Dergimizin piyasaya çıktığı gün, Türkiye genel seçimde oy kullanıyor olacak. Esasında daha beş ay önce 7 Haziran’da da bir genel seçim yapmıştık. Ancak bu seçimde hiçbir parti mecliste çoğunluğu sağlayamadı ve sonrasında yapılan koalisyon görüşmelerinden de sonuç alınamadı. Bu nedenle Türkiye tarihinde ilk kez bir “tekrar seçim” yapmak zorunda kaldık.
Biz bu yazıyı yazarken eldeki seçim anketleri, tekrar seçimden 7 Haziran’dakine benzer bir sonuç çıkması ihtimalinin yüksek olduğunu gösteriyordu. Yine de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) kıl payı farkla tek başına iktidarı yakalaması ihtimali de bulunuyordu.
Ancak 1 Kasım’da sonuç ne çıkarsa çıksın, artık bir hükümetin kurulması gerekiyor. Çünkü ekonomide sorunlar giderek birikiyor. Son yıllarda ekonomide işler zaten iyi gitmiyor. 7 Haziran’dan beri yaşanan siyasi belirsizlik, 2015’in de kayıp yıllar arasına katılmasına yol açtı. 1 Kasım sonrasında da siyasi belirsizlik ortadan kaldırılamazsa 2016’nın da başına aynı şey gelebilir. Üstelik siyasi belirsizlik sadece ekonomide değil, iç güvenlik, adalet, dış politika gibi alanlarda da sorunların katlanarak büyümesine yol açıyor. Bu sorunlar da sonuçta dönüp ekonomiyi vuruyor ve işler iyice içinden çıkılmaz bir hal alıyor.
İSTİKRAR VE BELİRSİZLİK
Siyasi belirsizlik, ekonomik birimlerin yatırım ve tüketim kararlarını olumsuz etkileyerek büyümeye zarar veren faktörlerden biri. Gözlenmesi mümkün ama ölçülmesi pek kolay değil. Bu nedenle onun yerine genelde siyasi istikrarsızlık kavramı kullanılıyor. Siyasi istikrarsızlık da genelde hükümet değişikliklerinin sıklığıyla ölçülüyor. Burada hükümetler ne kadar sık değişiyorsa siyasette belirsizliğin de o kadar yüksek olduğu varsayımı yapılıyor.
Ancak bu ölçü, hükümet değişikliği dışındaki siyasi belirsizlik unsurlarını göz ardı ettiği için genelde sapmalı sonuç veriyor. Siyasette sadece hükümet değişiklikleri değil, hükümet değişikliğine yol açmasa bile genel ve yerel seçimler, referandumlar, başarılı ya da başarısız askeri darbe ve muhtıra gibi demokrasi dışı müdahaleler de belirsizlik yaratıyor. Bunların yanında iktidardaki hükümetin tipinin de siyasi belirsizliğe etkisi olduğunu düşünmek makul görünüyor. Örneğin iktidarda bir tek parti hükümetinin bulunduğu dönemlerle bir koalisyon hükümetinin bulunduğu dönemlerdeki “siyasi belirlilik” durumu herhalde aynı olmasa gerek.
BELİRSİZLİĞİN ÖLÇÜMÜ
İşte bu nedenlerle biz tüm bunları kapsayacak bir siyasi belirsizlik ölçüsü oluşturmaya çalıştık. Siyasi belirsizliğin ölçümünde şu şekilde hareket ettik:
* Öncelikle iktidardaki hükümetin tipinin yaratacağı siyasi belirlilik durumunun farklı olacağı varsayımından hareket ederek 1950’den 2015’e kadar olan dönemde, büyük kısmında tek parti hükümetlerinin iktidarda olduğu yıllara 1, koalisyon hükümetlerinin iktidarda olduğu yıllara 2, azınlık hükümetlerinin iktidarda olduğu yıllara 3, bizzat askerlerin kurduğu ya da askerlerin kurdurduğu hükümetlerin iktidarda olduğu yıllara 4 puan verdik.
* Seçimlerin siyasi belirsizlik üzerindeki etkisini, genel seçim, yerel seçim ve referandum yapılan yıllara 1, diğer yıllara “0” değerini vererek yansıtmaya çalıştık.
* Hükümet değişikliklerinin siyasi belirsizlik üzerindeki etkisini yansıtmak için de bu tür değişikliklerin olduğu yıllara 1, diğer yıllara “0” değerini verdik.
* Demokrasiye dış müdahalelerin siyasi belirsizlik üzerindeki etkisini ise askeri darbelerin (1960 ve 1980), başarısız darbe girişimlerinin (1962 ve 1963) ve muhtıraların (1971, 1997 ve 2007) olduğu yıllara 1, diğer yıllara “0” değerini vererek yansıtma yoluna gittik.
* Bu puanlamaya göre teorik olarak bir yılın alabileceği en düşük değer 1 (iktidarda bir tek parti hükümetinin bulunduğu ve başka gelişmenin olmadığı durum), en yüksek değer ise 7 (iktidarda demokrasi dışı bir hükümetin bulunduğu, bir seçimin yapıldığı, hükümet değişikliğinin yaşandığı ve demokrasiye dış müdahalenin olduğu bir durum) oluyor. Siyasi belirsizlik ölçüsünü oluşturmak için bu değerleri 0-1 aralığında ölçeklendirdik. Böylece “0” değerinin siyasi belirsizliğin en düşük olduğu durumu, 1 değerinin ise siyasi belirsizliğin en yüksek olduğu durumu ifade ettiği bir siyasi belirsizlik ölçüsü elde ettik. BELİRSİZLİK VE BÜYÜME
Konjonktürün üçüncü sayfasında, bu hesaplarımızın sonucunda oluşturduğumuz siyasi belirsizlik ölçüsüyle reel kişi başına gayrisafi milli hasıla (GSYİH) büyüme oranlarını dönemler itibariyle karşılaştıran bir tablo yer alıyor. Bu tablo, siyasi belirsizliğin büyüme üzerinde negatif bir etkisi olduğunu gösteriyor. Tabloya göre, Türkiye’de siyasi belirsizliğin en yoğun olduğu 1970-79 dönemi, kişi başına milli gelirdeki büyümenin de en düşük olduğu dönemlerden biri. Bu dönemde kişi başına milli gelir yılda ortalama olarak sadece yüzde 2,2 büyüdü. Yine tabloya göre siyasi belirsizliğin en düşük olduğu 1950-59 döneminde ise kişi başına milli gelirdeki yıllık ortalama büyümenin yüzde 4,1’i bulduğu görülüyor.
Tablodan 1960-69, 1980-89 ve 1990-99 dönemlerinde de siyasi belirsizliğin büyümeyi olumsuz etkilediği anlaşılıyor. Yalnız 2000-09 dönemindeki yıllık ortalama büyüme oranının siyasi belirsizlik düzeyinin ima ettiğinden çok düşük ve yüzde 2,3 olması dikkat çekiyor. Bu durum muhtemelen 2008-09 küresel resesyonunun Türkiye ekonomisi üzerindeki olumsuz etkisinden kaynaklanıyor. Tabii hesapladığımız ölçünün bu dönemdeki siyasi belirsizlik düzeyini tam olarak ölçememiş olması da mümkün. NEREYE GİDİYORUZ?
2010’lu yılların başlarında siyasi belirsizlik konusunda önemli bir sorun yoktu. Ancak geçen yıldan bu yana işler değişmiş durumda. Geçen yıl yerel seçim, cumhurbaşkanlığı seçimi ve bir de hükümet değişikliği yaşadık. Bu yıl ise şu ana kadar bir genel seçimle iktidarın bir seçim hükümetinin eline geçtiği bir hükümet değişikliği yaşandı. Bunlar 2015’i şimdiden siyasi belirsizliğin yoğun olduğu yıllardan biri haline getirdi. Dergimizin piyasaya çıktığı gün, Türkiye tarihinde ilk kez aynı yıl içinde ikinci genel seçim yapılıyor olacak. Muhtemelen yıl sona ermeden de bir hükümet değişikliği daha yaşanacak.
Bu siyasi belirsizliğin ekonomiyi negatif etkilediğini verilerden görüyoruz. Siyasi belirsizliğin yükselişe geçtiği 2014’te, reel kişi başına milli gelirdeki büyüme sadece yüzde 1,8 olarak gerçekleşti. Muhtemelen kişi başına gelirde bu yıl da buna yakın bir reel büyüme oranı çıkacak. Hatta bu yılki büyüme oranı daha düşük de çıkabilir.
2010’lu yılların bitmesine daha dört yıl var. Mevcut takvime göre 2019 yılı zaten hem yerel hem cumhurbaşkanlığı hem de genel seçime sahne olarak siyasi belirsizliğin arttığı bir yıl olacak. 1 Kasım’dan sonra uzlaşma sağlanıp da güçlü bir hükümet kurulamazsa o zamana kadar da yoğun bir siyasi belirsizlik içinde kalabiliriz. Durum gerçekten böyle olursa 2010’lu yıllar da ekonomide kayıp dönemler arasına katılabilir.
ŞİMDİ UZLAŞMA ZAMANI
Bunun önüne geçebilmek için siyasette büyük bir uzlaşmanın kapısının açılması gerekiyor. 1 Kasım’daki genel seçimden ne sonuç çıkarsa çıksın artık mutlaka bir hükümetin kurulması şart. Bu hükümetin de kapsamlı bir reform programını hayata geçirip Türkiye’nin son yıllarda iyice biriken sorunlarının çözümü yönünde adım atması zorunluluğu var. Ayrıca söz konusu reform programının sadece ekonomiyi değil, hukuk ve demokrasi gibi alanları da kapsaması gerekiyor. Çünkü Türkiye’nin önünün açılması için ekonomide dönüşümün sağlanması yanında hukukun ve demokrasinin yeniden işler hale getirilmesi de şart görünüyor.
1 Kasım’da da 7 Haziran’dakine benzer bir sonuç çıkarsa bir kez daha tekrar seçimin gündeme gelmesi ihtimalini düşünmek bile istemiyoruz. Çünkü böyle bir durumda siyasi belirsizlik geçmişte gördüğü zirve seviyelerini tekrar zorlayabilir. Seçim hükümeti gibi demokrasi dışı bir hükümetin uzun süre iktidarda kalması bile tek başına siyasi belirsizliği sıçratma potansiyeline sahip. Demokrasinin kilitlendiği böyle bir durumda yaşanabilecek gelişmeler, Türkiye’nin iyice batağa saplanmasına yol açabilir. Böyle bir durumda siyasetçilerin bunu dikkate alıp devlet adamı kimliğiyle hareket etmesi gerekiyor.
ENFLASYONDA TIRMANIŞ BAŞLADI
Yıllık enflasyon eylül ayında yüzde 7,14’ten yüzde 7,95’e çıktı. Böylece enflasyonda geçen ay bu sayfalarda haber verdiğimiz tırmanış başlamış oldu. Yıllık enflasyon ekim ayında muhtemelen yine bu civarlarda çıkacak ama son iki ayda yeniden tırmanış yaşanacak. Böyle giderse 2015 yılı yüzde 9-10 arasında bir enflasyonla kapanacak.
Eylül ayında enflasyonun yükselmesinin temel nedeni “baz etkisi” oldu. Eylül ayı enflasyonu yüzde 0,8 dolayındaki “mevsim normalleri”ne (son 10 yılın ortalaması) yakın ve yüzde 0,89 olarak çıktı. Ancak geçen yılın aynı ayındaki enflasyon mevsim normallerinin çok altında ve sadece yüzde 0,14’tü. 12 aylık enflasyon hesabından bu düşük oran çıkıp yerine çok daha yüksek bir oran girince doğal olarak yıllık enflasyonda tırmanış yaşandı.
Tüketici Fiyatları Endeksi’ndeki (TÜFE) harcama gruplarına bakıldığında, neredeyse genele yayılan bir enflasyon yaşandığı görülüyor. Gıdada fiyat artışı mevsim normallerinin biraz altında ama geçen yılın oldukça üzerinde. Ev eşyası, sağlık, ulaştırma, haberleşme, eğlence ve kültür, çeşitli mal ve hizmet gibi gruplarda kur artışlarının etkisiyle fiyat artışları mevsim normallerini aşmış durumda. Eylül ayında enflasyonun daha da yükselmesine ise sadece giyim ve ayakkabı ile eğitim engel olmuş görünüyor.
Ekim ayında enflasyonda fazla yükseliş beklemememizin nedeni, bu ayda baz etkisinin çok güçlü olmaması. Geçen yıl ekim ayındaki enflasyon mevsim normallerine yakındı. Bu yıl da ekim ayında mevsim normallerine yakın bir enflasyon çıkarsa yıllık enflasyon yüzde 8 dolayında kalacak. Fakat geçen yıl kasım ve aralık aylarındaki enflasyon oranları mevsim normallerinin çok altındaydı. Bu yıl aynı aylarda mevsim normallerine yakın enflasyon oranlarının çıkması, yıllık enflasyonun yeniden tırmanmasına neden olacak.
Enflasyondaki bu gelişmeler, Merkez Bankası’nın tahminleriyle uyumlu değil. Biz bu yazıyı yazarken Merkez Bankası’nın yıl sonu için enflasyon tahmini yüzde 6,9’du. Ancak dergimiz baskıdayken 2015’in son Enflasyon Raporu yayınlanacak. Bu raporda muhtemelen yıl sonu enflasyon tahminine ciddi bir revizyon yapılmış olacak.
ORTA VADELİ PROGRAM YİNE TEMENNİ DOLU
2016-2018 dönemine ilişkin Orta Vadeli Program (OVP) geçen ay yayınlandı. Ekonomide ve kamu maliyesinde önümüzdeki üç yıla ilişkin bir perspektif sunması için hazırlanan bu programlarda genelde gerçekçi hedeflerden çok temenniler yer alıyor. Bu yılki OVP’de de aynı durum söz konusu. Üstelik bu yılki OVP’nin yayınlanması, bir seçim hükümeti dönemine denk geldiği için arkasında güçlü bir irade de yok. Ancak yine de devletin önümüzdeki üç yıla ilişkin hesaplarına bir göz atmak faydalı olabilir. Bunlar aynen benimsenmese de geleceğe ilişkin planlar yaparken başlangıç noktası olarak kullanılabilir.
Bu düşünceyle yandaki tabloda OVP’deki temel ekonomik hedefleri veriyoruz. Bu hedefler konusunda dikkat çekmek istediğimiz birkaç noktayı ise şöyle sıralayabiliriz:
* OVP’ye göre bu yılki büyüme yüzde 3 olacak. Gelecek üç yılda ise sırasıyla yüzde 4, yüzde 4,5 ve yüzde 5’lik büyüme oranları hedefleniyor. Bu hedefler, son dört yıldır potansiyelinin altında büyüyen Türkiye’nin bir süre daha yola böyle devam edeceğini gösteriyor. Ancak geçmiş deneyimler, devletin gelecekteki büyüme patikasını tahmin etme konusunda çok başarısız olduğunu gösteriyor. 1 Kasım’dan sonra siyasi uzlaşma sağlanır da güçlü bir hükümet kurulabilirse önümüzdeki dönemde çok daha hızlı büyüme oranları görebiliriz. Aksi durumda ise bugünkü büyüme oranlarını bile mumla arayacak bir noktaya gelmemiz mümkün.
* OVP’ye göre enflasyon bu yıl sonunda yüzde 7,6 olacak. Önümüzdeki üç yılda ise enflasyonun yavaş yavaş yüzde 5’lik hedefe yaklaşması öngörülüyor. Öncelikle bu yıl sonuna ilişkin tahmini biraz düşük bulduğumuzu belirtelim. Yıl sonunda enflasyon bundan 1-2 puan daha yüksek çıkabilir. Gelecek üç yıla ilişkin hedefler de çok inandırıcı değil. Bu döneme ilişkin planlar yaparken de enflasyonu 1-2 puan daha yüksek almak daha doğru olabilir.
* Önümüzdeki üç yılda bütçe açığının milli gelire oran olarak yüzde 1’in de altına inmesi bekleniyor. Doğrusu 2001 krizinden bu yana Türkiye bütçe disiplini açısından çok iyi bir performans gösteriyor. Ancak 1 Kasım’daki genel seçim için partilerin yaptıkları vaatler dikkate alındığında, bu performansın daha da ileri götürülmesi konusunda soru işaretleri doğuyor. Bu vaaatler hayata geçerse önümüzdeki dönemde bütçe açığında düşüş değil, tam tersine bir miktar yükseliş beklemek daha gerçekçi olur.
* Önceki yıllarda OVP’de toplam ve kişi başına milli gelire ilişkin olarak dolar cinsinden hesaplanan veriler yer alırdı. Bu yıl ise OVP’de bunların yerini satın alma gücü paritesine (SAGP) göre hesaplanan veriler aldı. Bunun döviz kurlarında yaşanan artışın dolar cinsinden hesaplanan milli gelirde yarattığı düşüşü maskelemek için yapılan bir makyaj olduğu çok açık. Bu konu, geçen ay ekonomik kamuoyunda çok tartışıldığı için burada ayrıntılarına girmiyoruz. Ancak bizim diğer verilerden yararlanarak hesapladığımız dolar cinsinden milli gelir verilerini tabloda veriyoruz. Bu veriler kişi başına milli gelirin bu yıl 10 bin doların altına düşeceğini, gelecek üç yılda da bu seviyenin altında seyredeceğini gösteriyor. Tabii ki bu gerçek refah değişimine işaret etmiyor. OVP’deki hedefler tutarsa önümüzdeki dönemde refah seviyemizin gerçekte nasıl seyredeceğini, bizim hesapladığımız 2014 yılı fiyatlarıyla reel milli gelir verilerinden görebilirsiniz. Bu arada bizim hesapladığımız veriler arasında OVP’deki hedefler belirlenirken esas alınan ortalama dolar kuru varsayımları da bulunuyor.
KÜRESEL BÜYÜME TAHMİNLERİNDE DÜŞÜŞ VAR
IMF’nin yılda iki kez hazırladığı World Economic Outlook (WEO) isimli raporunun bu yılki ikincisi geçen ay yayınlandı. IMF’nin bu rapordaki küresel büyüme tahminlerinde önceki tahminlerine göre düşüş var. Son rapora göre IMF, dünya ekonomisinin bu yıl yüzde 3,1 ve 2016’da ise yüzde 3,6 büyüyeceğini tahmin ediyor. Oysa geçen temmuz ayında yapılan tahminlerde hem 2015 hem de 2016 büyüme tahmini 0,2 puan daha yüksekti. 2015 yılı büyüme tahmini geçen nisan ayında yayınlanan önceki WEO raporuna göre ise 0,4 puan aşağıya inmiş bulunuyor. IMF’nin son tahminleri, küresel büyümede geçen yıla göre bir miktar yavaşlamaya da işaret ediyor. Küresel ekonomi geçen yıl yüzde 3,4 büyümüştü.
Küresel ekonomideki bu yavaşlama, emtia fiyatlarındaki gerileme, finansal piyasalardaki dalgalanma, gelişmekte olan ülkelerin para birimlerinin değer kaybı gibi faktörlerden kaynaklanıyor. Başta petrol olmak üzere emtia fiyatlarındaki düşüş, Türkiye gibi ithalatçı ülkelerin işine yarıyor ama ekonomisi bu ürünlere dayanan ülkelerde talebin zayıflamasına neden oluyor. Finansal piyasalardaki dalgalanma geleceğe ilişkin beklentileri bozarak, para birimlerinin değer kaybı da ithalatı pahalandırarak yine talebin zayıflamasına yol açıyor. Bu gelişme de küresel ticaret hacmindeki artışı yavaşlatarak büyümeye olumsuz yansıyor. Nisan ayında yayınlanan önceki WEO’da bu yıl küresel ticaret hacminin yüzde 3,7 artacağı tahminini yapan IMF, şimdi bunun için yüzde 3,2’lik tahmin yapıyor. Bu ise küresel ticarette geçen yılın hafif altında bir artışa işaret ediyor.
Küresel finans piyasalarındaki dalgalanma büyük ölçüde ABD’deki faiz artışı beklentisinden kaynaklanıyor. Esasında ABD’nin merkez bankası olan FED’in eylül ayı toplantısında faiz artışı yapmaması üzerine bunun olasılığı bu yıl için azaldı. Ancak hala böyle bir olasılık var. ABD’de faizlerin artmasına bu yıl olmasa bile gelecek yıl kesin gözüyle bakılıyor. IMF de bu nedenle bu yıl dolar mevduatlarındaki faiz oranının 0,1 puan yükselişle yüzde 0,4’e çıkmasını beklerken, 2016 yılı için ise yüzde 1,2’lik öngörüde bulunuyor. Avrupa’da ise hala gevşek para politikasıyla ekonomi canlandırılmaya uğraşıldığı için Euro mevduatlarının faiz oranının sıfır civarında kalmaya devam edeceği tahmin ediliyor.
WEO’da Türkiye’ye ilişkin tahminler de var. Bu tahminlere göre Türkiye ekonomisi, bu yıl yüzde 3, 2016’da ise yüzde 2,9 büyüyecek. Önceki WEO’da Türkiye için 2015 yılı büyüme tahmini yüzde 3,1 ve 2016 büyüme tahmini ise yüzde 3,6 düzeyindeydi. IMF, özellikle 2016 büyüme tahmininde ciddi bir revizyon yaptı. Küresel ekonomideki gelişmelerin dışa açık bir ülke olan Türkiye’yi de olumsuz etkilemesi yanında siyasi sorunlarla da uğraştığımız için elbette bunda şaşacak bir şey yok. Bu arada IMF’nin ekonomideki yavaşlamanın cari açığı biraz aşağı çekeceğini ve işsizliği ise yükselteceğini öngördüğünü de belirtelim. IMF’ye göre enflasyon ise bu yılın sonunda yüzde 8 olurken, 2016’nın sonunda yüzde 6,5’e iniş yapacak.
BÜTÇEDE AÇIK YÜKSELİYOR
Merkezi yönetim bütçesi eylül ayında 14,1 milyar TL açık verdi. Geçen yılın aynı ayında bütçe açığı 9,2 milyar TL düzeyindeydi. Buna göre eylül ayında bütçe açığı yüzde 53,1 yükseliş gösterdi. Eylül ayındaki büyük açık, ilk sekiz ayda az da olsa fazla veren bütçenin ocak-eylül dönemi itibariyle de açık vermesine neden oldu. Bu dönemdeki bütçe açığı 13,5 milyar TL olarak gerçekleşti ve geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 12,8 yükseldi. Geçen yıl ocak-eylül döneminde bütçede 11,9 milyar TL’lik açık vardı.
İlk dokuz aydaki bütçe açığının geçen yıldan yüksek olmasının bir nedenini, bu yıl vergi dışı gelirlerin yerinde sayması oluşturuyor. Bu dönemde vergi dışı gelirlerde geçen yıla göre sadece yüzde 1,9’luk artış yaşandı. İlk dokuz ayda bütçe açığının yükselmesine faiz ödemelerindeki artışın hızlanması da etkide bulundu. Bu dönemde faiz ödemeleri geçen yıla göre yüzde 17 artış gösterdi. Bu iki faktör, vergi gelirleri faiz dışı harcamalardan daha hızlı artmasına rağmen, toplam gelir ile toplam harcamalardaki artışın aynı çıkmasına neden oldu.
Bütçede açıklar genelde yılın son aylarında yoğunlaşıyor. Bu nedenle yılın son çeyreğinde ilk dokuz aydakinden daha fazla açık görebiliriz. Eylül ayında yıllık bazdaki bütçe açığı da yükseldi ve 20 milyar TL’den 24,9 milyar TL’ye çıktı. Bu açık 21 milyar TL’lik 2015 yılı hedefini aşıyor. Ancak geçen ay yayınlanan Orta Vadeli Program’da (OVP) 2015 yılı için 24,5 milyar TL’lik gerçekleşme tahmini yapıldı. Eylül ayı itibariyle yıllık açık bu tahmine daha yakın. Yine de bu tahminin tutması için de son üç ayda geçen yılın aynı döneminde verilenden biraz daha az açık verilmesi gerekiyor.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?