Haziran ayında bütçe açığında rekor kırdık. Merkezi yönetim bütçesi haziran ayı itibariyle son bir yıllık dönemde 55,6 milyar TL’lik açık verdi. Daha önce hiç bu kadar yüksek bir bütçe açığıyla karşılaşmamıştık. Bundan önceki rekor 55,4 milyar TL ile Ekim 2009’da kırılmıştı. O zaman 2008-2009 resesyonundan çabuk çıkmak için maliye politikasının gevşetilmesi bütçe açığını patlatmıştı. Bu kez de geçen yılın üçüncü çeyreğinde resesyonun kıyısına gelen ekonomiyi buradan uzaklaştırmak için maliye politikasının gevşetilmesi, bütçe açığının rekor kırmasına yol açtı. Bütçe açığı mutlak değer olarak rekor kırsa da milli gelire oran olarak kötü durumda değiliz. Ancak yine de yol yakınken bütçe açığının daha da büyümemesi için önlem almak gerekiyor. Bütçe açığında ipin ucu elden kaçarsa bu kez kontrol altına alınması 2001 krizi sonrasındaki kadar kolay olmayabilir. Çünkü bugünkü koşullar, 2001 krizi sonrasındaki koşullara göre çok farklılık gösteriyor.
MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇESİ, 2017’NİN İLK YARISINI 25,2 milyar TL’lik açıkla kapattı. Oysa geçen yılın ilk yarısında bütçede 1,1 milyar TL’lik fazla vardı. Her ne kadar bu fazla, yılın ikinci yarısında korunamadıysa da en azından o dönem için olumlu bir bütçe performansına işaret ediyordu. Bu yılın ilk yarısındaki bütçe performansı ise olağanüstü bir bozulmaya işaret ediyor. Geleneksel olarak her yılın sonuna doğru bütçe açığının yükselişe geçtiğini dikkate alırsak, bu yılın sonunda dev bir bütçe açığıyla karşılaşma ihtimalimiz var gibi görünüyor. Bu ise Türkiye’nin son yıllarda elinde sağlam kalan tek makroekonomik göstergeyi de kaybetmesi anlamına geliyor. Bunun da ekonominin çarklarının dönmesi için gerekli olan yabancı sermaye girişini iyice yavaşlatması olasılığı bulunuyor. Esasında bütçe açığının ne kadar vahim durumda olduğunu görmek için yıl sonunu beklemeye de gerek yok. Bütçe verilerine yıllıklandırılmış yani son 12 ayın toplamı olarak bakarsak, tüm zamanların en yüksek açığına haziran ayında ulaşmış durumdayız. Merkezi yönetim bütçesi haziran ayı itibariyle son bir yıllık dönemde 55,6 milyar TL’lik açık verdi. Daha önce hiç bu kadar yüksek bir bütçe açığıyla karşılaşmamıştık. Yani bu bir rekora işaret ediyor. Bundan önceki rekor Ekim 2009’da 55,4 milyar TL ile kırılmıştı. Daha sonra düşüşe geçen ve bir ara 20 milyar TL’nin altına kadar inen bütçe açığı, bu yılın ilk yarısında hükümet kesenin ağzını iyice açınca yeniden şaha kalktı.
RESESYONDAN KAÇARKEN
Bütçe açığında bundan önceki rekorun tam da 2008-2009 resesyonu sırasında kırılması tesadüf değil. Bu, o dönemdeki hükümetin uyguladığı bilinçli politikaların sonucu. 2008 yılının sonlarında küresel ekonomi krize girince ve bunun Türkiye ekonomisine yansımaya başladığı da görülünce, Merkez Bankası para politikasını gevşetirken hükümet de maliye politikasında gevşemeye gitmişti. Böylece iç talepteki düşüş sınırlı tutularak resesyonun tahribatı azaltılmaya çalışılmıştı. Bunun doğal sonucu da bütçe açığının rekor kırması olmuştu. Fakat bu sayede resesyon da çabuk atlatılabilmişti. Bütçe açığında kırılan son rekorun nedeni de aynı. Hatırlarsanız geçen yıl bu sıralarda ekonomi bir resesyonun kıyısındaydı. Geçen yılın üçüncü çeyreğinde, ekonomide 2008-2009 resesyonundan bu yana ilk kez küçülme görmüştük. Ekonomi yılın son çeyreğinde de küçülseydi resmen resesyona girmiş olacaktık. İşte bu olası resesyondan kaçmak için yine hem para hem de maliye politikasında gevşemeye gidildi. Bu politikalar da işe yaradı ve ekonomi dördüncü çeyrekte yeniden büyümeye geçti. Bu yılın ilk çeyreğinde de ekonomide büyüme yaşandı ve böylece resesyondan iyice uzaklaşmayı başardık. Ancak bunun faturası bütçe açığının yeniden rekor kırması oldu.
ORANSAL OLARAK İYİYİZ
Yalnız burada bütçe açığının mutlak değer olarak rekor kırarken milli gelire oran olarak geçmişe göre hala çok iyi durumda olduğunu belirtmek gerekiyor. Bütçe açığına milli gelire oranlanmış olarak bakarsak geçmişte çok daha kötü dönemlerimiz olmuştu. Bütçe açığının şu anda kullandığımız 2009 baz yıllı cari fiyatlarla gayri safi yurtiçi hasıla (GSYH) serisine oranı, 2001 krizinin etkisiyle 2002 yılı başlarında yüzde 15’in üzerine kadar çıkmıştı. 2001 krizi sırasında batan bankaların yükünün ve kamu kurumlarının görev zararlarının bütçeye yıkılması, o dönemde bütçe açığının çok olağanüstü boyutlara çıkmasına yol açmıştı. Bizim yaptığımız hesaplar, bu açıdan rekorun yüzde 15,6 ile Nisan 2002’de kırıldığını gösteriyor. Daha sonra uygulanan istikrar programıyla düşüşe geçen ve bir ara sıfıra kadar yaklaşan bu oran, maliye politikasının gevşetildiği 2008-2009 resesyonu sırasında ise yüzde 5’i aşmıştı. Mutlak değer olarak önceki rekorun kırıldığı Ekim 2009’da bütçe açığının GSYH’ye oranı yüzde 5,6 olmuştu. Mutlak değer olarak son rekorun kırıldığı haziran ayında ise bütçe açığının GSYH’ye oranı muhtemelen yüzde 2 dolayında çıkacak. Bu oranın 2016’nın sonunda yüzde 1,1 olduğunu dikkate alırsak, elbette 2017’nin ilk yarısında burada da önemli bir bozulma yaşandığını söyleyebiliriz. Ancak bu bozulmaya rağmen hala geçmişe göre çok iyi durumdayız. Ayrıca bu açıdan uluslararası bir ölçüt olarak kabul edilen yüzde 3’lük Maastricht kriterine de henüz fazla yaklaşmış değiliz.
TEHLİKE NEREDE?
Madem bütçe açığı milli gelire oran olarak hem geçmişe hem de uluslararası ölçülere göre kötü durumda değil o zaman tehlike nerede? Buradaki tehlike bütçe açığının kontrolden çıkması ihtimalinde yatıyor. Bütçe açığında ipin ucu bir kez elden kaçarsa yeniden kontrol altına alınması çok zor olabilir. Çok eskide değil yakın geçmişte bunun örneğini yaşadık. 1990’lı yıllarda bütçe açığı kontrolden çıkmış ve sonuç 2001 ekonomik krizi olmuştu. Bu kriz de ülkemize büyük bir maliyet çıkarmıştı. Bütçe açığı yine kontrolden çıkarsa sonucun da yine aynı olacağından hiç şüpheniz olmasın. Bu nedenle bütçede dengenin yeniden sağlanması gerekiyor. Bunun için ise faiz dışı harcamalarda frene basılması şart gibi görünüyor. Çünkü mevcut ortamda faiz ödemelerini kısmak ve vergi gelirleriyle diğer gelirleri artırmak pek kolay olmayacağa benziyor. Bu ise 2001 krizi sonrasındaki tecrübemizle pek uyuşmayan bir duruma işaret ediyor.
2001’DEN SONRA NE OLDU?
Öncelikle 2001 krizi sonrasında bütçe açığının kontrol altına alınmasının gerçekten olağanüstü bir iş olduğunu söyleyelim ve bunu başaranlara haklarını teslim edelim. Ancak bunun nispeten kolay bir şekilde gerçekleştirildiğini de belirtmemiz gerekiyor. Bu kolaylığı öncelikle o dönemde uygulanan ekonomik ve siyasi politikalar sağlamış, ayrıca uygun uluslararası ortam da buna destek olmuştu. IMF destekli istikrar programı enflasyonun yüzde 70’in üzerinden tek haneye kadar düşmesini sağlayınca faizler gerilemiş ve böylece bütçedeki faiz ödemeleri de düşmüştü. Avrupa Birliği (AB) üyeliğine aday ülke olarak kabul edilmemiz ve üyelik görüşmelerinin başlaması ise o güne kadar görülmemiş bir yabancı sermaye ilgisine mazhar olmamızı sağlamıştı. Böylece özelleştirmeler kolaylaşmış ve bütçedeki vergi dışı gelirlerde olağanüstü bir artış gerçekleşmişti. Enflasyonun kontrol altına alınması ve artan yabancı sermaye girişi ekonomide hızlı büyümenin kapısını açınca vergi gelirlerinde de ciddi bir artış ortaya çıkmıştı. Bütün bunlar da dönemin hükümetlerine faiz dışı harcamalarda frene fazla basmadan bütçe açığını kontrol altına alma imkanını vermişti.
BU DEFA FARKLI
Bugünkü tablo ise yukarıda çizdiğimize pek benzemiyor. Enflasyon bir türlü yüzde 5’lik hedef dolayına yaklaşmıyor. Ayrıca bu başarılsa bile faizlerde ve dolayısıyla bütçedeki faiz ödemelerinde sağlanabilecek potansiyel düşüş, 2001 krizi sonrası dönemde gerçekleşene göre epey sınırlı görünüyor. Öte yandan dış politikada pek çok ülkeyle sürtüşme halindeyiz. AB’ye üyelik ihtimali neredeyse yok olmak üzere. Bu da yabancı sermaye girişini giderek azaltıyor. Bu ortamda özelleştirmelerin tekrar hız kazanması ve vergi dışı gelirlerde geçmişteki gibi olağanüstü artışlar sağlanması zor görünüyor. Bu yaşananlar ekonomideki büyümenin yavaş kalmasına yol açtığı için vergi gelirlerinde de durum çok iyi değil. Artık süreklilik kazanan aflar olmasa vergi gelirlerindeki durum daha da kötü çıkacak. İşte bu farklı tablo, bütçe açığında ipin ucu bir kez daha elden kaçarsa bu kez kontrol altına almanın çok daha zor olacağını düşündürüyor. Bu yüzden de yol yakınken önlem almakta fayda var gibi görünüyor. Bu önlem de faiz dışı harcamalarda frene basmayı gerektiriyor.
ESKİ TABLOYA DÖNÜŞ
Bize kalırsa kısa vadede faiz dışı harcamalarda frene basarken, orta vadede tabloyu eski haline getirmeye çalışmak da şart. Çünkü şu anda faiz dışı harcamalarda frene basmak ancak durumu idare etmeye yarayabilecek bir önlem. Bulunduğumuz noktadan daha ileriye gitmek için ise enflasyonu mutlaka düşürmemiz ve dış ilişkilerimizi de düzeltmemiz gerekiyor. Yani yeni bir yapısal reform programına ihtiyacımız var. Ayrıca ya AB ile üyelik sürecine geri dönmemiz ya da hem yurt içinde hem de yurt dışında Türkiye’nin geleceğine olan güveni yükseltecek buna benzer başka bir hikaye yaratmamız şart görünüyor. Enflasyonun hedefe doğru inişe geçmesi ve Türkiye’nin geleceğine olan güvenin artması yatırımları yükselterek ekonomik büyümeyi hızlandırır. Böylece Türkiye, yeniden 2001 krizi sonrasındaki gibi şaha kalkarken bütçe açığı da sorun olmaktan giderek uzaklaşır. Bu gelişmeler, başta terör olmak üzere Türkiye’nin iç sorunlarına çözüm bulmayı da kolaylaştırır.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?