Uzlaşmaya davet

17.03.2016 11:49:470
Paylaş Tweet Paylaş
Uzlaşmaya davet

UZLAŞMAYA DAVET

Geçen yıl yaz aylarında yaşanan siyasi belirsizlikten sonra 1 Kasım’da tekrarlanan genel seçimden tek parti iktidarı çıkınca kamuoyunda büyük bir iyimserlik ortaya çıknıştı. Ancak aradan geçen dört ayda sorunlar azalmak yerine ağırlaşınca bu iyimserlikten eser kalmadı. Güneydoğu’da tırmanan terör, Suriye iç savaşının etkileri ve Rusya ile yaşanan gerginlik Türkiye’ye giderek ağırlaşan bir fatura çıkarıyor. Bu ortamda siyasette ise yeni anayasa ve başkanlık sistemine geçiş konusunda yaşanan uzlaşmazlık yüzünden bir kilitlenme yaşanıyor. Bu tür uzlaşmazlık dönemlerinin memlekete pek hayırlı gelmediğini, 1950’lerin ikinci yarısında, 1970’lerde, 1980’lerin sonunda ve 1990’larda yaşadığımız deneyimlerden biliyoruz. Ekonomi dört yıldır zaten yavaş büyümeye saplanmış durumda ve böyle giderse bu yavaş büyüme sürüp gidecek gibi görünüyor. Hızlı büyümenin önünün yeniden açılması için öncelikle siyasette bir uzlaşmanın sağlanması gerekiyor. 

 

Geçen yıl 7 Haziran’da yapılan genel seçimde hiçbir parti mecliste çoğunluğu elde edememiş, seçim sonrasında bir hükümet de kurulamamıştı. Bunun üzerine 1 Kasım’da tekrar seçim yapılmış ve bu kez sürpriz bir şekilde Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) yeniden tek başına iktidara gelmişti. O zaman yapılan yorumlar seçmenin iki seçim arasındaki siyasi istikrarsızlığın getirdiği sonuçlardan gözünün korktuğu ve tek başına iktidara en yakın parti olan AKP’ye yeniden kredi açtığı şeklindeydi. Seçmen bunu yaparken herhalde yine bir tek parti hükümetinin kurulmasıyla siyasi istikrarın geri döneceğini umuyor, böylece barışa ve huzura da yeniden kavuşacağı ümidini taşıyordu.

Ancak 1 Kasım’ın üzerinden neredeyse dört ay geçti ve işler hiç de umulduğu gibi gitmedi. Çözüm sürecinin ortadan kalkmasıyla birlikte Güneydoğu’daki terör yeniden tırmandı. Terör eylemleri sadece Güneydoğu ile de sınırlı kalmıyor, başkentin göbeğine kadar geliyor. Üstelik bu kez sadece PKK ile değil bir de IŞİD ile uğraşılıyor. Suriye’deki iç savaş her geçen gün Türkiye’yi biraz daha fazla etkiliyor. Bu savaşın yarattığı mülteci akını artık Türkiye’nin hem ekonomik hem de toplumsal dengelerini bozuyor. Yine Suriye’deki iç savaş yüzünden Rusya ile ilişkilerin bozulması da Türkiye’ye ağır bir fatura çıkarmaya başlamış bulunuyor.

TARTIŞMALARIN YÖNÜ FARKLI

Bütün bunlar olurken hükümetin ise en önemli uğraş konusunu yeni anayasa çalışmaları oluşturuyor. Ancak siyasetçilerin yeni anayasada rejimin türü konusunda anlaşamamaları yüzünden bu konuda da mesafe alınamıyor. Hükümet ısrarla başkanlık sistemine geçişi isterken muhalefet partileri bunu kabul etmiyor. Türkiye’nin içinde ve etrafında bunca sorun yaşanırken siyasetçilerin rejimin türü konusunda tartışmaya dalmaları ise insanın aklına İstanbul kuşatma altındayken meleklerin cinsiyetini tartışan Bizanslıları getiriyor. Bu da gelecek konusunda endişelenmemize yol açıyor.

Tüketicilerin nabzını ölçmek üzere tasarlanmış olan tüketici güven endeskleri, bu yaşananların sadece bizde değil toplumun genelinde de kötümserliğe yol açtığını gösteriyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ile Merkez Bankası’nın birlikte hazırladıkları tüketici güven endeksinin değeri, tekrar seçim sonrasındaki iyimserlikle kasım ayında 62,8’den 77,1’e sıçramıştı. Ancak daha sonra yaşanan gelişmeler tüketiciyi hayal kırıklığına uğratınca, bu endeksin değeri geçen ay geldiği yere neredeyse geri döndü ve 66,6’ya kadar indi. BloombergHT tarafından yayınlanan tüketici güven endeksinde de benzer bir durum var. Kasım ayında 68,9’dan 92,1’e fırlayan bu endeksin değeri de daha sonra inişe geçti ve ön sonuçlara göre geçen ay 74,9’a kadar düştü.

UZLAŞMAZLIĞIN FATURASI

Tüketici gelecek konusunda yeniden endişelenmeye başlamakta pek de haksız sayılmaz. Çünkü toplumsal barışın ve huzurun olmadığı bir yerde ekonominin iyi olması mümkün değil. Bombaların patladığı, silahların konuştuğu bir ülkede sadece tüketiciler değil yatırımcılar da susar. Yatrımların durduğu bir yerde ise ekonomideki büyümenin yavaşlaması, işsizliğin artması, sofralardaki ekmeğin küçülmesi kaçınılmaz olur.

��stelik Türkiye’de ekonomi son yıllarda zaten pek iyi gitmiyor. 2012 yılından bu yana yavaş büyümeye saplanıp kalmış durumdayız. Bu yüzden işsizlik üç yıldır yükseliyor. 2012 yılında yüzde 8,4 olan işsizlik oranı 2013’te yüzde 9’a ve 2014’te de yüzde 9,9’a çıkmıştı. Geçen yıl ise çift haneye tırmandı ve tahminlerimize göre yüzde 10,3 dolayında gerçekleşti. Bu yıl bu oranın daha da yükselmesi ve yüzde 11’e yaklaşması bekleniyor.

GEÇMİŞE BAKIŞ

Siyasetteki bu tür uzlaşmazlıkların yarattığı faturaya ilişkin olarak Türkiye’nin yakın geçmişinde çok sayıda örnek var. Bunların bir kısmı şöyle sıralamak mümkün:

* 1950’lerin ikinci yarısında iktidardaki Demokrat Parti (DP) ile muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) arasında yaşanan uzlaşmazlık Türkiye’yi yönetilebilir olmaktan çıkarmış ve bu ortamda ağır bir ekonomik kriz yaşanmıştı. Üstelik bu uzlaşmazlık demokrasi çerçevesinde de çözülememiş ve bir askeri darbe (27 Mayıs 1960) yaşanmıştı.

* Seçim sandığından hiç tek parti iktidarının çıkmadığı 1970’lerde siyasi partilerin bir türlü uzlaşıp işler bir koalisyon hükümeti kuramamaları yine bir ekonomik kriz ve yine bir askeri darbeyle (12 Eylül 1980) sonuçlanmıştı.

* 1980’lerin sonlarında, iktidardaki Anavatan Partisi (ANAP) ile muhalefet partileri arasındaki ilişkilerin gerginleştiği dönemde ise iki yıl süren bir ekonomik durgunluk yaşandı. Neyse ki bu kez bir askeri darbeyle değil de iktidarın demokratik yoldan el değiştirmesiyle uzlaşmazlık aşıldı.

* Ancak sandıktan yine tek partinin çıkmadığı 1990’lı yıllarda da siyasi partiler bir türlü uzlaşıp işler bir koalisyon hükümeti kuramadı. Bunun sonucu da yine ekonomik kriz ve durgunluk ve bu kez “postmodern bir askeri müdahale” (28 Şubat 1997) oldu.      

KOALİSYON YANILGISI

Esasında Türkiye bu dönemlerde yaşananları unutmuş değil. Ancak bu yaşananlara teşhis koyma konusunda bir sıkıntı var gibi görünüyor. Türkiye’de çoğu kişi geçmişteki bu örnekler içinden daha çok koalisyon hükümetleri döneminde yaşanmış olanları hatırlıyor. Bu nedenle de koalisyonlardan öcü gibi korkulurken tek parti iktidarlarının ise her sorunu otomatik olarak çözeceği sanılıyor.

Oysa yukarıda verdiğimiz örneklerin bir kısmı da tek parti iktidarları döneminde yaşanmıştı. Yakın geçmiş bize tek parti iktidarlarının sadece ilk dönemlerinde başarılı olduklarını, sonraki dönemlerinde ise aynı başarıyı yakalayamadıklarını gösteriyor. İlk dönemlerinde devraldıkları ekonomik sorunlara yoğunlaşan tek parti iktidarları başarılı oluyor. Sonraki dönemlerinde ise siyasi projelerini gerçekleştirmeye girişip uzlaşmazlıklara yol açtıkları için ekonomide işler bozuluyor. 1950’lerin ikinci yarısı ile 1980’lerin sonlarında bunları yaşadık. Son yıllarda da yine aynı durumla karşı karşıyayız.

UZLAŞMA KÜLTÜRÜ

Kısacası sorun tek parti veya koalisyon hükümeti sorunu değil, 65 yıllık demokrasi deneyimine rağmen hala bir uzlaşma kültürü geliştirememiş olmamız. Siyasetçilerin önemli tartışma konularında ille kendi istediklerinin olmasında ısrar etmeleri zaman zaman sistemin kilitlenmesini yol açıyor. Sonunda da demokrasi dışı bazı güçler durumdan vazife çıkarıp kilidi açmaya soyunuyor. Oysa siyasetçiler karşılıklı tavizler vererek kendi aralarında uzlaşmayı başarabilseler tıkanıklık çözülebilecek. Böylesi ise hem kendileri hem de memleket için daha hayırlı sonuçlar verebilecek.

Gördüğümüz kadarıyla şu sıralarda yeni anayasada başkanlık sistemine geçiş ısrarı yüzünden siyasette yine bir kilitlenme yaşanıyor. Bu kilitlenme zaten yurtdışı kaynaklı birçok sorunla da uğraşmakta olan ekonominin önünün açılmasını engelliyor. Bunun hiç kimseye faydası yok. Bizce en iyisi hükümetin bu ısrardan vazgeçip siyasette uzlaşmayı sağlaması ve AKP’nin ilk iktidar döneminde yaptığı gibi tekrar ekonomik sorunlara yoğunlaşması. Kürt sorununa ilişkin çözüm sürecinde ve dış pazarlarda ekonominin önünü tıkayan Suriye ve Rusya ile ilişkilerde de biraz düzelme sağlanabilirse yeniden hızlı büyümenin önü açılabilir. Bu durum memleketin hayrına olacağı gibi hükümet de bir sonraki genel seçime eli daha güçlü olarak girebilir. İsterse bu seçime başkanlık sistemini odağına alan bir kampanyayla gidebilir ve seçmenden yeterli oyu alırsa da istediği değişikliği hayata geçirebilir.

 

EKONOMİDE 1 KASIM’DAKİ İYİMSERLİK KALMADI

1 Kasım’da tekrarlanan genel seçimden tek parti iktidarının çıkması ekonomide büyük bir iyimserlik yaratmıştı. Bunu da en bariz şekilde tüketici güven endekleri yansıtmıştı. Ancak seçim sonrasında işler beklendiği gibi gitmeyip de sorunlar hafiflemek yerine daha da ağırlaşınca, bu iyimserlikten eser kalmadı. Tüketici güveni dört ayda neredeyse seçim öncesindeki seviyesine geri döndü.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ile Merkez Bankası’nın birlikte hazırladıkları tüketici güven endeksinin (TGE) değeri, ekim ayında yani 1 Kasım’daki tekrar seçim öncesinde 62,8’di. Bu değer kasım ayında 14,3 puanlık bir sıçramayla 77,1’e yükselmişti. Sonraki üç ayda ise yönünü tekrar aşağı döndü. Şubat ayında da yeniden 70’in altına inerek 66,6 seviyesine kadar geriledi.

TGE’nin gelecek 12 aylık döneme ilişkin beklentilerden oluşan dört alt kalemi var. Bunları hanenin kendi maddi durumuna ilişkin beklentisi, genel ekonomik durum beklentisi, işsiz sayısı beklentisi ve tasarruf etme ihtimali oluşturuyor. Bu kalemlere bakıldığında tüketicinin 1 Kasım’daki seçim sonrasında kendi durumundan çok genel ekonomik duruma ilişkin iyimserliğe kapıldığı görülüyor. Genel ekonomik durum beklentisinde kasım ayında yaşanan sıçrama 30,9 puanı buluyor. Hatta bu kaleme ilişkin endeks değeri kasım ayında iyimserlik-kötümserlik sınırı olan 100’ün de üzerine çıkmıştı. Ancak son üç ayda yaşanan gelişmeler tüketicinin genel ekonomik duruma ilişkin iyimserliğini ortadan kaldırdı. Bu endeksin değeri tekrar 100’ün altına inerken, kasım ayındaki sıçramanın yarısı üç ayda geri alındı.

 

SON ÇEYREKTE BÜYÜMEYİ ‘TAKVİM’ TOPARLAYACAK

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2015’in son çeyrek dönemine ve dolayısıyla yılın tamamına ilişkin milli gelir verilerini mart ayının sonunda yayınlayacak. Yani son çeyrekte ve 2015’te ekonominin ne kadar büyüdüğünü öğrenmemize daha bir ay var. Dergimiz baskıya ay bitmeden verildiği için, bizim 2015’teki büyümeye ilişkin değerlendirmemiz ise ancak iki ay sonra, mayıs ayı sayısında yer alabilecek. Ancak ekonomideki büyümeye ilişkin temel öncü göstergelerin son çeyrek döneme ait verileri geçen ay belli oldu. Dolayısıyla bu dönemdeki ve 2015 yılındaki büyümeye ilişkin sağlıklı bir tahminde bulunma imkanına kavuştuk.

Söz konusu öncü göstergelere baktığımızda, 2015’in son çeyreğindeki büyümenin üçüncü çeyrektekinden daha yüksek çıkabileceği sonucuna varıyoruz. Çünkü bu dönemde sanayi üretimindeki yıllık artış hızlanmış, üçüncü çeyrekte gerileyen altın hariç ihracat ve ithalatta ise yeniden yükseliş yaşanmış durumda. Her ne kadar perakende satışlardaki yıllık artışta önceki çeyrek döneme göre fazla bir değişiklik görünmese de, bu gelişmeler ekonomideki büyümenin dördüncü çeyrekte biraz hız kazanmasını sağlamış olabilir. Üçüncü çeyrekte ekonomi yüzde 4 büyümüştü. Dördüncü çeyrekteki büyüme yüzde 5’i aşmış olabilir. Dördüncü çeyrekteki bu performans artışıyla 2015’in tamamındaki büyüme ise yüzde 4 dolayında çıkabileceğe benziyor.

Yalnız ekonomide dördüncü çeyrekte göreceğimiz hızlanmanın gerçek bir performans artışından ziyade “takvim etkisi” kaynaklı olduğunu düşünüyoruz. Takvim etkisi, işgünü sayısındaki farklılıkların etkisini ifade ediyor. 2014 yılında ekim ayına denk gelen Kurban Bayramı tatili, 2015’te eylül ayına kaymıştı. Bu da ekim ayındaki işgünü sayısını önceki yıla göre arttırırken, eylül ayındaki işgünü sayısını ise önceki yıla göre azaltmıştı. Türkiye’de sanayi üretimi ve dış ticaret göstergeleri bu tür işgünü farklılıklarından çok fazla etkileniyor. Nitekim eylül ayında işgünü sayısının önceki yıla göre düşmesi, sanayi üretimi, altın hariç ihracat ve altın hariç ithalatta yıllık bazda büyük bir düşüş getirmişti. Ekim ayında işgünü sayısının önceki yıla göre artması ise bu üç göstergede yıllık bazda büyük artışa yol açtı. Üçüncü çeyreğin son ayı olan eylül ile dördüncü çeyreğin ilk ayı olan ekimdeki bu gelişmeler, üçüncü ve dördüncü çeyrek dönemlere de aynen yansıdı.

Yalnız sanayi üretimi ile dış ticaret göstergelerindeki takvim etkisi kaynaklı zayıflama üçüncü çeyrekte gayri safi yurtiçi hasıladaki (GSYİH) büyümeye pek fazla yansımamıştı. Bunun en önemli nedeni ise 2014’teki kuraklıktan sonra 2015’te tarımsal üretimde önemli bir artış yaşanması ve bu artışın da birçok üründe hasat mevsimine denk gelen üçüncü çeyrekte büyümeye daha çok katkı sağlamasıydı.

Üçüncü çeyrekteki olumsuz takvim etkisi ekonomideki büyümeye pek fazla yansımadı ama dördüncü çeyrekteki olumlu takvim etkisi yansımışa benziyor. Ancak takvim etkisi kaynaklı bu büyümeye fazla bel bağlamamak lazım. Bu takvim etkisinin ortadan kalkması bu yılın ilk çeyreğinde büyümenin yeniden düşmesine yol açabilir. Zaten gidişat da öyle gibi görünüyor. Tabii bu konuda daha kesin konuşabilmek için bu döneme ilişkin öncü göstergeleri görmek gerekiyor.

 

İŞSİZLİK 2015’TE BİRAZ DAHA YÜKSELDİ

Esasında 2015’in işgücü piyasası verileri henüz yayınlanmadı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2015 yılına ilişkin işgücü piyasası verilerini 23 Mart’ta açıklayacak. Ancak geçen ay kasım ayına ve dolayısıyla 2015’in son çeyrek dönemine ait veriler yayınlandı. Aylık işgücü piyasası verileri her ay düzenlenen anketlerin üçer aylık hareketli ortalaması alınarak hesaplandığından, kasım ayı verileri aynı zamanda dördüncü çeyrek dönemin verileri oluyor. İşgücü piyasasında dört çeyrek döneme ilişkin mevsimsel düzeltilmiş verilerin ortalaması alındığında ise TÜİK’in açıkladığı yıllık verilerin neredeyse aynısına ulaşılabiliyor. Biz de bu şekilde 2015 yılı verilerini TÜİK tarafından yayınlanmadan önce elde etmiş bulunuyoruz.

Mevsimsel düzeltilmiş işsizlik oranı 2015’in ilk iki çeyreğinde yüzde 10,2, son iki çeyreğinde ise yüzde 10,4 olarak gerçekleşti. Bunların ortalaması yüzde 10,3 ediyor. Bu da 2015’te işsizlik oranında önceki yıla göre 0,4 puanlık yükseliş yaşandığı anlamına geliyor. 2014 yılında işsizlik oranı yüzde 9,9 düzeyindeydi.

Bizim tahminlerimize göre, 2015’te Türkiye’deki işgücü sayısı, önceki yıla göre yaklaşık olarak 875 bin kişilik artış göstererek 29,7 milyona ulaştı. Buna karşılık ekonominin yarattığı istihdam ise 675 bin kişi olarak gerçekleşti. Böylece işsizler ordusuna 200 bin kişi daha katıldı. Bu katılımla işsiz sayısı da 3,1 milyona yaklaştı.

Türkiye’de işsizlik üç yıldan beri yükseliyor. 2012’de yüzde 8,4 düzeyinde olan işsizlik oranı, üç yılda neredeyse 2 puan yukarı çıktı. Ekonominin son dört yıldır yavaş büyümesinden kaynaklanan bu yükseliş işsizlik oranını dört yıl aradan sonra yeniden çift haneye de taşıdı. İşsizlik oranı daha önce 2008-2009 küresel resesyonu sırasında da çift haneye yükselmiş, 2010 ve 2011 yıllarındaki hızlı büyümeyle ise tek haneye geri dönmüştü. 2015’te işsiz sayısı da küresel resesyon dönemindeki 3,1 milyonluk seviyesini tekrar yakaladı.

Ekonomideki yavaş büyüme eğiliminin bu yıl da devam etmesi bekleniyor. Bu nedenle yaratılacak istihdamın yine işgücü sayısındaki artışın gerisinde kalacağı ve dolayısıyla işsizlik oranının biraz daha yükseleceği öngörülüyor. Yapılan tahminler bu yıl için genelde yüzde 11 dolayında bir işsizlik oranına işaret ediyor. Bu gidişle bu yıl işsiz sayısı da 3,5 milyon dolayına yaklaşıp tüm zamanların rekorunu kıracağa benziyor.

 

CARİ AÇIK BEKLENENDEN DE FAZLA DÜŞTÜ

Merkez Bankası’nın verilerine göre, cari işlemler dengesi 2015 yılında 32,2 milyar dolar açık verdi. 2015’te cari açık önceki yıla göre 11,4 milyar dolar gerileme gösterdi. 2014 yılında cari açık 43,6 milyar dolar düzeyindeydi.

Henüz 2015 yılı milli gelir verileri belli değil ama tahminlerimize göre geçen yılki cari açığın gayri safi yurtiçi hasılaya (GSYİH) oranı yüzde 4,5 dolayında çıkacak. Bu oranda da önceki yıla göre önemli bir düşüş var. 2014 yılında cari açığın GSYİH’ye oranı 1 puan daha yüksek ve yüzde 5,5 seviyesindeydi.

Yıllık cari açık 2015’in ilk yarısını 42 milyar dolar civarında nispeten yatay bir seyirde geçirdi. Yılın ikinci yarısında ise hızla düşüşe geçti ve tahminlerin de ötesinde bir seviyeye indi. 2015 yılı başlarken cari açıkta pek fazla düşüş olmayacağı ve yılın 41 milyar dolar civarında bir cari açıkla kapanacağı beklentisi vardı. Yılın ikinci yarısında düşüşün başladığı görüldükten sonra bile 2015 yılı sonuna ilişkin tahminler en fazla 36 milyar dolar civarına kadar indi. Oysa gerçekleşme bu son beklentilerden de 4 milyar dolar daha düşük oldu.

Cari açıkta geçen yıl yaşanan düşüşte iki faktörün etkisi var. Bunlardan birincisini ekonomideki yavaş büyüme oluşturuyor. Ekonomideki yavaş büyüme üretimde kullanılan hammadde ve ara malı ithalatını azaltıyor ve dolayısıyla cari açığı da düşürüyor. Cari açıkta geçen yıl yaşanan gerilemenin ikinci nedeni ise başta ham petrol olmak üzere emtia fiyatlarında yaşanan düşüş. 2014’ün ortalarında 110 doların üzerinde olan petrolün varil fiyatı 2015’in sonlarında 40 doların altına kadar indi. Petrol fiyatlarındaki düşüş enerji ithalatı faturasını azalttığı için cari açığa olumlu yansıyor.

Esasında ekonomideki yavaş büyüme sadece geçen yıl değil dört yıldan beri cari açığı düşürüyor. Her ne kadar yandaki tabloda 2013’te cari açıkta artış olduğunu görüyorsanız da bu artış “altın etkisi”nden kaynaklanıyor. Ekonomideki büyümeyle pek alakası olmayan altın dış ticareti hariç tutulursa, cari açıkta 2013 yılında da bir miktar düşüş yaşanmıştı. 2010 ve 2011 yıllarındaki iç talebe dayalı hızlı büyüme cari açığı 74,4 milyar dolara ve GSYİH’nin yüzde 9,6’sına yükselterek, bu alanda rekor kırılmasına yol açmıştı. Son dört yıldaki yavaş büyümeyle cari açık bu rekor seviyesinin yarısının da altına indi. Zaten ekonomideki bu yavaş büyüme de cari açığın kontrol altına alınabilmesi için yurtiçi talebi kısıtlayıcı önlemler alınmasıyla başlamıştı. Ancak yurtiçindeki olumsuz siyasi gelişmeler ve dış talepteki zayıflama da işin içine girince ekonomideki yavaş büyüme kalıcı hale geldi. Hükümet şimdi de büyümeyi hızlandırmak istiyor ama bir türlü bunu başaramıyor.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


YAZARIN DİĞER YAZILARI TÜMÜNÜ GÖRÜNTÜLE

Örtülü işsizlik dönemi

19 AĞUSTOS, 2020

KRİZ NE ZAMAN BİTER?

2 TEMMUZ, 2020

Ekonomide korona vurgunu

10 HAZİRAN, 2020

Büyüme nereye?

13 NİSAN, 2020

Enflasyonun rotası

18 MART, 2020

Cari açıksız büyüme

29 OCAK, 2020

Ekonomi güven istiyor

4 ARALIK, 2019

Resesyon ne kadar sürer?

19 ŞUBAT, 2019

Yorum Yaz