İnşaata dayalı büyüme

24.11.2017 16:19:000
Paylaş Tweet Paylaş
İnşaata dayalı büyüme

Türkiye ekonomisi 2017’nin ikinci çeyreğinde yüzde 5,1 büyüdü. Ancak bu büyüme büyük ölçüde inşaat yatırımlarından kaynaklandı. İnşaat yatırımları hariç tutulunca ikinci çeyrekteki büyüme sadece yüzde 1,4 çıkıyor. İnşaat yatırımları, geçen aralık ayında hesaplanmaya başlayan 2009 baz yıllı yeni milli gelir serisiyle birlikte büyüme üzerinde daha fazla rol oynamaya başladı. İnşaat yatırımları daha önce 2010’un üçüncü çeyreğinden 2011’in son çeyreğine kadar olan dönem ile 2013’ün ilk çeyreğinden 2014’ün ilk çeyreğine kadar olan dönemde de büyümeyi çok etkilemişti. 2017’nin ilk iki çeyreğine ilişkin veriler, ekonomik büyümenin inşaat yatırımlarına dayandığı yeni bir dönemin içinde olduğumuzu gösteriyor. İnşaata dayalı büyümenin temel sakıncasını istihdama yeterince katkıda bulunamaması ve bunun sonucunda da işsizlik, yoksulluk ve gelir dağılımı gibi konularda iyileşme sağlayamaması oluşturuyor. Bu konularda iyileşme sağlanması için üretken yatırımların desteklenmesi gerekiyor.

Türkiye ekonomisi 2017’nin ikinci çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 5,1 büyüdü. Bu oran Türkiye ekonomisinin yüzde 5 dolayı olarak kabul edilen potansiyel büyüme oranıyla bire bir örtüşüyor. Bu, ikinci çeyrekteki büyüme açısından olumlu bir noktayı oluşturuyor. Aşağıdaki kutuda da okuyabileceğiniz gibi, bu büyümenin 2,9 puanı yatırım harcamalarından kaynaklanıyor. Bu da ikinci çeyrekteki büyümeyle ilgili bir başka olumlu noktayı oluşturuyor gibi görünüyor. Çünkü iktisatçılar büyümenin tüketimden çok yatırımlara dayanmasını gelecekteki büyüme açısından da iyi bir haber olarak kabul ediyor. Burada yeni yatırımlarla oluşturulan üretim kapasitesinin gelecek dönemlerde ekonomik büyümeyi hızlandıracağı varsayımından hareket ediliyor.

İkinci çeyrekteki ekonomik büyümeye ilişkin hikayenin buraya kadar olan kısmı oldukça iyi görünüyor. Ancak yatırımların dağılımına bakıldığında bu durum bozuluyor. Çünkü ikinci çeyrekteki büyüme makine ve teçhizat yatırımlarına değil inşaat yatırımlarına dayanıyor. Makine ve teçhizat yatırımlarında geçen yılın üçüncü çeyreğinde başlayan düşüş bu yılın ikinci çeyreğinde de devam ederken, ilk çeyrekte hızlanmaya başlayan inşaat yatırımlarının ise ikinci çeyrekte adeta patladığı dikkati çekiyor. İkinci çeyrekte makine ve teçhizat yatırımları yüzde 8,6 düşerken inşaat yatırımları ise yüzde 25 artmış durumda. Yukarıdaki hikayeyi bozan unsuru ise ekonominin üretim kapasitesini daha çok makine ve teçhizat yatırımlarının artırması, inşaat yatırımlarının bu açıdan etkisinin zayıf olması oluşturuyor.

İNŞAAT HARİÇ BÜYÜME

Ekonomideki büyümeyi inşaat yatırımları hariç olarak hesapladığımızda, ikinci çeyrekte inşaat yatırımlarının büyüme üzerinde ne kadar baskın bir rol oynadığı daha iyi anlaşılıyor. Çünkü ikinci çeyrekte inşaat yatırımı hariç büyüme sadece yüzde 1,4 olarak çıkıyor. Bu da Türkiye şartlarında “durgunluk” diyebileceğimiz bir eşiğe karşılık geliyor. Türkiye şartlarında büyüme oranının yüzde 0-2 arasında yer almasını, nüfus artış hızına yakın olduğu ve kişi başına gelirde ciddi bir artışa yol açmadığı için, “ekonomik durgunluk” olarak kabul ettiğimizi daha önce birkaç kez bu sayfalarda yazmıştık.

İnşaat yatırımı hariç olarak baktığımızda, ilk çeyrekteki ekonomik büyümenin de genel oranın epeyce altında kaldığını görüyoruz. Revize edilmiş son verilere göre ilk çeyrekteki büyüme oranı yüzde 5,2 oldu. Ancak inşaat yatırımı hariç tutulduğunda bu oran 1,5 puan daha düşük ve yüzde 3,7 olarak çıkıyor.

ÜÇÜNCÜ İNŞAAT FURYASI

İnşaat yatırımları ekonomik büyüme üzerinde bu kadar baskın rol oynamaya, geçen aralık ayında milli gelirin hesaplanma yönteminin değiştirilmesinden sonra başladı. İnşaat yatırımlarının 2009 baz yıllı yeni milli gelir serisindeki payı 1998 baz yıllı eski milli gelir serisindeki payının çok üzerinde bulunuyor. Üstelik nasıl hesaplandığını tam olarak bilemediğimiz bu inşaat yatırımlarında zaman zaman çok yüksek artışlar yaşanıyor. Bu dönemlerde de ekonomik büyüme inşaat yatırımlarıyla şişiyor.

Konjonktür’ün üçüncü sayfasındaki grafikte de görebileceğiniz gibi, inşaat yatırımları daha önce 2010’un üçüncü çeyreğinden 2011’in son çeyreğine kadar olan dönemle 2013’ün ilk çeyreğinden 2014’ün ilk çeyreğine kadar olan dönemde de ekonomik büyümeyi çok etkilemişti. Son üç yılda ise inşaat yatırımlarının ekonomik büyüme üzerinde bu ölçüde bir etkisini görmemiştik. Ancak 2017’nin ilk iki çeyreğine ilişkin veriler, ekonomik büyümenin inşaat yatırımlarına dayandığı yeni bir dönemin içinde olduğumuzu gösteriyor. Üstelik bu kez inşaat yatırımı hariç büyüme önceki iki dönemdekinden de düşük hesaplanıyor. Önceki iki dönemde inşaat yatırımları hariç tutulduğunda da ekonomide kayda değer bir büyüme vardı. Bu üçüncü dönemde ise inşaat yatırımları hariç tutulduğunda yavaş büyümeye ve hatta durgunluğa karşılık gelen büyüme oranları ortaya çıkıyor.

NE SAKINCASI VAR?

Burada ekonomik büyümenin inşaat yatırımlarına dayalı olmasının ne gibi bir sakıncası olduğu sorulabilir. Esasında buna ilişkin bir ipucunu yukarıda verdik. Yukarıda makine ve teçhizat yatırımlarının ekonominin üretim kapasitesini artırdığını, inşaat yatırımlarının bu açıdan etkisinin ise zayıf olduğunu belirtmiştik. İşte bu durum inşaat yatırımlarının gelecekteki ekonomik büyüme üzerindeki etkisinin de çok zayıf kalmasına neden oluyor.

İnşaat yatırımları, yapıldıkları sırada, ekonomiyi belki de makine ve teçhizat yatırımları kadar olumlu etkiliyor olabilir. Çünkü bu yatırımlar da ciddi miktarda iş gücü istihdamını gerektiriyor ve ayrıca hazır betondan ev eşyasına kadar birçok sektöre de talep yaratıyor. Ancak inşaat tamamlandığında işler değişiyor. Makine ve teçhizat yatırımlarıyla kurulan yeni bir fabrika hem sürekli istihdama hem de sürekli katma değer yaratılmasına yol açarken, inşaat yatırımları tamamlandığında yaratılan istihdam ve katma değer çok sınırlı kalıyor. Yüzlerce konutluk bir site bile ancak bir avuç temizlik ve güvenlik görevlisine istihdam sağlayabiliyor. Bu görevlilerin yaratttığ�� katma değer de bir fabrikada çalışanların yarattığı katma değerin yanına bile yaklaşamıyor. Üstelik fabrikada üretilen ürünlerin dış ticarete konu olup ihracatı artırması mümkünken konut sitesinde elbette böyle bir şey olmuyor.

İŞSİZLİĞE ÇARE DEĞİL

İnşaata dayalı büyümenin sakıncalarını son yıllarda yaşayarak da gördük. Mesela 2013 yılında inşaat yatırımlarının şişirdiği ekonomik büyüme işsizliğe çare olamamıştı. 2012 yılında yüzde 8,4 olan işsizlik oranı 2013 yılında yüzde 9’a çıkmıştı. İşsizlik oranı sonraki yıllarda da artmayı sürdürdü ve geçen yıl yüzde 10,9’a kadar çıktı. İnşaata dayalı büyümenin geri döndüğü bu yılın ilk iki çeyreğinde de işsizlik oranları geçen yılki seviyelerini epey aştı. Geçen yılın ilk çeyreğinde yüzde 10,9 olan işsizlik oranı bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 12,6’yı buldu. Geçen yılın ikinci çeyreğinde yüzde 9,4 olan işsizlik oranı da bu yılın ikinci çeyreğinde yüzde 10,2’ye yükseldi. Muhtemelen 2017’nin tamamına ilişkin işsizlik oranı da geçen yılki seviyesinin epey üzerinde olacak.

İnşaata dayalı büyümenin işsizliğe çare olamaması yoksulluğa ve gelir dağılımındaki bozukluğa da çare olamamasına neden oluyor. 2000’li yıllarda ekonomi büyürken gelir dağılımı da düzeliyordu. Son yıllarda ise gelir dağılımı yeniden bozulmaya başladı. Bu konuda daha ayrıntılı bilgiyi Konjonktür’ün son sayfasındaki kutuda bulacaksınız.

ÜRETKEN YATIRIMA DESTEK

İnşaata dayalı büyümenin bu sakıncalarından kurtulmanın yolu üretken yatırımların desteklenmesinden geçiyor. Hatta üretken yatırımlara özel destekler vermek yerine inşaat yatırımlarını bu kadar kârlı hale getiren rantların ortadan kaldırılması bile sermayenin yön değiştirmesini sağlayabilir. İstihdamın artırılması, işsizliğin azaltılması, yoksulluğun geriletilmesi ve gelir dağılımının düzelme yoluna girmesi için, ekonomik büyümenin bir şekilde inşaat yatırımları yerine üretken yatırımlara dayanmasının sağlanması şart görünüyor. Aksi takdirde inşaat yatırımları sayesinde ekonomi büyüse de bu büyümenin istatistiklerin güzel görünmesinden başka bir faydası olmayacak.

EKONOMİ İKİNCİ ÇEYREKTE YÜZDE 5,1 BÜYÜDÜ

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2017’nin ikinci çeyrek dönemine ilişkin milli gelir verilerini geçen ay açıkladı. Bu verilere göre ekonomideki son durumu şöyle özetleyebiliriz:

* Reel gayri safi yurtiçi hasıla (GSYH) ikinci çeyrekte geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 5,1 büyüdü. Revize edilmiş son verilere göre, ekonomi ilk çeyrekte ise yüzde 5,2 büyümüştü. Böylece yılın ilk yarısı yüzde 5’in hafif üzerinde bir büyümeyle kapanmış oldu.

* İkinci çeyrekte büyümeye en büyük katkı yatırım harcamalarından geldi. Bu dönemde yatırım harcamaları yıllık bazda yüzde 9,5 arttı ve bu da büyümeye 2,9 puanlık katkı yaptı.

* Ancak yatırım harcamalarının dağılımına bakıldığında bu artışın tamamen inşaat yatırımlarından kaynaklandığı görülüyor. Bu yılın ilk çeyreğinde hızlanmaya başlayan inşaat yatırımları ikinci çeyrekte adeta patladı ve yüzde 25 artış gösterdi. Makine ve teçhizat yatırımlarında ise geçen yılın üçüncü çeyreğinde başlayan gerileme bu dönemde de devam etti ve yüzde 8,6 düşüş yaşandı. Yatırım harcamaları içindeki payı pek fazla olmayan diğer aktifler kaleminde de ikinci çeyrekte yüzde 9’luk düşüş görüldü.

* İkinci çeyrekte büyümeye ikinci büyük katkı mal ve hizmet ihracatından geldi. Mal ve hizmet ihracatında ilk çeyrekte başlayan hızlanma ikinci çeyrekte de sürdü ve geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 10,5’lik artış yaşandı. Bunun da büyümeye 2,2 puanlık katkısı oldu.

* İkinci çeyrekte büyümeye üçüncü büyük katkıyı ise hanehalkı tüketimi yaptı. Bu dönemde hanehalkı tüketimi yüzde 3,2 arttı ve büyümeye 1,9 puanlık katkıda bulundu.

* Kamu tüketimi, mal ve hizmet ithalatı ve stok değişmeleri ise ikinci çeyrekte büyümeyi olumsuz etkiledi. Bu dönemde kamu tüketimi yüzde 4,3 düştü ve bu da büyümeden 0,6 puan götürdü. Mal ve hizmet ithalatındaki yüzde 2,3’lük artış da büyümeye 0,6 puanlık negatif etki yaptı. İkinci çeyrekte stok değişmeleri de büyümeden 0,8 puan çaldı.

* İkinci çeyrekteki büyümenin kaynaklarına sektörel açıdan baktığımızda ise en büyük katkının genelde olduğu gibi yine hizmetler sektöründen geldiği görülüyor. Bu dönemde hizmetler sektöründe yaratılan katma değer yüzde 4,5 artış gösterdi ve bu da büyümeye 3 puanlık katkı yaptı. Sanayi sektöründeki yüzde 6,3’lük katma değer artışından büyümeye 1,3 puanlık katkı geldi. İnşaat sektöründeki yüzde 6,8’lik katma değer artışı büyümeye 0,5 puanlık katkıda bulundu. Tarım sektöründeki yüzde 4,7’lik katma değer artışının da büyümeye 0,2 puanlık katkısı oldu.

ENFLASYON YENİDEN YÜKSELİŞE GEÇTİ

Yılın ilk aylarında hızla yükselen Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE) enflasyonu mayıs ayından itibaren inişe geçmiş ve temmuz ayında yüzde 9,79’a kadar gerilemişti. Böylece beş ay aradan sonra yeniden tek haneye de inmişti. Ancak burada kalıcı olamadı ve ağustos ayında tekrar yükselişe geçti. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre, yıllık tüketici enflasyonu ağustos ayında yüzde 10,68’e yükseldi. Böylece bir ay aradan sonra tekrar çift haneye geri dönmüş de oldu.

Enflasyonun ağustos ayında yeniden yükselişe geçmesi bizim için sürpriz olmadı. Hatırlarsanız geçen ayki Konjonktür’ün ana yazısı “Enflasyonda 4 Kritik Ay” başlığını taşıyordu ve de enflasyonun ağustos ayından itibaren yeniden yükselişe geçeceği öngörüsünü içeriyordu. Nitekim gerçekleşme de aynen öyle oldu. O yazıda enflasyonda ağustos ayında başlayacak yükselişin kasım ayına kadar süreceği öngörüsü de vardı. Yılın son ayında ise ciddi bir düşüş yaşanacağını ama yine de 2017’nin çift haneli bir enflasyonla kapanacağı öngörüsünü de o yazıda sizlerle paylaşmıştık. Maalesef öngörümüzün bu kısmı da gerçekleşme yolunda gibi görünüyor.

İşin doğrusu ağustos ayı enflasyonu bizim beklediğimizden de biraz yüksek çıktı. Bizim hesaplarımız yılın kalan döneminde aylık enflasyon oranlarının “mevsim normalleri” yani son 10 yılın ortalaması dolayında çıkmasına dayanıyordu. Oysa ağustos ayı enflasyonu yüzde 0,13 dolayındaki mevsim normallerini dörde katlayıp yüzde 0,52 olarak gerçekleşti. Bu da yıllık enflasyonu bizim tahminimiz olan yüzde 10,2 dolayının 0,5 puan kadar üzerine taşıdı.

Bu gelişme enflasyonun yılın kalan döneminde izleyebileceği rotayı da biraz yukarıya taşımış oldu. Geçen ayki hesaplarımız enflasyonun kasım ayında yüzde 12 dolayına kadar çıkacağına ve 2017’nin ise yüzde 10-10,5 arasında bir enflasyonla kapanacağına işaret ediyordu. Şimdi ise enflasyon kasım ayında yüzde 12’nin üzerine çıkacak ve 2017 yılı yüzde 10,5-11 arasında bir enflasyonla kapanacak gibi görünüyor.

Tabii bu senaryo işlerin normal seyrinde gitmesi halinde olacakları gösteriyor. İşler normal seyrinde gitmezse daha farklı bir tablo ile karşılaşabiliriz. Teorik olarak önümüzdeki dönemde işlerin beklenenden daha iyi gitmesi ve yıl sonundaki tablonun beklediğimizden daha olumlu olması ihtimali de var. Ancak ağustos ayındaki gelişmelere bakılırsa işlerin beklenenden daha kötü gitmesi ihtimali daha yüksekmiş gibi görünüyor. Çünkü ağustos ayında döviz piyasasının sakin seyrettiği, gıda ve petrol fiyatlarında olağanüstü bir durumun söz konusu olmadığı bir ortamda enflasyon beklenenden daha yüksek çıktı. Bu durum fiyat artışlarının genele yayılmasından kaynaklanıyor. Ağustos ayında giyim ve ayakkabı grubundaki sezon indirimleri mevsim normallerinin epey altında kalırken, ev eşyası, ulaştırma, lokanta ve otel gruplarında ise fiyat artışları mevsim normallerinin çok üzerine çıktı. Fiyat artışlarının genele yayılması ise fiyatlama davranışlarındaki bozulmaya işaret ediyor. Anladığımız kadarıyla ekonomik birimler enflasyonun yeniden gerilemesinden giderek umudu kesiyor ve kendi ürettikleri mal ve hizmetlerin fiyatlarını genel enflasyona uydurmaya çalışıyor. Bu da enflasyonun kendi kendini beslemesine yol açıyor.

Eğer bu değerlendirmemiz doğruysa önümüzdeki dönemde enflasyonla mücadelede işler iyice zorlaşabilir. Çünkü Türkiye’de 1970’lerin başından 2000’lerin başına kadar enflasyonun çift haneli seyretmesinin temel nedeni de bu kendi kendini besleme süreciydi. Maalesef son yıllardaki yanlış para politikası uygulamaları yüzünden yine aynı tehlikeyle yüz yüze gelmiş gibi görünüyoruz.

KÜRESEL TİCARETTE İŞLER DÜZELİYOR

Son yıllarda oldukça durgun seyreden küresel ticaretten bu yılın ilk çeyreğinde toparlanma sinyalleri gelmişti. Küresel ticaretteki bu toparlanma eğilimi ikinci çeyrekte de devam etti. Hollanda’da kurulu Economic Policy Analysis (CPB) isimli kurumun derlediği verilere göre, ilk çeyrekte küresel ticaret hacmi geçen yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 3,8 yükselmişti. İkinci çeyrekteki artış bundan da biraz daha yüksek oldu ve yüzde 4,3 olarak gerçekleşti.

Küresel ticarette ikinci çeyrek dönemde yaşanan yıllık artış, altı yıldan beri görülmeyen bir düzeyde. Küresel ticaret en son 2011’in ikinci çeyreğinde yine yüzde 4,3 artış göstermiş, ondan sonra ise bir daha bu düzeye çıkamamıştı. Hatta 2011’in üçüncü çeyreğindeki yüzde 4,2’lik artıştan sonra bir daha yüzde 4’leri bile görememişti. Bu dönemde küresel ticaretteki yıllık artışın yüzde 1’in altına indiği dönemler bile oldu.

Küresel ticaretteki yıllık artışın bu kadar uzun bir aradan sonra yeniden yüzde 4’ün üzerine çıkması, küresel ekonominin yavaş yavaş toparlanmaya başlamasından kaynaklanıyor. Dünya ekonomisi bu yıl beklenenden daha iyi bir performans gösteriyor. Nitekim yine CPB’nin derlediği verilere göre dünya sanayi üretimindeki yıllık artışın ikinci çeyrekte yüzde 3,7’yi bulması da buna işaret ediyor. Dünya sanayi üretiminde bu oranda bir artış en son 2014’ün ilk çeyrek döneminde görülmüştü. Uluslararası kurumların tahminlerine göre, dünya ekonomisi geçen yıl yüzde 3 dolayında büyümüştü. Aynı kurumların bu yıla ilişkin büyüme tahminleri ise yüzde 3,5 dolayında bulunuyor.

Küresel ekonomideki toparlanma dünya ticaretinde işleri düzeltirken Türkiye’ye de olumlu yansıyor. Son yıllarda epey zayıf bir performans gösteren Türkiye’nin ihracatında bu yıl ciddi bir toparlanma yaşanıyor. 2015’te yüzde 8,7 ve 2016’da yüzde 0,9 gerileyen Türkiye’nin ihracatı bu yılın ocak-ağustos döneminde yüzde 10,8 artış gösterdi. İhracattaki bu toparlanma ekonomideki büyümeye de olumlu yansıyor. Türkiye ekonomisi ilk çeyrekte yüzde 5,2 büyürken bunun 2,5 puanı mal ve hizmet ihracatından kaynaklanmıştı. İkinci çeyrekteki yüzde 5,1’lik büyümenin de 2,2 puanı mal ve hizmet ihracatından kaynaklandı.

GELİR DAĞILIMINDA BOZULMA SÜRÜYOR

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’nda 2016 yılı sonuçlarını geçen ay açıkladı. Bu araştırmanın sonuçlarını şöyle özetlemek mümkün:

* Önceki yıllarda yavaş da olsa düzelmenin yaşandığı gelir dağılımında 2015 yılında bozulma görülmüştü. Son veriler bu bozulmanın 2016 yılında da devam ettiğini gösteriyor. Gelir dağılımının en önemli ölçüsü olan ve sıfıra yaklaştıkça düzelmeyi, 1’e yaklaştıkça da bozulmayı ifade eden Gini katsayısı 2015 yılında 0,391’den 0,397’ye çıkmıştı. Bu katsayı 2016 yılında ise 0,404’e yükseldi.

* Gelir dağılımının bir başka ölçüsü olan en yüksek gelirli yüzde 20’lik grubun gelirden aldığı payın en düşük gelirli yüzde 20’lik grubun payına oranı da bozulmaya işaret ediyor. En yüksek gelirli grubun payının en düşük gelirli grubun payına oranı 2015 yılında 7,4 kattan 7,6 kata çıkmıştı. Bu oran 2016 yılında ise 7,7 kata yükseldi.

* 2016 yılında en zenginlerin gelirden aldığı pay 0,7 puan arttı. En yoksulların payında da 0,1 puanlık küçük bir artış yaşandı. Diğer yüzde 20’lik grupların gelirden aldığı pay ise azaldı. Ortanın altı gelir grubunun payı 0,1 puan düşüş gösterdi. Orta gelirlilerin payı 0,2 puan geriledi. Ortanın üstü gelir grubunun payı ise 0,4 puan düştü.

* Kısacası, 2016 yılında zenginlerin daha da zenginleştiği, bunun da daha çok orta sınıfın aleyhine gerçekleştiği anlaşılıyor. Burada yüzde 20’lik dağılımdaki ortanın üstü gelir grubunu da “orta sınıf” tanımlamasının içine kattığımızı belirtelim. Çünkü bu gruptaki ortalama fert geliri Türkiye ortalamasının çok da üzerinde değil. En yüksek gelirli gruptaki ortalama fert geliri Türkiye ortalamasının 7,7 katını bulurken, ortanın üstü gelir grubundaki ortalama fert geliri Türkiye ortalamasını sadece yüzde 5,5 aşıyor. TÜİK’in hesaplarına göre 2016 yılı itibarıyla Türkiye’deki ortalama fert geliri 19 bin 139 TL düzeyinde bulunuyor. Bu tutar en fakir yüzde 20’lik grupta 5 bin 880 TL, ortanın altı grupta 10 bin 174 TL, ortadakilerde 14 bin 288 TL, ortanın üstü grupta 20 bin 194 TL ve en zengin yüzde 20’lik grupta ise 45 bin 173 TL olarak hesaplanıyor.

* Önceki yıllarda yavaş da olsa düzelen gelir dağılımının son yıllarda yeniden bozulmaya başlaması, muhtemelen ekonomideki büyümenin kalitesinin düşmesinden kaynaklanıyor. Konjonktür’ün ana yazısında da bahsettiğimiz gibi, son yıllardaki “inşaata dayalı büyüme” maalesef yeterince istihdam yaratamıyor. 2012 yılında yüzde 8,4 olan işsizlik oranı bu yüzden geçen yıl yüzde 10,9’a kadar çıktı. Bu ortamda işini koruyanların gelirleri de reel olarak artmıyor. Bu da haliyle gelir dağılımının bozulmasına neden oluyor. Büyüme böyle inşaata dayalı olmaya devam ettikçe gelir dağılımındaki bozulma da sürecek gibi görünüyor.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz