorunları da çözmeyecek. Eğer bağlantıyı keserseniz, problemleri yönetmek konusunda daha aciz bir konuma düşersiniz. Ortak hareket etmek, bu ortak meseleleri ve sistemik riskleri yönetmek konusunda ihtiyaç duyulan asıl yaklaşım ancak o noktaya ulaşmak zaman alabilir.
* En son Trump’ın iktidara gelişiyle de bu söylemleri daha sık duyar olduk. Sizce Amerika ne yapmalı?
 Amerika da dünyanın geri kalanıyla daha fazla bağlantıda olmalı. Çünkü iklim değişikliği, salgın hastalıklar, siber saldırılar ve terör tehditi Amerika’nın kendi kabuğuna çekilmesiyle azalmayacak. Duvarlar ülkeleri daha fakir, daha yeteneksiz ve daha özgüvensiz hale getirir. 
* Söz bu noktada globalizasyona geliyor. Globalizasyon konusunda dünyanın en önemli uzmanlarından birisiniz. Sizce globalizasyonla ilgili en büyük sıkıntılar ve fırsatlar neler?
 Globalizasyon bugün insanlığı etkileyen en büyük güç. Yaşamımızı her açıdan etkiliyor. Sanırım en önemli açı fikirlerin ulusal sınırları aşıp hareket etmesi. Bu da dünyanın, 5 milyar insanın fikirlerini paylaşabildiği bir noktaya geldiğini gösteriyor. 25 yıl önce, Berlin Duvarı yıkılmadan 1 milyarın altında insan bu paylaşımı yapabiliyordu. Globalizasyonla ilgili bir diğer önemli nokta ekonomik. Ekonomik olan tüm unsurlar da hareket halinde, ürün, eşya, para ve ticaret sürekli hareket ediyor. E-ticaret güç kazanıyor. İthalatı ya da ihracatı yasak ürünler de sınır ötesinde hareket edebiliyor. Eğer bu olumsuz akışı yönetemezsek etkisi daha büyük olacak ve bu durum globalizasyonun çöküşünü getirecek. Çünkü salgın hastalıklar, siber saldırılar, finansal krizler ve terör saldırıları da iyi unsurlar gibi akış halinde… Globalizasyonun önemli bir boyutu göç. Daha fazla global hale geldikçe ülkeler daha sıkı sınır kontrolleri yapmaya başladı.
* İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük göç hareketlerinden birini yaşıyoruz. Sizce göç hareketi dünyayı nasıl etkileyecek?
“Exceptional People-Sıra Dışı İnsanlar” isimli kitabımın ikinci başlığı “How Migration Shaped Our World and Will Define Our Future” (Göç Dünyamızı Nasıl Şekillendirecek ve Geleceğimizi Nasıl Belirleyecek) idi. Dolayısıyla ben göç konusunu dünyanın dengesini değiştirecek en güçlü etki olarak görüyorum. Elbette hepimiz bugün olduğumuz yere göç ettik. Kendi göçmen geçmişimizi anlamak, aynı zamanda onun ekonomimizin dinamizmini sağlayan anahtar unsurlarından biri olduğunu da görmemizi sağlayacak. Eğer en çok patentin geldiği yere ya da kimin en yenilikçi olduğuna, kimin iş ve teknolojide ön planda durduğuna, ilaçta ya da sanat gibi alanlarda kimin en iyi performansı ortaya koyduğuna baktığınızda göçmenleri görürsünüz. Nobel ödüllerini ve Oscar’ı kazananlar ağırlıklı göçmenler. Bu rastlantı değil. Göçmenler risk alma konusunda daha cesur, kendi toplumlarında bile sıra dışı olma eğilimindeler. Sadece nitelikli göçmenlerden bahsetmiyorum aynı zamanda yarı nitelikli ya da belli bir niteliği olmayan göçmenlerde de durum aynı. Google, Sergey Brin olmasaydı var olmayacaktı. Steve Jobs da Suriyeli bir göçmen ailenin çocuğu. Silikon Vadisi’ndeki bütün ikonik şirketler göçmenler tarafından kuruldu. Özellikle Amerika’nın gelecekteki en büyük gücü göçmenler olacak. Hükümetlerin bu noktadaki politikaları bu nedenle çok kritik öneme sahip.~IAN GOLDIN’DEN BELİRSİZLİĞİ YÖNETME ÖNERİLERİ
Daha fazla risk almak gerekiyor. Her şey hızla değişirken, iş dünyası daha sık yenilikçilik yaparak öne geçme konusunda hızlanmalı ve risk almalı.
Hükümetlerin işi ise güvenlik ağlarını güçlendirmek, bireylerin ve şirketlerin öğrenme, adaptasyon ve yatırım anlamında daha cesur olmasını sağlayacak yapılar kurmak olmalı.
Dayanışma içinde olmak da çok önemli. Toplu halde mucizeler yaratabiliriz.
Yaşadığımız finansal krizden öğrenmemiz gerekenler var. Hesapverebilirlik, şeffaflık ön plana çıkarılmalı. Sorumsuzca konuşulan bir dönemde çözüm üreten bir üslubu ve düşünce yapısını benimsemeliyiz.
Demokratik kurumların yeniden kamuoyunun güvenini kazanmasını sağlamalıyız. Bu kurumları milletler üstü tehditlerin üstesinden gelebilecek yeni yetkilerle güçlendirebiliriz.
Çeşitliliği desteklemeli, ön yargıların kökünü kazımalıyız. İnsanları ulusuna, ırkına, cinsiyetine, dinine ya da diğer klişelere göre ayıran haritaları parçalamalı, onların yerine insanlığı bir bütün olarak tanıyan ve çıkarlarını gözeten yeni haritalar yapmalıyız.
Başarısız olmaya cesaret etmeliyiz. Hepimizi cesaretlendirecek şekilde güvenlik ağlarını güçlendirmeliyiz. Göçmenleri memnuniyetle karşılamalıyız.
Kendi Rönesans’ımızdaki fırsatlara odaklanmalı ve tehlikelerin üstesinden gelmeliyiz.
Dünya hiçbir zaman bugünkünden iyi olmadı ama biz birlikte hareket etmedikçe ve daha iyi bir gelecek için beraberce çalışmadığımız sürece daha iyi olmayacak.
Bu bizim en iyi yüzyılımız olabilir ama aynı zamanda en kötü yüzyılımız da olabilir. Seçim bizim.


“DAHA KAPSAYICI BİR GLOBALİZASYONA İHTİYACIMIZ VAR 
REAKSİYON YÜKSELİYOR

Globalizasyona karşı reaksiyonun yükseldiğini görüyoruz. Bunun birinci nedeni globalizasyonun bazılarının yararına çalışırken bazılarını sistemin dışına atması. Dengesizlik artarken birçok insan dışarıda kaldığını hissediyor. Bu algının üzerinde durulması gerekiyor. Daha kapsayıcı bir globalizasyona ihtiyacımız var. Ülkemizin sosyal güvenliğinin olduğundan emin olmalıyız, daha çok konuta ve altyapıya yatırım yapmalıyız. “DIŞARIDA HİSSEDENLERİ ÖNEMSEMELİYİZ”
İnsanları özellikle de kendini dışarıda hissedenleri daha çok önemsemeliyiz. İkinci olarak globalizasyon yeni riskler yaratıyor. Mesela küresel finansal kriz, iklim değişikliği, siber saldırılar, terör saldırıları. Bu riskleri daha etkili şekilde yönetmemiz gerekiyor. Bu iki konuyla başa çıkabilirsek küreselleşmenin iyi bir şey olduğunu düşünmeye başlayacağız.

BREXIT’İN SONUCU NE OLUR?
ÇÖZÜLMEYİ BEKLEYEN SORUNLAR

İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkışının İngiltere ekonomisi için iyi olacağını gösteren tek bir çalışma yok. Öte yandan bunun Avrupa için çok kötü olduğunu düşünen tek bir ekonomist de görmedim. İngiltere Avrupa’da, Avrupa’yı daha etkin kılacak iyi bir güç. Avrupa’nın çözülmeyi bekleyen birçok sorunu var. İngiltere olmadan bu problemleri çözmek ise daha fazla zaman alacak. Bazı problemler bizim için çok ciddi, örneğin terörizm ve iklim değişikliği bunlardan ikisi…
“AVRUPA DAHA ETKİLİ ÇALIŞMALI”
Avrupa bu sorunların üstesinden gelmek için daha etkili çalışmak zorunda, İngiltere ise bu problemleri tek başına çözebilecek durumda değil. Çözümü Amerika ile birlikte arayacak hali de yok, çünkü biz Avrupa’dayız. Dolayısıyla ekonomik büyüme açısından bunun sonuçlarının kötü olacağını düşünüyorum aynı zamanda politik belirsizliklik ve riskleri de beraberinde getireceği kanısındayım.

GELECEĞE YÖN VERECEK TRENDLER
1 TASARRUF 100 KAT ARTACAK

Gelecek 10 yılda değişimin ana faktörü demografik olacak. Yaşam süresindeki hızlı yükselişle eş zamanlı olarak tüm dünyada doğum oranları düşecek. Orta vadede orta yaş oranı ikiye katlanacak ve daha yaşlı olanlar politikaya daha çok yön verecek, politik olarak ayrışmalar ciddi boyuta ulaşacak. Dünya genelinde yatırım ve tasarruflar açısından da değişim olacak. Yaşam süresi uzayınca, insanlar mevcut yaşam tarzlarını muhafaza etmek için 1980’li yıllara göre 100 kat daha fazla tasarruf yapma ihtiyacı hissedecek.
2 TÜKETİMDE KESKİN DEĞİŞİM
İkinci önemli trend ekonomik. Gelişmekte olan pazarlar gelişmiş yaşlı ekonomilere kıyasla 2’den 6 kata kadar daha fazla büyüyor. Demografik faktörler global tüketim kalıplarını keskin şekilde değiştirecek. Gelişmekte olan pazarlar 2050 yılına dek global tüketimin yüzde 80’inden sorumlu olacak. Bu durum temel olarak kimin tüketimi yapacağını, ne tüketeceğini ve nerede tüketeceğini değiştirecek.
3 POLİTİKADAKİ PARÇALANMA
Üçüncü büyük global trend politikadaki parçalanma. Dünya daha global hale geldikçe insanlar daha yerel olmaya çalışıyor. Bu globalizasyon taraftarları ve ulusalcılar arasındasında artan bir gerginliğe neden oluyor.
4 ORTA SINIF ETKİSİ
Dördüncü trend doğal kaynaklar üzerindeki baskı. Gelecek 20 yılda 3,5 milyar yeni orta sınıf tüketicimiz olacak. Dolayısıyla hayvan ve balık tüketiminde, antibiyotik kullanımında ve karbondioksit emisyonunda çok hızlı bir yükseliş gerçekleşecek. Tüm bunlar küçük bir grup insan tarafından gerçekleştirildiğinde sorun olmuyor ancak 4 milyar insan bunları yaptığında etkileri oldukça yüksek olacak.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz