EKONOMİNİN
ROTASI
Geçen
yılın son çeyreğinde yüzde 5,7 olan büyüme oranı, bu yılın ilk çeyreğinde yüzde
4,8’e geriledi. İkinci çeyrek döneme ilişkin ilk öncü göstergeler, bu dönemde
büyümenin yüzde 4’ün de altına inmiş olabileceğini gösteriyor. Yılın ikinci
yarısına ilişkin beklentiler de çok olumlu değil. Yurtiçinde barış ve huzur
ortamı bir türlü sağlanamazken ihracat pazarlarımızdaki sorunlar da sürüyor. Bu
nedenle ekonominin bu yılı da yüzde 5 dolayındaki potansiyelinin epey altında
ve yüzde 3,5-4 arasında bir büyümeyle geçirmesi bekleniyor. Türkiye ekonomisi
2012’den beri bu durumda bulunuyor. Bu da bir taraftan işsizliği yükseltirken
bir taraftan da gelişmiş ülkelere yakınsama konusunda yolumuzu giderek
uzatıyor. Bunun önüne geçilebilmesi için ekonominin yeniden hızlı büyüme
rotasına sokulması şart. Bu da demokrasiye geri dönülerek huzur ve güven
ortamının yeniden sağlanmasını gerektiriyor.
Türkiye
İstatistik Kurumu (TÜİK), 2016’nın ilk çeyrek dönemine ilişkin milli gelir
verilerini geçen ay açıkladı. Bu veriler, yukarıda da belirttiğimiz gibi ilk
çeyrekte reel gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYH) geçen yılın aynı dönemine
göre yüzde 4,8 büyüdüğünü gösterdi. Bu açıklama ilk çeyrekte büyümenin geçen
yılın son çeyreğinde olduğu gibi yine yüzde 5’in üzerinde çıkmasını bekleyenler
için sürpriz oldu. Ancak Capital okurları için herhalde sürpriz olmasa gerek.
Çünkü daha geçen ay bu sayfalarda ilk çeyrek döneme ilişkin öncü göstergeleri
değerlendirerek “İlk çeyrekte büyüme yüzde 4-5 arasında çıkabilir” demiştik. Ayrıntılarda
biraz farklılıklar olsa da neticede büyüme oranındaki gerçekleşme aynen dediğimiz
gibi oldu.
İLK ÇEYREKTE NE OLDU?
TÜİK’in
ilk çeyrek döneme ilişkin milli gelir verilerinin ayrıntılarına bakıldığında,
ilk çeyrekteki büyümeye en büyük katkının 4,8 puanla özel tüketimden geldiği
görülüyor. Geçen yılın son çeyreğinde yüzde 4,7 olan hanehalkı tüketimindeki
yıllık artış, bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 6,9’u buldu. Doğrusu öncü
göstergelerde ilk çeyrekte özel tüketimde bu ölçüde bir artış yaşanmış
olabileceğine ilişkin bir sinyal yoktu. Biz ilk çeyrekte hanehalkı tüketimindeki
artışın geçen yılın son çeyreğindeki düzeyine yakın çıkmasını bekliyorduk. İlk
çeyrekte büyümenin tahmin aralığımızın üst sınırına yakın çıkması, büyük ölçüde
işte bundan kaynaklandı. Bunun nedeni de muhtemelen asgari ücretteki yüzde
30’luk artışın tüketici talebine beklediğimizden daha fazla yansıması oldu.
İlk
çeyrekte büyümeye ikinci büyük katkı 1,2 puanla kamu tüketiminden geldi. Bu
dönemde kamu tüketimindeki yıllık artış yüzde 10,9’u buldu. Ancak kamu
yatırımlarındaki yüzde 1,2’lik artıştan büyümeye neredeyse hiç katkı gelmedi.
Özel sektör yatırımlarındaki yüzde 0,3’lük düşüş ise büyümeden 0,1 puanı alıp
götürdü. İlk çeyrekte dış ticaretin de büyümeye net olarak faydası değil zararı
dokundu. Bu dönemde mal ve hizmet ihracatındaki yüzde 2,4’lük artıştan büyümeye
0,6 puanlık katkı geldi ama mal ve hizmet ithalatındaki yüzde 7,5’lik artış
büyümeden 1,5 puan götürdü. İlk çeyrekte stoklardaki artış da büyümeye 0,4
puanlık katkıda bulundu. Temel sektörler açısından bakıldığında ise ilk
çeyrekte ekonomideki büyümeye en büyük katkıyı 1,5 puanla imalat sanayiinin
verdiği görülüyor.
ÖNCÜLERDE SON DURUM
TÜİK’in
geçen ayki açıklamasıyla ilk çeyrekte büyümede neler yaşandığını öğrenmiş olduk
ama siz bu yazıyı okuduğunuzda ikinci çeyreği de geride bırakmış olacağız. TÜİK’in
milli gelir verilerine beklersek, ikinci çeyrekte büyümede neler yaşandığını
ise ancak 9 Eylül’de öğrenebileceğiz. Fakat yine öncü göstergelere bakarak
ikinci çeyrekte büyümede aşağı yukarı nasıl bir tablonun ortaya çıkacağını
görebiliriz.
Bizim
sürekli takip ettiğimiz öncü göstergeler, maalesef bu açıdan pek iyi sinyaller
vermiyor. Gerçi bizim en çok önem verdiğimiz göstergelerde henüz sadece nisan
ayı verileri var ama diğer öncü göstergeler ve gözlemlerimiz, mayıs ve haziran
aylarında da ekonomide işlerin çok iyi olmadığına işaret ediyor. Mesela sanayi
üretimi nisan ayında geçen yılın aynı ayına göre sadece yüzde 0,6 artış
gösterebildi. Geçen yıla göre 2 iş günü fazlasının olduğu mayıs ayında
muhtemelen sanayi üretimindeki artış daha yüksek çıkacak. Ancak buna rağmen
ikinci çeyrekte sanayi üretimindeki yıllık artışın ilk çeyrekteki yüzde 5,6’lık
artışın gerisinde kalması kesin gibi görünüyor. Sanayi üretimindeki değişim ile
ekonomideki büyüme oranı arasındaki parallellik de ikinci çeyrekte büyümenin
biraz daha yavaşlaması ihtimalinin yüksek olduğunu düşündürüyor. Reel perakende
satışlara ve altın hariç dış ticarete ilişkin veriler de bize bu yönde
sinyaller veriyor.
BEKLENTİLER OLUMSUZ
Türkiye
ekonomisi 2012 yılından beri yavaş büyüyor. Bunun hem yurtiçinden hem de
yurtdışından kaynaklanan nedenleri var. Yurtiçinde siyasi istikrarın bir türlü
sağlanamaması, yurtdışında ise temel ihracat pazarlarında yaşanan sorunlar
büyümenin önüne set çekiyor. Siyasi istikrarsızlık, özellikle yatırımların
yerinde saymasına yol açarken temel ihracat pazarlarındaki sorunlar da dış
talebin büyümeye katkısını sınırlıyor. Geçen yılın sonlarında “takvim etkisi”
(iş günü sayısının önceki yıldan fazla olması) sayesinde ekonomideki büyüme
hızlanır gibi olmuştu. Ayrıca 1 Kasım’da tekrarlanan genel seçimden yeniden tek
parti iktidarının çıkmasıyla da geleceğe ilişkin umutlar artmıştı. Ancak bir
taraftan yurtiçinde tırmanan terör bir taraftan da başta Rusya ile olmak üzere
gerginleşen dış ilişkiler bu umudu çabucak söndürdü. Şu anda ekonomik
birimlerin geleceğe ilişkin beklentileri geçen yıl bu sıralarda olandan bile
kötü. TÜİK’in hesapladığı Ekonomik Güven Endeksi’nin mayıs ayındaki değeri
82,3’tü. Bu endeksin değeri geçen yıl bu sıralarda 90’a yakındı ve hatta 1
Kasım’daki seçim sonrasında 100’ün üzerine kadar çıkmıştı. Ufukta iç ve dış
sorunlarda bir düzelme belirtisi gözlenmediği için yılın ikinci yarısında da
ekonomide durumun düzeleceğine ilişkin bir beklenti yok.
Nitekim
Merkez Bankası’nın her ay düzenlediği Beklenti Anketi’nin haziran ayındaki
sonuçlarına baktığımızda, bu yılki büyüme beklentisinin yüzde 3,7 olduğunu
görüyoruz. OECD, haziran ayı başında yayınladığı son Economic Outlook
raporunda, Türkiye için bu yıl yüzde 3,9’luk büyüme tahmini yaptı. IMF’nin
nisan ayında yayınladığı son World Economic Outlook raporunda ise Türkiye’nin
bu yıl yüzde 3,8 büyüyeceği tahmini vardı. Bu tahminler Türkiye ekonomisinin bu
yılı da yavaş büyümeyle geçireceğini ifade ediyor.
YAVAŞ BÜYÜMENİN FATURASI
Ekonomideki
yavaş büyümenin faturası temelde iki şekilde çıkıyor. Anlata anlata artık
dilimizde tüy bitti ama bir kez daha tekrarlayalım. Birincisi, ekonomideki
yavaş büyüme iş gücü piyasasına yeni girişleri karşılayacak kadar bile istihdam
yaratamadığı için işsizlik giderek yükseliyor. 2012 yılında yüzde 8,4 olan
işsizlik oranı geçen yıl yüzde 10,3’e kadar çıktı. Geçen yılın sonlarıyla bu
yılın başlarında işsizlikte biraz düşüş oldu ama bu düşüş kalıcı olacak gibi
görünmüyor. Ekonominin yeniden yavaşlamaya başlamasıyla işsizlik yakında tekrar
yükselişe geçeceğe benziyor. Ekonomideki büyüme gerçekten yüzde 4’ün altında
kalırsa bu yıl işsizlik oranının yüzde 10,5’i aştığını görebiliriz.
İkincisi,
ekonomideki yavaş büyüme gelişmiş ülkelerin refaf seviyesini makul bir sürede yakalama
ihtimalimizi giderek azaltıyor. Kardeş dergimiz Ekonomist’in geçen ayki
sayılarından birinde bu konuda yaptığım bir araştırmanın sonuçlarını yazdım
(bkz. Yakınsamada yolumuz uzamaya başladı, Ekonomist, Sayı 24, 12 Haziran
2016). Türkiye’nin ve ABD’nin son 10 yıldaki ortalama büyüme oranlarını baz alıp
önümüzdeki dönemde hep bu oranlarda büyüyeceklerini varsayarsak, şu anda bu
ülkenin refah seviyesine ulaşmamız için gereken süre 53 yılı buluyor. 2000’li
yılların ortasında 100 yılın üzerinde olan bu süre, o dönemdeki hızlı büyümenin
etkisiyle 2011’de 33 yıla kadar inmişti. Yani 2011’de neredeyse bir kuşak
içinde ABD’nin refah seviyesine ulaşabilecek duruma gelmiştik. Fakat 2012’den
beri yaşanan yavaş büyüme, bu süreyi tekrar uzatmaya başladı. Ekonomideki yavaş
büyüme böyle devam ederse bu süre daha da uzayabilir. Hatta bir süre sonra
gelişmiş ülkelerin refah seviyesine ulaşma umudumuzun tamamen ortadan kalkması
bile söz konusu olabilir.
ÇARE DEMOKRASİYE DÖNÜŞTE
Türkiye’de
son yıllarda huzur ve barış kalmadı. İşsizliğin yükseldiği ve refah seviyesinin
de yerinde saydığı bir toplumda huzursuzluğun daha da artacağını öngörmek için kahin
olmaya gerek yok. Bunun önüne geçebilmek için ekonominin yeniden hızlı büyüme
rotasına geri döndürülmesi gerekiyor.
Esasında
hükümet de bunun farkında gibi ama işin esasına girmek yerine palyatif
çözümlerle zaman harcadığı için bir türlü ekonomiyi yeniden hızlı büyüme
rotasına sokamıyor. Yeni teşvikler verilmesi ve Merkez Bankası’nın da faiz
düşürmesiyle yatırım eğiliminin yeniden canlanacağı sanılıyor. Oysa ekonomik
birimlerin geleceğe güveni yeniden sağlanmadıkça ne düşük faizlerin ne de yeni
teşviklerin yatırımları canlandırmasına imkan yok. Ekonomik birimlerin geleceğe
güveninin yeniden sağlanması için ise öncelikle son iki yılda küme düştüğümüz
demokraside yeniden üst lige çıkmamız gerekiyor (bkz. Demokraside küme düştük!,
Ekonomist, Sayı 23, 5 Haziran 2016). Hukukun işlemez hale geldiği, mülkiyet
haklarının güvencesinin zayıfladığı bir ülkede ne yerliler yeni yatırımlara
girişir ne de yabancılar bu ülkeye yatırıma gelir. Yatırımlarda bir canlanma
olmadıkça da ekonominin yeniden hızlı büyüme rotasına girmesini beklemek
hayaldir.
ENFLASYONDA DÜŞÜŞ SONA ERDİ
Yıllık
Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE) enflasyonu mayıs ayında yüzde 6,58 olarak
gerçekleşti. Bu oran nisan ayında da hemen hemen aynı düzeyde ve yüzde
6,57’ydi. Önceki üç ayda 3 puan düşüş gösteren enflasyon böylece mayıs ayında
yerinde saymış oldu.
Hatırlarsanız
geçen ay bu sayfalarda enflasyonda düşüşün sonuna gelmiş olabileceğimizi ve
yılın kalan döneminde nispeten yatay bir seyir görme ihtimalimizin yüksek
olduğunu yazmıştık. Mayıs ayındaki gerçekleşme tam da beklediğimiz gibi oldu.
Enflasyonda
önceki üç ayda yaşanan 3 puanlık düşüşte iki faktörün etkisi vardı. Bunlardan
biri ve daha önemlisi, geçen yılın aynı aylarında enflasyon oranlarının “mevsim
normalleri”nin (son 10 yılın ortalaması) üzerinde olmasından kaynaklanan olumlu
“baz etkisi”ydi. Diğeri ise muhtemelen Rusya’ya ihracatın durması nedeniyle
gıda fiyatlarında yaşanan düşüştü. Enflasyonun yılın kalan döneminde yatay
seyir izleyebileceğine yönelik tahminimiz büyük ölçüde söz konusu baz etkisinin
artık ortadan kalkmış olmasına dayanıyor. Öte yandan geçmiş deneyimlerimizden
gıda fiyatlarındaki düşüşün de sürekli olamayacağını ve bir yerde bunun
düzeltmesinin gelebileceğini biliyoruz.
Nitekim
gıda fiyatlarındaki düşüş mayıs ayında da sürdü ama buradan bir düzeltmenin işaretleri
de gelmeye başladı. Mayıs ayında gıda fiyatları yine “mevsim normalleri”nin
altında kaldı ama geçen yılın aynı ayındakinden daha az düşüş gösterdi. Mayıs
ayında gıda fiyatlarında yüzde 1,6 düşüş yaşandı. Gıda fiyatlarında mayıs ayı
mevsim normalleri yüzde 0,9 dolayında düşüşe işaret ediyor. Geçen yılın mayıs
ayında ise gıda fiyatlarındaki düşüş yüzde 2,7’yi bulmuştu.
Bizim
hesaplarımıza göre önümüzdeki aylarda olağanüstü gelişmeler olmazsa, enflasyon
yıl sonunda yüzde 7 civarında çıkabilecek gibi görünüyor. Piyasadaki beklentiler
yıl sonu için daha da yüksek bir enflasyona işaret ediyor. Merkez Bankası’nın
haziran ayında düzenlediği Beklenti Anketi’nde yıl sonu enflasyon beklentisi
yüzde 7,6 olarak çıktı. Beklenti Anketi’nde 12 ay sonrasına ilişkin enflasyon
beklentisi de aynı düzeydeydi. Enflasyonda kalıcı bir düşüşün sağlanabilmesi
için öncelikle bu beklentilerin kırılması gerekiyor.
Ancak
Merkez Bankası’nın sanki böyle bir niyeti yokmuş gibi görünüyor. Merkez
Bankası’nın kendisinin yıl sonu enflasyon tahmini de yüzde 7,5 seviyesinde. Bu
oran yüzde 5’lik hedefin etrafındaki 2’şer puanlık belirsizlik aralığının bile
dışına taşıyor. Böyle bir durumda Merkez Bankası’nın para politikasında
sıkılaştırmaya gitmesi beklenir. Oysa Merkez Bankası’nın Para Politikası Kurulu
(PPK) mart ayından bu yana faizleri düşürüyor. Gecelik borç verme faizinde
haziran ayında da 50 baz puanlık indirim yapıldı. Böylece bu faiz oranı 4 ayda
175 baz puan aşağı çekilde ve yüzde 9’a indirildi. Her ne kadar Merkez Bankası
bunun parasal gevşeme değil de para politikasında sadeleşme olduğunu söylese de
bu söylemi piyasalarda pek inandırıcı bulunmuyor.
ASGARİ ÜCRET ZAMMI İŞ GÜCÜ MALİYETİNİ
ZIPLATTI
Türkiye
İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) mevsim ve takvim etkilerinden arındırdığı verilere
göre, 2016’nın ilk çeyreğinde iş gücü maliyetlerinde bir sıçrama yaşandı. İş gücü
maliyeti bu dönemde geçen yılın son çeyreğine göre yüzde 12,2 oranında artış
gösterdi. Oysa geçen yılın son çeyreğinde iş gücü maliyetindeki artış yüzde
2’den ibaretti. İş gücü maliyetleri normalde de üçer aylık dönemlerde yüzde 2-3
gibi oranlarda artıyor. Yalnız yılbaşında ücretlere yapılan zamların etkisiyle
her yılın ilk çeyreğinde artış biraz daha yüksek olabiliyor. Ancak hiç bu yılın
ilk çeyreğindeki kadar yüksek bir artış görülmemişti. Mesela geçen yılın ilk
çeyreğinde yaşanan artış yüzde 4,6 düzeyindeydi.
Bu
yıl ilk çeyrekte yaşanan sıçrama, tahmin edebileceğiniz gibi yılbaşında asgari
ücrete yapılan yüzde 30’luk zamdan kaynaklanıyor. Hükümetin 1 Kasım’da
tekrarlanan genel seçimdeki vaatlerinden biri olan bu zammın iş gücü
maliyetlerinde bir sıçramaya yol açması zaten bekleniyordu. Bu zam düşük
gelirli kesimlerin refah düzeyini artırmak açısından faydalı oldu. İlk çeyrekte
ekonomideki büyümeye de hanehalkı tüketimini artırarak katkıda bulundu. Ancak
iş gücü maliyetlerindeki bu büyük artışın Türkiye’nin dış pazarlardaki rekabet
gücünü azalttığı ve ihracatı olumsuz etkilediği muhakkak. İş gücü maliyetlerindeki
sıçrama elbette enflasyonu da olumsuz etkiliyor. Olumlu “baz etkisi” ve gıda
fiyatlarında yaşanan düşüş nedeniyle bunu yılın ilk aylarında pek hissetmesek
de buradan mutlaka enflasyona bir yansıma olacak. Bu da bu yıl enflasyonda
işleri zorlaştıran faktörlerden birini oluşturuyor.
TÜİK’in
bu konudaki verilerinin ayrıntılarına baktığımızda, asgari ücretle çalışmanın
daha yaygın olması beklenebilecek ekonomik faaliyetlerde iş gücü
maliyetlerindeki artışın da daha yüksek olduğunu görüyoruz. Mesela ilk çeyrekte
en yüksek iş gücü maliyeti artışının yüzde 25,1 ile idari ve destek hizmet
faaliyetlerinde yaşandığı dikkati çekiyor. İkinci sırada yüzde 18,2’lik artışla
ulaştırma-depolama, üçüncü sırada yüzde 17,2’lik artışla konaklama ve yiyecek
hizmeti faaliyetleri var. İlk çeyrekte iş gücü maliyeti artışlarının en düşük
olduğu ekonomik faaliyetlerin ise genelde ücretlerin asgari ücretin üzerinde
olması beklenebilecek faaliyetler olduğu görülüyor. Mesela finans ve sigorta
faaliyetlerindeki iş gücü maliyeti artışı yüzde 4’te, mesleki, bilimsel ve teknik
faaliyetlerdeki iş gücü maliyeti artışı yüzde 5’te, bilgi ve iletişim
faaliyetlerindeki iş gücü maliyeti artışı ise yüzde 6,4’te kalıyor.
OECD’YE GÖRE KÜRESEL EKONOMİDE CANLANMA
YOK
Ekonomik
İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD), yılda iki kez yayınladığı Economic
Outlook isimli raporunun bu yılki ilk sayısını haziran ayı başında açıkladı.
Küresel ekonomiye, üye ülkelere ve üye olmasalar da dünya ekonomisi açısından
önem taşıyan ülkelere ilişkin değerlendirme, öngörü ve tahminlerin yer aldığı
bu rapora göre, dünya ekonomisinde son durumu şöyle özetlemek mümkün:
* OECD’ye
göre bu yıl dünya ekonomisindeki büyüme yüzde 3 olacak. Dünya ekonomisi geçen
yıl da yüzde 3 büyümüştü. Buna göre küresel ekonomide bu yıl da bir canlanma
olmayacak. Aynı şeyi gelecek yıl için de söyleyebiliriz. Çünkü OECD’nin 2017’ye
ilişkin küresel büyüme tahmini de bu yılkine yakın ve yüzde 3,3 düzeyinde
bulunuyor.
*
Küresel ekonomideki durumun pek parlak olmadığını, OECD’nin dünya ticaretine
ilişkin büyüme tahminleri de gösteriyor. Dünya ticareti geçen yıl yüzde 2,6
büyümüştü. OECD’ye göre bu yıl ise dünya ticaretindeki büyüme yüzde 2,1’de
kalacak. OECD, gelecek yıl dünya ticaretinde biraz toparlanma olacağını ve
büyümenin yüzde 3,2’ye çıkacağını öngörüyör. Ancak bir yıl sonrasına ilişkin
öngörülerde hata payının yüksek olabildiğini belirtelim. Mesela geçen yıl bu
sıralarda OECD’nin 2016 yılı için dünya ticaretindeki büyüme tahmini yüzde
5,3’tü. Oysa şimdi bunun yarısından bile daha düşük bir büyüme beklentisi var.
*
OECD’nin gelişmiş ülkelere ilişkin büyüme tahminleri genelde geçen yıla göre
daha düşük. Bu tahminlere göre bu yıl ABD’deki büyüme geçen yıla göre 0,6 puan
yavaşlayacak ve yüzde 1,8 olacak. Birleşik Krallık’taki büyüme de geçen yıla
göre 0,6 puan yavaşlayıp yüzde 1,7’ye inecek. Euro Bölgesi’ndeki büyüme geçen
yılkiyle aynı ve yüzde 1,6 olarak çıkacak. Japonya’daki büyümenin ise geçen
yıla göre 0,1 puan artması bekleniyor. Ancak bu ülkeye ilişkin büyüme tahmini
yüzde 0,7 gibi çok düşük bir düzeyde kalıyor.
*
OECD’ye göre bu yıl Çin’deki büyümeye de geçen yıla göre yavaşlayacak. Bu
ülkede geçen yıl yüzde 6,9 olan büyümenin bu yıl yüzde 6,5’e inmesi bekleniyor.
*
OECD, kuzey komşumuz Rusya’daki resesyonun bu yıl da devam edeceğini düşünüyor.
Geçen yıl yüzde 3,7 küçülen Rusya ekonomisinin bu yıl da yüzde 1,7 küçüleceği
tahmin ediliyor. OECD’ye göre Rusya ancak 2017’de resesyondan çıkacak. Ancak
burada OECD’nin geçen yıl bu sıralarda Rusya’nın 2016’da resesyondan çıkacağını
tahmin ettiğini ama şimdi bunu pek olası görmediğini de hatırlatalım.
*
OECD, bu yıl Türkiye’nin ise yüzde 3,9 büyüyeceğini tahmin ediyor. Bu da
ülkemizin kendi standartlarına göre yine yavaş büyümeyle karşı karşıya olduğunu
gösteriyor. Zaten yurtiçindeki olumsuz siyasi gelişmeler ve temel ihracat
pazarlarındaki sorunlar yüzünden Türkiye’deki büyüme tahminleri de aşağı yukarı
OECD’nin tahmini düzeyinde bulunuyor.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?