"Risk almam, hedeflerle iş yönetmem"

Akfen Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın, “Şirketlerimle duygusal bağ kurmam. Riskli işler peşinde koşmam" diyor.

17.07.2015 20:48:260
Paylaş Tweet Paylaş
"Risk almam, hedeflerle iş yönetmem"
Hamdi Akın, son yılların çok konuşulan işadamlarından biri. TAV ile hızlı bir çıkış yapan Akın, başarısını el attığı her işte kanıtladı. O, girişimci bir işadamı. Kendisini benzerlerinden farklı kılan ve başarıya taşıyan pek çok özelliğe sahip. O da kendini ve grubunu farklı kılan özellikleri, şu sözlerle anlatıyor: “Riski minimize ediyoruz, riskli işin peşinde dolaşmıyoruz. Mümkün olduğu sürece girdiğimiz işte ilk olmayı tercih ediyoruz. İşlerin tekel veya monopol hüviyetinde olması ya da alım garantili, yolcu garantili olması, risk içermemesi iş seçiminde en temel modelimiz.” Bugüne kadar yaptığı işlere bakınca bu iş modelini başarıyla uyguladığını görüyoruz. Kamuoyundan gizleyecek bir şeyi olmayan her şirketin halka açılması gerektiğini savunan Akın, “Şirketlerimle duygusal bağ kurmuyorum. Onları birer menkul, alınır satılır varlıklar olarak görüyorum” diyor. Bugünlerde Akfen Holding ve Akfen GYO’yu halka arz etmeye hazırlanan Akfen Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın, bu arzlardan gelecek gelirleri de mevcut projelerin ve yeni yatırımların finansmanında kullanacak. Akfen Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın ile iş yapma şeklini, izlediği iş modelini ve başarısının sırlarını konuştuk:
CAPITAL: 10-15 yıl önce sizinle aynı konumda olan gruplar yerinde sayarken Akfen, çok hızlı büyüdü. Siz neyi farklı yapıyorsunuz?
- Beni farklı kılan çok çalışmam. Uykuda olmadığım zamanın çok önemli bir kısmını çalışmaya ayırıyorum. Bir de tam konsantrasyon halinde çalışıyorum. Üzerinde çalıştığım işi pozitif sonuçlandırana kadar elimden gelen her şeyi yaparım. Bütün imkanlarımı seferber ederim.
CAPITAL: Günde kaç saat çalışıyorsunuz?
- İşim bitmeden ofisten çıkmıyorum. Konsantre olduğum iş neyse onun üzerinde yaşıyorum. Tabii bazen o işler 2-3 ay sürüyor. İşin getirdiği de bir sürü sorun oluyor, o sorunlarla da mücadele ediyorum. Bu kadar emek ve yoğun tempo zaman zaman sağlığımdan fedakarlık etmemi gerektiriyor. Bunu da sonradan fark ediyorum. Durup dururken kendime bir güç vehmetmeyeyim. Ben herkesin aynı şeyi yapabileceğini iddia ediyorum. Yeter ki özel yaşamlarından biraz fedakarlık edip işlerine daha çok vakit ayırsınlar. Bu bir tercih ve yaşam tarzı meselesi. Belki belli bir zaman sonra ben de tercihlerimi değiştireceğim. Bir başkası benim yaptıklarımı neden yapamıyor diye asla sorgulamam. Belki niye yapmıyor diye sorgulayabilirim.
CAPITAL: İş modeli olarak farklı yöntemleriniz yok mu?
- İşin detayına inersek farklılıklarım var. Akfen Holding’in Türkiye’de bir eşi daha yok. Akfen Holding, bir altyapı holdingi. Tamamen monopol hüviyetinde veya yarı monopol ya da garantili işlere yönelen bir grubuz. Mesela holdingin altında geliştirmiş olduğumuz işlere ya da şirketlere bakalım. Bunların birçoğunda ya havaalanı gibi yolcu garantisi olan ya monopol özelliğindeki Mersin Limanı ve muayene istasyonlarında olduğu gibi kâr garantili ya da devletin alım garantisi olan enerji işlerini tercih ediyoruz. Riski minimize ediyoruz, riskli işin peşinde dolaşmıyoruz. Mümkün olduğu sürece bir işe girdiğimizde, ilk olmayı tercih ediyoruz. Bizden önce o işin yapılmamış olması bize ayrıca bir haz veriyor. Ayrıca bütün bu işlere girerken finansal ya da teknik anlamda yetersizsek mutlaka ortağımızı dünyanın büyük ve önemli oyuncularından seçmeye çalışıyoruz. Sıradan şirketlerle iş yapmamaya gayret ediyoruz. Bu bize iki yönden avantaj sağlıyor, hem prestij olarak bizi belli bir yere taşıyor hem bu oyunculardan kurumsallık adına çok şey öğreniyoruz. Dünyanın büyük oyuncularıyla dans ettiğimizde, onların dünya üzerindeki çalışmalarını daha yakından izleme fırsatını da buluyoruz. Bu da bizim vizyonumuzu açıyor, cesaretimizi artırıyor. Bunlar da bir fark yaratıyor tabii. ~
CAPITAL: Hiç mi riskli bir karar almadınız?
- Riskli bir işim gerçekten yok. En riskli diyebileceğim işim oteller olabilir. O da ne olur? Otele müşteri gelmeyebilir. Orada da işletici Accor Group. Accor’la anlaşmamız gereği ben çatalına bıçağına kadar otelleri hazırlayıp onlara teslim ediyorum. Accor içeri girdiği ilk gün oteli çalıştırmaya başlıyor. Ben de cirodan yüzde 25 pay alıyorum. O da 25 yıllık bir kontrat. Bu işi de uzun vadeli olduğu için bir altyapı işi gibi görüyorum.
CAPITAL: İş hayatınızda, dönüm noktası olan olay, kişi ya da gelişmeler neler oldu?
- O kadar çok ki… Örneğin, fizik mühendisi olmak istiyordum. Babam “Makine mühendisi olacaksın” dedi. Bu, hayatım için bir dönüm noktasıdır. Fiziği çok seviyordum. Fizik mühendisi olsaydım, şimdi büyük ihtimalle bir üniversitede hocaydım. Daha önce Akfen’de iki ortaktık. İş hayatına başladıktan sonraki dönüm noktam ise ortağımdan ayrılmam oldu. Ondan sonra 1989-1990’da Turgut Özal’la ettiğim bir sohbet, geliştirdiğim ilişki, onun beni yap-işlet-devret (YİD) modeliyle çalışmaya yönlendirmesi, hayatımın bir diğer dönüm noktası oldu. 1990 yılında TAV’la beni YİD modeliyle havaalanı yapmaya teşvik etmesi iş hayatımın dönüm noktası oldu.
CAPITAL: Havaalanı yapımı ve işletmeciliği işine ilk girdiğinizde TAV’ın bugünkü boyutlarına ulaşacağını hayal etmiş miydiniz?
- Tabii ki hayır. Onu kimse hayal edemezdi. Önce böyle bir şirketin kurulacağını, böyle bir işin olabileceğini hayal etmek gerekir. Başlangıçta kafamızdan sadece bir havaalanı terminal binası yapıp onu işletmek geçiyordu. Daha doğrusu önce işe İstanbul’un sorununu halletmek gözüyle bakıyorduk. İstanbul’un bu havaalanı meselesini nasıl halledebiliriz diye düşünüyorduk. Bu sorunu hallettikten sonra kendi şirketimizi nasıl büyütebileceğimize bakmaya başladık. Başarılı olmadan başka hayal kuramazsınız. Önce orada başarılı olup onu görmelisiniz ki dünya pazarında rol alıp alamayacağınızı o zaman tartışabilirsiniz. Çok yerel bir şirket olarak da kalabilirdik. Çok başarılı olamayabilirdik, kendimizi geliştiremeyebilirdik. YİD süresi bittiğinde devlet ikinci kez ihale etmeyebilir ve işletmeyi kendine de alabilirdi. Dolayısıyla bu TAV’ın çok küçük ve sınırlı kalmasına neden olabilirdi. Şirketlerin kurulduktan sonra tabii ki hedefleri olabiliyor ama ben kendime hiçbir zaman hedef koymam. Hedefleri olan bir işadamı değilim. ~
CAPITAL: Neden? Hedefin ne zararı var?
- Asla hayal kuran bir işadamı olmadım. Belli bir hedef, belli bir rakam, belli bir büyüklük hiçbir zaman düşünmedim, hiçbir zaman konuşmadım. Siz istediğiniz kadar hedef koyun, sizin dışınızda sizi engelleyecek o kadar çok unsur var ki bütün bunlar sizi yolunuzdan saptırabilir. Siz de başarısız olduğunuzu düşünebilirsiniz. Motivasyonunuz kırılır, halbuki siz başarılısınızdır da dışarıdan gelen etkenler sizi yolunuzdan çevirmiştir. Birçok insan, bir iki deneyimden sonra kendilerinin diğer arkadaşlarına göre başarısız olduğunu düşünerek işlerini bırakıp başka sektöre geçebiliyor. Elbette başarısızlıklar olabilir yeter ki insan kendi majör hatalarından dolayı başarısızlığa uğramasın. Mesela bir ekonomik kriz, bizim düşünebileceğimiz ya da organize edebileceğimiz bir şey değil. O geldiği zaman bütün finansal hikayeler değişiyor. Bu yüzden daha evvel konmuş hedeflerin ya da kurulan hayallerin hepsi değişebilir. Bu nedenle hedef tespit etmekten uzak durmaya çalışıyorum. Ama Türkiye artık yavaş yavaş hedef koyulabilir bir istikrara kavuşuyor. İstikrarsızlıklar içinde iş yaşamımızı sürdürdüğümüz için bu zamana kadar hedef koymamayı tercih ettim. Ama bundan sonra çok uzak olmayan, yakın hedefler koymayı tercih edebilirim. Ama şirketlere baktığınızda şirketlerin elbette hedefleri var. O hedefler doğrultusunda, belirlenen performansı gösterebilmek için profesyonellerin hepsi var güçleriyle çalışıyor.
CAPITAL: Siyasi istikrarın öneminin altını her zaman çiziyorsunuz. İş yaşamında başarı için en önemli ilk koşul mudur siyasi istikrar?
- Aslında tüm anlattıklarımın gelip dayandığı nokta da siyasi istikrar oluyor. İstikrar olduğu takdirde uzun vadeli hedefler belirleyebiliyoruz. Ama bu istikrarı sağlamak için şimdiye kadar hep siyasette, iktidarda “Tek parti hükümeti olsun ve onun yönettiği biçimde istikrara kavuşalım” diye düşündük. Bu doğruydu ama şimdi yavaş yavaş demokrasimiz öylesine gelişiyor ki birbirimizi hazmetme oranlarımız da yükselecek. Artık koalisyonlar da olsa istikrarı devam ettirebilecek olgunluğa erişeceğiz. 2000’den önce de koalisyonda istikrarlı dönemleri denedik. Türkiye koalisyonları yaşadı, alıştı. Bundan sonra da böyle bir döneme girilirse buna peşinen istikrarsızlık gözüyle bakmamak gerekiyor. Buradan da istikrarın çıkabileceğini düşünmeliyiz. Yeter ki biz demokrasinin temellerini sağlam kuralım ve ayaklarımızı yere sağlam basalım. ~
CAPITAL: Bu kadar yoğunsunuz zamanı nasıl yönetiyorsunuz?
- Bilmiyorum, zaman beni yönetiyor. Ofise geldiğimde sekreterim her şeyi yazmış oluyor. Önümüzdeki hafta bile ne yapacağımı o benden daha iyi biliyor. İstanbul’da kimsenin kendi zamanını yönettiğini sanmıyorum. Çevre ve ilişki yönetiyorum.
CAPITAL: TAV’dan sonra Akfen Holding ve Akfen GYO’yu da halka arz ediyorsunuz. Şirketlerin ne kadarını halka arz edeceksiniz?
- Akfen Holding hisselerinin yüzde 29,2’sini, ek satış hakkımızı kullanmamız halindeyse yüzde 33,6’sını halka açacağız. Akfen GYO henüz belli değil.
CAPITAL: Halka arzdan elde edilecek gelirle nerelere yatırım yapacaksınız?
- Enerji yatırımlarımız zaten devam ediyor o yatırımların fonlamasında kullanacağız. Belki yeni özelleştirme ihalelerine girmek için özkaynak olarak kullanacağız.
CAPITAL: “Şimdi satın alma zamanı değil para toplama zamanı” diye bir söyleminiz olmuştu. Satın alma fırsatlarıyla ilgilenmiyor musunuz?
- Bu konuda genelleme yapmak doğru değil. Herkesin kendine göre yatırım ve satış zamanları vardır. Ben bunu kendi pozisyonumuz için söyledim. Çünkü biz son 5-6 yılda toplam 6,2 milyar dolarlık yatırım yaptık. Bu yatırımları biraz hazmetmemiz gerekiyor. Krizden bu yana enerji hariç pek yatırım yapmadık. Enerjiye de 700 milyon dolarlık ciddi bir yatırım yaptık. Bu hızla giderken yeni bir yatırım yapmayı kendi adıma çok uygun görmüyorum. Konjonktür de uygun değil. Piyasalar 2011’den itibaren açılabilir, hatta 2011’in ikinci yarısına sarkabilir. Şimdi herkesin biraz konsolide olması ve biraz nakde dönüp nakitle birlikte oturup yeni fırsatlar yeni yatırımlar için hazırlık yapması gerekiyor. Şu anda ortam para yatırmaktan çok para toplamaya daha müsait görünüyor. Yeni yatırımlara yelken açmak için uygun zamanın 2011 olduğunu düşünüyorum. 2011 yılında Türkiye’de çok ciddi alımlar yapılacak, çok ciddi evlenmeler, birleşmeler olacak. ~
CAPITAL: Girmeyi düşündüğünüz potansiyelli, risk içermeyen, garantili bir sektör var mı?
- Aslında her zaman yeni sektörlere girmek üzere hazırlık yapıyoruz. O nedenle gözlerimiz ve kulaklarımız hep açık. Bilhassa Özelleştirme İdaresi’ni yakından takip ediyoruz. Fırsatları değerlendiren bir holdingiz ve ben böyle bir işadamıyım. O sektörde, o şirket, o gün hesabıma geliyorsa bir bakarım gıda sektöründeyim. İş geliştirme anlamında sektörel bir ayrım yapmıyorum. Holding olarak her türlü işi geliştirecek kabiliyette olduğumuzu düşünüyorum.
CAPITAL: Enerji dağıtım ihaleleriyle ilgili misiniz?
- Dağıtım ihaleleriyle hep ilgilendik ama hiç ihaleye girmedik. Elektrik üretim ihaleleri başlayacak belki onlarda yer alabiliriz.
CAPITAL: BEDAŞ ihalesi ve otoyollar ilgi alanınız içinde mi?
- BEDAŞ’ı düşünmüyorum çünkü orada fiyatlar çıldırmış durumda. Ama otoyollar projesi gündemimizde olabilir. Ayrıca enerji üretim projeleri var. Bazı fabrikaların tekrar özelleştirmeden satılması gündeme gelebilir. Özel sektörde de bazı şirketlerin el değiştirmesi gündeme gelebilir, onları da ilgiyle takipteyiz.

“ŞİRKETLERİMLE DUYGUSAL İLİŞKİ KURMAM”

ŞEFFAFSANIZ HALKA AÇILIN
Bir patronun en fazla sıkıntı duyduğu konu, kendi yeterince şeffafsa kurumunun şeffaf olmayışı ve kimin ne yaptığını ölçemeyişidir. Kurumsallaşmayla birlikte patron, şirketi çok daha kolay yönetebiliyor. Tabii ki kamuoyuyla paylaşamayacağı bir şeyleri olan birisine halka açılmayı tavsiye etmem. “Kamuoyuyla her şeyi paylaşırım, hiçbir sorunum yok” diyen her şirket, mutlaka halka açılmalı.
BENİ PİYASA VAR ETTİ Tabiri caizse sıfır sermayeyle buralara geldik. Bunun ardında 33 yıl var. Sermayemiz olsaydı o kadar beklemez, çok daha çabuk bu noktalara gelirdik. Ama 33 yılda da gelmiş olabilmek çok kötü değil. Çok çalıştığınız, sebat ettiğiniz ve çok fazla şey gizlemediğiniz zaman piyasa sizi bir yerlere taşıyor. Yani piyasa sizi kabul ettiği sürece bir yerlere gelebiliyorsunuz. Reddediyorsa ağzınızla kuş tutsanız bu imkanı bulamazsınız.
ŞİRKETLER ALINIR SATILIR Şirketler 300-350 yıl için var, 30-35 yıl için değil. Burada oturan yarın Hamdi olmaz, Ahmet olur. Ama Akfen her zaman olmalı. Önemli olan şirketin barındırdığı istihdam. Şirketlerimle hiçbir zaman duygusal bir ilişki kurmam. Tabii ki işimizi seviyoruz, ama “Ben bu şirketten ayrılamam, burası benim yuvam, şu kadar el emeğim göz nurum var” gibi bir cümle kurmuyorum. Sonuçta bunların hepsini birer menkul, alınır satılır varlıklar olarak görüyorum. ~

YERİNDE SAYANLAR NEREDE HATA YAPTI?

ÇALIŞSALAR OLURDU
Çalışmadılar, çalışsalardı olurdu. Bir de tabii kişisel tercihler de önemli. Bir şeyi istemek önemli. Bir şeyi çok istiyorsanız evren olması için bütün imkanlarını seferber ediyor. Siz “Çok istiyorum ama vasıflarım buna uygun değil, yapamıyorum” diyorsanız, işe 1-0 mağlup başlıyorsunuz.
BAZILARI DOĞUŞTAN VASIFLI Bazı insanlarda o parıltıyı yakalayabiliyorsunuz. Yalan da olsa doğru da olsa masanın ortasına birtakım laflar atıp birtakım insanların ilgisini çekmeyi becerebiliyorlar. Ya da düzeyli bir sohbette düzeyli bir yer edinebiliyorlar. Bazı insanların böyle doğuştan vasıfları olabiliyor. Güler yüzlü, kadınsa güzel, erkekse yakışıklı oluyor. Bunların her birinin pozitif anlamda bir etkileşimi var. Bunları da kullanabilmek gerekiyor. Kullanamayanlar yerinde sayabiliyor.
FEDAKARLIK GEREKİYOR Ayrıca bulunulan ortamdan zevk almak, karşıdaki insanı küçümsememek lazım. Tüm bunları kendinizde bulundurduğunuz zaman bir şeyler oluyor. Biz hayatımızın çok önemli şeylerinden fedakarlık yaptık. Huylarımızdan fedakarlık yaptığımız oldu. Herkes bunları yapamayabilir. İlişki yönetimini iyi yapmak çok önemli.

ANKARALI İŞADAMI AVANTAJLI MI?

ANKARA’DA YAŞAMANIN ÖNEMİ
‘Ankaralı işadamının avantajları vardır. En azından kendilerine kötülük yapılmasına engel olabilirler’ demiştim. Ben de bunu gördüm ve bir sürü kötülüğe engel oldum. Bu yaşadıklarımızı Ankara’nın bize getirmiş olduğu bir avantaj olarak değil de kendi kendimize becerdiğimiz bir iş olarak değerlendirmişizdir. Doğrudur kendimiz becermişizdir, ama Ankara’da yaşamasaydık o olaylardan belki çok geç haberimiz olacaktı ve dolayısıyla da beceri katsayımız o işe yetmeyecekti. İKİ
ŞEHİRDE BİRDEN YAŞAMALI Ben bir işadamının iki şehirde birden yaşaması gerektiğini düşünenlerdenim. Yani eğer bir işadamı işadamlığı yapıyorsa, hakkını vermesi gerekiyor. Hakkını vermesi demek de çok çalışması ve konsantre olması demek. Konsantrasyon merkezi olarak şehirlerden biri İstanbul biri Ankara’dır. Biri ticari, biri siyasi başkent. Birinde yaşayıp diğerini görmezden gelerek başarıya ulaşmanın imkanı yok.
NEDEN ANKARA’DA KALMADIM? Son bir yıla kadar yerimi hiç değiştirmedim. Ankara’ya yeterli zamanı ayıramayacağım korkusuyla böyle yaptım. İstanbul’a gelip gittim. Doğru yaptığıma da inanıyorum ama iş geliştikçe İstanbul’un cazibesinden kurtulamıyorsunuz ve İstanbul’a teslim oluyorsunuz. Yine İstanbul’da yaşamaya başlıyorsunuz. Çünkü, İstanbul tüm zamanınızı doldurabilen bir şehir. Çok fazla faaliyet var. Hem çok çalışıyoruz hem çok ilişkimiz, arkadaşımız ve sosyal hayatımız var. Hem spor camiası burada hem davet olmayan bir akşamın olmadığı bir şehir İstanbul. Bazen bir akşama 2-3 davet geliyor ve seçmek zorunda kalıyorum. Çılgınca bir trafik bu. Bu trafiğe ayak uydurmak kolay değil. Böyle olunca Ankara’ya gidemiyorsunuz, Ankara’ya gidemeyince de Ankara ihmal edilmenin bedelini size bir şekilde ödetiyor.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz