Yılın ilk çeyreğinde tekrar yavaşlamaya başlayan Türkiye ekonomisi ikinci çeyrekte biraz daha yavaşladı. Geçen yılın son çeyreğinde yüzde 5,7 olan büyüme oranı bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 4,7’ye inmişti. Bu oran ikinci çeyrekte yüzde 3,1’e geriledi. Üçüncü çeyrekten gelen ilk sinyaller, bu dönemde ekonominin daha da yavaşlamış olabileceğine işaret ediyor. Hatta bu dönemde ekonominin küçülmüş olması ihtimali var. Bizim ekonomiyi takip etmekte kullandığımız dört temel öncü göstergenin dördünde de temmuz ayında düşüş yaşandı. 15 Temmuz’daki darbe girişimi ve sonrasında başlatılan Olağanüstü Hal (OHAL) uygulaması geleceğe ilişkin belirsizliği artırarak iç talepte ek bir zayıflamaya yol açmışa benziyor. Bu da ekonominin rotasında olumsuz yönde bir değişiklik olduğunu düşündürüyor. Ekonomi daha önce bu yılı yüzde 3,5-4 arasında büyümeyele kapatacak bir rotada seyrediyor gibiydi. Şimdi ise 2016 yılının yüzde 3’ün altında bir büyümeyle kapanması olasılığı ortaya çıktı.
Türkiye ekonomisi 2016’nın ikinci çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 3,1 büyüdü. Oysa Türkiye geçen yılın son çeyreğinde yüzde 5,7 ve bu yılın ilk çeyreğinde ise yüzde 4,7 büyümüştü. Ekonomi ilk çeyrekte bir miktar (1 puan) yavaşlamıştı. İkinci çeyrekte çok daha fazla (1,6 puan) yavaşlama yaşandı. İşin kötüsü, henüz geride bıraktığımız üçüncü çeyrekte ekonomideki yavaşlama devam etmiş ve üstelik daha da vahim bir hal almış olabilir. Çünkü bu dönemdeki büyümeye ilişkin ilk öncü göstergeler çok kötü sinyaller veriyor.
Capital’in geçen temmuz ayındaki sayısında bu sayfalarda “Ekonominin Rotası” başlıklı bir yazı yazmıştık. İlk çeyrek döneme ilişkin milli gelir verilerinin yayınlanmasından sonra yazılan bu yazıda yılın geri kalan döneminde ekonominin nasıl bir seyir izleyebileceğine ilişkin değerlendirmelere yer vermiştik. O sırada ekonomi ilk çeyrekte başlayan yavaşlamanın süreceği ve 2016’nın yüzde 3,5-4 arasında büyümeyle kapanacağı bir rotada seyrediyor gibi görünüyordu. Ancak tam da o yazının yayınlandığı temmuz ayında yaşanan olağanüstü gelişmeler bu rotada bir değişikliğe yol açmışa benziyor. Bu nedenle ekonomiye yeni bir rota çizmek gerekiyor. Maalesef rotadaki bu değişiklik olumlu değil olumsuz yönde olacak. 15 Temmuz’daki darbe girişimi ve sonrasında başlatılan Olağanüstü Hal (OHAL) uygulaması nedeniyle artan belirsizlikle iç talebin iyice zayıflaması yüzünden, yılın ikinci yarısında ekonomideki büyüme daha önce beklediğimizden daha da düşük gerçekleşebilir. Bu yüzden 2016 yılı da artık yüzde 3’ün de altında bir büyümeyle kapanabilir.
İKİNCİ ÇEYREK RAPORU
Ekonominin yılın kalan döneminde nasıl bir rotada seyredebileceğine geçmeden önce ikinci çeyrekteki duruma bir göz atmakta fayda var. Her şeyden önce bu dönemdeki büyümenin tam da beklediğimiz gibi gerçekleştiğini söyleyelim. Hatırlarsanız geçen ay bu sayfalarda yer alan “İkinci çeyrekte büyüme daha düşük çıkacak” başlıklı bir kutuda, öncü göstergelere dayanarak, ikinci çeyrekte büyümenin yüzde 3 dolayında (yüzde 2,5-3,5 aralığının orta noktası) çıkmasını beklediğimizi yazmıştık. Yukarıda da yazdığımız gibi gerçekleşme buna çok yakın ve yüzde 3,1 oldu.
İktisatçılar ekonominin küçülmesini “resesyon” olarak tanımlarken büyüme oranları için herhangi bir tanımlama yapmıyor. Bunu en azından Türkiye için biz yapıyoruz. Biz Türkiye şartlarında yüzde 0-2 arasındaki büyümeyi “durgunluk”, yüzde 2-4 arasındaki büyümeyi “yavaş büyüme”, yüzde 4-6 arasındaki büyümeyi “normal büyüme”, yüzde 6’nın üzerindeki büyümeyi ise “hızlı büyüme” olarak tanımlıyoruz. Türkiye ekonomisindeki büyüme geçen yılın son çeyreğiyle bu yılın ilk çeyreğinde “normal büyüme” aralığındaydı. İkinci çeyrekte ise yeniden “yavaş büyüme” aralığına geri dönüş yaptı.
BÜYÜMENİN KAYNAKLARI
İkinci çeyrekte ekonomide yaşanan bu yavaşlama hem iç talebin hem de dış talebin biraz daha zayıflamasından kaynaklandı. İlk çeyrekte yüzde 7,1 olarak gerçekleşen hanehalkı tüketimindeki yıllık artış ikinci çeyrekte yüzde 5,2’ye indi. İlk çeyrekte yüzde 0,8 gerileyen özel yatırımlar ikinci çeyrekte yüzde 1,6 daha geriledi. Öte yandan ilk çeyrekte yüzde 2,4 artan reel mal ve hizmet ihracatı ikinci çeyrekte sadece yüzde 0,2 arttı. Buna karşılık ilk çeyrekte yüzde 7,3 artan reel mal ve hizmet ithalatı ikinci çeyrekte de buna yakın ve yüzde 7,7 artış gösterdi. Mal ve hizmet ihracatı yerinde sayarken mal ve hizmet ithalatındaki artışın sürmesi ise net ihracatın büyümeye katkısını biraz daha olumsuz hale getirdi.
İlk çeyrekte ekonominin daha fazla yavaşlamamasında kamu harcamalarındaki artışın önemli bir etkisi vardı. Hükümet son birkaç yıldır kamu harcamalarına gaz vermek yoluyla büyümeyi ayakta tutmaya çalışıyor. Hükümet ikinci çeyrekte de kamu harcamalarına yüklenerek ekonomideki yavaşlamayı önlemeye çalıştı. İlk çeyrekte zaten çok yüksek ve yüzde 10,9 olan kamu tüketimindeki yıllık artış ikinci çeyrekte yüzde 15,9’a ulaşarak olağanüstü bir düzeye çıktı. İlk çeyrekte yüzde 4,3 artış gösteren kamu yatırımları da ikinci çeyrekte yüzde 4,7 daha artış gösterdi. Ancak kamu harcamalarındaki bu artış ekonominin yavaşlamasına engel olamadı.
Ekonomideki büyümeye sektörel açıdan bakıldığında ise ikinci çeyrekteki yavaşlamanın en çok imalat sanayiindeki gelişmelerden kaynaklandığı görülüyor. İlk çeyrekte yüzde 5,7 olan imalat sanayiindeki büyüme ikinci çeyrekte yüzde 3’e geriledi. Bu dönemde diğer ana sektörlerin çoğunda da yavaşlama gözlendi. Ticaret sektöründeki büyüme yüzde 5,5’den yüzde 3,4’e, ulaştırma sektöründeki büyüme yüzde 3,6’dan yüzde 1,1’e, finans sektöründeki büyüme yüzde 6,5’ten yüzde 5,5’e indi. Tarımda işler daha da kötü gitti ve ilk çeyrekte yüzde 2,4 büyüyen bu sektör ikinci çeyrekte yüzde 1 küçüldü. İkinci çeyrekte performansı az da olsa yükselen tek ana sektör ise inşaat oldu. İlk çeyrekte yüzde 6,5 büyüyen inşaat sektörü ikinci çeyrekte de yüzde 7 büyüdü.
ÖNCÜLERDE SON DURUM
Ekonominin ikinci çeyrekte biraz daha yavaşladığını öncü göstergelere bakarak sizlere önceden haber vermiştik. Bizim sürekli takip ettiğimiz temel öncü göstergelerdeki son durum ekonomideki yavaşlamanın üçüncü çeyrekte daha da vahim bir hal almış olabileceğini gösteriyor. Bu öncü göstergelerde üçüncü çeyreğin tamamına ilişkin veriler henüz elimizde olmadığından bu yavaşlamanın ölçüsü hakkında şimdilik kesin bir şey söyleyemiyoruz. Ancak üçüncü çeyrekte ekonominin daha da yavaşlamış olduğu çok açık görünüyor. Hatta bu dönemde ekonomide küçülme yaşanmış olabileceği endişesini bile taşıyoruz.
Bizim ekonomideki gelişmeleri takip etmek için kullandığımız dört temel öncü göstergenin dördünde de üçüncü çeyreğin ilk ayı olan temmuzda geçen yılın aynı ayına göre düşüş yaşandı. Bu öncü göstergelerin en önemlisi olan sanayi üretimi temmuz ayında geçen yılın aynı ayına göre yüzde 8,4 düştü. Reel perakende satışlar yüzde 3,5 geriledi. Altın hariç reel ihracat yüzde 12,5 azaldı. Altın hariç reel ithalat da yüzde 10,3 düşüş gösterdi.
15 TEMMUZ ETKİSİ
Sanayi üretimi, altın hariç reel ihracat ve altın hariç reel ithalatta temmuz ayında yaşanan düşüşte “işgünü etkisi”nin önemli bir rolü bulunuyor. Hatırlarsanız temmuz ayında Ramazan Bayramı vardı. Geçen yıl bir bölümü hafta sonuna denk gelen Ramazan Bayramı tatilinin bu yıl tamamı hafta içine denk geldi. Bu da temmuz ayındaki işgünü sayısını geçen yılın aynı ayına göre 3 gün düşürdü. Bu tür işgünü farklılıkları Türkiye’de özellikle sanayi üretimi ile dış ticaret verilerini olumsuz etkiliyor.
Ancak öncü göstergelerde temmuz ayında yaşanan düşüşün tamamı “işgünü etkisi” kaynaklı değil. Nitekim işgünü farklılıklarından çok fazla etkilenmeyen reel perakende satışlarda da temmuz ayında düşüş yaşanmış durumda. Öncü göstergelerde temmuz ayında görülen düşüşte büyük ihtimalle 15 Temmuz’da yaşanan darbe girişiminin de etkisi bulunuyor. Bu darbe girişimi ve sonrasındaki gelişmeler yüzünden üretimde ve dış ticaret işlemlerinde de aksamalar yaşanmışa benziyor.
ÜÇÜNCÜ ÇEYREK UMUTSUZ
Temmuz ayında görülen “işgünü etkisi” üçüncü çeyreğin tamamında da gözlenecek. Ağustos ayındaki işgünü sayısı geçen yıldan yarım gün fazla ama eylül ayında da geçen yıldan 1 gün az işgünü var. Çünkü geçen yıl bir bölümü hafta sonuna denk Kurban Bayramı tatilinin bu yıl tamamı hafta içine denk geldi. Böylece üçüncü çeyrekte geçen yıldan 3,5 gün daha az işgünü çıkıyor. Bu durum bu dönemdeki büyümeyi olumsuz etkileyecek.
Bunun üzerine “15 Temmuz etkisi”nin de binecek olması nedeniyle maalesef üçüncü çeyrekte büyümeden fazla umutlu olamıyoruz. 15 Temmuz’daki darbe girişimi ve sonrasında başlatılan OHAL uygulaması, geleceğe ilişkin belirsizliği artırarak, bir süredir zaten çok güçlü olmayan iç talebi iyice zayıflatmış gibi görünüyor. Dünya ekonomisindeki büyüme de yavaş olduğu için dış talepte de işler çok iyi gitmiyor. Bütün bunlar üçüncü çeyrekte oldukça düşük ve hatta negatif bir büyüme oranıyla karşılaşabileceğimizi düşündürüyor.
GELECEĞE BAKIŞ
Üçüncü çeyrekte “işgünü etkisi” büyümeyi aşağı çekecek ama geçici bir etki olacağı için bunu kafaya fazla takmaya gerek yok. Ancak “15 Temmuz etkisi” için aynı şeyi söylemek pek mümkün değil. Bu etki en azından kısa vadede devam edeceğe benziyor. Bu “kısa vade”nin kesin bir ölçüsü yok; birkaç aydan birkaç çeyrek döneme kadar uzayabilir. 2016’nın kalan dönemi büyük ihtimalle bu “kısa vade”nin içinde kalacağı için dördüncü çeyrekte de ekonomideki büyümeden fazla umutlu değiliz. Böyle giderse 2016 yılındaki ekonomik büyüme yüzde 3’ün altında kalabilir.
Türkiye ekonomisi 2012’den bu yana potansiyelinin oldukça altında büyüyor. Türkiye’nin uzun vadedeki ortalama büyüme oranı yüzde 5 civarı olarak hesaplanırken, son 4 yıldaki ortalama büyüme oranı yüzde 3,3’te kalıyor. Bu potansiyelin altındaki büyüme döneminin 5’inci yıla da sarkması neredeyse kesin gibi görünüyor.
Türkiye yaşadığı bu badireden demokrasiyi güçlendirerek çıkabilirse, bir süre sonra ekonomi yeniden toparlanmaya başlayabilir. Ancak tersi olursa ekonominin uzun vadede bile kendisine gelmesi güç olabilir. Böyle bir durumda ekonomide 5 yıldır süren yavaş büyüme dönemi daha uzun yıllar devam edebilir. Bu ise Türkiye’ye sadece ekonomik değil siyasi açıdan da ağır faturalar çıkarabilir.
ENFLASYONDAKİ DÜŞÜŞ YETERLİ DEĞİL
Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE) enflasyonundaki dalgalı seyir sürüyor. Geçen yılı yüzde 8,8 düzeyinde kapatan enflasyon ocak ayında yüzde 9,6’ya çıkmış, şubat-nisan döneminde ise 3 puan birden düşerek yüzde 6,6’ya inmişti. Mayıs ayını yatay seyirde geçirdikten sonra haziran ve temmuz aylarında hızla yükselmiş ve 2015 sonundaki yüzde 8,8’lik seviyesini tekrar yakalamıştı. Ağustos ayında ise enflasyon yeniden düştü ve yüzde 8,1’e indi.
Enflasyonda ağustos ayında yaşanan düşüş büyük ölçüde gıda fiyatlarından kaynaklandı. Geçen yılın ağustos ayında yüzde 1,3 artan gıda fiyatları, bu yıl aynı ayda yüzde 1,9 düşüş gösterdi. Gıda fiyatlarında “mevsim normalleri” (son 10 yılın ortalaması) ağustos ayı için yüzde 0,6 dolayında artışa işaret ediyor. Gıda fiyatları geçen yıl mevsim normallerinin çok üzerinde artış göstermişti. Bu yıl ise mevsim normallerinin aksine düşüş yaşandı. Gıda fiyatlarındaki bu düşüş de enflasyonu aşağı çekti.
Ağustos ayında gıda fiyatlarında yaşanan bu düşüşün nedeni ise önceki aylarda yaşanan aşırı artışlardan sonra gelen bir “düzeltme” gibi görünüyor. Gıda fiyatlarındaki değişim önceki iki ayda mevsim normallerinin çok üzerinde gerçekleşmişti. Esasında bu aşırı artışlardan sonra bir düzeltmenin gelmesi de bekleniyordu. Çünkü gıda fiyatları Türkiye’de çok dalgalı bir seyir izliyor ve aşırı artışlar ve aşırı düşüşler birbirini takip ediyor.
Ancak ağustos ayında yaşanan düşüşe rağmen enflasyon hala hedefin çok üzerinde bulunuyor. Enflasyonda yıl sonu hedefi yüzde 5 ve şu anda bu hedefin 3,1 puan üzerindeyiz. Hatta enflasyon şu anda Merkez Bankası’nın yüzde 7,5’lik yıl sonu tahminini bile aşıyor.
Merkez Bankası enflasyonun son 4 ayda biraz daha düşeceğini ve bu tahmininin tutacağını düşünüyor. Her ne kadar bizim hesaplarımız yıl sonu için yüzde 8-9 arasında bir enflasyona işaret etse de, iç talepteki zayıflamayı da düşünürsek, Merkez Bankası’nın tahmininin tutması imkansız değil. İç talepteki zayıflama fiyat artışlarının hızını kesebilir ve enflasyonu biraz daha aşağı çekebilir.
Ancak buradaki sorun Merkez Bankası’nın tahmininin de hedefin çok üzerinde olmasından kaynaklanıyor. Merkez Bankası’nın tahmini hedefin etrafındaki 2’şer puanlık belirsizlik aralığının bile dışına taşıyor. Buna rağmen Merkez Bankası para politikasını sıkmak yerine giderek gevşetiyor. Merkez Bankası, mart ayında gecelik borç verme faizinde başlattığı indirimi eylül ayında da sürdürdü. Yedi aylık bu sürede gecelik borç verme faizi tam 250 baz puan aşağı geldi ve yüzde 10,75’ten yüzde 8,25’e indi. Her ne kadar Merkez Bankası bunun parasal gevşeme değil para politikasında sadeleşme stratejisinin adımları olduğunu söylese de buna pek inanan yok. Çünkü bu 7 aylık dönemde fiili para politikası faizi olarak kabul edilen ortalama fonlama maliyeti de yüzde 9’un üzerinden yüzde 8’in altına indi. Bu durum Merkez Bankası’nın enflasyondan çok büyümeyi kolladığı düşüncesine yol açıyor. Bu nedenle de artık enflasyon tahminleri bile pek inandırıcı bulunmuyor. Bu da para politikası için önemli bir güven sorunu yaratıyor.
TÜKETİCİNİN MORALİ DÜZELİRKEN ÜRETİCİNİNKİ BOZULDU
15 Temmuz’daki darbe girişimi ve sonrasında yaşanan gelişmeler, tüketicinin ve üreticinin ekonomiye güvenini farklı şekilde etkiledi. Bu gelişmeden sonra tüketici güveni yükselirken, üreticinin güveni ise düşüş gösterdi. Bu son cümlenin ilk kısmındaki durum pek mantıklı görünmese de yayınlanan veriler bize böyle söylüyor.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), her ay, Tüketici Güven Endeksi ile dört sektörel güven endeksinden yararlanarak Ekonomik Güven Endeksi (EGE) isimli bir gösterge hesaplayıp yayınlıyor. Bu endeksin ağustos ayındaki değeri 72,66 olarak gerçekleşti. Bu değer temmuz ayında 95,73 düzeyindeydi. Buna göre EGE’nin değeri ağustos ayında yüzde 24,1 gibi çok yüksek bir oranda düşüş göstermiş bulunuyor.
Ancak EGE’yi oluşturan alt endekslere bakıldığında ilginç bir durum göze çarpıyor. Bu alt endekslerden Tüketici Güven Endeksi ağustos ayında yüzde 11,1 yükseldi. Buna karşılık aynı ayda Reel Kesim Güven Endeksi yüzde 3,1, Hizmet Sektörü Güven Endeksi yüzde 9,7, Perakende Ticaret Sektörü Güven Endeksi yüzde 2,3 ve İnşaat Sektörü Güven Endeksi ise yüzde 4,2 düşüş gösterdi. Yani 15 Temmuz sonrasında tüketicinin morali düzelirken üreticinin morali bozulmuş gibi görünüyor.
Burada güven endekslerinin her ayın ilk 15 günü içinde yapılan anketlere dayanılarak hazırlandığını belirtmekte fayda var. Bu, güven endekslerinin temmuz ayına ilişkin değerlerinde 15 Temmuz’daki darbe girişiminin hiçbir etkisi olmadığı anlamına geliyor. Bu şekilde ağustos ayındaki değişimi tamamen darbe girişimi ve sonrasında yaşanan gelişmelere bağlayabilmek mümkün oluyor.
15 Temmuz sonrasında üreticinin moralinin neden bozulduğunu anlamak çok zor değil. Darbe girişimi ve sonrasında başlatılan Olağanüstü Hal (OHAL) uygulaması, geleceğe ilişkin belirsizliği arttırdığı için, zaten çok iyi durumda olmayan iç talepte ek bir zayıflamaya yol açmışa benziyor. Bunun etkisi özellikle hizmet sektörlerine hemen yansıdığı için de üreticilerin geleceğe güveninin azalması normal görünüyor.
15 Temmuz sonrasında Tüketici Güven Endeksi’nde yaşanan artışa ise mantıklı bir açıklama bulmak kolay değil. Biz bunun ancak tüketicilerin vatanseverlik duygularıyla ankete gerçekte olduğundan daha olumlu cevaplar vermeleriyle açıklanabileceğini düşünüyoruz. Buna da “vatanseverlik etkisi” adını veriyoruz.
“Vatanseverlik etkisi” tüketici güvenini kağıt üzerinde yükseltebilir ama bunun ekonomiye bir faydası olacağını sanmıyoruz. Çünkü anketlere olumlu cevap vermek kolay ama böyle bir ortamda özellikle büyük montanlı alışverişler yapmaya cesaret etmek zor. Böyle dönemlerde tüketici işsiz kalma tehlikesi nedeniyle genelde harcamalarını kısma yoluna gider. Nitekim ekonomiden de bu yönde veriler geliyor. Mesela ağustos ayında otomotiv satışları geçen yıla göre yüzde 13,5 düşmüş bulunuyor. Konut kredisi faizlerindeki düşüşe ve kampanyalara rağmen bu ayda konut satışları da yıllık bazda sadece yüzde 2’lik artış göstermiş durumda. Tüketicinin harcamalarını kısması ise genelde ekonomideki büyümenin yavaşlamasına neden olur. Şu anda da bu süreci yaşıyoruz.
KÜRESEL TİCARETTE DURUM KÖTÜLEŞİYOR
Türkiye ekonomisinde ikinci çeyrekte görülen yavaşlama sadece iç talepteki zayıflamadan kaynaklanmıyor. Bu yavaşlamada dış talebin zayıf olmasının da etkisi var. Son dönemde dünya ekonomisinde de işler iyi gitmiyor. Bu da ihracatın zayıf seyretmesi yoluyla bizim ekonomimize de olumsuz yansıyor.
Hollanda’da kurulu Netherlands Bureau for Economic Policy Analysis (CPB) isimli kurum her ay World Trade Monitor (WTM) adlı bir veri tabanı yayınlıyor. Bu veri tabanında küresel ticarete ve sanayi üretimine ilişkin aylık veriler yer alıyor. Biz küresel ekonomideki güncel gelişmeleri işte bu veri tabanından yararlanarak takip ediyoruz.
WTM’de haziran ayı verileri ağustos ayı sonunda yayınlandı. Böylece ikinci çeyrek döneme ilişkin veriler de ortaya çıktı. Maalesef bu veriler pek iyi görünmüyor. Bu veriler ikinci çeyrekte hem küresel ticaretin hem de sanayi üretiminin zayıfladığına işaret ediyor.
WTM’deki verilere göre, küresel ticaret hacmi ikinci çeyrekte mevsimsel düzeltilmiş olarak önceki çeyrek döneme kıyasla yüzde 0,8 geriledi. Küresel ticaret ilk çeyrekte ise yerinde saymıştı. Bu gelişme küresel ticarette işlerin giderek bozulduğunu ifade ediyor.
WTM’deki çeyreksel değişim oranlarında ciddi revizyonlar olabiliyor. Bu nedenle daha az değişkenlik gösteren yıllık değişim oranlarına bakmak daha sağlıklı görünüyor. Ancak küresel ticaretteki duruma böyle bakıldığında da ortaya olumlu bir tablo çıkmıyor. Küresel ticaret ikinci çeyrekte geçen yılın aynı dönemine göre sadece yüzde 0,3 artış gösterdi. Bu oran geçen yılın son çeyreğinden beri sıfıra çok yakın seyrediyor.
Küresel ticaretteki bu zayıflık yüzünden dünya sanayi üretimi de zayıf seyrediyor. Mevismsel düzeltilmiş dünya sanayi üretimi ikinci çeyrekte önceki çeyrek döneme göre sadece yüzde 0,4 artış gösterdi. Bu oran 2015’in ilk çeyreğinden bu yana yüzde 0-0,5 arasında seyrediyor. Küresel sanayi üretimindeki yıllık değişim de geçen yılın ikinci çeyreğinden bu yana yüzde 1-2 arasında bulunuyor. Bu da çok zayıf bir seviyeye işaret ediyor.
Küresel ekonomideki durum kısa vadede düzelecek gibi görünmüyor. Bu nedenle uluslararası kurumlar küresel büyüme tahminlerini yavaş yavaş aşağıya çekiyor. Mesela OECD geçen ay dünya ekonomisine ilişkin büyüme tahminini yüzde 3’ten yüzde 2,9’a çekti. Bu kurum geçen yıl yaz aylarında 2016’da dünya ekonomisinin yüzde 3,8 büyüyeceğini düşünüyordu. Geçen yıl sonbaharda yüzde 3,3’e indirdiği bu tahminini bu yıl daha da aşağılara çekmek zorunda kaldı. Dünya ekonomisi 2008-2009 krizinden bu yana bir türlü toparlanabilmiş değil ve sürekli beklentilerin altında büyüyor.
Dünya ekonomisi canlanmadıkça Türkiye’deki büyümeye dış talepten fazla katkı gelmesi zor. Bu durumda iş iç talebe kalıyor ama orada da yoğun siyasi belirsizlik yüzünden zayıflama yaşanıyor. Ayrıca iç talebe fazla yüklenmenin de tehlikeleri var. İç talepte aşırı bir canlanma olunca cari açık problemi büyüyor. Bu durumda tek çözüm yapısal reformlara girişip büyümenin ithalata bağımlılığını azaltmak ama şu anda o noktadan çok uzakta bulunuyoruz.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?