Cem
Boyner, işinin geleceği için endişeleniyor. Çünkü Avrupalı perakende
markalarını Çinliler alıyor. Ona göre bu durumda Türk üreticiler,
mallarını satacak raf bulmakta zorlanacak. Sadece perakendeden değil
diğer sektörlerden de tehlike sinyalleri geliyor. Turizmde Türkiye’ye
rakip olabilecek yeni destinasyonlar oluşabilir. Otomotivde bugün pazar
olarak görülen Kuzey Afrika ülkeleri, yarının cazip yatırım merkezlerine
dönüşebilir. Bankacılıkta teknolojideki gelişmeler, banka
operasyonlarını tamamen ortadan kaldırabilir. İşte 13 sektörün
geleceğini etkileyebilecek tehlike senaryoları... Türk perakende
sektörünün geleceğini etkileyecek büyük bir tehlike var mı? Boyner
Holding Yönetim Kurulu Başkanı Cem Boyner’e göre, “Evet, var.” Çinli
perakendecilerin, Avrupa’daki perakendecileri satın aldığına dikkat
çeken Boyner, bunu Türkiye için büyük bir tehlike olarak görüyor.
Boyner, bu tehlikeyi şöyle ortaya koyuyor: “Çinliler, fabrikadan çıkan
ürünlerini doğrudan mağazaya koyacak. Bu durumda Türk üreticiler
mallarını satacak raf bulmakta her zamankinden daha fazla zorlanacak.
İşimle ilgili en büyük endişem, dünyanın en büyük üretici gücü Çin’in
Avrupa’da perakende markalarını satın alıp kendi fabrikalarından
Milano’nun, Almanya’nın, Paris’in sokaklarına doğrudan bir köprü
kurmasıdır” diyen Boyner, senaryosunu şöyle aktarıyor: “Türkiye’nin de
markalar alarak üretim kapasitesini kullanması lazım. Çin’in markalara
yaptığı yatırım, son 1 yılda oldukça arttı. Bu trendi değiştirmek,
Türkiye’ye düşer diye düşünüyorum. Aksi takdirde Türkiye’nin fason
üretim endüstrisi, 5 yıl sonra Çinlilerin satın aldığı yabancı markalara
mal satamayacak. Bugün mal sattığımız uluslararası perakendecilerin
Çinli şirkitlerin eline geçmesiyle artık Türkiye’de mal üretme
ihtimalimizin biteceğini düşünmek lazım.” Tabloyu görmek için görsele tıklayın.
Cem Boyner’in ortaya koyduğu bu tablo, gerçekten de sektörün geleceğini
yakından ilgilendiriyor. Peki diğer sektörler için de benzer senaryolar
var mı? İşte 13 kritik sektörün tehlike senaryoları...
TURİZMİ NE KORKUTUYOR?
Turizm, tehlike senaryolarının konuşulduğu bir başka sektör. Bu
senaryolarda ise odak noktasını potansiyel, yeni turizm destinasyonları
oluşturuyor. Özellikle Libya, Cezayir, Tunus ve Mısır gibi ülkelerin,
demokrasi sorunlarını çözümledikten sonra maliyetlerdeki rekabet
avantajlarıyla çok cazip destinasyonlar olma ihtimali konuşuluyor.~
Özdoğan Grup Yönetim Kurulu Üyesi Ali Özdoğan, “Arap baharıyla başlayan
diktatör rejimlerinin yıkılması ile bu Arap ülkelerinde gelişebilecek
demografik yapı ve bu ülkelerin barındırdığı bize çok yakın turistik
kaynaklar, bu düşüncenin oluşmasının temel nedeni. Bu gelişimlerin
önümüzdeki 10 yıl içinde bizi etkilemesi muhtemel” diyor. Öz-doğan’a
göre tehdit destinasyonlar, bunlarla da sınırlı değil. Özdoğan,
teknolojik gelişmeler sayesinde uzak destinasyonların uçuş mesafelerinin
kısalmasıyla Uzakdoğu ve Asya’nın ucuz maliyetli eg-
zotik destinasyon olacağını ifade ediyor. Çözümünü de şöyle sunuyor:
“Aktif olduğumuz pazarlardaki tüketici talepleri çok yakından
incelenmeli ve gereken inovatif atılımlar yapılmalı. Aksi halde
sektörümüzdeki milyonlarca dolarlık yatırımlar çöp haline gelir.”
Cornelia Diamond Golf Resort Spa Genel Müdürü Zafer Alkaya da sektörde
iklimsel risklere dikkat çekiyor. Akdeniz havzasının hızla çölleşme
tehlikesi altında olduğunu belirten Alkaya, bu nedenle su kaynaklarının
ve sürdürülebilir yönetiminin çok önemli olduğunu düşünüyor. “Türk
turizmcisi, bu konudaki duyarlılığını özenle sürdürmeli ve üzerine
düşeni yapmalı. Turizm sektörü bir anlamda ülkenin doğal
zenginlikleriyle var olur. Sürdürülebilir turizm kavramı, bugünden
yarına atacağımız tüm adımları yönlendiren bir kavram olmalı” diye
konuşuyor.
ÇİMENTO PAZARLARI DARALIYOR
Türkiye, çimento sektörü üretiminin önemli bir kısmını ihraç ediyor. Bu
performansıyla dünyanın en fazla ihracat yapan ilk 3 ülkesinden biri
durumunda... İç pazar tüketiminin çok üzerinde bir kapasite fazlasına
sahip olan Türkiye çimento sektörü için en önemli yakın tehdit, gelecek
10 yıllık süreçte ihracat pazarlarındaki daralmalarla bu pazarlarda arz
talep dengelerinde yaşanacak olan değişimler. Türkiye’nin ihracat
yaptığı ülkelere baktığımızda da bugünden bu tehditlerin yavaş yavaş
ortaya çıktığı görülüyor.
Sabancı Holding Çimento Grup Başkanı Mehmet Göçmen, karayoluyla
ihracatın önemli kısmını oluşturan Suriye ve Irak pazarlarında 10 yıl
içinde arz talep dengesinin arz fazlası yönünde değişmesiyle, bu
pazarların kendi kendine yetebilecek konuma geleceğini belirtiyor.
Göçmen, “Böylelikle Suriye ve Irak, net ithalatçı pozisyonlarını
kaybedecek. Libya da benzer bir duruma sahip. Afrika pazarlarında ise
çimento ithalatına karşı koruma tedbirleri alınıyor” diyor.~
Göçmen’e göre uzun vadede gelişmişlik düzeyi belli bir seviyeye ulaşacak
olan Türkiye iç pazarında da çimento talebi daralacak. Bunun bilincinde
olunması gerektiği konusunda uyaran Göçmen, bu durumda yapılması
gerekeni şöyle paylaşıyor: “Mevcut kapasiteler gözden geçirilmeli.
Kapasite ihtiyacı bulunmayan bölgelerde yeni kapasite artırımları
özendirilmemeli. İhracat pazarları için yeni kapasite yatırımından
kaçınılmalı.”
PLASTİKTE REKABET ERİMESİ!
Plastik de Türkiye’nin uluslararası arenada güçlü olduğu sektörlerden.
Türkiye, plastik proses kapasitesi olarak dünyada 8’inci, AB ülkelerinde
de 3’üncü sırada yer alıyor. Ancak bu sektör de gelecekte bu konumunu
kaybetme tehdidiyle karşı karşıya. Çünkü, sektörün petrol dolayısıyla
plastik hammaddesinde ve enerjide dışarıya bağımlı olması global rekabet
gücünü zayıflatıyor.
Türkiye’nin 2000-2012 yılları arasında plastik hammaddeye 67 milyar
dolar döviz ödediğini hatırlatan PAGDER Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin
Semerci, “67 milyar dolarla Türkiye, bugüne kadar en az 10 pet-rokimya
tesisi kurabilirdi ve gerek petrokimyada gerek plastikte dünyanın en
önemli ülkelerinden biri olabilirdi. İleriye dönük öngörü eksikliği,
sektörümüzün küresel rekabette sürdürülebilir gelişimine bir engel
olarak ortaya çıkıyor” diyor. Türkiye’nin rekabet avantajını kaybetme
riski ortaya çıkarken başta Avrupa olmak üzere birçok gelişmiş ülke,
bugünden hammadde kaynaklarına yakınlığın avantajını kullanmak için
Körfez ülkelerine bitmiş mamul üretecek tesis yatırımını artırıyor.
Semerci, bu yatırımların önümüzdeki yıllarda tamamlanmasıyla birlikte
Türkiye’de plastik sektörünün iç ve dış pazarlardaki rekabetinin olumsuz
etkileneceğini söylüyor.
Sektör için tehditler bunlarla da bitmiyor. Çin ve Tayvan gibi ülkeler de plastik işleme makinelerinde
önemli bir atakta. 2000’li yıllarda Türkiye’nin plastik işleme makine
ithalatında 10’uncu ülke olan Çin, bugün 1’nci ülke konumunda. Semerci,
“Bu gelişim karşısında Türkiye’nin rekabetini sürdürmesi mümkün değil,
Sürdürülebilir rekabet için AR-GE’ye dayalı inovatif mamul ve makine
imalatına bir an önce geçilmeli” diye konuşuyor.
TARIMDA DENGELER DEĞİŞİYOR
Tarım sektöründe birçok ayakta tehditler söz konusu. Özellikle bakliyat
ve makarna üretiminde kullanılan durum buğdayı üretimi azalma
eğiliminde. Üretimdeki bu azalma ihracatçı olan sektörü, yakın gelecekte
ithalatçı yapabilir. Bakliyatın en önemli oyuncularından Arbel
Grubu’nun yönetim kurulu üyesi Hüseyin Arslan, bu durumun üreticinin
sulu tarımla daha çok verim alabileceği ve destekleme primleri daha
yüksek ürünlerin ekimine yönelmesinden kaynaklandığını belirtiyor ve
ekliyor:
“Ayrıca nohut ve fasulye gibi bakliyat çeşitleri yetiştirilmesi zor,
emek sarf edilmesi gereken bitkiler.” Bakliyat ekim alanlarının
daralmasının 5-10 yıl içinde Türkiye’yi ithalatçı konuma
düşürebileceğinin de altını çizen Arslan, “Çiftçi başka ürünlere yönelir
ve bunların ekimine alışırsa tekrar dönüş yapmaz. Bu şekilde devam
ederse yatırımcılar yurtdışına yönelebilir. Sektör ürün bulamadığı için
pazarlarını kaybetme olasılığıyla karşılaşır” diye konuşuyor.~
Makarnanın en büyük oyuncularından Barilla da kendi sektöründeki
gelişmelerden endişeli. Makarnada durum buğdayı üretiminin sektörün
büyüme hızına paralel artmadığına ve bu nedenle Türkiye’nin net
ithalatçı konumuna geldiğine dikkat çeken Barilla Türkiye Direktörü
Güneş Karababa, “Gerek kalite problemleri gerek rekoltenin düşük olması
ve buna bağlı fiyat artışları, sektör için önemli risk faktörleri. Durum
buğdayı için kullanılan arazilerin farklı ürün gruplarına kaymaya
başlaması yakın gelecekte sektörü buğday bulamaz hale getirebilir.
Ayrıca hızla kapasite artıran sektör, ihracat pazarlarından gelebilecek
korumacı tedbirler karşısında ciddi kayıplar yaşayabilir” diyor.
FINDIKTA LİDERLİK GİDEBİLİR
Bakliyat ve makarnada yaşanan durumun bir benzeri Türkiye’nin üretimde
en iddialı olduğu fındık sektöründe de yaşanıyor. Gelişmelere bakılırsa
dünya fındık üretiminin yüzde 70’ini tek başına karşılayan Türkiye
fındık sektörü, önümüzdeki yıllarda bu konumunu korumakta zorlanabilir.
“Türkiye’nin en büyük net ihracat kategorilerinden biri olan fındık ve
fındık mamüllleri sektörü, son birkaç yıldır büyük bir değişim
geçiriyor” diyen Balsu Gıda Yönetim Kurulu Üyesi Ahmet Bilge
Anbarlılar’a göre bu değişimin ana nedeni, özellikle Amerika kıtası,
Hindistan, Güneydoğu Asya ve Çin’de, sayısı hızla artan orta sınıfın
talebini karşılamak için sektörün daha çok üreticiye ihtiyaç duyması.
2009 yılına kadar arz fazlası endişesiyle fiyatlara devlet kurumları
tarafından uygulanan suni müdahalenin dünyada fındık yetiştirmeye uygun
coğrafyalardaki üreticilerin dikkatini çektiğini belirten Anbarlılar,
ABD, Şili, Güney Afrika, Romanya, Ukrayna gibi ülkelerde modern tarım
prensipleri paralelinde yeni fındık yetiştirme alanları kurulmaya
başlandığını söylüyor. Bu alanların genç ve seçkin türler
yetiştirebilmeleri nedeniyle üretim maliyetlerinin Türkiye’deki üretim
maliyetlerinin altında olacağı düşünülüyor.
Anbarlılar, “Önümüzdeki 10 yıl içinde Türkiye’nin dünya üretimindeki
oransal payı azalabilir. Buna paralel Türk fındık sektörü üzerinde bir
maliyet baskısı riski oluşabilir. Türkiye’de sektörün, trendleri takip
ederek maliyetleri düşürüp, kârlı bir tedarik zinciri oluşturarak çözüme
ulaşabileceğine inanıyorum” diye konuşuyor.~
MADENCİLİKTE ÇİN RİSKİ
Türk madencilik sektörü, son yıllarda yatırımcıların en gözde sektörleri
arasına girdi. Ancak yatırımcı açısından cazip bulunan bu sektörde de
önemli tehditler söz konusu. Bu tehditler ise ağırlıklı olarak sektörün
ihracat yaklaşımından kaynaklanıyor. 2012 yılında yüzde 8,2 oranında
ihracat artışı yakalayarak 4 milyar 182 milyon dolarlık ihracat yapan
sektörün, en çok ihracat gerçekleştirdiği ülkeler ise sırasıyla Çin,
ABD, Hindistan, İtalya ve Irak oldu. Ancak son dönemde sektörün Çin’e
yaptığı ihracat artışı sektör için kaygı verici boyutlara ulaşıyor.
Sektör yetkililerinin Çin’e yapılan ihracat artışından kaygı
duymalarının nedeni, bu ülkeye bağımlılığın artıyor oluşu. Çin’de
yaşanan olası bir sıkıntının doğrudan sektörü olumsuz etkilemesi
madenciliğin en önemli yakın tehdidi olarak görülüyor.
Sadece geçtiğimiz yıl Çin’e yapılan ihracatın yüzde 21 oranında
arttığına dikkat çeken İstanbul Maden İhracatçıları Birliği Yönetim
Kurulu Başkanı Mehmet Özer, bugün madencilik sektörünün toplam
ihracatından Çin’in yüzde 43 pay aldığını söylüyor. “Bu rakamlar da
gösteriyor ki sektörümüz Çin’e bağımlı hale geldi. Sektörümüzün 170’e
yakın ülkeye ihracat yaptığını düşündüğümüzde, diğer ülkeler toplam
içinde yüzde 49’u temsil ediyor. Bu dağılımda Çin’in üstünlüğü işler
iyiyken son derece avantajlı. Ancak Çin pazarında yaşanacak bir
durgunluk madencilik sektörü için çok ciddi bir tehdit olacak” diyor.
Hemen ardından da şöyle uyarıyor: “Sektörümüzün Çin’e alternatifler
geliştirmemesi ve yeni pazarlar için hazırlıklı olmaması halinde
Çin’deki en küçük bir olumsuzluk madenciliğe ciddi oranda zarar
verebilir. ”
KUZEY AFRİKA TEHLİKESİ
BÖLGESEL DEĞİŞİMLER
Otomotiv sanayinde yatırım kararlarında yatırım yapılan pazarın
büyüklüğü ve üretim maliyetlerinde sunulan avantajlar, öncelikli
kriterler olarak karşımıza çıkıyor. Talepteki bölgesel değişimler,
yatırımların hızla büyümekte olan pazarlara doğru kayışını destekliyor.
Bu pazarların başında da BRIC ülkeleri ile Kuzey Afrika bulunuyor. 5 YILDAKİ DEĞİŞİM
Türkiye otomotiv pazarının büyüme potansiyeli halen yüksek, Ancak
Türkiye'nin üretim maliyetlerinde her geçen gün yeni gelişmekte olan
pazarlara göre rekabet avantajını kaybetme riski var, Bu durum son 5
yılda etkisini artırarak gelişti, Sektörümüze yansımalarını şimdiden
izlemek mümkün.~ AR-GE ŞART
Bu yüzden üretimde sahip olduğumuz rekabet avantajını en hızlı şekilde,
yüksek katma değerli üretim alanlarına ve AR-GE'ye yönlendirmemiz şart,
Aksi takdirde yeni yatırımları ülkemize çekmekte zorlanırız, 2023
yılında Türkiye'nin toplam üretiminin 4 milyona, ihracatının ise 3
milyon adede ulaşması hedefleniyor. Sektörümüzün bu hedeflere ulaşması
için yeni yatırımları ülkemize çekmemiz gerekiyor.
“BANKA OPERASYONLARI ORTADAN KALKABİLİR”
AYKUT DEMIRAY / AKBANK YÖNETİM KURULU ÜYESİ
TEKNOLOJİ ETKİSİ
Teknolojik gelişme, önümüzdeki 10-30 yıl içinde bugün için
öngörülemeyecek bir ivme kazanacak. Mobil bankacılık, özellikle
perakende bankacılık yapısını tamamen değiştirebilir. Nakit, kredi kartı
ve benzeri ödeme araçlarına ihtiyaç kalmaz ve örneğin dünyanın herhangi
bir yerinde bulunan bir teknolojik yapı üzerinden tüm bankacılık
işlemleri gelişmiş mobil cihazlarla güvenli, hızlı ve düşük bir
maliyetle gerçekleştirilebilir. ÖNLEMEK MÜMKÜN DEĞİL
Regülasyonların da bu yönde gelişeceği düşünülebilir. Başka bir ifadeyle
bu gelişmeyi, ulusal regülasyonlarla önlemek mümkün olmayabilir. Bu
doğal olarak mevcut yapıya önemli bir tehdit oluşturur, klasik şube
bankacılığına ihtiyaç kalmaz, banka operasyonları ortadan kalkar. Bugün
bankaların mukayeseli üstünlük olarak ileri sürdükleri güvenilirlik,
büyüklük, hizmet kalitesi, yenilikçilik gibi kavramlar
anlamsızlaşabilir. GLOBAL DÜZEYDE OYUN
Burada tehlike bu gelişmenin görülememesi veya bir şekilde ayak
uydurulamaması, Bu tehdidi aşmak için bankaların teknolojiye ve AR-GE
yatırımlarına bugünküne nazaran çok daha farklı bir gözle bakması ve
yatırımlarını bu yönde geliştirmesi gerekir, Ayrıca Türk bankacılık
sektörünün büyümesi gerekiyor. Unutmayalım ki gelecekte ülkelere özgü
regülasyonların önemi kalmayacak, bankacılık oyunu gerçek anlamda global
bir düzeyde oynanacak, Bu tehditle başa çıkmanın tek yolu büyüme ve
teknolojik gelişmeyi yakalamak.
“ALÜMİNYUMDA ÇİN ETKİSİ KRİTİK”
REMZİ ÖRNEK / ASSAN ALÜMİNYUM GENEL MÜDÜRÜ
HÜKÜMET TEŞVİKLERİ
Bizim sektörümüzde Çin'de yapılan yatırımlar, yakın tehdit olarak ortaya
çıkıyor. Zira bu yapılan yatırımların Çin'de öngörülen tüketim
artışının çok üstünde bir miktara ulaşacağı görünüyor. Bu tehdit, son 4
yıldır ortaya çıkmaya başladı ve 2017 yılına kadar önemli bir konu
haline gelecek. Tehdidin ortaya çıkması Çin'deki üreticilerin düşük
maliyetli üretim yapmasından kaynaklanmıyor. TOPLAM VERİM ARTMALI
En önemli tehdit unsuru, Çin Hükümeti'nin sektöre uygulamış olduğu
teşvikler sayesinde hammadde maliyetinin çok düşürülmesi ve ihracata
uygulanan aşırı yüksek vergi iade oranları. Türkiye'de sektörümüzün bu
tehlikeden en az zararı görmesi için serbest ticaret anlaşmalarının
varlık sebebi, bölgesel olarak ortaya çıkan mukayeseli avantaj gücünden
global olarak faydalanılması ve toplam dünya veriminin artması
gerekiyor. Böylece her bölge doğal olarak var olan avantajları veya
geliştirdiği teknoloji sayesinde iyi olduğu konularda uzmanlaşarak
rekabet gücü elde edebilir.~ REKABETE AYKIRI DURUM
Alüminyum konusunda Çin'in gerek enerji konusunda gerek hammadde
zenginliği konusunda gerekse teknoloji konusunda geliştirdiği bir
rekabet avantajı bulunmamasına rağmen hükümet politikalarıyla suni bir
şekilde desteklenmesi sonucu oluşan bir maliyet avantajı ortaya çıkıyor.
Bu da serbest rekabet koşullarına aykırı bir durum. Bu duruma karşı
alınacak önlemler kotalar, anti damping uygulamaları gibi muhtelif
bariyerler oluşturulması olabilir. Aksi takdirde sektörümüzün varlığını
devam ettirmesiyle ilgili ciddi sıkıntılar yaşanır.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?