Fazıl Say, henüz 38 yaşında olmasına rağmen 21’inci yüzyılın en büyük sanatçıları arasında gösteriliyor. Günde bazen 12 saat çalışıyor. Haftanın en az 3 günü, dünyanın bir başka ülkesinde konser ve...
Fazıl Say, henüz 38 yaşında olmasına rağmen 21’inci yüzyılın en büyük sanatçıları arasında gösteriliyor. Günde bazen 12 saat çalışıyor. Haftanın en az 3 günü, dünyanın bir başka ülkesinde konser veriyor. Hayatı havaalanlarında geçiyor. Ancak o bu yoğunluktan şikayetçi değil. “Bu benim hayalimdi ve gerçekleşti” diyor. Bundan sonraki hedefinin ise iyi bir besteci olarak kalıcı eserler bırakmak ve daha çok besteci kimliğiyle ön plana çıkmak olduğunu söylüyor.
“Fazıl Say, sadece dahi bir piyanist değil. O, 21’inci yüzyılın en büyük sanatçılarından biri olacak.” Bu yorum dünyanın en prestijli gazetelerinden Fransız Le Figaro’ya ait.
Sadece Fransa’da değil, dünyanın önde gelen kültür ve sanat çevrelerinde de Say’dan klasik müzik dehası olarak bahsediliyor.
CD’leri Avrupa ve Amerika’da satış rekorları kırıyor. Zaten bundan dolayı Türkiye’den çok yurtdışında konser veriyor. Hemen her gün farklı bir ülke ve farklı bir şehirde konser verdiğinden zamanının büyük kısmını uçaklarda geçiyor.
Vakit buldukça da anılarını kaleme alıyor. Müzik dışında, edebiyatı, özellikle de şiiri çok seviyor. Deneme kitabı, “Uçak Notları” da bu yoğun seyahat programının meyvesi.
Ancak her şeye rağmen yoğunluktan, haftanın 4 günü dünyanın bir başka şehrinde konser vermekten şikayetçi değil. “Bunu ben istedim” diyor ve ekliyor: “18 yaşında en büyük hayalim çok konser veren bir müzisyen olmaktı.”
Bundan sonraki amacının iyi bir besteci olarak kalıcı eserler bırakmak olduğunu söylüyor. Başarıda ise çalışmak kadar yetenek ve şansın önemli olduğuna inanıyor. Say, “Hayattaki en büyük şansım anne babamın daha ben 3 yaşındayken müziğe olan yeteneğimi keşfetmiş olmalarıdır” diyor. Parayı ve kariyer lafını hiç sevmiyor.
Yurtdışındaki yoğun konser programı arasında Teşvikiye’deki evinde bizi kabul eden Say’la yine bir konser öncesi başarıyı ve hayallerini konuştuk:
Şans da Önemli
Babam tanınmış bir müzikologdu. Ancak benim ünlü bir müzisyen olmam kesinlikle babamın hayali değildi. Her şey benim müziğe ilgi duymamla başladı. 4 yaşında piyanoya çalmaya başladım. Annem ve babam bu konuda bana çok destek oldu. Müziğe olan ilgimi çok erken fark ettiler. En iyi hocalardan ders almamı sağladılar. Bu biraz da şans tabii. Türkiye’de herkes, çocuğunun yeteneğini değerlendiren bir ailenin evladı olamıyor. Doğu Anadolu’nun pek çok yerinde çocuklar karda kışta okula bile gidemiyor. Büyük şehirlere göre orada hayat çok zor.
Çocukluk Hayali
Benim çocukluktan beri hayalini kurduğum şey tanınmış bir müzisyen olmaktı. O aşamaya yavaş yavaş geliniyor. Örneğin 18 yaşında genç bir konservatuar öğrencisi olarak hayalim, çok konser veren meşhur bir müzisyen olmaktı. 20 yılda bunu gerçekleştirdim. Bütün bunlar herhalde müziği kendimi ifade etme yöntemi olarak kullanabildiğim için geçerli oldu. Müzikle ilgili hayallerimin çoğunu gerçekleştirdim. Bundan sonraki hedefim, iyi bir besteci olarak, güzel ve kalıcı eserler bırakmak. Bundan sonra daha çok besteci kimliğimle ön planda olmak istiyorum.
İstanbul Senfonisi
Şu anda bir İstanbul Senfonisi besteliyorum. İlk kez Mart 2010’da Almanya’nın Köln şehrinde seslendirilecek. Türkiye prömiyeri de 2010 Avrupa Kültür Başkenti olması sebebiyle İstanbul’da olacak. Bu benim ilk senfonim. Esere kanun, ney ve Türk vurmalı sazlarını eklemeyi düşünüyorum. Daha sonra beni etkileyen birkaç il için de senfoni bestelemeyi istiyorum.
Edebiyatı Seviyorum
Müziğin dışında diğer sanat dallarıyla çok fazla ilgim yok. Ancak edebiyatı ve şiiri çok severim. İki tane büyük oratoryom var. Biri Nazım Hikmet diğeri de Metin Altıok üzerine. Bunun dışında denemeler yazmayı seviyorum. Yazdıklarım üzerinde çalışırsam onu da bir kitap haline getirebilirim. Ama kendimi edebiyatçı olarak görmüyorum. Sadece hobi olarak edebiyatla ilgileniyorum. Yazdıklarım daha çok deneme tarzında. Daha çok bir müzisyenin ağzından oluyor. Edebiyatçı kimliği yok.
12 Saat Çalışıyorum
Dünyaca ünlü olmak için yurtdışında eğitim almak çok önemli değil. Bana göre en önemlisi yetenek. Yetenek olunca gerisi geliyor. Nazım Hikmet, Metin Altıok gibi beni heyecanlandıran, ilham veren fikirler oluştuğunda besteler kendiliğinden geliyor. Ancak bunun yanında sıkı bir çalışma da gerekiyor. Bazen günde 12 saat de çalıştığım oluyor, 2 saat de. Özellikle yeni bir şey hazırladığımda, yeni bir şeyi yetiştirmem gerektiğinde günde 12 saat çalışırım. Hayatımda kariyer lafı yoktur. Ben en iyi müzikle kendimi ifade ettiğim için bu işi yapıyorum. Parayı pek sevmem. Benim için ekonomi de para da önemli değildir. Günlük gazetelerin ekonomi sayfalarını okumam bile.
“Çocukların Zorlanmasına Karşıyım”
Proje Değil
Yetenek kendini gösteren bir şeydir. Onu bağırıyordur. Çocuktaki yetenek kendini gösteriyorsa ailelerin en iyi şekilde bunu değerlendirmesi lazım. İyi hocalardan ders aldırabilirler. Ailelerin teşvik etmesi, ancak bir taraftan da sıkmaması gerekiyor. Bütün bunlar bir araya gelirse başarılı olunur. Bir yeteneğin elden kaçırılmaması için bazı şeylerin bir araya gelmesi lazım. Ancak bu kesinlikle bir proje değil. Bir basamak.
Baskı Yapmıyoruz
Diyelim çok yetenekli bir kızım var. Ancak kendisi çok ısrar etmedikçe annesi ve babası olarak bizim bastırmamızın anlamı yok diye düşünüyorum. Tabii burada dizginleri de elden bırakmamak gerekiyor. Çocuğun ısrarla bir şeyleri gösteriyor olması, sevgisini bir alana kanalize ediyor olması gerektiğine inanıyorum. Ailelerin, çocuğun ilgisinin ve sevgisinin ne yöne olduğunu belirlemeleri gerekiyor.
Çocuklar Yalnız
Örneğin kızım müziği değil, dansı çok sevdi. Müziğe karşı çok ilgisi yok. Şimdi hayvanları çok seviyor. 3 kedisi, 2 köpeği var. Çocuk ilgisini göstermiyorsa zorla, baskıyla hiçbir şey yapamazsınız. Çocukların zorlanmasına kesinlikle karşıyım. Hoş, bu kuşak yalnız bir çocukluk geçiriyor. Bizim çocukluğumuz farklıydı. Daha çok sokakta geçerdi.
“Usta Çırak İlişkisi Seviyorum”
3 Büyük Hocam Oldu
Hayatımda 3 büyük hocam oldu. Bunlardan bir tanesi Mithat Fenmen’dir. Piyano çalmaya ve besteciliğe onunla başladım. Bana, bestecilik cesareti vermiştir. 12 yaşındayken vefat etti. İkinci büyük hocam, Kamuran Günbeli oldu. Kendisinden hevesle çalmayı öğrendim. Tekniğimi geliştirmemi sağladı. Almanya’da ise en önemli hocam David Levine oldu. Ondan da çok önemli estetik bilgiler aldım. Kendisinin, Almanya’ya eğitim için gitmemde çok büyük katkısı oldu. Kendisiyle Ankara’ya geldiğinde tanıştım. Bana Alman devletinin bursunu sağladı.
Maharet Gerektiriyor
Ancak herkes hoca olamıyor. Hocalık maharet işi. Çok iyi müzisyen olunabilir, ancak hoca olunamaz. Usta çırak ilişkisini seviyorum. Bilkent’te 2 yıl ders verdim. 3 tane çok yetenekli öğrencim oldu. Onlarda beni etkileyen, kendi seviyelerinin çok üstünde olmalarıydı. Ancak tecrübe de kazanmaları gerekiyordu. Bunun için konser vermelerini istedim. Daha sonra az vaktim olduğu için Bilkent’e gitmeyi bıraktım. Vakit az olunca hocalık pek gerçekçi olmuyor. Ancak öğretmeyi seven bir yapım var. Usta çırak olayını seviyorum. Tabii bu sürekli birlikte ve baş başa olmayı gerektiriyor.
Ayçe Tarcan Aksakal
[email protected]
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?