"Pazar değil gönül payı peşindeyiz"

GÜLER SABANCI, Türk iş dünyasının en güçlü isimlerinden biri... Aynı zamanda sosyal sorumluluk ve vakıf çalışmalarıyla da ön planda olan bir lider… Bu nedenlerle kendisi için Sabancı Holding yönetim kurulu başkanlığı kadar Sabancı Vakfı’ndaki mütevelli heyeti başkanlığı görevi de büyük önem taşıyor. Vakıf çalışmalarının sonucunda pazar payı değil, gönül payı almayı hedeflediklerini söyleyen Sabancı, “En zoru da bunu yaşatmaktır. Öbürünü parayla, yüksek tonda iletişimle elde edersiniz” diye konuşuyor.

11.08.2015 11:56:270
Paylaş Tweet Paylaş
"Pazar değil gönül payı peşindeyiz"
GÜLER SABANCI, TÜRKİYE’NİN İZLENEN VE TAKİP edilen liderlerinden biri… Pek çok kişiye koçluk yapmış bir isim. Aynı zamanda Türkiye’nin sosyal sorumluluk tarihine de yaptığı çalışmalarla önemli katkıları var. Capital Dergisi’nin gelenekselleşen pek çok sorumluluk araştırmasından da bu nedenle Güler Sabancı’nın ismi çıkıyor. Güler Sabancı da Sabancı Vakfı’nın kendi kariyer hayatında ayrı bir yeri olduğunu doğruluyor. Bu işlerin gönülden gelerek yapıldığında anlamlı olduğuna vurgu yapıyor. Sabancı Vakfı olarak yaptıkları çalışmalarda markalarına değer katmaktan çok, gönül payı kazanmayı hedeflediklerini söylüyor. Güler Sabancı’yla, 41’inci yılını kutlayan Sabancı Vakfı’nı ve hayırseverlik işlerinin geldiği noktayı konuştuk… 
* Sabancı Vakfı ne zaman kuruldu? 
* Sabancı Vakfı 41’inci yılında. Sosyal gelişim açısından baktığımızda 41 yıl hem uzun hem kısa… İş hayatında 3-5 yılda bir sonuç almak beklenirken, sosyal konularda 10-15 yılı göze almak gerekir. Sabır bu işte çok önemli… Sabancı Ailesi, Hacı Ömer Sabancı’nın vefatından sonra holdingi kurdu. Aile geniş. Sadıka Hanım, altı oğlu ve torunlar var. Ailenin kültüründe sosyal konulara kuvvetli duyarlılık ve inanç var. Aile fertlerinin tek tek ve küçük işler yapması yerine toplu halde ve önemli etki yaratacak projeleri, bir strateji ve plan çerçevesinde gerçekleştirmeleri için Sabancı Vakfı kuruluyor. Sadıka Sabancı, tüm ailenin “ortak” değeri. Onun mal varlığını bağışlaması ile kuruluyor vakıf. İlk başkanımız da Hacı Sabancı oldu. Bu anlayış neticesinde, hayırseverlik çalışmaları vakıf adı altında kurumsallaşmış oldu. Biz her zaman şöyle baktık: Bir elimizde holding, bir elimizde vakıf olacak. Birinde akıllı, verimli, kârlı çalışacağız; diğerinde de toplumsal kalkınma için her şeyi devletten beklemeyeceğiz. “Bizim için ikisi de eşit değerde” derdi, Sakıp Sabancı. Biz hiçbir zaman Türkiye’nin kalkınmasını sadece ekonomik kalkınmayla sınırlı görmedik ve görmüyoruz. Ekonomik kalkınmayla birlikte sosyal kalkınmanın da aynı ölçüde gerçekleştirilmesi gerekir. 
* Vakıf kuruluşundan bu yana ne gibi evrelerden geçti? 
* Vakfımız, sadece Adana, Kayseri, İzmit gibi yaşadığımız ve çalıştığımız topraklara yatırım yapmadı. Tüm Türkiye’ye gücümüzün yettiği kadar ulaşmaya çalıştık. Vakıfta toplumsal kalkınma için hep uzun vadeli bakarak stratejiler ve projeler yapıldı. Örneğin, 80’li yıllardan başlayarak yurdun çeşitli yerlerine kültür siteleri yaptık. Bugün itibarıyla 16 kültür sitesi mevcut. Kültür siteleri şehirlerde yaşayanların ortak kültür faaliyetlerini paylaştıkları mekanlar oldu. Dünyada da tüm gelişmekte olan ülkelerde bütün vakıfların başlangıcında ciddi bir altyapı ve bina yatırımı olduğunu görüyoruz. Bizde de aynen öyle oldu. Türkiye’nin her yerinde 120’den fazla kalıcı eser yapıldı. Ankara’da Türkiye’nin ilk kız yurdunu 1984’te kurduk. Bizim geçmişimizde kız çocuklarıyla önemli bir bağımız var. Yani ilk kuruluş felsefemizde de kadın konusu odak noktamızdaydı. Bugün de sürdürdüğümüz bir yatırım konusudur kız yurdu yapmak. Zaman içinde de stratejilerimizi değiştirsek de bu tür odak konuları, ana değerlerimizi koruduk. Nitekim en son 2014’te Mardin’de yeni bir kız yurdu açtık. 80-90 döneminde vakıfta, ülke çapında yatırımlar yapılırken holdingte de yabancı ortaklıklar başladı. Kurulan yeni ortaklı şirketlerin statülerine vakfa katkı yapmaları ile ilgili maddeler konuldu. 
~
* Sabancı Üniversitesi’ni kurma kararı nasıl alındı? 
* 1994 yılında vakıf, Sabancı Üniversitesi’ni kurma kararı aldı. Üniversitenin kurulması Sabancı Vakfı için yeni bir eşik oldu. Biz o güne kadar binaları yapıp işletmesini devrediyorduk. Kendimizin işletme sorumluluğunu aldığımız yatırımların yapıldığı bir dönem oldu. Sabancı Üniversitesi ve Metin Sabancı Spastik Çocuklar Merkezi kuruldu. Dolayısıyla Sabancı Vakfı yeni bir dönemece daha girdi. Ancak daha önceki yaptığımız çalışmalara da ara vermedik. Yine yatırım yapmaya, burs vermeye devam ettik. Verdiğimiz bursların sayısı şu anda 41 bini aştı. Ancak Sabancı Üniversitesi, vakfımızın yaptığı en önemli, en çok emek verilen, en uzun vadeli ve en büyük projesidir. Sakıp Sabancı Müzesi de bu anlayışla kuruldu. Sabancı Üniversitesi çatısı altında kurulan, aile evinin Sabancı Üniversitesi’ne verilmesi, Sakıp Sabancı’nın koleksiyonunu bağışlamasıyla gerçekleşen Sakıp Sabancı Müzesi de Türkiye’de özel müzeciliğe önemli ilkler getirdi. 
* 2004 yılında hem holding hem vakıf içinde yeni strateji çalışmaları yapıldı. Bu ne gibi değişiklikler getirdi? 
* Evet, yeni bir dönem başladı, 2005 yılında Sabancı Holding ve Sabancı Vakfı için yeni bir strateji çalışması yaptık. Sonuçta değişen şartları göz önüne almamız gerekliydi. Şirketler halka açılıyordu, sorumluluk alanları genişliyordu. Öte yandan, Türkiye’deki hayırseverlik çalışmalarında da değişimler yaşanmaya başladı. Sabancı Vakfı’nın kuruluşundan ve ondan sonraki 10 yıllarda, Türkiye’de 15-20 aile okul yaparken, 2000’li yıllarda pek çok aile ve kişi bu işlere soyundu. Türkiye zenginleşti. Türkiye’nin yeni varlıklı ailelerinin sayıları arttı. Ne güzeldir ki bu kişiler hayırseverlik işlerine de önem verdi. Bu nedenle biz de vakıf olarak yeniden kendi yaptıklarımıza baktık. 
* Fark yaratacak neler yapmayı düşündünüz? 
* Stratejimizi oluştururken dünyadaki vakıf çalışmalarının evrelerini inceledik. Birikimimizle daha farklı işlere imza atabileceğimizi gördük. Burada amaç toplumsal gelişmede fark yaratacak işler gerçekleştirmekti. En önemli açık ise “sivil toplumun güçlendirilmesi, kapasitelerinin artırılması” konusu olarak ortaya çıktı. Türkiye, girişimci ruhu olan bir ülke. Birçok dernek gönülden kurulmuş, ancak yönünü tam olarak bulabilmiş değildi. Onların geliştirilmesi, proje yapmayı öğrenmesi, bizden ve dünyadan fon alabilmeleri, aldıkları fonu toplumsal gelişmeye aktarabilmeleri ve yaptıklarının sonuçlarını ölçmeleri son derece önemliydi.
* Bu stratejik kararın ardından mı Hibe Programları devreye girdi? 
* Evet, 2005 yılından sonra Hibe Programlarını devreye alarak bunu başardık. Şimdi memnuniyetle görüyoruz ki; bize sivil toplumun “annesi” diyorlarmış. Anne gibi karşılıksız verdiğimiz için. Bu bir yenilik oldu. Şu ana kadar 109 proje hayata geçti. Bu yıl ise 375 başvuru oldu. Bu rakama ulaşmamız çok önemli, çünkü insanlar bir düzen içinde başvurmayı öğreniyor, gelen dosyaların kalitesi arttı. Hibe konusu Türkiye’de bir ilk… Yani eski Çin atasözünde denildiği gibi, sivil toplum örgütlerine sadece “balık” vermiyoruz; “balık tutmayı” öğrenmeye teşvik ediyoruz. En az 10 yıl yapacağız diye yola çıktık, şu an 8’inci yılımızdayız. 
~
* Vakfın pek çok farklı kuruluşla birlikte de çalıştığını görüyoruz. Bunlardan nasıl bir sinerji elde ediyorsunuz? 
* Biz birlikte çalışmanın önemini 2005 yılında yaptığımız araştırma ve arama konferanslarında gördük. Gerçek bir toplumsal değişim projesini tek başına bir vakfın, bir kurumun üstlenmesi mümkün değil. Bu, dünyada da böyle… Başarı üçgeni dedikleri bir konu var: Sivil toplum örgütü, iş dünyası ve kamu… Ancak bu üçgeni bir araya getirirsen toplumsal bir değişim sağlayabiliyorsun. Biz de bu nedenle Birleşmiş Milletler, belediyeler ve ilgili bakanlıklarla birlikte kız çocuklarının insan haklarının geliştirilmesi üzerine çalışmalar yapmaya başladık. 6 şehir seçtik. Bazı şehirlerde sivil toplum örgütü, kadın derneği yoktu. Bu çalışma sayesinde duyarlılık arttı, dernekler kuruldu. l Kadınlar üzerine yaptığınız çalışmalardan neler elde ettiniz? n Bu konularda birden büyük dağları deviremiyorsunuz. Himalayalar bile birçok küçük tepeden oluşuyor. Bu tepeleri küçük küçük aşmak gerekiyor. Biz de aştık. Çocuk yaşta evliliklerle ilgili gelen projelerden bir tanesini hatırlıyorum. Gayretli, iyi niyetli, kadınlardan oluşan bir ekip geldi. İlk hibeyi bizden aldılar ve 54 bin imza toplanıp meclise götürüldü. Bugün bakıyorum, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bir kamu spotu yapmış. Aynı bizim istediğimiz gibi “Çocuk evliliği bir suçtur” denmiş. Demek ki emekler boşa gitmemiş. Biz vakıf çalışmalarımızda geçmişte yapılanları yıkmadan tuğla üstüne tuğla koyarak geliştirmeyi hedefledik.
* Yeni dönemde, özellikle iletişim çağının getirdiği değişimler, hayırseverlik anlayışında da değişim getirecek mi? 
* Evet, yeni dönemde herkes birbiriyle iletişim halinde. Artık başka bir dünya var. Bu çağ “samimiyet çağı”. Bu da Sabancı’ya çok uygun. Çünkü bizim de sahip olduğumuz en önemli değerler şeffaflık ve samimiyet. Vakıfta da yine yeni bir döneme girdiğimizi düşünüyorum. Sosyal ağların, bağlantıların olduğu bir dünya var artık. Burada toplumsal gelişim için pek çok fırsat var. 
* Dünyada hayırseverlik çalışmalarındaki vites değişikliğini nasıl okuyorsunuz? 
* Dünyada neler olduğunu yakından takip ediyoruz. Hayırseverlik başka bir boyuta geldi. Bu dönemde duyurulması, örneklerin anlatılması ve sonuçlarının ve yapılan çalışmaların ölçümlenmesi daha da önemli bir hal aldı. Biz de Sabancı Vakfı olarak bu konularda örnek olmaya çalışıyoruz. Bu kapsamda Fark Yaratanlar Programı’nı Cüneyt Özdemir’le birlikte yaptık. Birçok kişi bana geldi ve “Bir insan bu kadar fark yaratabiliyorsa ben de bir şey yapabilirim diye düşündüm” dedi. Özgüven çok önemlidir. Bu program buna katkıda bulunuyor ve cesaret veriyor. 
* Siz yaptığınız bu çalışmaların Sabancı markasına etkisini ölçüyor musunuz? 
* Araştırıyor ve takip ediyoruz ancak yapılan çalışmalara sadece iletişim değeri ve bunların markaya etkisi diye bakmak eksik bir yaklaşım olur. Tabii ki yapılan çalışmaların Sabancı markasına etkisi var. Ama bu bir sebep değil, sonuçtur. Sabancı markasına etkisi olması için ilk önce, dokunduğu yere samimi, pozitif bir etki yapması gerekir. Biz bir defalık değil, kalıcı etkiyle ilgileniyoruz. Şu anda o kadar çok iletişim çalışması var ki, bir defalık düşünülenler zaten ortadan yok oluyor. Biz sadece pazar payı istemiyoruz, biz gönül payı istiyoruz. Bizim gerek iş faaliyetlerimiz gerekse de hayırseverlik çalışmalarımızın özünde “insan” var. Sakıp Bey bize Türk halkı nezdinde çok yüksek bir gönül payı bıraktı. En zoru da bunu yaşatmaktır. Öbürünü parayla, yüksek tonda iletişimle elde edersiniz, ancak gönül payı kazanmak için dokunmak, insanların hayatlarına fark yaratan bir etki yapmak ve bunu da sevgiyle yapmak gerekir.
~
* Gönül payınızı ölçebiliyor musunuz? 
* Evet, çeşitli şekillerde anlayabiliyoruz. Türk halkı bizi kendine yakın bulunuyor. Bizimle yüksek seviyede bir duygusal bağı var, bize güveniyor. Bu bize Sakıp Bey’den miras kaldı. Bunu devam ettirmek en önemli görevimiz. Ama bunun özünde samimiyetle yaptığımız çalışmaların hepsinin birbirine etkisi var. Farklı araştırmalar var; itibar ve algı araştırmalarımız, şirketlerimizin yaptığı pazar ve marka araştırmaları. Bunların hepsi aynı sonucu veriyor. Artık bir de sosyal medya üzerinden gelen geri dönüşleri takip ediyoruz. Bu gönül payının ve bize duyulan güvenin de sorumluluğunu her zaman hissediyoruz. 
* Vakfın ne kadarlık bir mal varlığı var? 
* Sabancı Vakfı olarak 1 milyar TL’lik bir mal varlığımız var. Ayrıca şirketlerden gelen bağış gelirlerimiz var. Temeli Sadıka Hanım’ın bağışladığı hisselerden oluşuyor. Bizim yabancı ortaklarımız da vakfa destek olmak konusunda hiçbir zaman tereddüt göstermedi. Bu, çok sevindirici bir durum. Vakfın çalışmalarını her zaman övgüyle anıyorlar. Bunun dışında, sosyal yatırımlarımızla 1,5 milyar doların üzerinde kalıcı değer yarattığımızı söyleyebilirim. Ancak, her zaman söylediğimiz gibi paradan daha önemli olan, yapılan işlere verilen emek, kaç kişinin hayatında fark yaratabildiğiniz ve sosyal kalkınmaya ne kadar katkı yaptığımızdır.
* Vakıf çalışmalarının sizin “iyi şirket” olmanıza ne tür katkısı oldu sizce? 
* Yeni, değişen dünyayı iyi okumak lazım… Bizim çalışanlarımızın yaş ortalaması 37. Müdür ve müdür altı çalışanlarımızda ise bu rakam 32’lere iniyor. Bu gençler farklı düşünüyor, farklı bakış açılarına sahipler. Onlar gönül payı istiyor. Ben şirket içinde “İşte Eşitlik” programını açıkladığımda çok olumlu e-mail’ler geldi. Y kuşağının sadakati düşük deniyor. Ancak bunun bir nedeni var. Onlar artık birçok göstergeye bakıyor, sadece parayla ilgili değiller. Çalışmaktan gurur duyacakları, evrensel değerleri olan, sürdürülebilirliğe önem veren ve ülkesine sorumluluk duyan şirketlerde çalışmak istiyorlar. Yatırımcımız, çalışanımız ve tüm paydaşlarımız biliyor ki Sabancı uzun vadeli bakan bir şirket. Onlar da bize uzun vadeli bakıyor. Biz içinde bulunduğumuz işlerde kalıcı, fark yaratan ve sürdürülebilir üstünlükler sağlayan bir şirket olmak istiyoruz. Böyle bir misyonumuz ve hedefimiz var. Süreklilik, şeffaflık ve güven çok önemli. Gerek çalışanlarımızda, gerekse de iş ortaklarımızda buna önem veriyoruz. Sonuçta Sabancı Ailesi’nin bir parçası oluyorlar. Örneğin bayiler tarafında, çok sevindiricidir ki üçüncü jenerasyon bayiler işe başladı. En önemlisi kadınlar geliyor her alanda.
* Kadınların çalışma hayatındaki yeri konusunda size önemli bir rol biçilmiş durumda. Bu, sizi memnun ediyor mu? 
* Ben iş hayatına 1978 yılında başladım. Başlarda bu konunun önemini çok fark etmedim. Yönetici olarak katıldığım toplantılarda, şirket içi ve şirket dışı, ilk ve tek kadın olduğumu gördükçe, çalışma hayatında kadının yeterince yer almadığının daha iyi anladım. Kadın konusunda ilk kez 90’lı yılların başında bir uyanış yaşadım. Kordsa’da Dupont’la ortak olduk. Dupont’takiler beni kendi bünyelerinde çalışan kadınlara konuşma yapmaya davet etti ve bana rol model olduğumu söylediler. Akıllı soru çok önemlidir. Akıllı sorular ve bu akıllı davet beni düşünmeye itti. Orada pek çok mühendis kadın tanıdım. Dupont 180 senelik bir şirket. İlk kez bir kadın CEO 5 yıl önce göreve geldi. Aslında üst yönetimde görev alan kadınlar açısından bakarsanız Türkiye olarak çok geri değiliz. Bu konuşmanın ardından kariyerimde kadın konusunun önemi arttı. Ben ulaştığım konumda, Sakıp Bey’in desteğinin büyük bir şans olduğunu anladım. Kendisi, “Biz sana kapıyı açarız, ancak içerde kalabilme becerisi sana ait” derdi. Ancak bu durumun herkes için aynı olmadığını biliyorum. Koçluk, destek, bu konuda farkındalık önemli. Daha sonra her girdiğim ortamda kadınlarla ilgili bilgi almak istedim. Hatta bana takılmaya başladılar, “Güler, şimdi kadın meselesini soracak yine” diye… Ancak bu durum benim de önemsediğim ve sadece görev olarak görmediğim bir mesele oldu.
~
* Sizce Türkiye’de kadınlar konusunda beklenen gelişmeler gösteriliyor mu? 
* Rakamlara baktığımda bu konunun dünya için de önemli bir mesele olduğunu görüyorum. World Economic Forum, “Gender Gap (Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği)” raporunu 2006-2007’de yaptı. Yani çok da eski değil. Bu konuda dünyada da birçok istatistik ancak 8-10 yıl öncesine dayanıyor. Bu da bana umut veriyor. Ölçülen her şey ilerler. Fortune 500’de 25 civarında kadın CEO var. Bizde ise 50’ye yakın kadın CEO mevcut. Biz Sabancı olarak 12 şirketle borsadayız. Bu şirketler içinde 2 kadın genel müdürümüz ve 2 kadın yönetim kurulu başkanımız mevcut. Bu sayı fena değil, ancak daha çok olmalı. Kadınların iş hayatına katılımı konusunda doğru yönde ilerliyoruz. Devletin rakamlarına göre yeni işe alımların yüzde 42’si kadınlardan oluşuyor. Bu, oldukça iyi bir oran. Sabancı’da tüm çalışanların yüzde 32’si kadın. Beyaz yakalı çalışan kadın oranımız yüzde 38. Son 1 yılda terfi alan kadın oranı ise yüzde 49. İşe alımlarda da kadın oranı yüzde 40’lara ulaştı. 
* İnsan kaynakları için özel bir zaman ayırıyor musunuz? 
* Ayırırım, çünkü ben bir liderin en önemli görevinin bu olduğunu düşünüyorum. Bu konu, kendimi yakın hissettiğim ve takip ettiğim bir konudur. Ayrıca kendimden de katkı vermeyi severim. Uzun zaman holdingde isteyen arkadaşlarıma koçluk yaptım. Şu anda da şirket dışında birçok kişiye koçluk yapıyorum. Özellikle de kadınlara… Bugün birçoğu iyi görevlerde… Bu beni sevindiriyor. 
* Önümüzdeki döneme ait Sabancı olarak yeni satın alma ve ortaklık planlarınız var mı?
* Sabancı Holding olarak biz dinamik bir portföy yönetiyoruz. Dinamik portföy yönetmek demek, zaman zaman bazı işlerden çıkacağız, zaman zaman de gireceğiz anlamına geliyor. Bunu herkes biraz içine sindirecek. Ancak bunları yaparken kısa vadeli düşünmüyoruz, bir plan ve strateji içinde yapıyoruz. İş kararlarımızda temel belirleyicimiz, rasyonel ve objektif kriterler oluyor. Bu kriterlerin gerektirdiği şekilde hareket ediyoruz. 
* Türkiye’de ekonominin gidişatını nasıl görüyorsunuz? 
* Seçimden sonra Türkiye’de yeni bir dönemin başlayacağına inanıyorum. Türkiye’nin olağanüstü fırsatlar ve tehditler ortaya koyan bir coğrafyası var. Sıkıntılı günleri geride bırakacağımıza ve gelecek dönemde bu coğrafyanın bize büyük avantaj sağlayacağına inanıyorum. İkinci önemli nokta, demografik yapımız. Ülkemiz dünya ile entegre, iyi eğitim olanaklarına ulaşırsa, müthiş verimli ve çalışkan genç nüfusa sahip. Olağanüstü dinamik, girişimci, serbest piyasaya inanan iş dünyası var. Dolayısıyla, önümüzdeki seçimsiz dönemde eğitime, özellikle kadınların ve kızların eğitimine önem veren, hepimiz için gereken hukuk reformunu gerçekleştiren, iş yapmayı, yatırımı kolaylaştıran reformlar yapılırsa, Türkiye’nin müthiş bir atılım yapacağına inanıyorum.
~
“ÖNEMLİ OLAN PASTAYI BÜYÜTMEK”
HEP BERABER YAPILMALI
Sonuçta Türkiye gelişmekte olan bir ülke ve hayırseverlik çalışmalarını herkes tek başına yapmayı tercih ediyor. “Benim markam, benim ismim, ben yapayım” anlayışı var. “Az yapayım, ben yapayım” der herkes. Ancak dünyadan gördüğümüz örneklere göre, sosyal gelişme öyle küçük olsun benim olsun diyerek olmuyor. Projeler, “hep beraber” yapılırsa iyi bir yere varıyor.
 İNSANA DOKUNMAK ÖNEMLİ Tabii ki işin içindeki herkes kendi konumunu koruyacak. Roller iyi tarif edilmezse yapılan iş zaten başarılı olmaz. Mühim olan pastayı büyütmek. Burada daha çok insana dokunmak önemli… Bu işler para meselesi değil. Dolayısıyla kaç kişiye dokunuyoruz, ne kadar etki alanımız var bunlar önemli. Projeye katılan farklı gruplar etki alanını artırıyor. Bunun için katılımcı projeler, yönetimi zor da olsa, daha etkili değişim sağlıyor.

"ÖLÇÜMLEME ÇOK ÖNEMLİ"
Zerrin Koyunsağan / Sabancı Vakfı Genel Müdürü
FARKLI DEĞERLENDİRMELER
Biz vakfımızın projelerinde ölçümlemeye büyük önem veriyoruz. Proje bazında baktığımızda ilk önce ön test ve son test dediğimiz değerlendirmeleri yapıyoruz. Örneğin Mor Sertifika diye bir programımız var. Orada öğretmenlerimize yönelik bir eğitim programı yapıyoruz. Bu eğitime girmeden önce öğretmenimiz ne düşünüyordu, eğitimden bir hafta sonra düşünceleri nasıl değişti bunlara bakıyoruz. Bunun yanında çocuk yaşta evlendirilen kızlarla ilgili Muş Kadın Çatısı Derneği’nin hibe desteğimiz ile yürüttüğü projede 20 kızdan 14 tanesinin okula dönmesini başarmış durumdayız. Bu çok önemli bir rakam.
ENGELLİ VATANDAŞLARA DOKUNDUK Ayrıca engelliler üzerine projeler yapan Toplumsal Haklar ve Araştırmalar Derneği var. Biz onların engellilerle ilgili projesini destekledik. Engellilerin erişim sorunlarıyla ilgili bir rapor hazırlandı. Bunu gidip mecliste anlattılar. Tüm bu çalışmaların sonucunda yeni bir düzenleme yapıldı. Engellilere ödenen tekerlekli sandalye bedeli 250 TL’den 2 bin 250 TL’ye; akülü sandalye bedeli ise 2 bin TL’den 10 bin TL’ye artırıldı. Bu çok önemli bir etki mesela. Bu çalışmamızla bütün engelli vatandaşlara dokunmuş olduk.
~
Zamanımın yarısı vakıf ve üniversiteye ait
Epey fazla vakit ayırıyorum bu işlere. Benim zamanımın yarısından biraz fazlasını holding alıyor. Diğer kalanını ise Sabancı Vakfı ve Sabancı Üniversitesi… Ancak ben hafta sonlarımı, çalışma zamanımın dışını da bu işe ayırıyorum. Sabancı Üniversitesi benim hayatımda çok önemli bir proje. Bu nedenle oraya harcadığım zamanı saymıyorum açıkçası. Bu konularda tatil olmaz ki… Cumartesi, pazar bir şey gelir aklıma arkadaşlarımı ararım. Bu iş sabah 9 akşam 5 işi değil. Sadece benim için değil, rektöründen genel sekreterimize, vakfın genel müdüründen ekibine tüm çalışma arkadaşlarım için de bu durum böyle. Başarılı bir hayırseverlik ya da sivil toplum çalışması için strateji, hedefler ve planlar kadar, insanların gönül vererek çalışması gerekir. Gönül vererek yapınca ancak fark yaratılır ve bizim aradığımız “gönül payı” alınır.

SABANCI’NIN YENİ DÖNEM AJANDASI
5 YILDA BİR BAKIYORUZ
Bizim gibi büyük holdinglerde her yıl portföye bakmak lazım. Dünya nereye gidiyor, holding nerede, biz nereye gidebiliriz diye düşünmek gerekiyor. Biz de her yıl bunu yapıyoruz. Ancak ana stratejik çalışmamızı 5 yılda bir gerçekleştiriyoruz. En son 2010 yılında yaptık bu çalışmayı, bu yıl yine yapacağız. 
İŞ MODELLERİ DEĞİŞİYOR Bu dijitalleşme konusu, iş modellerini değiştiriyor. Bu konuda eğer zamanında davranırsan fırsat, gecikirsen tehdit söz konusu. Dijitalleşmeyi mevcut işlerini devam ettirmek için sadece bir araç olarak görmeyip, yeni fırsatlar olarak incelemek gerekiyor. Bu önemli bir konu. Bunun üzerinde çalışıyoruz. 
KURUMSAL GİRİŞİMCİLİK YÜKSELİŞTE Dünya çok hızlı değiştiği için ana trendler de çok hızlı gelişiyor. Biz 2000’li yılların başında inovasyon ve teknoloji konusunun üstünde durduk. Sabancı Altın Yaka Ödülleri diye bir süreç başlattık. Orada inovasyon alanında kendi ödüllerimizi veriyoruz. Sevinerek görüyorum ki gerek iç bünyemizde, gerek dış bünyelerde şirketlerimiz yarışmalarda önemli dereceler alıyor. İnovasyonu içselleştirmiş durumdalar. Sonuçta 90’lı yıllarda nasıl toplam kalite, işte mükemmellik yaşamın bir parçasıysa şimdi de inovasyon aynı konuma geldi. Şimdi inovasyonun üstüne yeni bir taç koydu arkadaşlar. Kurumsal girişimcilik ortaya çıktı. Bunu da dijitalleşme besledi. 

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz