2016’nın
ekonomide neler getireceğini temelde iki faktör belirleyecek. Bunlardan birini
FED’in para politikasında izleyeceği strateji, diğerini de yeni hükümetin
atacağı adımlar oluşturuyor. FED’in faizleri yükseltmesi beklendiği için
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere sermaye akışının biraz daha yavaşlayacağı
öngörülüyor. İhracat pazarlarımızdaki sorunların devam etmesi, ekonomik
büyümeye dış talepten gelecek katkının yine zayıf olacağını düşündürüyor. Yeni
hükümetin atacağı olumlu adımlar, bu dış çerçevenin imkan verdiğinden daha iyi
bir ekonomik görünüm sağlayabilir. Hükümetin atacağı olumsuz adımlar ise dış
çerçevenin getirdiğinden daha kötü bir görünüme yol açabilir. Piyasaların ve
belli başlı uluslararası kurumların beklentileri iyimser bir tablo çıkarmıyor.
Buna göre 2016’da aşağı yukarı bu yılki gibi bir büyüme bekleniyor. Beklentiler
işsizlikte yükselişe işaret ediyor. Enflasyonda, cari açıkta ve bütçe açığında ise
kayda değer bir değişiklik beklentisi yok.
Bir
sonraki yılın ekonomide neler getireceği, artık Konjonktür’ün klasikleşen
yazılarından biri. Bu yazıyı genelde Capital’in kasım sayılarında yayınlıyoruz.
Ancak belirsizliklerin yoğun olduğu dönemlerde, biraz daha zaman kazanıp daha
net bir görüntü elde etme umuduyla söz konusu yazıyı aralık ayı sayılarına
ertelediğimiz de oluyor. Bu yıl da aynen öyle oldu. 7 Haziran’daki genel
seçimde hiçbir parti parlamentoda çoğunluğu sağlayamayıp bir koalisyon hükümeti
de kurulamayınca, 1 Kasım’da seçimin tekrarlanması kararı alınmıştı. Bu tekrar
seçimden ne sonuç çıkacağı belli olmadığı için bir ay önce bu sıralarda,
2016’nın ekonomide neler getireceğini görmek pek kolay değildi. 1 Kasım’da
sandıktan sürpriz bir şekilde Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) yeniden tek başına
iktidarı çıkınca, 2016’ya ilişkin sislerin bir bölümü dağıldı. Ancak biz bu
yazıyı yazdığımız sırada, yeni hükümet henüz yeni kurulduğu için hala bir
miktar sis vardı. Bu nedenle 2016’nın görünümünün hala tam net olmadığını en
baştan belirtelim.
İKİ TEMEL FAKTÖR
2016’nın
ekonomide neler getireceğini temelde iki faktör belirleyecek. Bunlardan birini
ABD’nin merkez bankası olan Federal Reserve’in (FED) para politikasında izleyeceği
strateji, diğerini de yeni hükümetin ekonominin önünü açmak için atacağı
adımlar oluşturuyor.
FED,
ABD’nin merkez bankası olabilir ama uyguladığı para politikası artık bütün
dünyayı etkiliyor. Özellikle son birkaç yıldır küresel piyasalar FED’in
kararlarıyla hatta bu kararların rüzgarıyla hareket ediyor. Bu da özellikle
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye hareketlerinin, döviz
kurlarının ve faizlerin etkilenmesine yol açıyor. Bu nedenle 2016’nın ekonomide
neler getireceğinin dış çerçevesini büyük ölçüde yine FED’in para politikası
çizecek gibi görünüyor. Elbette bu dış çerçevenin şekillenmesinde küresel
ekonomide FED dışında yaşanacak başka gelişmeler de etkili olacak.
Yeni
hükümetin ekonomide atacağı adımlar ise bu dış çerçeveye bağlı olarak işlerin
daha iyiye mi yoksa daha kötüye mi gideceğini belirleyecek. Yeni hükümetin
atacağı olumlu adımlar, bu dış çerçevenin imkan verdiğinden daha iyi bir
ekonomik görünümün ortaya çıkmasını sağlayabilir. Hükümetin atacağı olumsuz
adımlar ise söz konusu dış çerçevenin getirdiğinden daha kötü bir ekonomik
görünüme yol açabilir.
DIŞ ÇERÇEVEDE DURUM
Biz
de bu hiyerarşiye uyarak, 2016’nın ekonomide neler getirebileceğini, önce dış
çerçeveye ilişkin beklentileri anlatarak ortaya koymaya çalışalım.
Dış
çerçevenin temel öğesi olan FED’in para politikasında uzun zamandır bir sıkılaştırma
beklentisi var. 2015’in geride kalan bölümünü bu beklentiyle geçirdik. Ancak şu
ana kadar beklenen faiz artışı gerçekleşmedi. FED’in para politikası
kararlarını alan Federal Açık Piyasa Komitesi (Federal Open Market Committee:
FOMC) 2015’in son toplantısını 15-16 Aralık’ta yapacak. Bu toplantıda da faiz
artışı beklentisi var. Ancak bu toplantıda olmasa bile 2016’da faiz artışının
başlamasına neredeyse kesin gözüyle bakılıyor. Bu beklenti en başta FOMC
üyelerinin öngürülerine dayanıyor. FOMC üyelerinin öngörülerinin ortalaması,
halen yüzde 0-0,25 arasında olan politika faizinin 2016’da yüzde 1,4 dolayında
olmasının beklendiğini gösteriyor. Bu da 2016’da 100 baz puanın üzerinde bir
faiz artışı olabileceğine işaret ediyor.
ABD’de
faiz artışının başlaması halinde gelişmekte olan ülkelere sermaye akımının
biraz daha yavaşlaması bekleniyor. Bunun da bu ülkelerdeki büyümeyi olumsuz
etkileyeceği öngörülüyor. Bu gelişmekte olan ülkelerin arasında Türkiye de var.
2016
için FED dışındaki dış çerçeve öğelerinde de bizim açımızdan pek olumlu
beklentiler yok. En önemli ihracat pazarımız olan Avrupa’nın 2016’da da bu
yılki gibi vasatın altında büyümesi bekleniyor. Bir başka önemli pazarımız olan
Rusya’da ekonomideki küçülmenin hız kesmekle birlikte devam edeceği tahmin
ediliyor. Alternatif pazarlarımızın yer aldığı Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya
ihracatımızı zorlaştıran silahlı çatışmalar ve anlaşmazlıklar da bitecek gibi
görünmüyor. Bütün bu gelişmeler ekonomik büyümeye dış talepten gelecek katkının
2016’da da zayıf olacağını düşündürüyor.
YENİ HÜKÜMETİN ADIMLARI
Böyle
bir dış çerçevede ekonominin kaderi yeni hükümetin atacağı adımlara bağlı
olacağa benziyor. Zaten biz bu yazıyı yazdığımız sıralarda, yeni hükümette
ekonomi yönetiminin nasıl şekilleneceği merakla bekleniyordu. AKP içinde uzun
zamandır ekonomi yönetimine ilişkin iki farklı görüşün olduğu biliniyor.
Bunlardan birini yıllardır ekonomi yönetiminin başında bulunan Ali Babacan’ın
şahsında somutlaşan liberal kanat, diğerini de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan’ın ekonomi danışmanı Yiğit Bulut’un şahsında somutlaşan müdahaleci
kanat oluşturuyor. Son yıllardaki AKP hükümetlerinin ekonomide net bir rota
çizememesi, bu iki kanat arasındaki gerginliğe bağlanıyor. Yeni hükümet
döneminde ne olabileceğine ilişkin bir sinyal alabilmek için de, biz bu yazıyı
yazarken, ekonomi yönetimine bu kanatlardan hangisinin hakim olacağının netleşmesi
bekleniyordu.
Bize
kalırsa yeni hükümette ekonomi yönetimine kim geçerse geçsin, kapsamlı bir
yapısal reform programının hayata geçirilmesi şart. Reform programının ekonomi
ayağında, üretimin ithalata aşırı bağımlı yapısını değiştirmenin bulunması
gerekiyor. Yapısal reform programının son yıllarda iyice örselenen hukukun ve
demokrasinin yeniden ayağa kaldırılmasını içermesi de şart görünüyor. Çünkü
hukuk ve demokrasi bu haldeyken yurtdışından sermaye çekmek de yurtiçindeki
yatırımları teşvik etmek de biraz zor olacağa benziyor.
Yeni
hükümet bu yönde adımlar atarsa yurtdışı çerçevede beklenen olumsuz gelişmelere
rağmen 2016’da Türkiye ekonomisinde bir toparlanma görebiliriz. Aksi takdirde
ise ekonomideki yavaş büyüme 2016’da da sürüp gidebilir.
2016 BEKLENTİLERİ
Biz
bu yazıyı yazarken yeni hükümet yeni kurulmuştu ama AKP’nin hakimiyetinde olan
seçim hükümeti ekim ayında Orta Vadeli Programı (OVP) yayınlayarak ekonomide
2016 hedeflerini ortaya koymuştu. Yeni hükümet muhtemelen büyük ölçüde bu
hedeflere bağlı kalacak. Bu hedeflerden ekonominin temel göstergelerine ilişkin
olanları Konjonktür’ün üçüncü sayfasındaki tabloda yer alıyor. Buna göre bu yıl
yüzde 3 olması beklenen ekonomik büyümenin 2016’da yüzde 4’e çıkması
hedefleniyor. Bu yıl yüzde 10,5 olması beklenen işsizlik oranının 2016’da yüzde
10,3’e, bu yıl yüzde 7,6 olması beklenen enflasyonun 2016’da yüzde 6,5’e, bu yıl
yüzde 5,2 olması beklenen cari açığın milli gelire oranının 2016’da yüzde
4,9’a, bu yıl yüzde 1,3 olması beklenen bütçe açığının milli gelire oranının da
2016’da yüzde 0,7’ye düşürülmesi hedefleri var.
Bu
hedefler arasında bazı uyumsuzluklar var. Mesela yüzde 4 büyümeyle işsizlikte
düşüş sağlanması biraz zor. Ancak yine de yukarıda bahsettiğimiz yapısal reform
programının hayata geçirilmesi halinde bunlar ulaşılması zor hedefler gibi
görünmüyor.
Fakat
piyasaların ve belli başlı uluslararası kurumların 2016 yılına ilişkin
beklentilerine baktığımızda hükümetin hedeflediği kadar iyimser bir tablo çıkmıyor.
Konjonktür’ün üçüncü sayfasındaki tabloda bunlar da yer alıyor. Buna göre 2016’da
da aşağı yukarı bu yılki gibi bir büyüme bekleniyor. En düşük büyüme beklentisi
yüzde 2,9 ile IMF’ye, en yüksek büyüme beklentisi yüzde 3,4 ile OECD’ye ait.
Beklentiler işsizlikte düşüşe değil yükselişe işaret ediyor. IMF ile Avrupa
Komisyonu’nun işsizlik oranı tahmini yüzde 11,2’yi buluyor. Enflasyonda, cari
açıkta ve bütçe açığında da kayda değer bir değişiklik beklentisi yok.
Kısacası ve de maalesef 2016’nın ekonomik görünümü son yıllarda yaşadıklarımızdan pek farklı görünmüyor. Bugünlerde 2016 yılına ilişkin plan ve program yapanların bunu dikkate almasında fayda var.
SANAYİDE ÜÇÜNCÜ ÇEYREK İYİ GEÇMEDİ
Geçen
ay eylül ayı verilerinin de yayınlanmasıyla sanayi üretiminde üçüncü çeyrek
dönemin bilançosu ortaya çıkmış oldu. Bu bilanço oldukça kötü görünüyor. Çünkü
sanayi üretimi üçüncü çeyrekte geçen yılın aynı dönemine göre sadece yüzde 0,3
artış gösterdi. Bu ise 2008-2009 resesyonu sonrasında görülen en düşük artışı
oluşturuyor.
Sanayi
üretimi üçüncü çeyrekte dalgalı bir seyir izledi. Bu dönemin ilk ayı olan
temmuz ayında yıllık bazdaki üretim artışı sadece yüzde 1,5 olmuştu. Ağustos
ayında ise sanayi üretimindeki yıllık artış yüzde 8,5’i bulmuş ve heyecan
yaratmıştı. Ancak eylül ayında yıllık bazda yüzde 7,9 düşüş yaşanınca bu
heyecan sönüp gitti. Bazı geçici faktörlerle dini bayramların aydan aya
kaymasının getirdiği iş günü sayısı farklılıklarından kaynaklanan bu
dalgalanmalar sonrasında ise üçüncü çeyrek dönem itibariyle ortaya son yılların
en kötü performaslarından biri çıktı.
Türkiye’de
sanayi üretimindeki yıllık değişimle ekonominin genelindeki yıllık büyüme oranı
arasında önemli bir parallellik var. Bu paralellik sanayinin ekonomi içindeki
payının yüzde 25 dolayını bulmasından, başta ulaştırma ve ticaret olmak üzere
diğer birçok sektördeki faaliyet hacmini de etkilemesinden kaynaklanıyor.
Nitekim sanayi üretimindeki yıllık artışın yüzde 1,3 olduğu ilk çeyrekte
ekonomideki yıllık büyüme yüzde 2,5 olmuş, sanayi üretimindeki yıllık artışın
yüzde 3,7’ye çıktığı ikinci çeyrekte ise ekonomideki yıllık büyüme de yüzde 3,8’e
çıkmıştı.
Sanayi
üretimindeki yıllık artışın neredeyse sıfıra düştüğü üçüncü çeyrekte ise
ekonominin genelindeki büyüme yüzde 2 dolayına düşmüş olabilir. Esasında sanayi
üretimi üçüncü çeyrek için daha da zayıf bir büyümeye işaret ediyor. Ancak
üçüncü çeyrek birçok tarımsal üründe hasat mevsimine denk geliyor ve de bu yıl
tarımda işler iyi gitti gibi görünüyor. Tarımdaki bu bereket sanayiden gelen
zayıflamayı biraz telafi etmiş olabilir.
Üçüncü
çeyrek dönemin milli gelir verileri 10 Aralık’ta açıklanacak.
İŞSİZLİK ÇİFT HANEDE DEVAM EDİYOR
Türkiye
İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) geçen ay açıkladığı verilere göre, mevsimsel
düzeltilmiş işsizlik oranı ağustos ayında yüzde 10,4 olarak gerçekleşti. İş gücü
piyasasında ağustos ayı verileri aynı zamanda üçüncü çeyrek dönemin verilerini
oluşturuyor. Buna göre üçüncü çeyrekte işsizlik oranı önceki çeyrek döneme
kıyasla 0,2 puan yükselmiş bulunuyor. Mevsimsel düzeltilmiş işsizlik oranı
ikinci çeyrekte yüzde 10,2 düzeyindeydi.
Mevsimsel
düzeltilmiş işsizlik oranı geçen yılın üçüncü çeyreğinden bu yana çift hanede
seyrediyor. 2014’e yüzde 9’larda giren işsizlik oranı, ekonomideki yavaşlama
nedeniyle yaratılan istihdam da yavaşlayınca, geçen yılın ortalarında hızla
yukarı tırmanmıştı. Geçen yılın son çeyreğinde yüzde 10,6’ya kadar tırmanan
işsizlik oranı, bu yılın ilk çeyreğinde ise yüzde 10,2’ye inmişti. İkinci
çeyrekte de bu seviyede kaldıktan sonra üçüncü çeyrekte ise yönünü tekrar
yukarıya çevirdi.
İşsizlik
oranı eylül ve ekim aylarında biraz daha yükselmiş olabilir. Çünkü 7 Haziran
ile 1 Kasım’daki iki genel seçim arasında kalan ve siyasi belirsizliğin iyice
yoğunlaştığı bu aylarda ekonomiden gelen sinyaller pek iyi değildi.
İşsizliğin önümüzdeki dönemde nasıl seyredeceği ise yine ekonomideki gidişata bağlı olacak. Türkiye genç bir nüfusa sahip ve iş gücü piyasasına sürekli yeni girişler oluyor. Bizim hesaplarımız Türkiye’de işsizlikte düşüş yaşanabilmesi için ekonomideki büyümenin yüzde 4,2’yi aşması gerektiğini gösteriyor. 1 Kasım’da sandıktan yeniden tek parti iktidarı çıkınca piyasaları bir iyimserlik dalgası sardı ama bunun ekonomiyi canlandırmaya yeteceğinden pek emin değiliz. Yeni hükümet ekonominin önünü açacak adımlar atabilirse önümüzdeki dönemde işsizlikte düşüş yaşanabilir. Eğer bu yönde bir gelişme olmazsa işsizlik daha da yukarılara tırmanabilir. Maalesef şu an için beklentiler bu yönde ve 2016 yılı için genelde daha yüksek işsizlik tahminleri yapılıyor. Hükümetin hedefi bile 2016 yılı için çift haneli işsizlik oranına işaret ediyor. Bu da işsizlik oranının bir müddet daha çift hanede seyretmeye devam edeceğini düşündürüyor.
CARİ AÇIK YENİDEN DÜŞÜŞE GEÇTİ
Türkiye’nin
yıllık cari işlemler açığı 2015’in ilk yedi ayında 45 milyar dolar dolayında
yatay seyretmişti. Ağustos ve eylül aylarında ise hızla gerileyip 40 milyar
dolar civarına düştü. 2014 yılını 46,5 milyar dolar düzeyinde kapatan yıllık
cari açık temmuz ayında da buna nispeten yakın ve 45,3 milyar dolar düzeyindeydi.
Fakat ağustos ayında 43 milyar dolara, eylül ayında ise 40,6 milyar dolara
kadar indi.
Yıllık
cari açıkta ağustos ve eylül aylarında yaşanan hızlı düşüş, cari işlemler
dengesinin söz konusu iki ayda aylık bazda az da olsa fazla vermesinden
kaynaklandı. Cari işlemler dengesi ağustos ayında 27 milyon dolar, eylül ayında
ise 95 milyon dolar fazla verdi. Oysa geçen yıl ağustos ayında 2,2 milyar
dolarlık, eylül ayında ise 2,4 milyar dolarlık açık söz konusuydu. 12 aylık
cari denge hesabına bu yüksek cari açıkların yerine küçük de olsa cari fazla
rakamları girince, yıllık cari açık haliyle hızla geriledi.
Cari
işlemler dengesinin fazla vermesi tek başına ele alınırsa elbette olumlu bir
gelişme. Ancak Türkiye’de cari işlemler dengesinin sadece kriz ve resesyon
dönemlerinde fazla verdiği dikkate alınınca işin rengi değişiyor. Cari işlemler
dengesinde bundan önceki en son fazla küresel krizin etkilerinin sürdüğü 2009
yılında görülmüştü. Cari dengenin fazla verdiği daha önceki dönemler de 2001,
1998-99 ve 1994 gibi kriz ve resesyon yıllarıydı. Türkiye’de cari işlemler
dengesinin sadece kriz ve resesyon dönemlerinde fazla vermesi tesadüf değil.
Türkiye ekonomisinin ithalata aşırı bağımlı bir yapısı var, cari denge ancak
kriz ve resesyon dönemlerinde ithalatın dibe vurmasıyla fazla verebiliyor. Bu
nedenle normalde sevinilmesi gereken bir gelişme olan cari dengedeki fazla, bir
kriz veya resesyona işaret ettiği için Türkiye’de hep endişeyle karşılanıyor.
Şu anda da aynı endişe yaşanıyor.
Cari işlemler dengesinde ekim ayında da ağustos ve eylül aylarında gördüğümüze benzer bir tabloyla karşılaşabiliriz. Çünkü Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın verileri, ithalattaki düşüşün ekim ayında da sürdüğünü gösteriyor. Yıllık cari açık ekim ayında 40 milyar doların altına inmiş olabilir. Bu gidişle yıl sonunda ise yıllık cari açık 36,5 milyar dolar civarına kadar düşebilecek gibi görünüyor.
ENFLASYON TAHMİNİNDE YİNE YUKARI REVİZYON
VAR
Merkez
Bankası, 2015’in dördüncü ve son Enflasyon Raporu’nu, ekim ayı sonlarında
dergimiz baskıdayken açıkladı. Bu nedenle bu rapora ilişkin değerlendirmemizi
bir ay gecikmeli olarak verebiliyoruz. Bu raporda hem 2015’in hem de 2016’nın
yıl sonu enflasyon tahminlerine 1’er puanlık zam geldi. 2015’in enflasyon
tahmini yüzde 6,9’dan (yüzde 6-7,8 aralığının orta noktası) yüzde 7,9’a (yüzde
7,4-8,4 aralığının orta noktası) çıkarıldı. 2016’nın enflasyon tahmini de yüzde
5,5’ten (yüzde 3,7-7,3 aralığının orta noktası) yüzde 6,5’e (yüzde 5-8
aralığının orta noktası) yükseltildi. Ayrıca enflasyonun 2017’de yüzde 5’e yaklaşacağı
ve orta vadede yüzde 5 düzeyinde istikrar kazanacağı öngörüsü de yapıldı.
Enflasyon
Raporu’nda, tahminlere yapılan zammın nedenleri şöyle aktarılıyor. 2015 yıl
sonu enflasyon tahminindeki yukarı yönlü güncellemenin 1,2 puanı, üçüncü
çeyrekteki döviz kuru hareketlerinin çekirdek enflasyon eğilimi üzerindeki
yükseltici etkisinden kaynaklanıyor. İthalat fiyatları görünümünde önceki rapora
kıyasla gözlenen iyileşme ise yıl sonu enflasyon tahminine 0,2 puan aşağı yönlü
etki yapmış bulunuyor. 2015 yıl sonu enflasyon tahminindeki yukarı yönlü
güncellemenin ve döviz kurunda yaşanan gelişmelerin gecikmeli etkilerinin, 2016
yıl sonu enflasyon tahmini üzerinde sırasıyla 0,6 puan ve 0,8 puan yükseltici
etki yapması bekleniyor. Ortalama ithalat fiyatı varsayımındaki gerileme ve
öngörülen çıktı açığındaki sınırlı miktarda aşağı yönlü güncelleme ise 2016 yıl
sonu tahminini geçen rapora göre sırasıyla 0,3 puan ve 0,1 puan aşağı yönde
etkilemiş bulunuyor.
Merkez
Bankası’nın bu Enflasyon Raporu’nda yıl sonu enflasyon tahmininde ciddi bir revizyon
yapmasını beklediğimizi geçen ay yazmıştık. Çünkü önceki tahmin yüzde 6,9’du ve
enflasyondaki gidişat hiç de bununla uyumlu görünmüyordu.
Esasında
bu son tahmin de biraz düşük gibi. Gerçi ekim ayında gıda fiyatlarında yaşanan
düzeltme sayesinde yıllık enflasyon bir miktar gerileyip yüzde 7,6’ya inmiş
durumda. Ancak yılın son iki ayında çok güçlü bir olumsuz “baz etkisi” var.
Geçen yıl kasım ve aralık aylarındaki enflasyon oranları mevsim normallerinin
çok altındaydı. Mevsim normalleri kasım aylarında yüzde 0,9 ve aralık aylarında
yüzde 0,2 dolayında enflasyona işaret ediyor. Oysa geçen yıl kasım ayında
fiyatlar genel düzeyi sadece yüzde 0,18 artmış, aralık ayında ise fiyatlar
yüzde 0,44 düşmüştü. Eğer ekim ayındaki gibi olağanüstü bir gelişme olmazsa, bu
yıl aynı aylarda daha düşük enflasyon oranlarının çıkması çok zor. Bu da
enflasyonun son iki ayda yeniden yükseleceği anlamına geliyor. Son iki ayda
mevsim normallerine yakın enflasyon oranları çıkarsa, yıl sonunda enflasyon
yüzde 9’u bulabilir.
Merkez
Bankası’nın 2016’ya ilişkin yüzde 6,5’lik enflasyon tahmini için ise şu anda
fazla bir şey söylemek zor. Merkez Bankası genelde yeni yıla hedefe yakın ve
pek de gerçekçi olmayan enflasyon tahminleriyle giriş yapar. Bu açıdan 2016
tahmini biraz daha gerçekçi gibi görünüyor. Ancak bu tahmin de yüzde 7’nin
üzerinde olan piyasa beklentilerinin altında kalıyor. Yine de bu tahmin buna
uygun bir para politikasıyla ulaşılabilir düzeyde görünüyor.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?