Ekonominin rotası

3.08.2016 11:27:290
Paylaş Tweet Paylaş
Ekonominin rotası


EKONOMİNİN ROTASI

Geçen yılın son çeyreğinde yüzde 5,7 olan büyüme oranı, bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 4,8’e geriledi. İkinci çeyrek döneme ilişkin ilk öncü göstergeler, bu dönemde büyümenin yüzde 4’ün de altına inmiş olabileceğini gösteriyor. Yılın ikinci yarısına ilişkin beklentiler de çok olumlu değil. Yurtiçinde barış ve huzur ortamı bir türlü sağlanamazken ihracat pazarlarımızdaki sorunlar da sürüyor. Bu nedenle ekonominin bu yılı da yüzde 5 dolayındaki potansiyelinin epey altında ve yüzde 3,5-4 arasında bir büyümeyle geçirmesi bekleniyor. Türkiye ekonomisi 2012’den beri bu durumda bulunuyor. Bu da bir taraftan işsizliği yükseltirken bir taraftan da gelişmiş ülkelere yakınsama konusunda yolumuzu giderek uzatıyor. Bunun önüne geçilebilmesi için ekonominin yeniden hızlı büyüme rotasına sokulması şart. Bu da demokrasiye geri dönülerek huzur ve güven ortamının yeniden sağlanmasını gerektiriyor.

Türkiye ekonomisi, 2016’nın ilk çeyreğinde yüzde 4,8 büyüdü. Geçen yılın son çeyreğinde büyüme oranı yüzde 5,7 olmuştu. Buna göre ilk çeyrekte ekonomide bir miktar yavaşlama yaşandı. İşin kötüsü, henüz geride bıraktığımız ikinci çeyrek döneme ilişkin ilk öncü veriler, ekonomideki bu yavaşlamanın devam ettiği sinyalini veriyor. İkinci çeyrekte ekonomideki büyüme yüzde 4’ün altına inmiş olabilir. Yılın ikinci yarısına ilişkin beklentiler de pek iyimser değil. Kısacası, ekonomi bu yılı da yavaş büyümeyle geçirecek gibi görünüyor. Bu ise 2012 yılında başlayan potansiyelimizin (yüzde 5 dolayı) altında büyüme döneminin beşinci yılına sarkması anlamına geliyor.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2016’nın ilk çeyrek dönemine ilişkin milli gelir verilerini geçen ay açıkladı. Bu veriler, yukarıda da belirttiğimiz gibi ilk çeyrekte reel gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYH) geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 4,8 büyüdüğünü gösterdi. Bu açıklama ilk çeyrekte büyümenin geçen yılın son çeyreğinde olduğu gibi yine yüzde 5’in üzerinde çıkmasını bekleyenler için sürpriz oldu. Ancak Capital okurları için herhalde sürpriz olmasa gerek. Çünkü daha geçen ay bu sayfalarda ilk çeyrek döneme ilişkin öncü göstergeleri değerlendirerek “İlk çeyrekte büyüme yüzde 4-5 arasında çıkabilir” demiştik. Ayrıntılarda biraz farklılıklar olsa da neticede büyüme oranındaki gerçekleşme aynen dediğimiz gibi oldu.

İLK ÇEYREKTE NE OLDU?

TÜİK’in ilk çeyrek döneme ilişkin milli gelir verilerinin ayrıntılarına bakıldığında, ilk çeyrekteki büyümeye en büyük katkının 4,8 puanla özel tüketimden geldiği görülüyor. Geçen yılın son çeyreğinde yüzde 4,7 olan hanehalkı tüketimindeki yıllık artış, bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 6,9’u buldu. Doğrusu öncü göstergelerde ilk çeyrekte özel tüketimde bu ölçüde bir artış yaşanmış olabileceğine ilişkin bir sinyal yoktu. Biz ilk çeyrekte hanehalkı tüketimindeki artışın geçen yılın son çeyreğindeki düzeyine yakın çıkmasını bekliyorduk. İlk çeyrekte büyümenin tahmin aralığımızın üst sınırına yakın çıkması, büyük ölçüde işte bundan kaynaklandı. Bunun nedeni de muhtemelen asgari ücretteki yüzde 30’luk artışın tüketici talebine beklediğimizden daha fazla yansıması oldu.

İlk çeyrekte büyümeye ikinci büyük katkı 1,2 puanla kamu tüketiminden geldi. Bu dönemde kamu tüketimindeki yıllık artış yüzde 10,9’u buldu. Ancak kamu yatırımlarındaki yüzde 1,2’lik artıştan büyümeye neredeyse hiç katkı gelmedi. Özel sektör yatırımlarındaki yüzde 0,3’lük düşüş ise büyümeden 0,1 puanı alıp götürdü. İlk çeyrekte dış ticaretin de büyümeye net olarak faydası değil zararı dokundu. Bu dönemde mal ve hizmet ihracatındaki yüzde 2,4’lük artıştan büyümeye 0,6 puanlık katkı geldi ama mal ve hizmet ithalatındaki yüzde 7,5’lik artış büyümeden 1,5 puan götürdü. İlk çeyrekte stoklardaki artış da büyümeye 0,4 puanlık katkıda bulundu. Temel sektörler açısından bakıldığında ise ilk çeyrekte ekonomideki büyümeye en büyük katkıyı 1,5 puanla imalat sanayiinin verdiği görülüyor.

ÖNCÜLERDE SON DURUM

TÜİK’in geçen ayki açıklamasıyla ilk çeyrekte büyümede neler yaşandığını öğrenmiş olduk ama siz bu yazıyı okuduğunuzda ikinci çeyreği de geride bırakmış olacağız. TÜİK’in milli gelir verilerine beklersek, ikinci çeyrekte büyümede neler yaşandığını ise ancak 9 Eylül’de öğrenebileceğiz. Fakat yine öncü göstergelere bakarak ikinci çeyrekte büyümede aşağı yukarı nasıl bir tablonun ortaya çıkacağını görebiliriz.

Bizim sürekli takip ettiğimiz öncü göstergeler, maalesef bu açıdan pek iyi sinyaller vermiyor. Gerçi bizim en çok önem verdiğimiz göstergelerde henüz sadece nisan ayı verileri var ama diğer öncü göstergeler ve gözlemlerimiz, mayıs ve haziran aylarında da ekonomide işlerin çok iyi olmadığına işaret ediyor. Mesela sanayi üretimi nisan ayında geçen yılın aynı ayına göre sadece yüzde 0,6 artış gösterebildi. Geçen yıla göre 2 iş günü fazlasının olduğu mayıs ayında muhtemelen sanayi üretimindeki artış daha yüksek çıkacak. Ancak buna rağmen ikinci çeyrekte sanayi üretimindeki yıllık artışın ilk çeyrekteki yüzde 5,6’lık artışın gerisinde kalması kesin gibi görünüyor. Sanayi üretimindeki değişim ile ekonomideki büyüme oranı arasındaki parallellik de ikinci çeyrekte büyümenin biraz daha yavaşlaması ihtimalinin yüksek olduğunu düşündürüyor. Reel perakende satışlara ve altın hariç dış ticarete ilişkin veriler de bize bu yönde sinyaller veriyor.

BEKLENTİLER OLUMSUZ

Türkiye ekonomisi 2012 yılından beri yavaş büyüyor. Bunun hem yurtiçinden hem de yurtdışından kaynaklanan nedenleri var. Yurtiçinde siyasi istikrarın bir türlü sağlanamaması, yurtdışında ise temel ihracat pazarlarında yaşanan sorunlar büyümenin önüne set çekiyor. Siyasi istikrarsızlık, özellikle yatırımların yerinde saymasına yol açarken temel ihracat pazarlarındaki sorunlar da dış talebin büyümeye katkısını sınırlıyor. Geçen yılın sonlarında “takvim etkisi” (iş günü sayısının önceki yıldan fazla olması) sayesinde ekonomideki büyüme hızlanır gibi olmuştu. Ayrıca 1 Kasım’da tekrarlanan genel seçimden yeniden tek parti iktidarının çıkmasıyla da geleceğe ilişkin umutlar artmıştı. Ancak bir taraftan yurtiçinde tırmanan terör bir taraftan da başta Rusya ile olmak üzere gerginleşen dış ilişkiler bu umudu çabucak söndürdü. Şu anda ekonomik birimlerin geleceğe ilişkin beklentileri geçen yıl bu sıralarda olandan bile kötü. TÜİK’in hesapladığı Ekonomik Güven Endeksi’nin mayıs ayındaki değeri 82,3’tü. Bu endeksin değeri geçen yıl bu sıralarda 90’a yakındı ve hatta 1 Kasım’daki seçim sonrasında 100’ün üzerine kadar çıkmıştı. Ufukta iç ve dış sorunlarda bir düzelme belirtisi gözlenmediği için yılın ikinci yarısında da ekonomide durumun düzeleceğine ilişkin bir beklenti yok.

Nitekim Merkez Bankası’nın her ay düzenlediği Beklenti Anketi’nin haziran ayındaki sonuçlarına baktığımızda, bu yılki büyüme beklentisinin yüzde 3,7 olduğunu görüyoruz. OECD, haziran ayı başında yayınladığı son Economic Outlook raporunda, Türkiye için bu yıl yüzde 3,9’luk büyüme tahmini yaptı. IMF’nin nisan ayında yayınladığı son World Economic Outlook raporunda ise Türkiye’nin bu yıl yüzde 3,8 büyüyeceği tahmini vardı. Bu tahminler Türkiye ekonomisinin bu yılı da yavaş büyümeyle geçireceğini ifade ediyor.

YAVAŞ BÜYÜMENİN FATURASI

Ekonomideki yavaş büyümenin faturası temelde iki şekilde çıkıyor. Anlata anlata artık dilimizde tüy bitti ama bir kez daha tekrarlayalım. Birincisi, ekonomideki yavaş büyüme iş gücü piyasasına yeni girişleri karşılayacak kadar bile istihdam yaratamadığı için işsizlik giderek yükseliyor. 2012 yılında yüzde 8,4 olan işsizlik oranı geçen yıl yüzde 10,3’e kadar çıktı. Geçen yılın sonlarıyla bu yılın başlarında işsizlikte biraz düşüş oldu ama bu düşüş kalıcı olacak gibi görünmüyor. Ekonominin yeniden yavaşlamaya başlamasıyla işsizlik yakında tekrar yükselişe geçeceğe benziyor. Ekonomideki büyüme gerçekten yüzde 4’ün altında kalırsa bu yıl işsizlik oranının yüzde 10,5’i aştığını görebiliriz.

İkincisi, ekonomideki yavaş büyüme gelişmiş ülkelerin refaf seviyesini makul bir sürede yakalama ihtimalimizi giderek azaltıyor. Kardeş dergimiz Ekonomist’in geçen ayki sayılarından birinde bu konuda yaptığım bir araştırmanın sonuçlarını yazdım (bkz. Yakınsamada yolumuz uzamaya başladı, Ekonomist, Sayı 24, 12 Haziran 2016). Türkiye’nin ve ABD’nin son 10 yıldaki ortalama büyüme oranlarını baz alıp önümüzdeki dönemde hep bu oranlarda büyüyeceklerini varsayarsak, şu anda bu ülkenin refah seviyesine ulaşmamız için gereken süre 53 yılı buluyor. 2000’li yılların ortasında 100 yılın üzerinde olan bu süre, o dönemdeki hızlı büyümenin etkisiyle 2011’de 33 yıla kadar inmişti. Yani 2011’de neredeyse bir kuşak içinde ABD’nin refah seviyesine ulaşabilecek duruma gelmiştik. Fakat 2012’den beri yaşanan yavaş büyüme, bu süreyi tekrar uzatmaya başladı. Ekonomideki yavaş büyüme böyle devam ederse bu süre daha da uzayabilir. Hatta bir süre sonra gelişmiş ülkelerin refah seviyesine ulaşma umudumuzun tamamen ortadan kalkması bile söz konusu olabilir.

ÇARE DEMOKRASİYE DÖNÜŞTE

Türkiye’de son yıllarda huzur ve barış kalmadı. İşsizliğin yükseldiği ve refah seviyesinin de yerinde saydığı bir toplumda huzursuzluğun daha da artacağını öngörmek için kahin olmaya gerek yok. Bunun önüne geçebilmek için ekonominin yeniden hızlı büyüme rotasına geri döndürülmesi gerekiyor.

Esasında hükümet de bunun farkında gibi ama işin esasına girmek yerine palyatif çözümlerle zaman harcadığı için bir türlü ekonomiyi yeniden hızlı büyüme rotasına sokamıyor. Yeni teşvikler verilmesi ve Merkez Bankası’nın da faiz düşürmesiyle yatırım eğiliminin yeniden canlanacağı sanılıyor. Oysa ekonomik birimlerin geleceğe güveni yeniden sağlanmadıkça ne düşük faizlerin ne de yeni teşviklerin yatırımları canlandırmasına imkan yok. Ekonomik birimlerin geleceğe güveninin yeniden sağlanması için ise öncelikle son iki yılda küme düştüğümüz demokraside yeniden üst lige çıkmamız gerekiyor (bkz. Demokraside küme düştük!, Ekonomist, Sayı 23, 5 Haziran 2016). Hukukun işlemez hale geldiği, mülkiyet haklarının güvencesinin zayıfladığı bir ülkede ne yerliler yeni yatırımlara girişir ne de yabancılar bu ülkeye yatırıma gelir. Yatırımlarda bir canlanma olmadıkça da ekonominin yeniden hızlı büyüme rotasına girmesini beklemek hayaldir.

 

ENFLASYONDA DÜŞÜŞ SONA ERDİ

Yıllık Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE) enflasyonu mayıs ayında yüzde 6,58 olarak gerçekleşti. Bu oran nisan ayında da hemen hemen aynı düzeyde ve yüzde 6,57’ydi. Önceki üç ayda 3 puan düşüş gösteren enflasyon böylece mayıs ayında yerinde saymış oldu.

Hatırlarsanız geçen ay bu sayfalarda enflasyonda düşüşün sonuna gelmiş olabileceğimizi ve yılın kalan döneminde nispeten yatay bir seyir görme ihtimalimizin yüksek olduğunu yazmıştık. Mayıs ayındaki gerçekleşme tam da beklediğimiz gibi oldu.

Enflasyonda önceki üç ayda yaşanan 3 puanlık düşüşte iki faktörün etkisi vardı. Bunlardan biri ve daha önemlisi, geçen yılın aynı aylarında enflasyon oranlarının “mevsim normalleri”nin (son 10 yılın ortalaması) üzerinde olmasından kaynaklanan olumlu “baz etkisi”ydi. Diğeri ise muhtemelen Rusya’ya ihracatın durması nedeniyle gıda fiyatlarında yaşanan düşüştü. Enflasyonun yılın kalan döneminde yatay seyir izleyebileceğine yönelik tahminimiz büyük ölçüde söz konusu baz etkisinin artık ortadan kalkmış olmasına dayanıyor. Öte yandan geçmiş deneyimlerimizden gıda fiyatlarındaki düşüşün de sürekli olamayacağını ve bir yerde bunun düzeltmesinin gelebileceğini biliyoruz.

Nitekim gıda fiyatlarındaki düşüş mayıs ayında da sürdü ama buradan bir düzeltmenin işaretleri de gelmeye başladı. Mayıs ayında gıda fiyatları yine “mevsim normalleri”nin altında kaldı ama geçen yılın aynı ayındakinden daha az düşüş gösterdi. Mayıs ayında gıda fiyatlarında yüzde 1,6 düşüş yaşandı. Gıda fiyatlarında mayıs ayı mevsim normalleri yüzde 0,9 dolayında düşüşe işaret ediyor. Geçen yılın mayıs ayında ise gıda fiyatlarındaki düşüş yüzde 2,7’yi bulmuştu.

Bizim hesaplarımıza göre önümüzdeki aylarda olağanüstü gelişmeler olmazsa, enflasyon yıl sonunda yüzde 7 civarında çıkabilecek gibi görünüyor. Piyasadaki beklentiler yıl sonu için daha da yüksek bir enflasyona işaret ediyor. Merkez Bankası’nın haziran ayında düzenlediği Beklenti Anketi’nde yıl sonu enflasyon beklentisi yüzde 7,6 olarak çıktı. Beklenti Anketi’nde 12 ay sonrasına ilişkin enflasyon beklentisi de aynı düzeydeydi. Enflasyonda kalıcı bir düşüşün sağlanabilmesi için öncelikle bu beklentilerin kırılması gerekiyor.

Ancak Merkez Bankası’nın sanki böyle bir niyeti yokmuş gibi görünüyor. Merkez Bankası’nın kendisinin yıl sonu enflasyon tahmini de yüzde 7,5 seviyesinde. Bu oran yüzde 5’lik hedefin etrafındaki 2’şer puanlık belirsizlik aralığının bile dışına taşıyor. Böyle bir durumda Merkez Bankası’nın para politikasında sıkılaştırmaya gitmesi beklenir. Oysa Merkez Bankası’nın Para Politikası Kurulu (PPK) mart ayından bu yana faizleri düşürüyor. Gecelik borç verme faizinde haziran ayında da 50 baz puanlık indirim yapıldı. Böylece bu faiz oranı 4 ayda 175 baz puan aşağı çekilde ve yüzde 9’a indirildi. Her ne kadar Merkez Bankası bunun parasal gevşeme değil de para politikasında sadeleşme olduğunu söylese de bu söylemi piyasalarda pek inandırıcı bulunmuyor.

ASGARİ ÜCRET ZAMMI İŞ GÜCÜ MALİYETİNİ ZIPLATTI

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) mevsim ve takvim etkilerinden arındırdığı verilere göre, 2016’nın ilk çeyreğinde iş gücü maliyetlerinde bir sıçrama yaşandı. İş gücü maliyeti bu dönemde geçen yılın son çeyreğine göre yüzde 12,2 oranında artış gösterdi. Oysa geçen yılın son çeyreğinde iş gücü maliyetindeki artış yüzde 2’den ibaretti. İş gücü maliyetleri normalde de üçer aylık dönemlerde yüzde 2-3 gibi oranlarda artıyor. Yalnız yılbaşında ücretlere yapılan zamların etkisiyle her yılın ilk çeyreğinde artış biraz daha yüksek olabiliyor. Ancak hiç bu yılın ilk çeyreğindeki kadar yüksek bir artış görülmemişti. Mesela geçen yılın ilk çeyreğinde yaşanan artış yüzde 4,6 düzeyindeydi.

Bu yıl ilk çeyrekte yaşanan sıçrama, tahmin edebileceğiniz gibi yılbaşında asgari ücrete yapılan yüzde 30’luk zamdan kaynaklanıyor. Hükümetin 1 Kasım’da tekrarlanan genel seçimdeki vaatlerinden biri olan bu zammın iş gücü maliyetlerinde bir sıçramaya yol açması zaten bekleniyordu. Bu zam düşük gelirli kesimlerin refah düzeyini artırmak açısından faydalı oldu. İlk çeyrekte ekonomideki büyümeye de hanehalkı tüketimini artırarak katkıda bulundu. Ancak iş gücü maliyetlerindeki bu büyük artışın Türkiye’nin dış pazarlardaki rekabet gücünü azalttığı ve ihracatı olumsuz etkilediği muhakkak. İş gücü maliyetlerindeki sıçrama elbette enflasyonu da olumsuz etkiliyor. Olumlu “baz etkisi” ve gıda fiyatlarında yaşanan düşüş nedeniyle bunu yılın ilk aylarında pek hissetmesek de buradan mutlaka enflasyona bir yansıma olacak. Bu da bu yıl enflasyonda işleri zorlaştıran faktörlerden birini oluşturuyor.

TÜİK’in bu konudaki verilerinin ayrıntılarına baktığımızda, asgari ücretle çalışmanın daha yaygın olması beklenebilecek ekonomik faaliyetlerde iş gücü maliyetlerindeki artışın da daha yüksek olduğunu görüyoruz. Mesela ilk çeyrekte en yüksek iş gücü maliyeti artışının yüzde 25,1 ile idari ve destek hizmet faaliyetlerinde yaşandığı dikkati çekiyor. İkinci sırada yüzde 18,2’lik artışla ulaştırma-depolama, üçüncü sırada yüzde 17,2’lik artışla konaklama ve yiyecek hizmeti faaliyetleri var. İlk çeyrekte iş gücü maliyeti artışlarının en düşük olduğu ekonomik faaliyetlerin ise genelde ücretlerin asgari ücretin üzerinde olması beklenebilecek faaliyetler olduğu görülüyor. Mesela finans ve sigorta faaliyetlerindeki iş gücü maliyeti artışı yüzde 4’te, mesleki, bilimsel ve teknik faaliyetlerdeki iş gücü maliyeti artışı yüzde 5’te, bilgi ve iletişim faaliyetlerindeki iş gücü maliyeti artışı ise yüzde 6,4’te kalıyor.

OECD’YE GÖRE KÜRESEL EKONOMİDE CANLANMA YOK

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD), yılda iki kez yayınladığı Economic Outlook isimli raporunun bu yılki ilk sayısını haziran ayı başında açıkladı. Küresel ekonomiye, üye ülkelere ve üye olmasalar da dünya ekonomisi açısından önem taşıyan ülkelere ilişkin değerlendirme, öngörü ve tahminlerin yer aldığı bu rapora göre, dünya ekonomisinde son durumu şöyle özetlemek mümkün:

* OECD’ye göre bu yıl dünya ekonomisindeki büyüme yüzde 3 olacak. Dünya ekonomisi geçen yıl da yüzde 3 büyümüştü. Buna göre küresel ekonomide bu yıl da bir canlanma olmayacak. Aynı şeyi gelecek yıl için de söyleyebiliriz. Çünkü OECD’nin 2017’ye ilişkin küresel büyüme tahmini de bu yılkine yakın ve yüzde 3,3 düzeyinde bulunuyor.

* Küresel ekonomideki durumun pek parlak olmadığını, OECD’nin dünya ticaretine ilişkin büyüme tahminleri de gösteriyor. Dünya ticareti geçen yıl yüzde 2,6 büyümüştü. OECD’ye göre bu yıl ise dünya ticaretindeki büyüme yüzde 2,1’de kalacak. OECD, gelecek yıl dünya ticaretinde biraz toparlanma olacağını ve büyümenin yüzde 3,2’ye çıkacağını öngörüyör. Ancak bir yıl sonrasına ilişkin öngörülerde hata payının yüksek olabildiğini belirtelim. Mesela geçen yıl bu sıralarda OECD’nin 2016 yılı için dünya ticaretindeki büyüme tahmini yüzde 5,3’tü. Oysa şimdi bunun yarısından bile daha düşük bir büyüme beklentisi var.

* OECD’nin gelişmiş ülkelere ilişkin büyüme tahminleri genelde geçen yıla göre daha düşük. Bu tahminlere göre bu yıl ABD’deki büyüme geçen yıla göre 0,6 puan yavaşlayacak ve yüzde 1,8 olacak. Birleşik Krallık’taki büyüme de geçen yıla göre 0,6 puan yavaşlayıp yüzde 1,7’ye inecek. Euro Bölgesi’ndeki büyüme geçen yılkiyle aynı ve yüzde 1,6 olarak çıkacak. Japonya’daki büyümenin ise geçen yıla göre 0,1 puan artması bekleniyor. Ancak bu ülkeye ilişkin büyüme tahmini yüzde 0,7 gibi çok düşük bir düzeyde kalıyor.

* OECD’ye göre bu yıl Çin’deki büyümeye de geçen yıla göre yavaşlayacak. Bu ülkede geçen yıl yüzde 6,9 olan büyümenin bu yıl yüzde 6,5’e inmesi bekleniyor.

* OECD, kuzey komşumuz Rusya’daki resesyonun bu yıl da devam edeceğini düşünüyor. Geçen yıl yüzde 3,7 küçülen Rusya ekonomisinin bu yıl da yüzde 1,7 küçüleceği tahmin ediliyor. OECD’ye göre Rusya ancak 2017’de resesyondan çıkacak. Ancak burada OECD’nin geçen yıl bu sıralarda Rusya’nın 2016’da resesyondan çıkacağını tahmin ettiğini ama şimdi bunu pek olası görmediğini de hatırlatalım.

* OECD, bu yıl Türkiye’nin ise yüzde 3,9 büyüyeceğini tahmin ediyor. Bu da ülkemizin kendi standartlarına göre yine yavaş büyümeyle karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Zaten yurtiçindeki olumsuz siyasi gelişmeler ve temel ihracat pazarlarındaki sorunlar yüzünden Türkiye’deki büyüme tahminleri de aşağı yukarı OECD’nin tahmini düzeyinde bulunuyor.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz