Sermaye gelişmekte olan ülkelere yöneliyor

Doların faizi düşük seyrettikçe global sermaye, faizin nispeten yüksek olduğu büyüyen ekonomilere yönelmeye devam edecek.

1.01.2010 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Sermaye gelişmekte olan ülkelere yöneliyor

ABD’de ekonomisindeki “nazik” toparlanmayı tehlikeye atmak istemeyen FED, kısa vadeli faizleri “uzunca bir süre” sıfıra yakın tutacağını her faiz toplantısı sonunda ilan ediyor. Piyasanın geneli 2010’un 3’üncü çeyreğine kadar faiz artışı beklemezken örneğin Goldman Sachs, 2011 sonuna kadar faiz artışı beklemiyor.


Merkez Bankası’nın kontrolünde olan gecelik faizleri bir kenara koyup piyasanın belirlediği uzun vadeli (örneğin 10 yıllık tahvil getirisi) faizlere bakarsak ABD’ye ilişkin daha önemli bir resmi görebiliriz.


ABD’deki düşük faizler sermayeyi gelişmekte olan ülkelere yöneltiyor

Aslında ABD’de faizler son 20 yıldır düşüyor. Grafik’te de görüleceği üzere 1990’da yüzde 9 olan 10 yıllık faiz seviyesi, geçen yıl yüzde 2,2’ye kadar geriledikten sonra Aralık 2009 itibarıyla yüzde 3,5 seviyesine geriledi. Faizdeki düşüş sürecinin arada dalgalanmalar olsa da uzun vadeli bir trend olduğu grafikte görülüyor.


ABD’de işsizliğin yüzde 10 seviyesine yükselmesi ve talebin zayıf seyretmesi nedeniyle enflasyonun kısa ve orta vadede bir tehdit olmayacağı yaygın kabul görüyor. Dahası doların değer kaybı dahi ülkede bir enflasyon yaratmıyor; çünkü Çin parasını dolara endeksli tuttuğu için ABD’ye aynı fiyattan mal satmaya devam ediyor. Bundan hareketle ABD’de hem kısa hem de uzun vadeli faizlerin 2010’da da düşük kalması kuvvetle muhtemel. Sonuç olarak ABD’deki düşük faizler sermayeyi gelişmekte olan ülkelere yöneltiyor.


Türkiye sermaye girişinde yükselen adres

Doların faizi düşük seyrettikçe global sermaye, faizin nispeten yüksek olduğu büyüyen ekonomilere yönelmeye devam edecek. Son aylarda gördüğümüz analizler, bu global konjonktürden en fazla yararlanacak ülkeler arasına BRIC ve Asya ülkelerinin yanında Avrupa’dan Türkiye ve Polonya’yı da katmakta.


Nitekim Avrupa’da Yunanistan ve İspanya gibi ülkelerin kredi notları düşerken Türkiye’nin kredi notunun iki seviye birden artması çok dikkat çekti. Kasım ve aralık ayı içinde 2010 stratejilerini yayınlayan dünyanın en büyük yatırım bankaları, Türkiye’yi yatırım için doğru adres olarak gösterdi. Bunun etkisiyle aralık ayında dünya piyasalarında başlayan kâr satışları İMKB’yi fazla etkilemedi; çünkü sürekli yabancı alışı var. Bu yabancı sermaye girişine ek olarak varlık barışı nedeniyle yurt dışından gelen döviz de düşünülünce TL’nin düşük faize rağmen nasıl güçlü kaldığına daha iyi anlam verebiliriz. Tahvil ve bono piyasasında ise faizlerin yüzde 7’lerden yüzde 9,5’e doğru çıktığını gördük; çünkü aralık ayında bankalar mevduat faizlerini artırarak bonodaki yerli paranın bir kısmını bilanço büyütme amaçlı çekmeye çalışmakta. Ocak ayıyla birlikte bu bilanço etkisi geçse de 2010 borçlanma takviminin ağır olması nedeniyle faizler bir süre yüzde 10 civarlarında seyredebilir.


IMF anlaşması olursa 2010’a ralli ile başlayabilir

IMF ve Avrupa Birliği reformları konusunda kararsız bıraktı. Bu açıdan Başbakan Erdoğan’ın IMF konusundaki kararını merakla bekliyoruz; çünkü karar seçime ilişkin stratejisi hakkında önemli ipuçları verecektir. Son açıklamalarına bakılırsa Başbakan Erdoğan istemeyerek de olsa ibreyi Ali Babacan’ın ısrarlı tutumu nedeniyle IMF anlaşması, yönünde kırmıştır. Dolayısıyla ocak ayında imzalanacak bir IMF anlaşması piyasaları siyasetteki gerginlikten izole edip bir ocak rallisine neden olabilir. 2010 yılı piyasalar açısından dalgalı bir yıl olabilir, ancak Türkiye piyasaları düşük küresel faiz ortamından yararlanmaya devam edecek. Türkiye’de ikincil piyasa faizleri geçici olarak yükselse bile orta vadede düşüşün devam edeceğini ve buna paralel hisse senetlerinin yükseleceğini tahmin ediyoruz. Bu nedenle yatırımcıların piyasalarda yaşanacak geçici düşüşleri alım fırsatı olarak kullanması gerektiğini düşünüyoruz.


Türkiye’de siyasi sorunlar uzun süredir piyasaları rahatsız etmiyor. Çünkü ekonomik gelişmeleri, giderek artan oranda küresel gidişat belirliyor. Ayrıca yukarıda değindiğimiz gibi düşük küresel faiz ortamı da Türkiye gibi faizin görece yüksek olduğu ülkelere ciddi avantajlar sağlıyor. İkinci neden olarak, geçmişte koalisyon kavgalarına ve sık seçimlere mahkum Türkiye’nin tek parti hükümetiyle orta ve uzun vadeli politikalar takip edebilmesini söyleyebiliriz.


Ancak bu istikrar resmi 2010’a girerken zorlaşmaya başlamıştır. Nispeten kolay ekonomik reformlar başarıyla tamamlandı ama sıra zor olan sosyal boyutu olan reformlara (Güney doğu, vergi, eğitim, istihdam, yargı) gelince siyaset piyasaların göz ardı edemeyeceği oranda gerilmeye başladı. Bu gerginliğin Temmuz 2011 seçimlerine doğru yaklaştıkça artması muhtemeldir. Seçim atmosferinin kendini hissettirmesi, hükümeti Seçim atmosferinin kendini hissettirmesi, hükümeti IMF ve Avrupa Birliği reformları konusunda kararsız bıraktı. Bu açıdan Başbakan Erdoğan’ın IMF konusundaki kararını merakla bekliyoruz; çünkü karar seçime ilişkin stratejisi hakkında önemli ipuçları verecektir. Son açıklamalarına bakılırsa Başbakan Erdoğan istemeyerek de olsa ibreyi Ali Babacan’ın ısrarlı tutumu nedeniyle IMF anlaşması, yönünde kırmıştır. Dolayısıyla ocak ayında imzalanacak bir IMF anlaşması piyasaları siyasetteki gerginlikten izole edip bir ocak rallisine neden olabilir. 2010 yılı piyasalar açısından dalgalı bir yıl olabilir, ancak Türkiye piyasaları düşük küresel faiz ortamından yararlanmaya devam edecek. Türkiye’de ikincil piyasa faizleri geçici olarak yükselse bile orta vadede düşüşün devam edeceğini ve buna paralel hisse senetlerinin yükseleceğini tahmin ediyoruz. Bu nedenle yatırımcıların piyasalarda yaşanacak geçici düşüşleri alım fırsatı olarak kullanması gerektiğini düşünüyoruz.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz