Geçen yılın nisan ayında yüzde 9,9 olan işsizlik oranı kasım ayında yüzde 11,8’e kadar çıktı. Aynı dönemde işsiz sayısı da 3 milyondan 3,7 milyona yükseldi. İşsizlikteki bu yükseliş 2008-2009 resesyonundaki sıçramayı andırıyor. Zaten geçen yılın üçüncü çeyreğinde ekonomi 2008-2009 resesyonundan bu yana ilk kez yıllık bazda küçülmüştü. Dördüncü çeyreğe ilişkin öncü göstergeler bu dönemde ekonominin yeniden büyümeye başlamış olabileceğini gösteriyor ama işsizlikteki yükseliş hala sürüyor. Bunun nedenini de büyümenin işsizlik oranının sabit kalması için gerekli eşiğin altında kalması oluşturuyor. Bizim yaptığımız hesaplar Türkiye’de işsizlik oranının sabit kalması için bile büyümenin yüzde 5,5 dolayında olması gerektiğini gösteriyor. Her yıl işgücü piyasasına giren 800-900 bin gence istihdam olanağı ancak böyle sağlanabiliyor. İstihdam seferberliği gibi uygulamalar belki işsizlikteki yükselişi geçici olarak engelleyebilir. Ancak işsizlikteki yükselişin önüne kalıcı olarak geçilebilmesi için ekonominin yeniden hızlı büyümesini sağlayacak bir ortamın yaratılması gerekiyor.
İşsizlikte
geçen yılın bahar aylarından bu yana 2008-2009 resesyonu sırasındaki sıçramayı
andıran bir yükseliş var. Nisan ayında yüzde 9,9 olan mevsimsel düzeltilmiş
işsizlik oranı kasımda yüzde 11,8’e kadar çıktı. Aynı dönemde işsiz sayısı da 3
milyondan 3,7 milyona yükseldi. 2009 yılından bu yana geçen sürede işgücünde 7
milyon kişilik artış yaşandığı için işsizlik oranında henüz 2008-2009 resesyonu
sırasındaki zirve seviyesi olan yüzde 13,9’un epey uzağındayız. Burada işsizlik
oranının işsiz sayısının işgücüne bölünmesiyle hesaplandığını hatırlatalım. Ancak
işsiz sayısında 2008-2009 resesyonu dönemindeki zirve seviyesini çoktan geride
bırakmış durumdayız. 2008-2009 resesyonu sırasında işsiz sayısındaki zirve
seviyesi 3,3 milyon olmuştu. İşsiz sayısında cumhuriyet tarihi rekorunu haziran
ayında kırdık ve o zamandan beri bu rekor her ay biraz daha yukarıya doğru
taşınıyor.
İşsizlikteki
bu olumsuz tablo elbette hükümetin de gözünden kaçmış değil. Bu tabloyu tersine
çevirmek için son aylarda sürekli yeni önlemler alınıyor. Hatta Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan’ın öncülüğünde bir istihdam seferberliği bile başlatılmış
durumda. Erdoğan, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) üyesi 1,5 milyon
işverenden herbirinin sadece bir kişiyi işe almasıyla işsizlikte büyük bir
düşüş sağlanacağını söylüyor. Ancak her yıl 800-900 bin gencin işgücü
piyasasına giriş yaptığı Türkiye’de böyle bir defalık seferberlikle işsizliği
önlemek pek mümkün görünmüyor. İşsizliği gerçekten önlemek için ekonominin
yeniden hızlı büyümeye geri dönmesini sağlamak gerekiyor. Her yıl işgücü
piyasasına giriş yapan yüzbinlerce gence istihdam olanağı sağlayabilmek ancak bu
şekilde mümkün olabilir.
OKUN YASASI
Ekonomideki
büyüme ile işsizlik arasındaki negatif ilişki ekonomi literatüründe iyi bilinen
konulardan biridir. Bu ilişki, 1960’ların başında buna ilk değinen Amerikalı
iktisatçı Arthur M. Okun’un adına izafeten “Okun yasası” olarak biliniyor. Bu
yasaya göre işsizlikte düşüş yaşanması için ekonomideki büyümenin belli bir
eşiği aşması gerekiyor. Büyüme bu eşik dolayında olursa işsizlik yerinde sayarken,
bu eşiğin altında kaldığında ise işsizlik yükseliyor.
Bundan
10 yıl kadar önce yapılan araştırmalar, Türkiye için bu eşiğin yüzde 5-6 arasında
olduğunu gösteriyordu. Bir süre öncesine kadar bizim yaptığımız hesaplar ise
yüzde 4-4,5 arasında bir orana işaret ediyordu. Yani işsizliğin yerinde sayması
için gerekli büyüme oranı 1-1,5 puan kadar düşmüş görünüyordu. O zaman bu
düşüşü 2001 krizinden sonra ekonomide yaşanan yapısal değişime bağlıyorduk.
Ancak Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) aralık ayında milli gelirin
hesaplanma yönteminde yaptığı değişiklikle geçmiş yıllardaki büyüme oranları
yukarı yönlü revize edilince durum tekrar değişti. Şu anda yaptığımız hesaplar 10
yıl önceki hesaplara benzer şekilde tekrar yüzde 5,5 dolayında bir eşiğe işaret
ediyor.
BÜYÜME EŞİĞİ
Türkiye’nin
Okun yasasına dayalı en güncel büyüme eşiğini hesaplayabilmek için eldeki
verilerin bulunabilirliğine dayanarak, 2006: I – 2016: III dönemine ait üçer
aylık gözlemlerle bir regresyon analizi yaptık. Bu analizin sonuçları
Konjonktür’ün ikinci sayfasındaki grafikte görülüyor. Bu grafik işsizlik ile
büyüme arasında gerçekten de negatif bir ilişki olduğunu doğruluyor. 2008-2009 resesyonu
sırasında işsizlikte büyük bir sıçrama yaşanmıştı. Grafiğin sol tarafında
diğerlerinden epey ayrı duran beş gözlemden dördü bunu yansıtıyor. Buradaki en
altta bulunan beşinci gözlem ise geçen yılın üçüncü çeyreğindeki durumu
gösteriyor. Grafiğin sağ tarafındaki gözlemler de ekonomideki büyüme yavaş
olduğunda işsizliğin yükseldiğini, ekonomideki büyüme hızlandığında ise
işsizliğin düştüğünü ifade ediyor.
Grafiğin
üzerinde yaptığımız regresyon analizine ilişkin denklemin sonuçları da yer
alıyor. Denklemin R2 değeri, ekonomideki büyümenin tek başına işsizlik
oranındaki değişimin yüzde 64’ünü açıkladığını gösteriyor. Denklemdeki
katsayıların istatistiksel olarak anlamlı olduğunu da ifade edelim. Bu denkleme
göre ekonomideki büyüme sıfır olduğunda işsizlik oranı 1,31 puan yükseliyor.
Ekonomideki her yüzde 1’lik büyüme ise işsizlik oranında 0,24 puanlık düşüş
yaratıyor. Buradan da işsizlik oranının sabit kalması için ekonomideki büyümenin
yüzde 5,5 dolayında olması gerektiği (1,31/0,24=5,5) sonucu ortaya çıkıyor.
İŞSİZLİK YÜKSELİYOR
Kısacası,
işsizlikte düşüş yaşanabilmesi için Türkiye ekonomisinin yüzde 5,5’in üzerinde
büyümesi gerekiyor. Ekonomideki büyüme bu oranın altında kaldığında işsizlik
yükseliyor. Bazen biraz gecikmeli olsa da bu ilişki genelde varlığını
sürdürüyor.
Son
dönemde bunu zaten yaşayarak görüyoruz. Geçen yılın üçüncü çeyreğinde ekonomi
önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 1,8 küçülürken işsizlik oranında 1,2
puanlık yükseliş yaşandı. Dördüncü çeyrekte ise işsizlik oranı önceki yılın
aynı dönemine göre 1,6 puanlık artış gösterdi. Her ne kadar öncü göstergeler
dördüncü çeyrekte ekonominin yeniden büyümeye başlamış olabileceğini
gösteriyorsa da muhtemelen bu büyüme yüzde 5,5’lik eşiğin epey altında çıkacak.
Bu dönemde işsizlikte yaşanan yükseliş buna işaret ediyor. Zaten başta sanayi
üretimi olmak üzere temel öncü göstergeler de bu yönde sinyal veriyor.
BÜYÜMENİN KALİTESİ
İşsizlikteki
yükseliş sadece geçen yıla özgü de değil. Bu yükseliş 4 yıldır devam ediyor.
2012 yılında yüzde 8,4 olan işsizlik oranı 2013’te yüzde 9’a, 2014’te yüzde
9,9’a ve 2015’te ise yüzde 10,3’e çıkmıştı. Henüz 2016’nın tamamına ilişkin
veriler açıklanmadı ama geçen yılın işsizlik oranı ise muhtemelen yüzde 10,8
civarında çıkacak.
İşin
ilginç tarafı son 4 yılın 2’sinde ekonomideki büyüme oranı yüzde 5,5’lik eşiğin
üzerindeydi ve buna rağmen işsizlik yükseldi. Hatırlarsanız geçen ay bu
sayfalarda bunu son yıllarda büyümenin daha çok inşaat yatırımlarına
dayanmasına ve bu nedenle de kalitesinin bozulmasına bağlamıştık. Yani
işsizlikte düşüş olması için ekonominin sadece hızlı büyümesi değil, aynı zamanda
da bu büyümenin kaliteli olması gerekiyor.
2017 BEKLENTİLERİ
Maalesef
2017 yılına ilişkin büyüme beklentileri de yüzde 5,5’lik eşiğin epey altında
kalıyor. Merkez Bankası’nın her ay finansal ve reel sektördeki karar alıcı ve
uzman kişiler arasında düzenlediği Beklenti Anketi’nin şubat ayı sonuçlarındaki
cari yıla ilişkin büyüme beklentisi yüzde 2,9 olarak görünüyor. Türkiye
ekonomisine dışarıdan bakanlar da 2017’deki büyümeyi çok parlak görmüyor.Örneğin
IMF’nin Türkiye’ye ilişkin en son 2017 yılı büyüme tahmini de yüzde 2,9
düzeyinde bulunuyor. Bizim Türkiye ekonomisindeki büyümeye ilişkin olarak
2017’ye bakışımız da bunlardan çok farklı değil.
Ekonomideki
büyümenin yüzde 5,5’lik eşiğin bu kadar altında kaldığı bir yılda işsizlikteki
yükselişin sürmesi de kaçınılmaz görünüyor. Nitekim IMF 2016’da yüzde 10,5
olduğunu tahmin ettiği Türkiye’deki işsizlik oranının 2017’de yüzde 11’e
çıkmasını bekliyor. Ancak bize kalırsa bu tahminler iyimser bile kalıyor.
2016’da işsizlik oranının yüzde 10,8 dolayında çıkmasını beklediğimizi zaten
yukarıda yazmıştık. Bize kalırsa 2017’deki işsizlik oranı da yüzde 11’i rahatça
aşacağa benziyor.
HIZLI BÜYÜME ŞART
İstihdam
seferberliği gibi uygulamalar eğer başarıya ulaşırlarsa belki işsizlikteki
tırmanışı geçici olarak durdurabilirler. Ancak işsizlikteki yükselişin önüne kalıcı
olarak geçmek için ekonominin yeniden yüzde 5,5’in üzerinde büyümeye başlamasını
sağlamaktan başka çare görünmüyor. Hem de bu büyümenin inşaat yatırımlarına
değil imalat sanayi gibi üretken alanlardaki yatırımlara dayanması gerekiyor.
İnşaat yatırımları yapıldıkları sırada geçici olarak istihdamda artışa yol
açsalar da tamamlandıktan sonra istihdama pek bir katkıları olmuyor. Oysa
imalat sanayi yatırımları esas olarak tamamlandıktan sonra ve de kalıcı olarak
istihdamda artış olmasını sağlıyor.
Ekonominin
yeniden hızlı ve de kaliteli büyümeye geri dönebilmesi için ise ekonomik
birimlerin geleceğe güveninin yükselmesi gerekiyor. Şu sıralarda ekonomiye olan
güven yerlerde sürünüyor. Ekonomiye olan güven düşük kaldığı müddetçe
yatırımlarda büyümeyi hızlandıracak ölçüde artış sağlanması pek mümkün değil.
Ekonomiye olan güvenin yükselmesi için ise öncelikle demokrasinin yeniden
güçlendirilmesi şart. Bunu yapmadıkça alınan önlemlerin işe yaraması zor görünüyor.
Demokrasinin yeniden güçlendirilmesinden sonra ise yıllardır sürüncemede kalan
yapısal reformlara tekrar el atılması gerekiyor.
EKONOMİDE BÜYÜMEYE GERİ DÖNÜŞ
Türkiye
ekonomisi geçen yılın üçüncü çeyreğinde önceki yılın aynı dönemine göre yüzde
1,8 küçülmüştü. Dördüncü çeyrekte ise ekonomi yeniden büyümeye başladı gibi
görünüyor. Ekonomideki büyümeyi takip etmekte kullandığımız temel öncü
göstergeler bu yönde sinyal veriyor. Dördüncü çeyrekte ekonomi yıllık bazda
yüzde 2-3 arasında büyümüş olabilir.
Türkiye’de
üçer aylık dönemlere ilişkin milli gelir verileri 2,5-3 aylık gecikmeyle
yayınlanıyor. 2016’nın son çeyrek dönemine ve dolayısıyla yılın tamamına
ilişkin veriler de 3 aylık gecikmeyle bu ayın sonunda açıklanacak. Yakın zamana
kadar bizim bu açıklamalar arasındaki dönemde ekonomideki büyümenin nasıl
seyrettiğini takip etmekte kullandığımız 4 temel gösterge vardı. Bunları da sanayi
üretimi, reel perakende satışlar, altın hariç reel ihracat ve altın hariç reel
ithalat oluşturuyordu. Ancak aralık ayında yayınlanmaya başlayan yeni milli
gelir serisiyle birlikte bu dört göstergenin büyümeyle ilişkisi biraz
zayıfladı. Bu nedenle yandaki tabloda yer vermemekle birlikte bu kez bazı ek
göstergelere de göz attık. Bu göstergelerde 2016’nın son çeyrek dönemine
ilişkin veriler geçen ay belli oldu. Bu verileri ve bunların bize son
çeyrekteki büyüme için neler düşündürdüğünü şöyle özetleyebiliriz:
* Dördüncü
çeyrekte sanayi üretimi önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 2 artış gösterdi.
Ekonominin yıllık bazda yüzde 1,8 küçüldüğü üçüncü çeyrekte ise sanayi üretimi
yüzde 3,1 düşmüştü. Türkiye’de sanayi üretimindeki değişim ile ekonominin
genelindeki büyüme arasında önemli bir ilişki var. Gerçi bu ilişki aralık
ayında yayınlanmaya başlayan yeni milli gelir serisiyle biraz zayıfladı ama
yine de yeterince güçlü görünüyor. Bu ilişkiye bakarak sanayi üretiminin
yeniden yükselişe geçtiği dördüncü çeyrekte ekonominin de yeniden büyümeye
geçtiğini düşünmek mantıklı görünüyor.
Ancak bu büyüme çok yüksek çıkacağa da benzemiyor.
*
Reel perakende satışlar dördüncü çeyrekte önceki yılın aynı dönemine göre yüzde
1,8 düştü. Reel perakende satışlarda üçüncü çeyrekte de yüzde 0,8 düşüş vardı. Üçüncü
çeyrekte hanehalkı tüketimi yüzde 3,2 düşmüş ve bu da büyümeden 1,9 puan
götürmüştü. Reel perakende satışlardaki düşüşün dördüncü çeyrekte de sürmesi iç
talebin tüketim ayağında durumun hala kötü olduğunu düşündürüyor. Ancak bu
göstergenin de yeni büyümeyle ilişkisi eski büyümeye göre zayıf. Bu nedenle ek
olarak reel tüketim malı ithalatı, otomobil satışları ve beyaz eşya satışları
gibi göstergelere de baktık. Bu göstergelerde ise dördüncü çeyrekteki durum
üçüncü çeyreğe göre daha iyi durumda. Bu da dördüncü çeyrekte iç talepten
büyümeye yeniden destek gelmeye başlamış olabileceğine işaret ediyor.
*
Dördüncü çeyrekte altın hariç reel ihracat önceki yılın aynı dönemine göre
yüzde 4 arttı. Altın hariç reel ihracat üçüncü çeyrekte yüzde 1,4 düşmüştü.
Dördüncü çeyrekte yeniden yükseliş olması bu dönemde dış talepten de büyümeye yeniden
katkı gelmeye başlamış olabileceğini düşündürüyor. Ancak bu katkı çok fazla
gibi de görünmüyor. Altın hariç reel ihracat yanında reel mal ve hizmet
ihracatından da buna benzer sinyaller geliyor.
*
Altın hariç reel ithalat dördüncü çeyrekte önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 1,7 artış gösterdi. Bu göstergede üçüncü
çeyrekte de aynı düzeyde artış vardı. İthalat eğiliminde önemli bir değişiklik
olmaması, dördüncü çeyrekte ekonomi yeniden büyümeye başlamış olsa bile bu
büyümenin fazla hızlı olmadığını düşündürüyor. Çünkü Türkiye’de büyüme
hızlandığında buna genelde ithalatta da hızlanma eşlik eder. Altın hariç reel
ithalat yanında reel mal ve hizmet ithalatı da aşağı yukarı buna benzer bir
sinyal veriyor.
*
Öncü göstergelerden gelen sinyalleri birlikte değerlendirdiğimizde bize
dördüncü çeyrekte ekonomi yıllık bazda yüzde 2-3 arasında büyümüş olabilir gibi
geliyor. Bu tahminimiz tutarsa 2016’nın tamamındaki büyüme de yüzde 2-3
arasında olacak.
ENFLASYONDA TESLİM BAYRAĞINI ÇEKTİK BİLE
Merkez
Bankası, 2017’nin ilk Enflasyon Raporu’nu ocak ayının sonunda, Capital’in şubat
ayı sayısı baskıdayken açıkladı. Bu nedenle bu Enflasyon Raporu ile ilgili
değerlendirmemizi epey gecikmeli olarak yapabiliyoruz. Söz konusu raporun en
dikkat çekici yönünün Merkez Bankası’nın 2017 yıl sonu enflasyon tahmininin
yüzde 6,5’ten yüzde 8’e çıkarılması olduğunu söyleyerek söze başlayalım. Bu
revizyon Merkez Bankası’nın enflasyonla mücadelenin bu yılki ayağında daha en
baştan teslim bayrağını çektiği anlamına geliyor. Çünkü bu tahmin yüzde 5’lik
hedefin tam 3 puan üzerinde bulunuyor. Bu tahmin hedefin etrafındaki 2’şer
puanlık belirsizlik aralığının bile dışına taşıyor.
Enflasyon
Raporu’nda 2018 yıl sonu enflasyon tahminine de zam yapıldı. Daha önce yüzde 5
olan 2018 yıl sonu enflasyon tahmini yüzde 6’ya çıkarıldı. 2019 yılında ise
enflasyonun yüzde 5 düzeyinde istikrar kazanacağı öngörüsü yapıldı.
Enflasyon
tahminine yapılan bu zamlar büyük ölçüde son dönemde döviz kurlarında yaşanan
sıçramadan kaynaklanıyor. Döviz kurlarındaki artış Türk Lirası cinsinden
ithalat fiyatlarını yükselterek enflasyonu olumsuz etkiliyor. Enflasyon
Raporu’nda belirtildiğine göre 2017 enflasyon tahminindeki 1,5 puanlık artışın
1,3 puanı Türk Lirası cinsinden ithalat fiyatlarındaki yükselişten, 0,4 puanı
bu yıl gıda fiyatlarının daha önce öngörülenden daha fazla artacağının
beklenmesinden, 0,2 puanı da geçen yıl enflasyonun tahmin edilenden (yüzde 7,5)
daha yüksek (yüzde 8,5) çıkmasından yani enflasyon eğilimindeki yükselişten
kaynaklandı. Öte yandan iç talepteki toparlanmanın beklenenden yavaş olmasının
ise 2017’de enflasyonu 0,4 puan aşağı çekeceği öngörüsü yapıldı. 2018 yıl sonu enflasyon
tahminine yapılan 1 puanlık zamma ise Türk Lirası cinsinden ithalat
fiyatlarındaki artış 1 puan ve enflasyon eğilimindeki yükseliş 0,2 puan katkı
yaparken, iç talepteki zayıflığın bu etkilerin 0,2 puanını telafi edeceği
öngörülüyor.
Enflasyon
2016 yılını son aydaki sıçramayla yüzde 8,5 düzeyinde kapatmıştı. 2017’ye bu
sıçramanın devamıyla girdi ve ocak ayında yüzde 9,2’ye çıktı. Böyle giderse bu
yılın sonunda enflasyonun yüzde 8’in altında olması gerçekten de zor görünüyor.
Nitekim ekonomik kamuoyundaki yıl sonu enflasyon beklentileri de yüzde 9’a yaklaşmış
bulunuyor. Bu nedenle Merkez Bankası’nın enflasyon tahminlerine yaptığı zam ilk
bakışta doğru gibi görünüyor ama pek öyle değil. Çünkü yıl sonunda enflasyonun
hedefin bu kadar üzerinde olmasını bekleyen Merkez Bankası’nın buna karşı bazı
önlemler alması, bu önlemlerin başarıya ulaşacağı varsayımıyla da enflasyon
tahminini daha düşük bir seviyede tutması gerekirdi. Oysa Merkez Bankası bu
yılı tamamen gözden çıkarıp enflasyonun gelecek yıl kendiliğinden düşeceği
umuduna bel bağlamış görünüyor. Geçen yıl daha ilk aydan yıl sonu enflasyon
tahminini yüzde 6,5’ten yüzde 7,5’e çıkarırken de aynı şekilde davranmıştı.
Ancak yıl içinde enflasyondaki yükselişe önlem almak yerine tam tersine
“sadeleştirme politikası” adı altında parasal gevşemeye gidince ortaya bambaşka
bir tablo çıktı. Hem 2016 yılı tahmin ettiğinden daha yüksek bir enflasyonla
kapandı hem de 2017’de enflasyonun kendiliğinden düşme umudu ortadan kalktı.
Böyle giderse bu yıl da aynı senaryo tekraralanacak gibi görünüyor.
CARİ AÇIK İKİ YIL SONRA YÜKSELDİ
Cari
işlemler dengesi 2016 yılında 32,6 milyar dolar açık verdi. 2015 yılındaki cari
açık biraz daha düşük ve 32,1 milyar dolardı. Buna göre 2016’da cari açık yüzde
1,5 yükseldi. Böylece cari açıkta iki yıldır süren düşüş de 2016’da sona ermiş
oldu.
Henüz
2016 yılının tamamına ilişkin milli gelir verileri belli olmadı ama geçen yıl
ekonomideki büyümenin iyice yavaşladığını biliyoruz. 2016 yılındaki büyüme
muhtemelen yüzde 2-3 arasında çıkacak. Bu da 2008-2009 resesyonundan bu yana
görülen en yavaş büyüme olacak. Türkiye’de cari açık ile ekonomideki büyüme
arasında ise yakın bir ilişki var. Genelde ekonomi yavaşladığında ithalat da
yavaşlar ve bu da dış ticaret açığını ve dolayısıyla cari açığı aşağı çeker.
Nitekim 2008-2009 resesyonu sırasında aynen böyle olmuştu. Esasında 2016’da da
ekonomideki yavaş büyüme ithalatı aşağı çekti. Ancak bu kez zayıf dış talep nedeniyle ihracatın da
düşüş göstermesi yüzünden dış ticaret açığındaki gerileme sınırlı kaldı. Ayrıca
terör olayları yüzünden turizm gelirlerinde yaşanan büyük kayıp da cari açığın
düşmesini engelledi. 2016 yılında turizm gelirleri yüzde 29,7’lik düşüşle 31,5
milyar dolardan 22,1 milyar dolara kadar indi. Bu iki olumsuz gelişme nedeniyle
biz de ekonominin durgun olduğu bir yılda cari açıkta yükseliş tecrübesini yaşamış
olduk.
Türkiye
İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) aralık ayında yayınlamaya başladığı yeni milli
gelir serisini esas alırsak, 2016 yılında cari açığın gayri safi yurtiçi
hasılaya (GSYH) oranı yüzde 3,8 dolayında çıkacak gibi görünüyor. Yeni milli
gelir serisine göre cari açığın GSYH’ye oranı 2015 yılında yüzde 3,7 olmuştu.
Eski seride ise 2015 yılındaki oran yüzde 4,5 çıkıyordu. Yani milli gelirdeki
revizyon Türkiye’nin cari açıktaki görünümünü de iyileştirmiş bulunuyor.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?