Cari açık 30 milyar doların altına indi
Cari işlemler dengesindeki yıllık
açık mart ayında 29,5 milyar
dolar olarak gerçekleşti. Yıllık
cari açık şubat ayında 30,6 milyar dolar
düzeyindeydi. Mart ayındaki düşüşle
birlikte yıllık cari açık tam 5,5 yıllık
aradan sonra yeniden 30 milyar doların
altına inmiş oldu. Yıllık cari
açığın 30 milyar doların
altında olduğu bundan
önceki son ay Ağustos
2010’du.
Cari açık 2010 ve 2011
yıllarındaki iç talebe dayalı
hızlı büyüme döneminde
rekor kırmıştı. Yıllık cari
açık Ekim 2011’de 76,1
milyar dolara kadar
çıkmıştı. Cari açığın milli
gelire oranı 2011 yılında
yüzde 9,6’yı bulmuştu.
2012’den beri süren yavaş
büyüme ise cari açığı aşağı
çekti. Son iki yılda cari
açıktaki düşüşe petrol
fiyatlarındaki gerileme
de katkıda bulundu. Cari
açığın milli gelire oranı geçen yıl yüzde
4,5’e inmişti. Tahminlerimize göre bu
yılın ilk çeyreğinde ise bu oran yüzde
4,2 dolayına kadar gerilemiş bulunuyor.
Cari açıktaki düşüşün nisan ayında
da devam ettiğini tahmin ediyoruz.
Çünkü Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın
verilerine göre dış ticaret açığı nisan
ayında geçen yıla kıyasla yüzde 16,2
düşüş gösterdi. Türkiye’de cari işlemler
dengesinin büyük bölümünü mal dış
ticareti oluşturduğu için genelde cari
açıkla dış ticaret açığı paralel bir seyir
izliyor. Yıllık cari açık nisan ayında 29
milyar doların altına inmiş
olabilir.
Geçen yılın ilk yarısında
yatay seyreden cari açık
ağustos ayından bu yana
sürekli düşüyor. Ancak bu
düşüşün sonuna yaklaşmış
olabiliriz. Esasında
ekonomideki yavaş büyüme
hala cari açıktaki düşüşü
destekliyor. Ancak son 2
yılda cari açıktaki düşüşe
büyük katkıda bulunan
petrol fiyatlarındaki gerileme
artık durmuş durumda. Öte
yandan turizmde yaşanan
olumsuz gelişmeler de
yakında cari açıktaki düşüşe
engel çıkarmaya başlayacak
gibi görünüyor. İşsizlikteki düşüş kalıcı değil
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), şubat ayı iş gücü piyasası
verilerini geçen ay açıkladı. Aylık iş gücü piyasası verileri
her ay düzenlenen anketlerden elde edilen verilerin üçer aylık
hareketli ortalamaları alınarak hesaplandığından, şubat ayı
verileri aynı zamanda yılın ilk çeyrek döneminin verileri oluyor.
TÜİK’in verilerine göre, şubat ayında yani yılın ilk çeyreğinde,
mevsimsel düzeltilmiş işsizlik oranı yüzde 9,9 olarak gerçekleşti.
Bu oran geçen yılın son çeyreğinde
yüzde 10,4’tü. Yani ilk çeyrekte
mevsimsel düzeltilmiş işsizlik oranında
0,5 puanlık düşüş yaşanmış bulunuyor.
İşsizlik oranında yaşanan bu
düşüş oldukça yüksek. Fakat bu düşüş
pek kalıcı olacak gibi görünmüyor.
Çünkü bu düşüş ekonomideki bir
toparlanmadan değil, ilk çeyrekte
iş gücüne katılımın çok sınırlı
kalmasından kaynaklanıyor. TÜİK’in
mevsimsel düzeltilmiş verilerine göre,
ilk çeyrekte iş gücünde sadece 87 bin
kişilik artış oldu. Oysa bu göstergede
uzun dönem ortalaması 200 bin kişi
dolayında bulunuyor. İlk çeyrekte iş
İŞSİZLİKTEKİ DÜŞÜŞ KALICI DEĞİL
gücüne katılımda yaşanan artış, bu ortalamanın yarısını bile
bulmuyor. İş gücüne katılımda nedenini bilmediğimiz bu tür
yavaşlamalar zaman zaman yaşanıyor ama hemen sonra bunun
düzeltmesi oluyor. Nitekim geçen yılın ilk çeyreğinde de böyle
bir gelişme olmuş ve işsizlik düşmüş, ancak daha sonra iş
gücüne katılımda yaşanan düzeltmeyle işsizlik oranı yeniden
yükselmişti. Muhtemelen bu yıl da buna benzer bir gelişme
olacak.
İşsizlikte kalıcı bir düşüş
yaşanması için ekonomideki
büyümenin yeniden hızlanması
gerekiyor. Çünkü ekonominin
daha fazla istihdam yaratması
ancak böyle mümkün oluyor. Bizim
hesaplarımıza göre, Türkiye’de
işsizlik oranının sabit kalması için
bile ekonomide her yıl yüzde 4,2
dolayında bir büyüme yaşanması
gerekiyor. Bu yılki büyümenin ise
yüzde 3-4 arasında olacağı tahmin
ediliyor. Bu nedenle geçen yıl yüzde
10,3 olan işsizlik oranının da bu yıl
yüzde 11’e yaklaşması bekleniyor. Enflasyonda yatay seyir dönemi
Yıllık Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE) enflasyonu nisan
ayında yüzde 6,6 oldu. Bu oran önceki ay yüzde 7,5
düzeyindeydi. Buna göre nisan ayında enflasyonda 0,9 puan
gibi önemli bir düşüş yaşanmış bulunuyor. Enflasyonda önceki
2 ayda da düşüş vardı. Ocak ayında yüzde 9,6’ya kadar çıkmış
olan enflasyon, şubat ayında düşüşe geçmişti. Bu düşüş
enflasyonu 3 ayda tam 3 puan aşağıya taşıdı.
Enflasyondaki bu düşüşün iki nedeni var. Bunlardan
birincisini “baz etkisi” oluşturuyor. Geçen yılın ilk aylarında
enflasyon oranları o kadar yüksekti ki bu yıl aynı dönemde
önemli bir düşüş yaşanacağı zaten baştan belliydi. Bizim
aylık enflasyon oranlarının hep “mevsim normalleri” (son 10
yılın ortalaması) dolayında çıkacağı varsayımıyla yaptığımız
hesaplar, ilk 4 ayda enflasyonda 1,5 puana yakın bir düşüş
olabileceğine işaret ediyordu. Bu hesaplara göre enflasyonun
nisan ayında yüzde 7,5 dolayına inmesi ihtimali vardı.
Enflasyonda son 3 ayda yaşanan düşüşün ikinci nedenini
ise gıda fiyatlarındaki gerileme oluşturuyor. Büyük ölçüde
Rusya’ya meyve-sebze ihracatının durması nedeniyle son
3 ayda gıda fiyatları mevsim normallerinin aksine düşüş
gösterdi. Bu da enflasyonu baz etkisinin işaret ettiği seviyenin
de 1 puan kadar altına çekti.
Son 3 aydaki düşüşle enflasyon çift hanenin
kıyısından yüzde 7’nin altına kadar indi. Böylece yüzde
5’lik hedefin etrafındaki belirsizlik aralığının içine girdi.
Ancak enflasyondaki düşüşün daha fazla sürmesi biraz zor
görünüyor. Çünkü yılın kalan döneminde ilk 4 aydaki olumlu
baz etkisi olmayacak. Bu baz etkisinin yokluğu nedeniyle
yılın kalan döneminde enflasyonun nispeten yatay bir seyir
izlemesi ihtimali daha güçlü gibi görünüyor. Hatta gıda
fiyatlarında son 3 ayda yaşanan hızlı düşüşün bir düzeltmesi
gelirse önümüzdeki aylarda enflasyonun yeniden yükselmesi
bile söz konusu olabilir. Geçmiş yıllarda gıda fiyatlarında bu
tür düzeltmeler çok yaşandığı için bu olasılık oldukça da güçlü
görünüyor.
Nitekim bu nedenle yıl sonu enflasyon beklentileri hala
yüzde 7’nin üzerinde bulunuyor. Mesela Merkez Bankası’nın
mayıs ayında düzenlediği Beklenti Anketi’nde yıl sonu
enflasyon beklentisi yüzde 7,8 olarak çıktı.
Zaten Merkez Bankası da bu nedenle nisan ayı sonunda
yayınladığı yılın ikinci Enflasyon Raporu’nda enflasyon tahminlerini
değiştirmedi.
Merkez Bankası,
ocak ayında
yayınladığı
2016’nın ilk
Enflasyon
Raporu’nda
bu yıl sonuna
ilişkin enflasyon
tahminini yüzde
6,5’ten yüzde
7,5’e, 2017 yıl
sonu enflasyon
tahminini ise
yüzde 5,5’te yüzde
6’ya çıkarmıştı.
Ayrıca o raporda
enflasyonun
2018’de yüzde 5 civarında istikrar kazanacağı öngörüsü
de yapılmıştı. Nisan ayı sonunda yayınlanan yılın ikinci
Enflasyon Raporu’nda bu tahminler aynen korundu. İLK ÇEYREKTE BÜYÜME YÜZDE
4-5 ARASINDA ÇIKABİLİR
Ekonomideki büyümeye ilişkin en önemli öncü göstergeler olan
sanayi üretimi, perakende satışlar ve reel dış ticarette 2016’nın
ilk çeyrek dönemine ait veriler geçen ay belli oldu. Bu döneme
ilişkin milli gelir verileri ise 10 Haziran’da açıklanacak. Söz konusu
göstergelere bakılırsa, ilk çeyrekte yıllık bazdaki ekonomik büyüme
oranı yüzde 4-5 arasında çıkacak gibi görünüyor. Bu ise geçen yılın
son çeyreğinde yüzde 5,7’ye çıkan büyümenin yeniden yavaşladığı
anlamına geliyor.
Sanayi üretimi ilk çeyrekte geçen
yılın aynı dönemine göre yüzde 5,6 artış
gösterdi. Türkiye’de sanayi üretimindeki
değişim ile ekonominin genelindeki
büyüme oranı genelde paralel seyrediyor.
Geçen yılın son çeyreğinde ekonomi yüzde
5,7 büyürken sanayi üretimindeki yıllık
artış yüzde 7,5’i bulmuştu. Söz konusu
paralellik, sanayi üretimindeki yıllık
artışın 1,9 puan yavaşladığı ilk çeyrekte
ekonominin genelindeki büyüme oranında
da bir yavaşlama yaşanmış olabileceğini
düşündürüyor.
Reel perakende satışlar ilk çeyrekte
geçen yılın aynı dönemine göre yüzde
4 yükseldi. Perakende satışlarda geçen
yılın üçer aylık dönemlerinde de yüzde 3-4 arasında artışlar vardı.
Perakende satışlarda bu düzeydeki artışlar hanehalkı tüketiminde
zayıflığa işaret ediyor. İlk çeyrekte iç talebin ekonomideki büyümeye
katkısı yine sınırlı kalmış gibi görünüyor.
Altın hariç reel ihracat ilk çeyrekte geçen yılın aynı dönemine
göre yüzde 6,2 artış gösterdi. Bu oran geçen yılın son çeyreğinde
yüzde 3,2 düzeyindeydi. Ondan önceki üç çeyrekte ise altın hariç reel
ihracatta düşüş vardı. Bu durum ilk çeyrekte dış talepten büyümeye
geçen yıla göre biraz daha fazla katkı gelmiş olabileceğine işaret
ediyor. Ancak altın hariç reel ihracattaki bu toparlanma ekonomide
hızlı büyümeye imkan verecek düzeyde de görünmüyor. Ekonominin
hızlı büyümesi için altın hariç reel ihracatta en azından çift haneye
yakın bir artış yaşanması gerekiyor.
Altın hariç reel ithalat ise ilk çeyrekte geçen yılın aynı dönemine
göre yüzde 6,1 yükseldi. Altın hariç ithalatta da geçen yılın son
çeyreğine kıyasla toparlanma var. Geçen yılın son çeyreğinde
altın hariç reel ithalatta yüzde 2,3 artış vardı. Ancak altın hariç
reel ithalatta ilk çeyrekte görülen toparlanma da ekonomide hızlı
büyümeye imkan verecek düzeyde değil. Çünkü hızlı büyüme
dönemlerinde ithalattaki reel artış çift haneyi aşıyor.
Geçen yılın son çeyreğinde ekonomideki büyüme görünüşte
biraz hızlanmıştı ama bunda “takvim etkisi”nin rolü vardı. Önceki yıl
ekim ayına denk gelen Kurban Bayramı tatilinin geçen yıl eylül ayına
kaymasının getirdiği iş günü farklılığı, eylül ayında sanayi üretimi ve
dış ticaret gibi göstergelerde büyük düşüşe yol açarken, ekim ayında
ise tersine büyük bir artış getirmişti. Üçüncü çeyrek dönemin son
ayı ile dördüncü çeyreğin ilk ayındaki bu gelişmeler her iki çeyrek
dönemin verilerine de aynen yansımıştı. Mesela sanayi üretimindeki
yıllık artışın üçüncü çeyrekte sadece yüzde 0,2 ve dördüncü çeyrekte
ise yüzde 7,5 olması bundan kaynaklanmıştı. Bu gelişmeler dördüncü
çeyrekte ekonomideki büyümede sanal bir hızlanma yaratmıştı. Bu
takvim etkisinin ortadan kalkmasıyla bu yıl ilk çeyrekte ekonomideki
büyümenin yeniden yavaşlaması ise normal görünüyor.
GEÇEN AY PEK DE BEKLENMEYEN BİR HÜKÜMET DEĞİŞİMİ
yaşadık. Daha 7 ay önce yapılan genel seçimden yeniden tek parti
iktidarını elde ederek çıkan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) 22
Mayıs’ta olağanüstü bir kongreye gitti. İki yıla yakın süredir AKP’nin
genel başkanı ve dolayısıyla başbakan olan Ahmet Davutoğlu’nun bu
kongrede başkanlığa tekrar aday olmaması üzerine de bir hükümet değişimi
gerçekleşti. Olağanüstü kongreye tek aday olarak katılıp AKP genel başkanı seçilen Binali Yıldırım, bu yazıyı yazdığımız sırada yeni hükümeti kurmuştu.
Ahmet Davutoğlu, AKP’nin genel başkanlığı ve
dolayısıyla başbakanlık koltuğuna Ağustos 2014’te,
Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesi
üzerine oturmuştu. Aradan geçen 21 aylık sürede, biri
geçen yılki 7 Haziran ile 1 Kasım seçimleri arasında
kurulan seçim hükümeti olmak üzere üç hükümetin
başbakanı olarak görev yaptı. Bu dönemde siyasette
de ekonomide de pek iyi şeyler yaşanmadı. Ancak
siyasi kulislerden yansıyanlardan anladığımıza
göre, Davutoğlu’nu koltuğundan eden bunlar
değil, başkanlık sistemine geçiş için yeterince çaba
harcamaması oldu.
Bu nedenle Erdoğan’ın işaretiyle göreve gelen
yeni başbakanın en önemli işi, başkanlık sistemine
geçişi sağlamak olacak gibi görünüyor. Zaten Binali
Yıldırım’ın ilk mesajları da buna işaret ediyor. Bu ise
ekonominin yine ihmal edileceğini düşündürüyor.
Ancak biz buna rağmen yeni hükümete ekonomi
konusunda bir çağrı yapmak istedik. Çünkü
memleketin selametinin yönetim biçimindeki değişime değil, ekonomideki dönüşüme bağlı olduğu
görüşündeyiz.
EKONOMİ NE DURUMDA?
Öncelikle ekonomideki durumu bir özetleyelim.
Türkiye ekonomisi, 2012 yılından bu yana yüzde 5
civarı olarak kabul edilen potansiyelinin epey altında
büyüyor. 2012-2015 dönemindeki ortalama büyüme
oranı yüzde 3,3’te kaldı. Geçen yılın son çeyreğinde
“takvim etkisi” kaynaklı hafif bir hızlanma olmuştu
ama bu yılın ilk çeyreğine ilişkin veriler yeniden
yavaşlama olduğuna işaret ediyor. Beklentiler bu
yıl da yüzde 3-4 arasında bir büyüme yaşanacağı
yönünde. Mesela Merkez Bankası’nın her ay
düzenlediği Beklenti Anketi’ndeki en son büyüme
beklentisi yüzde 3,6 düzeyinde bulunuyor.
Ekonomideki yavaş büyüme iş gücüne yeni
girişleri karşılayacak kadar bile istihdam yaratamadığı
için işsizlik oranı 4 yıldır yükseliyor. 2012’de yüzde
8,4 olan işsizlik oranı geçen yıl çift haneyi geçti
ve yüzde 10,3 oldu. Ekonomideki yavaş büyüme
sürdüğü için bu oranın bu yıl da yükselmeye devam
edeceği ve yüzde 11’e yaklaşacağı tahmin ediliyor.
Enflasyonda bir türlü yüzde 5’lik hedefe
yaklaşamıyoruz. Son 3 yılda enflasyon yüzde 5’lik
hedefin etrafındaki 2’şer puanlık belirsizlik aralığının
bile içine giremedi. Son 3 ayda gıda fiyatlarındaki
gevşeme sayesinde enflasyon yüzde 6,6’ya indi ama
bunun kalıcı olması beklenmiyor. Beklentiler bu
yıl da belirsizlik aralığının üzerinde bir enflasyona
işaret ediyor. Merkez Bankası’nın her ay düzenlediği
Beklenti Anketi’ndeki en son yıl sonu enflasyon
beklentisi yüzde 7,8’i buluyor. Merkez Bankası’nın
kendisinin en son yıl sonu enflasyon tahmini de
belirsizlik aralığının üzerinde ve yüzde 7,5 düzeyinde
bulunuyor.
RİSKLER BİRİKİYOR
2011 yılında rekor kıran cari açık daha sonra
ekonomideki yavaş büyüme sayesinde düşüşe geçti.
Son 2 yılda petrol fiyatlarındaki düşüş de devreye
girince cari açığın gayri safi yurtiçi hasılaya (GSYH)
oranı geçen yıl yüzde 4,5’e kadar indi. Kuşkusuz bu
olumlu bir gelişme ama ekonomi hızlı büyüdüğü takdirde cari açığın yeniden yükselişe geçeceği
kesin görünüyor. Bu da cari açığın hızlı büyümenin
önünde önemli bir kısıt olduğunu gösteriyor.
Yıllardan beri GSYH’nin oranı olarak yüzde 3’lük
Maastricht kriterinin altında seyreden bütçe açığı
ekonominin en sağlam göstergesini oluşturuyor.
Ancak ekonomideki yavaş büyümenin vergi
tahsilatını yavaşlatması ve zayıf yatırım iklimi
yüzünden özelleştirmelerin giderek zorlaşması gibi
faktörler bunun daha ne kadar devam edeceği
konusunda kuşku yaratıyor. Yani bütçe konusunda
da yavaş yavaş riskler birikiyor.
NEDEN BÖYLE OLDU?
Ekonominin bu hale düşmesinin hem yurtiçinden
hem de yurtdışından kaynaklanan nedenleri var.
Küresel ekonominin 2008-2009 resesyonundan sonra
bir türlü eski canlılığına kavuşamaması, Türkiye’nin
ihracatının zayıf kalmasına yol açarak dış talepten
büyümeye gelen katkıyı sınırlıyor. Ancak bize göre
yurtiçinden kaynaklanan nedenler, ekonominin bu
hale düşmesinde daha büyük rol oynuyor.
Yurtiçinde öncelikle bir güven problemi var.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) hesapladığı
Ekonomik Güven Endeksi’nin (EGE) 2012 yılındaki
ortalama değeri 105,8’di. Bu endeksin geçen yılki
ortalaması 88,6 oldu. Bu yılın ilk 4 ayındaki ortalama
ise 76,8 düzeyinde. Bu güven problemi hem
hanehalkı tüketim harcamalarını hem de özel sektör
yatırımlarını olumsuz etkiliyor. Son 4 yılda hanehalkı tüketimindeki ortalama artış yüzde 2,6’da kaldı. Aynı
dönemde özel yatırımlardaki yıllık ortalama değişim
ise yüzde -0,3 olarak gerçekleşti. Yani bu dönemde
yatırımlarda artış yerine az da olsa bir düşüş yaşandı.
SİYASETİN ETKİSİ
Yurtiçindeki güven problemi, büyük ölçüde siyasi
gelişmelerden kaynaklanıyor. Geçen yılki iki seçim
arasındaki geçiş dönemini saymazsak, esasında son
4 yılda da iktidarda bir tek parti iktidarı vardı. Ancak
tek parti iktidarının otomatik olarak siyasi istikrar
getirmediğini bu dönemde gördük. 2002 yılında
iktidara gelen AKP’nin ilk döneminde ekonomide
işler gayet iyiydi. Ancak daha sonra ekonominin
ikinci plana atılıp siyasi projelerin hayata geçirilmeye
çalışılması işleri berbat etti. 2013’ün ortalarındaki
Gezi Parkı olayları, 2013’ün sonlarında patlak veren
büyük yolsuzluk ve rüşvet skandalı, 2014’teki
cumhurbaşkanlığı seçimi ve 2015 yılındaki iki genel
seçim, siyasetin hep diken üstünde seyretmesine yol
açtı.
1 Kasım’da tekrarlanan genel seçimden AKP’nin
yeniden tek başına iktidar çıkmasıyla siyasi istikrarın
geri geldiğini sananlar da son 7 ayda yaşananlarla
hayal kırıklığına uğradı. Bu dönemde terör iyice
azarken dış politikada yaşanan sorunlar da
ekonomiyi olumsuz etkilemeye başladı. AKP içinde
yaşanan anlaşmazlıklar yüzünden seçimin üzerinden
daha 7 ay geçmeden bir hükümet değişikliği
yaşanması ise siyasi istikrar konusundaki soru işaretlerinin iyice artmasına yol açacak gibi
görünüyor.
YENİ HÜKÜMET NE YAPMALI?
Böyle bir ortamda göreve gelen yeni
hükümetin ilk yapması gereken şey
ekonomide hızlı büyümenin önündeki
engelleri kaldırmak olmalı. Bunun için
de öncelikle memlekette huzur ve güven
ortamının yeniden sağlanması gerekiyor. Dış
politikada da ekonomiyi olumsuz etkileyen
sorunlara çözüm
bulunması şart.
Bu konularda
ilerleme sağlanırsa
hanehalkı
tüketiminde bir
canlanmanın
ve özel sektör
yatırımlarında
toparlanmanın önü
açılabilir.
Yeni hükümetin
yapması gereken
ikinci şey ise
hızlı büyümenin
önünde bir kısıt olarak duran cari açık
konusunda adım atmak olmalı. Çünkü
memlekette huzur ve güven ortamı yeniden
sağlanıp tüketim ve yatırım harcamalarında
canlanmanın önü açılsa da ekonomide
yapısal bir dönüşüm sağlanamadığı takdirde
bir müddet sonra hızlı büyüme yine cari
açık duvarına çarpacak. İşte bunun önüne
geçilebilmesi için iç tasarrufların artırılıp
yatırımların bu tasarruflarla finanse edilmesi
şart görünüyor.
BÖYLE GİDERSE NE OLUR?
Yeni hükümetin bu konularda çaba harcamak
yerine başkanlık sistemine geçiş konusuna
daha da yoğunlaşmayı tercih etmesi halinde
ise korkarız ki ekonomide işler daha da
kötüye gidecek. Çünkü böyle bir durumda
siyasette işlerin daha da karışması olası
görünüyor. Siyasi istikrarsızlığın had safhaya
vardığı bir ortamda ise tüketim ve yatırım
harcamalarında artış beklemek saflık olur.
Böyle bir ortamda ekonomideki büyümenin
daha da yavaşlaması, işsizlikteki yükselişin
daha da hızlanması olasılığı yüksek. Yeni
hükümetin korkulduğu gibi ekonomi
yönetiminde aklı selimden uzak davranması
halinde ise çok geçmeden ekonomide bir kriz
yaşanması bile söz konusu olabilir.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?