Ekonomi 2012’den bu yana yavaş büyüyor. Beklentiler, bu yavaş büyümenin 2016’da da süreceğini gösteriyor. Yavaş büyümenin bir faturası var. Kriz yıllarındaki kadar hızlı bir şekilde ortaya çıkmadığı için ekonomik kamuoyu pek farkında değil ama bu fatura yavaş yavaş kabarıyor. İşsizlik giderek yükseliyor. Gelir dağılımı eskisi kadar hızlı düzelmiyor. Yoksullukta gerileme yaşanmıyor. Gelişmiş ülkelerle aramızdaki gelir farkı artık kapanmıyor. Gelir dışında eğitim ve sağlık göstergelerini de içeren İnsani Gelişme Endeksi sıralamasında da yerimizde sayıyoruz. Bu olumsuz gelişmeleri tersine çevirebilmek için ekonomide hızlı büyümenin önünün yeniden açılması şart. Bunun için öncelikle yavaş büyüme oranlarını “normalleştirmeye” çalışmayı bırakıp ortaya çıkan faturanın farkına varmak gerekiyor.
Türkiye ekonomisi, 2012 yılından bu yana yavaş büyüyor. Türkiye şartlarında yavaş büyümeyi reel gayri safi yurtiçi hasıladaki (GSYİH) yüzde 2-4 arası büyüme olarak tanımlıyoruz. Gerçi 2013 yılında büyüme bu eşiğin biraz üzerine çıkıp yüzde 4,2 olmuştu ama biraz rahat bir tanımlamayla onu da yavaş büyüme olarak kabul edebiliriz. 2015 yılı ile birlikte bu yavaş büyüme döneminde 4 yılı geride bırakmış bulunuyoruz.
Ekonomideki yavaş büyümenin bir faturası var. Kriz yıllarındaki kadar hızlı bir şekilde ortaya çıkmadığı için belki çoğumuz farkında değiliz ama bu fatura yavaş yavaş kabarıyor. Ekonomideki yavaş büyüme yüzünden işsizlik giderek yükseliyor. Gelir dağılımı eskisi kadar hızlı düzelmiyor. Yoksullukta gerileme yaşanmıyor. Gelişmiş ülkelerle aramızdaki gelir farkı artık kapanmıyor. Gelir dışında eğitim ve sağlık göstergelerini de içeren İnsani Gelişme Endeksi sıralamasında da yerimizde sayıyoruz.
Bu olumsuz gelişmeleri tersine çevirebilmek için hızlı büyümenin önünün yeniden açılması gerekiyor. Ancak bunun yerine daha çok yavaş büyümenin “normalleştirilmesi” için çaba harcanıyor. Her üç ayda bir açıklanan yüzde 3-4’lük büyüme oranlarının Türkiye şartlarında ne anlam ifade ettiğine bakmak yerine genelde “Avrupa’da en hızlı biz büyüdük” gibi manşetler atılıyor. Bu durum galiba yavaş büyümenin faturasının pek farkına varılamamasından kaynaklanıyor. Bu nedenle bu yazıda yavaş büyümenin faturasının ayrıntılarından bahsetmek istiyoruz.
İŞSİZLİK YÜKSELİYOR
Ekonomideki yavaş büyümenin etkisi en bariz şekilde işsizlikte gözleniyor. İşsizlik oranı 2012 yılının ortalarından bu yana genelde yükseliş eğiliminde. Küresel krizin etkisiyle 2009 yılında yüzde 13,1’e kadar çıkan işsizlik oranı, 2010 ve 2011 yıllarındaki hızlı büyümeyle yüzde 8’lere kadar inmişti. Ancak daha sonra yeniden tırmanışa geçti ve tekrar çift haneye yükseldi. Eldeki son verilere göre, geçen eylül ayında mevsimsel düzeltilmiş işsizlik oranı yüzde 10,4’tü. 2015 yılı ortalaması muhtemelen yüzde 10,5’e yakın çıkacak.
İşsizlik oranındaki yükseliş, ekonomideki yavaş büyümenin işgücü piyasasına yeni girişleri karşılayacak kadar istihdam yaratamamasından kaynaklanıyor. Bizim yaptığımız hesaplar Türkiye’de işsizlik oranının yerinde sayması için bile ekonomide yüzde 4,2 dolayında bir büyümenin yaşanması gerektiğini gösteriyor. Son dört yılda büyüme bu eşiğin altında kaldığı için de işsizlik kaçınılmaz olarak yükselmiş bulunuyor.
GELİR DAĞILIMI VE YOKSULLUK
İşsizlikteki yükselişin doğal bir sonucu, özellikle orta ve alt gelir gruplarındaki hanelere giren gelirin azalması, dolayısıyla gelir dağılımındaki düzelmenin durmasıdır. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine bakıldığında, gerçekten de durumun büyük ölçüde böyle olduğu görülüyor. Küresel kriz sırasında yükselen eşdeğer hanehalkı fert gelirine göre hesaplanmış Gini katsayısı, 2010 yılındaki düşüşten sonra uzun bir süre yerinde saydı. Yalnız 2014 yılında yeniden düştü. Bu durum 2014’te üst gelir gruplarının daha fazla gelir kaybına uğramasından kaynaklanmışa benziyor. Bir gelir dağılımı ölçüsü olan Gini katsayısı 0-1 arasında değerler alıyor. Sıfıra yaklaşması gelir dağılımında düzelmeye, 1’e yaklaşması ise gelir dağılımında bozulmaya işaret ediyor.
Eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert gelirinin medyan değerinin yüzde 50’sinin esas alındığı göreli yoksulluk oranında da benzer bir gelişme var. Küresel kriz sırasında yüzde 17,1’e kadar çıkan bu oran, 2010 ve 2011 yıllarındaki hızlı büyümeyle yüzde 16,1’e düşmüştü. Ekonomide yavaş büyümenin başladığı 2012’de hafifçe yükselip yüzde 16,3’e çıktı. 2013’teki yüzde 4,2’lik büyüme bu oranı yüzde 15’e çekti. Ekonominin yine yavaş büyüdüğü 2014’te ise yoksulluk oranı aynı düzeyde sabit kaldı.
YAKINSAMA PROBLEMİ
Ekonomideki yavaş büyümenin faturasının bir boyutu da diğer ülkelerle aramızdaki refah yarışında ortaya çıkıyor. Ekonominin hızlı büyüdüğü yıllarda bu yarışta hızlı yol alıyor ve gelişmiş ülkelerle aramızdaki refah düzeyi farkını kapatıyoruz. Ekonomi litaratüründe buna “yakınsama” adı veriliyor. Ancak ekonomideki yavaş büyüme yüzünden son yıllarda bu yakınsama süreci neredeyse durmuş bulunuyor.
IMF’nin satın alma gücü paritesine (SGP) göre hesapladığı kişi başına GSYİH verilerine göre, küresel kriz sırasında Türkiye’deki refah seviyesi ABD’deki düzeyin yüzde 31,7’sine düşmüştü. 2010 ve 2011 yıllarındaki hızlı büyüme sayesinde bu oran yüzde 35,6’ya kadar çıktı. 2012’deki hafif gerilemeden sonra 2013’te bir miktar daha yükselip yüzde 36,2 oldu. Ancak o zamandan beri yerinde sayıyor. IMF’nin tahmini verileri, kişi başına gelirimizin ABD’ye oranının 2015 yılında da fazla değişmediğini ve yüzde 36,3 olduğunu gösteriyor.
İNSANİ GELİŞMEDE DURDUK
Yavaş büyümenin diğer ülkelerle aramızdaki refah yarışı üzerindeki olumsuz etkisini, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) hesapladığı İnsani Gelişme Endeksi (İGE) verilerinde de görüyoruz. Bu endeks kişi başına gelir yanında eğitim ve sağlık göstergelerini de içeriyor. Bu endekse göre yapılan sıralamada, tam da ekonomide yavaş büyümenin başladığı 2012 yılından bu yana yerimizde sayıyoruz.
Küresel krizin yaşandığı 2009 yılında İGE sıralamasında 188 ülke arasında 88’inci durumdaydık. Ekonominin hızlı büyüdüğü 2010 ve 2011 yıllarında bu sıralamada hızla tırmanarak 71’inciliğe çıktık. Ekonomide yavaş büyümenin başladığı 2012’de bir basamak gerileyerek 72’nci olduk. 2013 ve 2014 yıllarında da aynı sırada yer aldık. Muhtemelen 2015 yılı sıralamasında da bu civarlarda bir yerde olacağız.
2016’DA NE OLUR?
Hükümetin 2016 yılı büyüme hedefi yüzde 4 düzeyinde. Bu hedef tutsa bile yavaş büyüme dönemi beşinci yılına sarkmış olacak. Üstelik beklentiler bu kadar iyimser de değil. Türkiye’de ekonomik kamuoyundaki 2016 yılı büyüme beklentileri genelde yüzde 3,5 dolayında bulunuyor. Merkez Bankası’nın her ay düzenlediği Beklenti Anketi’nin aralık ayı sonuçları, 2016 yılı için yüzde 3,4’lük büyüme beklentisine işaret ediyor. Önemli uluslararası kuruluşlardan OECD de 2016’da Türkiye’nin yüzde 3,4 büyümesini bekliyor. IMF’nin ülkemize ilişkin bu yılki büyüme tahmini ise yüzde 2,9’da kalıyor.
Yani ekonomideki yavaş büyüme eğilimi, bu yıl da sürecek gibi görünüyor. Bu durumda yavaş büyümenin çıkardığı fatura da kabarmaya devam edeceğe benziyor. Nitekim işsizlik oranının bu yıl da yükselmeyi sürdürmesi ve yüzde 11 dolayını bulması bekleniyor. Bu durum muhtemelen gelir dağılımına ve yoksulluğa da olumsuz yansıyacak. Ayrıca gelişmiş ülkelerin refah düzeyine yakınsama konusunda da yine yerimizde sayacağız gibi görünüyor.
GERÇEĞİ KABUL ETMEK
Bu olumsuz gelişmeleri tersine çevirmenin yolu öncelikle gerçeği kabul etmekten geçiyor. “Avrupa’da en hızlı biz büyüdük” diyerek yavaş büyüme oranlarını “normalleştirmeye” çalışmak sorunun çözümüne hiç yardımcı olmuyor. Bu yaklaşım kısa vadede gerçeği gözlerden saklasa da faturanın yavaş yavaş kabarması, uzun vadede hükümetin oylarını mutlaka tırpanlayacak. Bize göre 7 Haziran’daki oy kaybının en önemli nedeni buydu. 1 Kasım’da istikrar endişesiyle oyların geri kazanılmasının, ekonomideki yavaş büyüme sürerse gelecek seçimde tekrar aynı durumla karşılaşılabileceği gerçeğini unutturmaması gerekiyor.
Bu nedenle bir an önce ciddi bir yapısal reform programına girişilmesi ve ekonomide hızlı büyümenin önünün yeniden açılması şart görünüyor.
ÜÇÜNCÜ ÇEYREKTE TARIM VE FİNANSLA BÜYÜDÜK
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2015’in üçüncü çeyrek dönemine ilişkin milli gelir verilerini geçen ay açıkladı. Bu verilere göre ekonomideki son durumu şöyle özetleyebiliriz:
* Üçüncü çeyrekte reel gayri safi yurtiçi hasıla (GSYİH) 2014’ün aynı dönemine göre yüzde 4 büyüdü. Aynı dönemde önceki çeyrek döneme göre mevsimsel düzeltilmiş büyüme ise yüzde 1,3 olarak gerçekleşti.
* Ekonomi 2015’in ilk çeyreğinde yıllık bazda sadece yüzde 2,5 büyümüştü. İkinci çeyrekte ise büyüme biraz yükselmiş ve yüzde 3,8 olmuştu. Üçüncü çeyrekteki büyüme ekonominin ikinci çeyrekteki performansını koruduğunu ifade ediyor.
* Üçüncü çeyrekteki yüzde 4’lük büyüme biraz sürpriz oldu. Çünkü beklentiler, daha düşük ve yüzde 2,5 dolayında bir büyümeye işaret ediyordu. Geçen yıl yapılan iki genel seçimin arasında kalan ve siyasi belirsizliğin had safhaya çıktığı bu dönemde öncü göstergeler iç talepte yavaşlama sinyali veriyordu. İhracattaki düşüş nedeniyle dış talepten de pek umut yoktu. Bu dönemde sanayi üretiminin yıllık bazda sadece yüzde 0,3 artış göstermesi de düşük büyüme beklentilerine kaynaklık ediyordu. Büyümenin buna rağmen yüzde 2,5 dolayını bulması beklentisinin gerekçesini ise üçüncü çeyreğin iyi bir yılın yaşandığı tarımdaki pek çok üründe hasat mevsimine denk gelmesi oluşturuyordu.
* Esasında TÜİK’in verileri üçüncü çeyrekte iç talepte beklendiği gibi yavaşlama olduğunu, dış talepten de büyümeye fazla katkı gelmediğini gösteriyor. Buna rağmen ekonomideki büyümenin beklentileri aşması ise büyük ölçüde stok artışından gelen 1 puanlık katkıdan kaynaklanıyor. Tarımda işlerin beklenenden daha iyi olması ve finans sektöründe büyümenin sürpriz bir şekilde hızlanması da üçüncü çeyrekte ekonomideki büyümenin beklentileri aşmasının nedenleri arasında yer alıyor. Üretim tarafından bakıldığında yüzde 4’lük büyümenin 1,6 puanının tarımdan, 1,7 puanının finanstan kaynaklandığı görülüyor. Sanayinin büyümeye katkısı ise sadece 0,3 puanda kalıyor.
* Üçüncü çeyrekte büyümenin beklenenden yüksek çıkması, 2015’in tamamındaki büyümenin de yüzde 3 dolayındaki beklentileri aşması ihtimalini gündeme getirdi. Dördüncü çeyrekte sanayinin de biraz toparlanması sayesinde 2015’in tamamındaki büyüme yüzde 3,5 dolayında çıkabilecek gibi görünüyor. Ancak bu oranın da yavaş büyüme eşiğinde yer aldığına ve pek de olumlu bir duruma işaret etmediğine dikkat etmek gerekiyor.
ENFLASYON BAZ ETKİSİYLE YÜKSELİYOR
Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE) enflasyonu 2015’in son ayına yüzde 8,1 düzeyinde girdi. Ekim ayında yüzde 7,6 düzeyinde bulunan enflasyon kasım ayında 0,5 puan yükseldi. Bu yükselişin aralık ayında da devam ettiğini tahmin ediyoruz. 2015 yılı yüzde 8,5 dolayında bir enflasyonla kapanmış olabilir. Aralık ayına ve dolayısıyla 2015’in tamamına ilişkin veriler dergimiz piyasaya çıktıktan sonra açıklanacak.
Enflasyonda işler uzun zamandır kötü gidiyor. 2015 yılı da kötü geçti. Oysa Merkez Bankası 2015’in başlarında çok iyimserdi. 2015’e yüzde 6,1’lik enflasyon tahminiyle girmiş ve üstelik ocak ayında bu tahmini yüzde 5,5’e indirmişti. Bunu yaparken olumlu “baz etkisi” sayesinde yılın ilk yarısında yaşanmasını beklediği düşüşe güvenmiş, ikinci yarıyılda ise enflasyonu yatay seyirde tutabileceğine kendisini inandırmıştı. Ancak bu iyimserliğin pek temeli yoktu. Daha o sıralarda yazdığımız gibi (bkz. Enflasyonun Yol Haritası, Capital, Mart 2015), yılın ilk yarısında baz etkisi sayesinde enflasyonda gerçekten bir düşüş olabilecek gibi görünüyordu ama bu etkinin tersine dönmesiyle ikinci yarıyılda yeniden yükseliş yaşanacağı da açıkça gözleniyordu. Nitekim gerçekleşme de büyük ölçüde böyle oldu.
2015’te kurlarda yaşanan büyük artış enflasyonu çok olumsuz etkiledi. Kurlardaki artış önce bahar aylarında baz etkisiyle yaşanması gereken düşüşü engelledi. Bu düşüş yaz aylarında biraz gecikmeli ve de yetersiz bir şekilde geldi. Yılın ikinci yarısında ise enflasyon bizim beklediğimiz gibi olumsuz baz etkisi yüzünden yeniden yükseldi. Enflasyonun daha da yükselmesini ise petrol fiyatlarındaki düşüş önledi. Petrol fiyatlarındaki düşüş olmasaydı, 2015 yılı çift haneli bir enflasyonla kapanabilirdi.
Henüz aralık ayı verileri elimizde yok ama enflasyonda 2015 yılını da yüzde 5’lik hedefin çok üzerinde kapattığımızı kesin olarak söyleyebiliriz. Hatta yüzde 5’lik hedefin etrafındaki 2’şer puanlık belirsizlik aralığının bile yine dışına taşmış durumdayız.
Merkez Bankası 2016 yılına yüzde 6,5’lik enflasyon tahminiyle giriyor. Ancak piyasa beklentileri bunun 1 puan kadar üzerinde bir enflasyona işaret ediyor. Merkez Bankası’nın bu beklentileri kıracak bir para politikası izlemesi gerekiyor. Fakat bu yönde bir işaret yok. ABD’nin merkez bankası olan FED’in aralık ayında beklenen faiz artışını başlatmasıyla, bizim Merkez Bankası’nın da faiz artışına başlayacağı yönünde bir beklenti oluşmuştu. Ancak bu beklenti gerçekleşmedi. Merkez Bankası para politikasında hala top çeviriyor. Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın ve Para Politikası Kurulu’nun (PPK) üyelerinin çoğunun görev süresi 2016’da doluyor. Bu top çevirme bayrak yeni yönetime devredilene kadar sürecek gibi görünüyor. Bu da 2016’da para polikasından pek bir şey beklenmemesi gerektiğini düşündürüyor. Enflasyonda işimiz yine Allah’a kalmışa benziyor.
İŞGÜCÜ MALİYETLERİ EKONOMİYİ ZORLAYACAK
2015 yılında yapılan iki genel seçime damgasını vuran vaatlerden biri asgari ücrete okkalı bir zam yapılmasıydı. İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) 7 Haziran’da yapılan ilk seçim öncesinde bu konuya soğuk bakmış ama 1 Kasım’daki tekrar seçim öncesinde net asgari ücreti bin TL’den bin 300 TL’ye çıkarma vaadinde bulunmuştu. Bu seçimde sürpriz bir şekilde yeniden tek başına iktidara gelince de bu vaadini gerçekleştirme çalışmalarına başlamıştı. Biz bu yazıyı yazdığımız sırada yeni asgari ücret daha belli olmamıştı ama siz bu yazıyı okurken herhalde çoktan açıklanmış olacak.
Asgari ücrete zam konusu devletten çok özel sektörü ilgilendiriyor. Çünkü asgari ücret zamlandığında özel sektörün işgücü maliyetleri artıyor. Biz bu yazıyı yazdığımız sırada özel sektör yüzde 30’luk zammın getireceği maliyetin bir bölümünü devletin üstlenmesi için bastırıyordu. Ancak bu çaba başarıya ulaşmış olsa bile yeni yılla birlikte işgücü maliyetlerinde önemli bir artış karşımıza çıkmış olacak.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verileri, işgücü maliyetlerindeki artışın zaten 2015’te de hızlandığını gösteriyor. Buna göre işgücü maliyetleri mevsimsel düzeltilmiş olarak 2015’in ilk çeyreğinde yüzde 5,1, ikinci çeyreğinde yüzde 2,4 ve üçüncü çeyreğinde ise yüzde 4,2 artmış durumda. İlk çeyrekteki artış ile üçüncü çeyrekteki artış ortalamaların epey üzerinde. Dördüncü çeyrekte neler olduğunu henüz bilmiyoruz ama 2016’nın ilk çeyreğinde yandaki grafikte yine uzun bir çubukla karşılaşacağız gibi görünüyor.
Asgari ücretteki yüksek artış 2016’da iç talebe olumlu yansıyabilir. Çünkü önemli bir tüketici kitlesinin gelirleri yükselecek. Ancak bu artış tüketim kanalından ekonomiye olumlu yansırken maliyet kanalından ise olumsuz bir yansımada bulunacak. Artan işgücü maliyetlerinin fiyatlara yansıtılması enflasyonu besleyecek. İşgücü maliyetlerindeki artış rekabet gücünü azaltarak zaten düşüş eğilimde olan ihracatta da işleri iyice zorlaştıracak.
Asgari ücretteki artışın getirdiği maliyet artışının bir bölümünün devlet tarafından üstlenilmesi bu olumsuz etkileri biraz törpüleyebilir. Ancak bu kez de bütçedeki gelirlerin ve dolayısıyla bütçe açığının olumsuz etkilenmesi söz konusu olacak.
Kısacası 2016, işgücü maliyetlerinin ekonomiyi zorlayacağı bir yıl olacağa benziyor. Bu maliyet artışının etkileri enflasyondan büyümeye kadar birçok göstergede hissedilecek.
2016’DAN BEKLENTİLER İYİ DEĞİL
Merkez Bankası, her ay finansal ve reel sektördeki karar alıcı ve uzman kişiler arasında bir Beklenti Anketi düzenliyor ve bu kişilerin çeşitli makroekonomik değişkenlere ilişkin beklentilerini derliyor. Yeni yıla başlarken bu anketteki 2016 beklentilerine bir göz atmakta fayda var. Aralık ayında düzenlenen son ankete göre, ekonomik kamuoyundaki 2016 yılı beklentileri çok iyi değil. Beş temel göstergedeki beklentileri şöyle özetlemek mümkün:
* Finansal ve reel sektördeki karar alıcılar ve uzmanlar, 2016’da ekonominin yüzde 3,4 büyümesini bekliyor. Bu, ekonominin 2016 yılını da yavaş büyümeyle geçirmesinin beklendiği anlamına geliyor. 2016 yılındaki büyüme gerçekten bu düzeyde kalırsa Konjonktür’ün ana yazısında bahsettiğimiz yavaş büyümenin faturası biraz daha kabaracak.
* Son Beklenti Anketi’ndeki 12 ay sonrasına ilişkin yıllık enflasyon beklentilerinin uygun ortalaması yüzde 7,6 olarak hesaplanıyor. 2015 yıl sonuna ilişkin enflasyon beklentisi ise yüzde 8,5 düzeyinde. Ekonomik kamuoyu 2016’da enflasyonda biraz düşüş bekliyor ama bu düşüş çok da kayda değer düzeyde değil. Ekonomik kamuoyunun enflasyon beklentisi yüzde 5’lik hedefin çok üzerinde kalırken, Merkez Bankası’nın yüzde 6,5’lik son tahminini de epey aşıyor. Bu beklenti kırılmadan enflasyon hedeflemesinde başarıya ulaşmak pek mümkün değil. Zaten yıllardır da olmuyor.
* Ekonomik kamuoyu 2016’da cari açığın 39 milyar dolar olmasını bekliyor. 2015 sonuna ilişkin cari açık beklentisi ise 36,3 milyar dolar olarak görünüyor. Buna göre 2016’da cari açıkta az da olsa artış bekleniyor. Ancak ekonomideki büyüme beklendiği gibi düşük çıkarsa, 2016’da cari açıkta düşüşün sürmesi de mümkün olabilir.
* Finansal ve reel sektördeki karar alıcıların ve uzmanların 2016 sonu için dolar kuru beklentisi 3,10 TL seviyesinde. 2015 sonuna ilişkin dolar kuru beklentisi ise 2,94 TL. Bizim bu yazıyı yazdığımız sırada dolar kuru aşağı yukarı bu seviyelerdeydi. Ancak Merkez Bankası’nın aralık ayı Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında faizi yine sabit tutması sinirleri germişti. Çünkü ABD’nin merkez bankası olan FED’in aralık ayında nihayet beklenen faiz artışını başlatmasıyla, bizim Merkez Bankası’nın da faiz artışına başlayacağı yönünde bir beklenti oluşmuştu. Bunun gerçekleşmemesi 2016 yılına ilişkin dolar kuru beklentilerini yükseltebilir. Burada dolar kurunun 2015’te de yılbaşında beklenen 2,41 TL seviyesinin çok ötesine gittiğini belirtelim.
* Son Beklenti Anketi’nde 12 ay sonrasına ilişkin “vadesine üç ay ya da üç aya yakın süre kalmış TL cinsi devlet iç borçlanma senetlerinin yıllık bileşik faiz oranı beklentisi” yüzde 10,5 olarak çıktı. Bu ikincil piyasa faiz oranı için 2015 yıl sonu beklentisi ise yüzde 10,6 düzeyinde. Buna göre ekonomik kamuoyu 2016’da çift haneli faizin devam etmesini bekliyor.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?