Zarar ve bonus!

"2008 krizi dünyaya, bonusların ne kadar yanlış yönetildiğini gösterdi"

1.03.2012 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Zarar ve bonus!
Uzun yıllar profesyonel yöneticilik yapmış biri olarak yöneticilerin bonuslarının (prim) belirlenmesine hep ilgi duydum. Önceleri, yönetici olarak en üst noktalara gelmeden, sadece bana verilecek bonuslara odaklanmadan bu hesaplamanın nasıl yapıldığını, adaletli bir değerlendirmenin kriterlerini anlamaya çalıştım. Bu çok zorlu bir konuydu. Çok gizli tutulması ve açıkça tartışılmaması bu değerlendirmeyi zorlaştırıyordu. Bugünlerde Royal Bank of Scotland (RBS) gündemde... RBS, yaklaşık 300 yıllık bir banka. 2008'deki finansal krizde 24,1 milyar Sterlin zarar ederek batma noktasına geldiğinde, İngiliz hükümeti "vergi ödeyenlerin" yarattığı vergi
gelirleriyle bu bankayı kurtararak büyük bir girdap oluşmasını durdurmuştu. Böylece RBS'in yüzde 82'si kamuya geçerek yüzdürülmeye çalışıldı.

RBS sonraki yıllarda zarar etmeye devam etti. 2009'da 3,6 milyar, 2010 yılında da 1,13 milyar Sterlin zarar etti. Banka 2011 sonuna kadar yaklaşık 700 milyar Sterlin aktif değer azalttı. Bu müthiş bir sayıydı çünkü bu tutar Portekiz ve Yunanistan milli gelirlerinin toplamından büyüktü. 2008 finansal depremi sadece zarar ve değer kaybıyla sonuçlandı. Bu bankanın başkanı ve CEO'su Sir Fred Goodwind, Kasım 2008'de ayrılarak yerini şimdiki başkan ve CEO Stephen Hesler'e bıraktı. Bu değişiklik yapılırken yeni CEO tabii ki RBS'in durumunu çok iyi biliyordu. Kendisi bir programla başlarken kamuya ve özellikle finans piyasasına bankayı toplayacağını belirterek sözler verdi:

A) Beş yıl içinde banka kâra geçirilecekti. Bu gerçekleşmiyor...
B) Bankanın değerini yükselecekti. Halbuki banka hisselerinin değeri, diğer bir deyişle piyasa değeri, görevi aldığı döneme kıyasla yüzde 48
düşüş gösterdi. Kamunun ödediği 45,5 milyar Sterlin destek değer kaybederek bugünkü değeri olan 27 milyar Sterlin'e indi.
C) Bankanın özkaynak kârlılığı söz verildiği şekilde yükselmedi. Belki daha önemlisi verimlilik ölçütlerinden biri olan "cost to income ratio" (maliyetin gelir içindeki oranı) yüzde 56'dan yüzde 59'a yükseldi.

Bunlar olurken CEO Stephen Hesler, ücret olarak 1,2 milyon Sterlin'in yanında geçen yıl ayrıca 6,5 milyon Sterlin değerinde hisseyi bonus olarak aldı. 2011 yılı primi olarak da 1,2 milyon Sterlin bonusu tam alacakken İngiliz kamuoyu ayağa kalktı ve politikacıların, başbakanın baskısıyla CEO, istemeyerek de olsa bu bonusu almaktan vazgeçti. Uzun yıllar büyük ve başarılı bir bankayı yönetmiş eski bir CEO olarak, hem yöneticilerime bonus veren ve hem kendim bonus alan bir kişi olarak, bu konuda uzman olduğumu söyleyebilirim.

Bonus, yaratılan iş hacminden, işlemlerden, cirodan alınmaz ve verilmez. Bu, bankacılıkta böyle olmaz. Zor durumdaki bankaya bir değişim programıyla gelirken söz vereceksin, taahhütte bulunacaksın ve bir sebepten gerçekleştiremeyeceksin. Kamunun yarattığı katkının değerini de düşüreceksin, bankanın verimlilik ölçütleri olumlu gelişmeyecek ve büyük zarar açıklayacaksın. Üstüne bankanın değeri büyük ölçüde düşecek ve yılın sonunda bir de bonus hesaplanacak ve almaya kalkacaksın. Bu olmaz. 2008 krizi dünyaya, gelişmiş finans piyasalarında bonus mekanizmasının ne kadar yanlış yönetildiğini de gösterdi. Hesler vazgeçmekle doğru yaptı. Keşke baskı altında kalmadan bu kararı verebilecek olgunlukta olsaydı...

Bankacılık sektörümüzün başarıları dikkate alındığında, zorlu dönemlerdeki esneklikler ve yöneticilerin gösterdiği performans değerlendirildiğinde, bizim CEO'lar yakışıklı bonuslara hak kazanıyor. Umarım kamunun bu konuda bankalara sınırlayıcı bir baskısı olmasın...

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz