Yeni hükümete çağrı

15.07.2016 15:28:090
Paylaş Tweet Paylaş
Yeni hükümete çağrı
Cari açık 30 milyar doların altına indi
Cari işlemler dengesindeki yıllık açık mart ayında 29,5 milyar dolar olarak gerçekleşti. Yıllık cari açık şubat ayında 30,6 milyar dolar düzeyindeydi. Mart ayındaki düşüşle birlikte yıllık cari açık tam 5,5 yıllık aradan sonra yeniden 30 milyar doların altına inmiş oldu. Yıllık cari açığın 30 milyar doların altında olduğu bundan önceki son ay Ağustos 2010’du. Cari açık 2010 ve 2011 yıllarındaki iç talebe dayalı hızlı büyüme döneminde rekor kırmıştı. Yıllık cari açık Ekim 2011’de 76,1 milyar dolara kadar çıkmıştı. Cari açığın milli gelire oranı 2011 yılında yüzde 9,6’yı bulmuştu. 2012’den beri süren yavaş büyüme ise cari açığı aşağı çekti. Son iki yılda cari açıktaki düşüşe petrol fiyatlarındaki gerileme de katkıda bulundu. Cari açığın milli gelire oranı geçen yıl yüzde 4,5’e inmişti. Tahminlerimize göre bu yılın ilk çeyreğinde ise bu oran yüzde 4,2 dolayına kadar gerilemiş bulunuyor. Cari açıktaki düşüşün nisan ayında da devam ettiğini tahmin ediyoruz. Çünkü Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın verilerine göre dış ticaret açığı nisan ayında geçen yıla kıyasla yüzde 16,2 düşüş gösterdi. Türkiye’de cari işlemler dengesinin büyük bölümünü mal dış ticareti oluşturduğu için genelde cari açıkla dış ticaret açığı paralel bir seyir izliyor. Yıllık cari açık nisan ayında 29 milyar doların altına inmiş olabilir. Geçen yılın ilk yarısında yatay seyreden cari açık ağustos ayından bu yana sürekli düşüyor. Ancak bu düşüşün sonuna yaklaşmış olabiliriz. Esasında ekonomideki yavaş büyüme hala cari açıktaki düşüşü destekliyor. Ancak son 2 yılda cari açıktaki düşüşe büyük katkıda bulunan petrol fiyatlarındaki gerileme artık durmuş durumda. Öte yandan turizmde yaşanan olumsuz gelişmeler de yakında cari açıktaki düşüşe engel çıkarmaya başlayacak gibi görünüyor.
İşsizlikteki düşüş kalıcı değil
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), şubat ayı iş gücü piyasası verilerini geçen ay açıkladı. Aylık iş gücü piyasası verileri her ay düzenlenen anketlerden elde edilen verilerin üçer aylık hareketli ortalamaları alınarak hesaplandığından, şubat ayı verileri aynı zamanda yılın ilk çeyrek döneminin verileri oluyor. TÜİK’in verilerine göre, şubat ayında yani yılın ilk çeyreğinde, mevsimsel düzeltilmiş işsizlik oranı yüzde 9,9 olarak gerçekleşti. Bu oran geçen yılın son çeyreğinde yüzde 10,4’tü. Yani ilk çeyrekte mevsimsel düzeltilmiş işsizlik oranında 0,5 puanlık düşüş yaşanmış bulunuyor. İşsizlik oranında yaşanan bu düşüş oldukça yüksek. Fakat bu düşüş pek kalıcı olacak gibi görünmüyor. Çünkü bu düşüş ekonomideki bir toparlanmadan değil, ilk çeyrekte iş gücüne katılımın çok sınırlı kalmasından kaynaklanıyor. TÜİK’in mevsimsel düzeltilmiş verilerine göre, ilk çeyrekte iş gücünde sadece 87 bin kişilik artış oldu. Oysa bu göstergede uzun dönem ortalaması 200 bin kişi dolayında bulunuyor. İlk çeyrekte iş İŞSİZLİKTEKİ DÜŞÜŞ KALICI DEĞİL gücüne katılımda yaşanan artış, bu ortalamanın yarısını bile bulmuyor. İş gücüne katılımda nedenini bilmediğimiz bu tür yavaşlamalar zaman zaman yaşanıyor ama hemen sonra bunun düzeltmesi oluyor. Nitekim geçen yılın ilk çeyreğinde de böyle bir gelişme olmuş ve işsizlik düşmüş, ancak daha sonra iş gücüne katılımda yaşanan düzeltmeyle işsizlik oranı yeniden yükselmişti. Muhtemelen bu yıl da buna benzer bir gelişme olacak. İşsizlikte kalıcı bir düşüş yaşanması için ekonomideki büyümenin yeniden hızlanması gerekiyor. Çünkü ekonominin daha fazla istihdam yaratması ancak böyle mümkün oluyor. Bizim hesaplarımıza göre, Türkiye’de işsizlik oranının sabit kalması için bile ekonomide her yıl yüzde 4,2 dolayında bir büyüme yaşanması gerekiyor. Bu yılki büyümenin ise yüzde 3-4 arasında olacağı tahmin ediliyor. Bu nedenle geçen yıl yüzde 10,3 olan işsizlik oranının da bu yıl yüzde 11’e yaklaşması bekleniyor.
Enflasyonda yatay seyir dönemi
Yıllık Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE) enflasyonu nisan ayında yüzde 6,6 oldu. Bu oran önceki ay yüzde 7,5 düzeyindeydi. Buna göre nisan ayında enflasyonda 0,9 puan gibi önemli bir düşüş yaşanmış bulunuyor. Enflasyonda önceki 2 ayda da düşüş vardı. Ocak ayında yüzde 9,6’ya kadar çıkmış olan enflasyon, şubat ayında düşüşe geçmişti. Bu düşüş enflasyonu 3 ayda tam 3 puan aşağıya taşıdı. Enflasyondaki bu düşüşün iki nedeni var. Bunlardan birincisini “baz etkisi” oluşturuyor. Geçen yılın ilk aylarında enflasyon oranları o kadar yüksekti ki bu yıl aynı dönemde önemli bir düşüş yaşanacağı zaten baştan belliydi. Bizim aylık enflasyon oranlarının hep “mevsim normalleri” (son 10 yılın ortalaması) dolayında çıkacağı varsayımıyla yaptığımız hesaplar, ilk 4 ayda enflasyonda 1,5 puana yakın bir düşüş olabileceğine işaret ediyordu. Bu hesaplara göre enflasyonun nisan ayında yüzde 7,5 dolayına inmesi ihtimali vardı. Enflasyonda son 3 ayda yaşanan düşüşün ikinci nedenini ise gıda fiyatlarındaki gerileme oluşturuyor. Büyük ölçüde Rusya’ya meyve-sebze ihracatının durması nedeniyle son 3 ayda gıda fiyatları mevsim normallerinin aksine düşüş gösterdi. Bu da enflasyonu baz etkisinin işaret ettiği seviyenin de 1 puan kadar altına çekti. Son 3 aydaki düşüşle enflasyon çift hanenin kıyısından yüzde 7’nin altına kadar indi. Böylece yüzde 5’lik hedefin etrafındaki belirsizlik aralığının içine girdi. Ancak enflasyondaki düşüşün daha fazla sürmesi biraz zor görünüyor. Çünkü yılın kalan döneminde ilk 4 aydaki olumlu baz etkisi olmayacak. Bu baz etkisinin yokluğu nedeniyle yılın kalan döneminde enflasyonun nispeten yatay bir seyir izlemesi ihtimali daha güçlü gibi görünüyor. Hatta gıda fiyatlarında son 3 ayda yaşanan hızlı düşüşün bir düzeltmesi gelirse önümüzdeki aylarda enflasyonun yeniden yükselmesi bile söz konusu olabilir. Geçmiş yıllarda gıda fiyatlarında bu tür düzeltmeler çok yaşandığı için bu olasılık oldukça da güçlü görünüyor. Nitekim bu nedenle yıl sonu enflasyon beklentileri hala yüzde 7’nin üzerinde bulunuyor. Mesela Merkez Bankası’nın mayıs ayında düzenlediği Beklenti Anketi’nde yıl sonu enflasyon beklentisi yüzde 7,8 olarak çıktı. Zaten Merkez Bankası da bu nedenle nisan ayı sonunda yayınladığı yılın ikinci Enflasyon Raporu’nda enflasyon tahminlerini değiştirmedi. Merkez Bankası, ocak ayında yayınladığı 2016’nın ilk Enflasyon Raporu’nda bu yıl sonuna ilişkin enflasyon tahminini yüzde 6,5’ten yüzde 7,5’e, 2017 yıl sonu enflasyon tahminini ise yüzde 5,5’te yüzde 6’ya çıkarmıştı. Ayrıca o raporda enflasyonun 2018’de yüzde 5 civarında istikrar kazanacağı öngörüsü de yapılmıştı. Nisan ayı sonunda yayınlanan yılın ikinci Enflasyon Raporu’nda bu tahminler aynen korundu.
İLK ÇEYREKTE BÜYÜME YÜZDE 4-5 ARASINDA ÇIKABİLİR
Ekonomideki büyümeye ilişkin en önemli öncü göstergeler olan sanayi üretimi, perakende satışlar ve reel dış ticarette 2016’nın ilk çeyrek dönemine ait veriler geçen ay belli oldu. Bu döneme ilişkin milli gelir verileri ise 10 Haziran’da açıklanacak. Söz konusu göstergelere bakılırsa, ilk çeyrekte yıllık bazdaki ekonomik büyüme oranı yüzde 4-5 arasında çıkacak gibi görünüyor. Bu ise geçen yılın son çeyreğinde yüzde 5,7’ye çıkan büyümenin yeniden yavaşladığı anlamına geliyor. Sanayi üretimi ilk çeyrekte geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 5,6 artış gösterdi. Türkiye’de sanayi üretimindeki değişim ile ekonominin genelindeki büyüme oranı genelde paralel seyrediyor. Geçen yılın son çeyreğinde ekonomi yüzde 5,7 büyürken sanayi üretimindeki yıllık artış yüzde 7,5’i bulmuştu. Söz konusu paralellik, sanayi üretimindeki yıllık artışın 1,9 puan yavaşladığı ilk çeyrekte ekonominin genelindeki büyüme oranında da bir yavaşlama yaşanmış olabileceğini düşündürüyor. Reel perakende satışlar ilk çeyrekte geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 4 yükseldi. Perakende satışlarda geçen yılın üçer aylık dönemlerinde de yüzde 3-4 arasında artışlar vardı. Perakende satışlarda bu düzeydeki artışlar hanehalkı tüketiminde zayıflığa işaret ediyor. İlk çeyrekte iç talebin ekonomideki büyümeye katkısı yine sınırlı kalmış gibi görünüyor. Altın hariç reel ihracat ilk çeyrekte geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 6,2 artış gösterdi. Bu oran geçen yılın son çeyreğinde yüzde 3,2 düzeyindeydi. Ondan önceki üç çeyrekte ise altın hariç reel ihracatta düşüş vardı. Bu durum ilk çeyrekte dış talepten büyümeye geçen yıla göre biraz daha fazla katkı gelmiş olabileceğine işaret ediyor. Ancak altın hariç reel ihracattaki bu toparlanma ekonomide hızlı büyümeye imkan verecek düzeyde de görünmüyor. Ekonominin hızlı büyümesi için altın hariç reel ihracatta en azından çift haneye yakın bir artış yaşanması gerekiyor. Altın hariç reel ithalat ise ilk çeyrekte geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 6,1 yükseldi. Altın hariç ithalatta da geçen yılın son çeyreğine kıyasla toparlanma var. Geçen yılın son çeyreğinde altın hariç reel ithalatta yüzde 2,3 artış vardı. Ancak altın hariç reel ithalatta ilk çeyrekte görülen toparlanma da ekonomide hızlı büyümeye imkan verecek düzeyde değil. Çünkü hızlı büyüme dönemlerinde ithalattaki reel artış çift haneyi aşıyor. Geçen yılın son çeyreğinde ekonomideki büyüme görünüşte biraz hızlanmıştı ama bunda “takvim etkisi”nin rolü vardı. Önceki yıl ekim ayına denk gelen Kurban Bayramı tatilinin geçen yıl eylül ayına kaymasının getirdiği iş günü farklılığı, eylül ayında sanayi üretimi ve dış ticaret gibi göstergelerde büyük düşüşe yol açarken, ekim ayında ise tersine büyük bir artış getirmişti. Üçüncü çeyrek dönemin son ayı ile dördüncü çeyreğin ilk ayındaki bu gelişmeler her iki çeyrek dönemin verilerine de aynen yansımıştı. Mesela sanayi üretimindeki yıllık artışın üçüncü çeyrekte sadece yüzde 0,2 ve dördüncü çeyrekte ise yüzde 7,5 olması bundan kaynaklanmıştı. Bu gelişmeler dördüncü çeyrekte ekonomideki büyümede sanal bir hızlanma yaratmıştı. Bu takvim etkisinin ortadan kalkmasıyla bu yıl ilk çeyrekte ekonomideki büyümenin yeniden yavaşlaması ise normal görünüyor.

GEÇEN AY PEK DE BEKLENMEYEN BİR HÜKÜMET DEĞİŞİMİ
yaşadık. Daha 7 ay önce yapılan genel seçimden yeniden tek parti iktidarını elde ederek çıkan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) 22 Mayıs’ta olağanüstü bir kongreye gitti. İki yıla yakın süredir AKP’nin genel başkanı ve dolayısıyla başbakan olan Ahmet Davutoğlu’nun bu kongrede başkanlığa tekrar aday olmaması üzerine de bir hükümet değişimi gerçekleşti. Olağanüstü kongreye tek aday olarak katılıp AKP genel başkanı seçilen Binali Yıldırım, bu yazıyı yazdığımız sırada yeni hükümeti kurmuştu.
Ahmet Davutoğlu, AKP’nin genel başkanlığı ve dolayısıyla başbakanlık koltuğuna Ağustos 2014’te, Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine oturmuştu. Aradan geçen 21 aylık sürede, biri geçen yılki 7 Haziran ile 1 Kasım seçimleri arasında kurulan seçim hükümeti olmak üzere üç hükümetin başbakanı olarak görev yaptı. Bu dönemde siyasette de ekonomide de pek iyi şeyler yaşanmadı. Ancak siyasi kulislerden yansıyanlardan anladığımıza göre, Davutoğlu’nu koltuğundan eden bunlar değil, başkanlık sistemine geçiş için yeterince çaba harcamaması oldu. Bu nedenle Erdoğan’ın işaretiyle göreve gelen yeni başbakanın en önemli işi, başkanlık sistemine geçişi sağlamak olacak gibi görünüyor. Zaten Binali Yıldırım’ın ilk mesajları da buna işaret ediyor. Bu ise ekonominin yine ihmal edileceğini düşündürüyor. Ancak biz buna rağmen yeni hükümete ekonomi konusunda bir çağrı yapmak istedik. Çünkü memleketin selametinin yönetim biçimindeki değişime değil, ekonomideki dönüşüme bağlı olduğu görüşündeyiz.
EKONOMİ NE DURUMDA? Öncelikle ekonomideki durumu bir özetleyelim. Türkiye ekonomisi, 2012 yılından bu yana yüzde 5 civarı olarak kabul edilen potansiyelinin epey altında büyüyor. 2012-2015 dönemindeki ortalama büyüme oranı yüzde 3,3’te kaldı. Geçen yılın son çeyreğinde “takvim etkisi” kaynaklı hafif bir hızlanma olmuştu ama bu yılın ilk çeyreğine ilişkin veriler yeniden yavaşlama olduğuna işaret ediyor. Beklentiler bu yıl da yüzde 3-4 arasında bir büyüme yaşanacağı yönünde. Mesela Merkez Bankası’nın her ay düzenlediği Beklenti Anketi’ndeki en son büyüme beklentisi yüzde 3,6 düzeyinde bulunuyor. Ekonomideki yavaş büyüme iş gücüne yeni girişleri karşılayacak kadar bile istihdam yaratamadığı için işsizlik oranı 4 yıldır yükseliyor. 2012’de yüzde 8,4 olan işsizlik oranı geçen yıl çift haneyi geçti ve yüzde 10,3 oldu. Ekonomideki yavaş büyüme sürdüğü için bu oranın bu yıl da yükselmeye devam edeceği ve yüzde 11’e yaklaşacağı tahmin ediliyor. Enflasyonda bir türlü yüzde 5’lik hedefe yaklaşamıyoruz. Son 3 yılda enflasyon yüzde 5’lik hedefin etrafındaki 2’şer puanlık belirsizlik aralığının bile içine giremedi. Son 3 ayda gıda fiyatlarındaki gevşeme sayesinde enflasyon yüzde 6,6’ya indi ama bunun kalıcı olması beklenmiyor. Beklentiler bu yıl da belirsizlik aralığının üzerinde bir enflasyona işaret ediyor. Merkez Bankası’nın her ay düzenlediği Beklenti Anketi’ndeki en son yıl sonu enflasyon beklentisi yüzde 7,8’i buluyor. Merkez Bankası’nın kendisinin en son yıl sonu enflasyon tahmini de belirsizlik aralığının üzerinde ve yüzde 7,5 düzeyinde bulunuyor.
RİSKLER BİRİKİYOR 2011 yılında rekor kıran cari açık daha sonra ekonomideki yavaş büyüme sayesinde düşüşe geçti. Son 2 yılda petrol fiyatlarındaki düşüş de devreye girince cari açığın gayri safi yurtiçi hasılaya (GSYH) oranı geçen yıl yüzde 4,5’e kadar indi. Kuşkusuz bu olumlu bir gelişme ama ekonomi hızlı büyüdüğü takdirde cari açığın yeniden yükselişe geçeceği kesin görünüyor. Bu da cari açığın hızlı büyümenin önünde önemli bir kısıt olduğunu gösteriyor. Yıllardan beri GSYH’nin oranı olarak yüzde 3’lük Maastricht kriterinin altında seyreden bütçe açığı ekonominin en sağlam göstergesini oluşturuyor. Ancak ekonomideki yavaş büyümenin vergi tahsilatını yavaşlatması ve zayıf yatırım iklimi yüzünden özelleştirmelerin giderek zorlaşması gibi faktörler bunun daha ne kadar devam edeceği konusunda kuşku yaratıyor. Yani bütçe konusunda da yavaş yavaş riskler birikiyor.
NEDEN BÖYLE OLDU? Ekonominin bu hale düşmesinin hem yurtiçinden hem de yurtdışından kaynaklanan nedenleri var. Küresel ekonominin 2008-2009 resesyonundan sonra bir türlü eski canlılığına kavuşamaması, Türkiye’nin ihracatının zayıf kalmasına yol açarak dış talepten büyümeye gelen katkıyı sınırlıyor. Ancak bize göre yurtiçinden kaynaklanan nedenler, ekonominin bu hale düşmesinde daha büyük rol oynuyor. Yurtiçinde öncelikle bir güven problemi var. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) hesapladığı Ekonomik Güven Endeksi’nin (EGE) 2012 yılındaki ortalama değeri 105,8’di. Bu endeksin geçen yılki ortalaması 88,6 oldu. Bu yılın ilk 4 ayındaki ortalama ise 76,8 düzeyinde. Bu güven problemi hem hanehalkı tüketim harcamalarını hem de özel sektör yatırımlarını olumsuz etkiliyor. Son 4 yılda hanehalkı tüketimindeki ortalama artış yüzde 2,6’da kaldı. Aynı dönemde özel yatırımlardaki yıllık ortalama değişim ise yüzde -0,3 olarak gerçekleşti. Yani bu dönemde yatırımlarda artış yerine az da olsa bir düşüş yaşandı.
SİYASETİN ETKİSİ Yurtiçindeki güven problemi, büyük ölçüde siyasi gelişmelerden kaynaklanıyor. Geçen yılki iki seçim arasındaki geçiş dönemini saymazsak, esasında son 4 yılda da iktidarda bir tek parti iktidarı vardı. Ancak tek parti iktidarının otomatik olarak siyasi istikrar getirmediğini bu dönemde gördük. 2002 yılında iktidara gelen AKP’nin ilk döneminde ekonomide işler gayet iyiydi. Ancak daha sonra ekonominin ikinci plana atılıp siyasi projelerin hayata geçirilmeye çalışılması işleri berbat etti. 2013’ün ortalarındaki Gezi Parkı olayları, 2013’ün sonlarında patlak veren büyük yolsuzluk ve rüşvet skandalı, 2014’teki cumhurbaşkanlığı seçimi ve 2015 yılındaki iki genel seçim, siyasetin hep diken üstünde seyretmesine yol açtı. 1 Kasım’da tekrarlanan genel seçimden AKP’nin yeniden tek başına iktidar çıkmasıyla siyasi istikrarın geri geldiğini sananlar da son 7 ayda yaşananlarla hayal kırıklığına uğradı. Bu dönemde terör iyice azarken dış politikada yaşanan sorunlar da ekonomiyi olumsuz etkilemeye başladı. AKP içinde yaşanan anlaşmazlıklar yüzünden seçimin üzerinden daha 7 ay geçmeden bir hükümet değişikliği yaşanması ise siyasi istikrar konusundaki soru işaretlerinin iyice artmasına yol açacak gibi görünüyor.
YENİ HÜKÜMET NE YAPMALI? Böyle bir ortamda göreve gelen yeni hükümetin ilk yapması gereken şey ekonomide hızlı büyümenin önündeki engelleri kaldırmak olmalı. Bunun için de öncelikle memlekette huzur ve güven ortamının yeniden sağlanması gerekiyor. Dış politikada da ekonomiyi olumsuz etkileyen sorunlara çözüm bulunması şart. Bu konularda ilerleme sağlanırsa hanehalkı tüketiminde bir canlanmanın ve özel sektör yatırımlarında toparlanmanın önü açılabilir. Yeni hükümetin yapması gereken ikinci şey ise hızlı büyümenin önünde bir kısıt olarak duran cari açık konusunda adım atmak olmalı. Çünkü memlekette huzur ve güven ortamı yeniden sağlanıp tüketim ve yatırım harcamalarında canlanmanın önü açılsa da ekonomide yapısal bir dönüşüm sağlanamadığı takdirde bir müddet sonra hızlı büyüme yine cari açık duvarına çarpacak. İşte bunun önüne geçilebilmesi için iç tasarrufların artırılıp yatırımların bu tasarruflarla finanse edilmesi şart görünüyor.
BÖYLE GİDERSE NE OLUR?
Yeni hükümetin bu konularda çaba harcamak yerine başkanlık sistemine geçiş konusuna daha da yoğunlaşmayı tercih etmesi halinde ise korkarız ki ekonomide işler daha da kötüye gidecek. Çünkü böyle bir durumda siyasette işlerin daha da karışması olası görünüyor. Siyasi istikrarsızlığın had safhaya vardığı bir ortamda ise tüketim ve yatırım harcamalarında artış beklemek saflık olur. Böyle bir ortamda ekonomideki büyümenin daha da yavaşlaması, işsizlikteki yükselişin daha da hızlanması olasılığı yüksek. Yeni hükümetin korkulduğu gibi ekonomi yönetiminde aklı selimden uzak davranması halinde ise çok geçmeden ekonomide bir kriz yaşanması bile söz konusu olabilir.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz