Tehlike sinyalleri

İşte 13 kritik sektörün tehlike senaryoları...

1.05.2013 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Tehlike sinyalleri
Cem Boyner, işinin geleceği için endişeleniyor. Çünkü Avrupalı perakende markalarını Çinliler alıyor. Ona göre bu durumda Türk üreticiler, mallarını satacak raf bulmakta zorlanacak. Sadece perakendeden değil diğer sektörlerden de tehlike sinyalleri geliyor. Turizmde Türkiye’ye rakip olabilecek yeni destinasyonlar oluşabilir. Otomotivde bugün pazar olarak görülen Kuzey Afrika ülkeleri, yarının cazip yatırım merkezlerine dönüşebilir. Bankacılıkta teknolojideki gelişmeler, banka operasyonlarını tamamen ortadan kaldırabilir. İşte 13 sektörün geleceğini etkileyebilecek tehlike senaryoları... Türk perakende sektörünün geleceğini etkileyecek büyük bir tehlike var mı? Boyner Holding Yönetim Kurulu Başkanı Cem Boyner’e göre, “Evet, var.” Çinli perakendecilerin, Avrupa’daki perakendecileri satın aldığına dikkat çeken Boyner, bunu Türkiye için büyük bir tehlike olarak görüyor. Boyner, bu tehlikeyi şöyle ortaya koyuyor: “Çinliler, fabrikadan çıkan ürünlerini doğrudan mağazaya koyacak. Bu durumda Türk üreticiler mallarını satacak raf bulmakta her zamankinden daha fazla zorlanacak. İşimle ilgili en büyük endişem, dünyanın en büyük üretici gücü Çin’in Avrupa’da perakende markalarını satın alıp kendi fabrikalarından Milano’nun, Almanya’nın, Paris’in sokaklarına doğrudan bir köprü kurmasıdır” diyen Boyner, senaryosunu şöyle aktarıyor: “Türkiye’nin de markalar alarak üretim kapasitesini kullanması lazım. Çin’in markalara yaptığı yatırım, son 1 yılda oldukça arttı. Bu trendi değiştirmek, Türkiye’ye düşer diye düşünüyorum. Aksi takdirde Türkiye’nin fason üretim endüstrisi, 5 yıl sonra Çinlilerin satın aldığı yabancı markalara mal satamayacak. Bugün mal sattığımız uluslararası perakendecilerin Çinli şirkitlerin eline geçmesiyle artık Türkiye’de mal üretme ihtimalimizin biteceğini düşünmek lazım.”
Tabloyu görmek için görsele tıklayın.

Cem Boyner’in ortaya koyduğu bu tablo, gerçekten de sektörün geleceğini yakından ilgilendiriyor. Peki diğer sektörler için de benzer senaryolar var mı? İşte 13 kritik sektörün tehlike senaryoları...

TURİZMİ NE KORKUTUYOR?
Turizm, tehlike senaryolarının konuşulduğu bir başka sektör. Bu senaryolarda ise odak noktasını potansiyel, yeni turizm destinasyonları oluşturuyor. Özellikle Libya, Cezayir, Tunus ve Mısır gibi ülkelerin, demokrasi sorunlarını çözümledikten sonra maliyetlerdeki rekabet avantajlarıyla çok cazip destinasyonlar olma ihtimali konuşuluyor.~

Özdoğan Grup Yönetim Kurulu Üyesi Ali Özdoğan, “Arap baharıyla başlayan diktatör rejimlerinin yıkılması ile bu Arap ülkelerinde gelişebilecek demografik yapı ve bu ülkelerin barındırdığı bize çok yakın turistik kaynaklar, bu düşüncenin oluşmasının temel nedeni. Bu gelişimlerin önümüzdeki 10 yıl içinde bizi etkilemesi muhtemel” diyor. Öz-doğan’a göre tehdit destinasyonlar, bunlarla da sınırlı değil. Özdoğan, teknolojik gelişmeler sayesinde uzak destinasyonların uçuş mesafelerinin kısalmasıyla Uzakdoğu ve Asya’nın ucuz maliyetli eg-
zotik destinasyon olacağını ifade ediyor. Çözümünü de şöyle sunuyor: “Aktif olduğumuz pazarlardaki tüketici talepleri çok yakından incelenmeli ve gereken inovatif atılımlar yapılmalı. Aksi halde sektörümüzdeki milyonlarca dolarlık yatırımlar çöp haline gelir.”

Cornelia Diamond Golf Resort Spa Genel Müdürü Zafer Alkaya da sektörde iklimsel risklere dikkat çekiyor. Akdeniz havzasının hızla çölleşme tehlikesi altında olduğunu belirten Alkaya, bu nedenle su kaynaklarının ve sürdürülebilir yönetiminin çok önemli olduğunu düşünüyor. “Türk turizmcisi, bu konudaki duyarlılığını özenle sürdürmeli ve üzerine düşeni yapmalı. Turizm sektörü bir anlamda ülkenin doğal zenginlikleriyle var olur. Sürdürülebilir turizm kavramı, bugünden yarına atacağımız tüm adımları yönlendiren bir kavram olmalı” diye konuşuyor.

ÇİMENTO PAZARLARI DARALIYOR
Türkiye, çimento sektörü üretiminin önemli bir kısmını ihraç ediyor. Bu performansıyla dünyanın en fazla ihracat yapan ilk 3 ülkesinden biri durumunda... İç pazar tüketiminin çok üzerinde bir kapasite fazlasına sahip olan Türkiye çimento sektörü için en önemli yakın tehdit, gelecek 10 yıllık süreçte ihracat pazarlarındaki daralmalarla bu pazarlarda arz talep dengelerinde yaşanacak olan değişimler. Türkiye’nin ihracat yaptığı ülkelere baktığımızda da bugünden bu tehditlerin yavaş yavaş ortaya çıktığı görülüyor.

Sabancı Holding Çimento Grup Başkanı Mehmet Göçmen, karayoluyla ihracatın önemli kısmını oluşturan Suriye ve Irak pazarlarında 10 yıl içinde arz talep dengesinin arz fazlası yönünde değişmesiyle, bu pazarların kendi kendine yetebilecek konuma geleceğini belirtiyor. Göçmen, “Böylelikle Suriye ve Irak, net ithalatçı pozisyonlarını kaybedecek. Libya da benzer bir duruma sahip. Afrika pazarlarında ise çimento ithalatına karşı koruma tedbirleri alınıyor” diyor.~

Göçmen’e göre uzun vadede gelişmişlik düzeyi belli bir seviyeye ulaşacak olan Türkiye iç pazarında da çimento talebi daralacak. Bunun bilincinde olunması gerektiği konusunda uyaran Göçmen, bu durumda yapılması gerekeni şöyle paylaşıyor: “Mevcut kapasiteler gözden geçirilmeli. Kapasite ihtiyacı bulunmayan bölgelerde yeni kapasite artırımları özendirilmemeli. İhracat pazarları için yeni kapasite yatırımından kaçınılmalı.”

PLASTİKTE REKABET ERİMESİ!
Plastik de Türkiye’nin uluslararası arenada güçlü olduğu sektörlerden. Türkiye, plastik proses kapasitesi olarak dünyada 8’inci, AB ülkelerinde de 3’üncü sırada yer alıyor. Ancak bu sektör de gelecekte bu konumunu kaybetme tehdidiyle karşı karşıya. Çünkü, sektörün petrol dolayısıyla plastik hammaddesinde ve enerjide dışarıya bağımlı olması global rekabet gücünü zayıflatıyor.

Türkiye’nin 2000-2012 yılları arasında plastik hammaddeye 67 milyar dolar döviz ödediğini hatırlatan PAGDER Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Semerci, “67 milyar dolarla Türkiye, bugüne kadar en az 10 pet-rokimya tesisi kurabilirdi ve gerek petrokimyada gerek plastikte dünyanın en önemli ülkelerinden biri olabilirdi. İleriye dönük öngörü eksikliği, sektörümüzün küresel rekabette sürdürülebilir gelişimine bir engel olarak ortaya çıkıyor” diyor. Türkiye’nin rekabet avantajını kaybetme riski ortaya çıkarken başta Avrupa olmak üzere birçok gelişmiş ülke, bugünden hammadde kaynaklarına yakınlığın avantajını kullanmak için Körfez ülkelerine bitmiş mamul üretecek tesis yatırımını artırıyor. Semerci, bu yatırımların önümüzdeki yıllarda tamamlanmasıyla birlikte Türkiye’de plastik sektörünün iç ve dış pazarlardaki rekabetinin olumsuz etkileneceğini söylüyor.

Sektör için tehditler bunlarla da bitmiyor. Çin ve Tayvan gibi ülkeler de plastik işleme makinelerinde
önemli bir atakta. 2000’li yıllarda Türkiye’nin plastik işleme makine ithalatında 10’uncu ülke olan Çin, bugün 1’nci ülke konumunda. Semerci, “Bu gelişim karşısında Türkiye’nin rekabetini sürdürmesi mümkün değil, Sürdürülebilir rekabet için AR-GE’ye dayalı inovatif mamul ve makine imalatına bir an önce geçilmeli” diye konuşuyor.

TARIMDA DENGELER DEĞİŞİYOR
Tarım sektöründe birçok ayakta tehditler söz konusu. Özellikle bakliyat ve makarna üretiminde kullanılan durum buğdayı üretimi azalma eğiliminde. Üretimdeki bu azalma ihracatçı olan sektörü, yakın gelecekte ithalatçı yapabilir. Bakliyatın en önemli oyuncularından Arbel Grubu’nun yönetim kurulu üyesi Hüseyin Arslan, bu durumun üreticinin sulu tarımla daha çok verim alabileceği ve destekleme primleri daha yüksek ürünlerin ekimine yönelmesinden kaynaklandığını belirtiyor ve ekliyor:

“Ayrıca nohut ve fasulye gibi bakliyat çeşitleri yetiştirilmesi zor, emek sarf edilmesi gereken bitkiler.” Bakliyat ekim alanlarının daralmasının 5-10 yıl içinde Türkiye’yi ithalatçı konuma düşürebileceğinin de altını çizen Arslan, “Çiftçi başka ürünlere yönelir ve bunların ekimine alışırsa tekrar dönüş yapmaz. Bu şekilde devam ederse yatırımcılar yurtdışına yönelebilir. Sektör ürün bulamadığı için pazarlarını kaybetme olasılığıyla karşılaşır” diye konuşuyor.~

Makarnanın en büyük oyuncularından Barilla da kendi sektöründeki gelişmelerden endişeli. Makarnada durum buğdayı üretiminin sektörün büyüme hızına paralel artmadığına ve bu nedenle Türkiye’nin net ithalatçı konumuna geldiğine dikkat çeken Barilla Türkiye Direktörü Güneş Karababa, “Gerek kalite problemleri gerek rekoltenin düşük olması ve buna bağlı fiyat artışları, sektör için önemli risk faktörleri. Durum buğdayı için kullanılan arazilerin farklı ürün gruplarına kaymaya başlaması yakın gelecekte sektörü buğday bulamaz hale getirebilir. Ayrıca hızla kapasite artıran sektör, ihracat pazarlarından gelebilecek korumacı tedbirler karşısında ciddi kayıplar yaşayabilir” diyor.

FINDIKTA LİDERLİK GİDEBİLİR
Bakliyat ve makarnada yaşanan durumun bir benzeri Türkiye’nin üretimde en iddialı olduğu fındık sektöründe de yaşanıyor. Gelişmelere bakılırsa dünya fındık üretiminin yüzde 70’ini tek başına karşılayan Türkiye fındık sektörü, önümüzdeki yıllarda bu konumunu korumakta zorlanabilir.

“Türkiye’nin en büyük net ihracat kategorilerinden biri olan fındık ve fındık mamüllleri sektörü, son birkaç yıldır büyük bir değişim geçiriyor” diyen Balsu Gıda Yönetim Kurulu Üyesi Ahmet Bilge Anbarlılar’a göre bu değişimin ana nedeni, özellikle Amerika kıtası, Hindistan, Güneydoğu Asya ve Çin’de, sayısı hızla artan orta sınıfın talebini karşılamak için sektörün daha çok üreticiye ihtiyaç duyması.

2009 yılına kadar arz fazlası endişesiyle fiyatlara devlet kurumları tarafından uygulanan suni müdahalenin dünyada fındık yetiştirmeye uygun coğrafyalardaki üreticilerin dikkatini çektiğini belirten Anbarlılar, ABD, Şili, Güney Afrika, Romanya, Ukrayna gibi ülkelerde modern tarım prensipleri paralelinde yeni fındık yetiştirme alanları kurulmaya başlandığını söylüyor. Bu alanların genç ve seçkin türler yetiştirebilmeleri nedeniyle üretim maliyetlerinin Türkiye’deki üretim maliyetlerinin altında olacağı düşünülüyor.

Anbarlılar, “Önümüzdeki 10 yıl içinde Türkiye’nin dünya üretimindeki oransal payı azalabilir. Buna paralel Türk fındık sektörü üzerinde bir maliyet baskısı riski oluşabilir. Türkiye’de sektörün, trendleri takip ederek maliyetleri düşürüp, kârlı bir tedarik zinciri oluşturarak çözüme ulaşabileceğine inanıyorum” diye konuşuyor.~

MADENCİLİKTE ÇİN RİSKİ
Türk madencilik sektörü, son yıllarda yatırımcıların en gözde sektörleri arasına girdi. Ancak yatırımcı açısından cazip bulunan bu sektörde de önemli tehditler söz konusu. Bu tehditler ise ağırlıklı olarak sektörün ihracat yaklaşımından kaynaklanıyor. 2012 yılında yüzde 8,2 oranında ihracat artışı yakalayarak 4 milyar 182 milyon dolarlık ihracat yapan sektörün, en çok ihracat gerçekleştirdiği ülkeler ise sırasıyla Çin, ABD, Hindistan, İtalya ve Irak oldu. Ancak son dönemde sektörün Çin’e yaptığı ihracat artışı sektör için kaygı verici boyutlara ulaşıyor. Sektör yetkililerinin Çin’e yapılan ihracat artışından kaygı duymalarının nedeni, bu ülkeye bağımlılığın artıyor oluşu. Çin’de yaşanan olası bir sıkıntının doğrudan sektörü olumsuz etkilemesi madenciliğin en önemli yakın tehdidi olarak görülüyor.

Sadece geçtiğimiz yıl Çin’e yapılan ihracatın yüzde 21 oranında arttığına dikkat çeken İstanbul Maden İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Özer, bugün madencilik sektörünün toplam ihracatından Çin’in yüzde 43 pay aldığını söylüyor. “Bu rakamlar da gösteriyor ki sektörümüz Çin’e bağımlı hale geldi. Sektörümüzün 170’e yakın ülkeye ihracat yaptığını düşündüğümüzde, diğer ülkeler toplam içinde yüzde 49’u temsil ediyor. Bu dağılımda Çin’in üstünlüğü işler iyiyken son derece avantajlı. Ancak Çin pazarında yaşanacak bir durgunluk madencilik sektörü için çok ciddi bir tehdit olacak” diyor. Hemen ardından da şöyle uyarıyor: “Sektörümüzün Çin’e alternatifler geliştirmemesi ve yeni pazarlar için hazırlıklı olmaması halinde Çin’deki en küçük bir olumsuzluk madenciliğe ciddi oranda zarar verebilir. ”



KUZEY AFRİKA TEHLİKESİ
BÖLGESEL DEĞİŞİMLER

Otomotiv sanayinde yatırım kararlarında yatırım yapılan pazarın büyüklüğü ve üretim maliyetlerinde sunulan avantajlar, öncelikli kriterler olarak karşımıza çıkıyor. Talepteki bölgesel değişimler, yatırımların hızla büyümekte olan pazarlara doğru kayışını destekliyor. Bu pazarların başında da BRIC ülkeleri ile Kuzey Afrika bulunuyor.
5 YILDAKİ DEĞİŞİM
Türkiye otomotiv pazarının büyüme potansiyeli halen yüksek, Ancak Türkiye'nin üretim maliyetlerinde her geçen gün yeni gelişmekte olan pazarlara göre rekabet avantajını kaybetme riski var, Bu durum son 5 yılda etkisini artırarak gelişti, Sektörümüze yansımalarını şimdiden izlemek mümkün.~
AR-GE ŞART
Bu yüzden üretimde sahip olduğumuz rekabet avantajını en hızlı şekilde, yüksek katma değerli üretim alanlarına ve AR-GE'ye yönlendirmemiz şart, Aksi takdirde yeni yatırımları ülkemize çekmekte zorlanırız, 2023 yılında Türkiye'nin toplam üretiminin 4 milyona, ihracatının ise 3 milyon adede ulaşması hedefleniyor. Sektörümüzün bu hedeflere ulaşması için yeni yatırımları ülkemize çekmemiz gerekiyor.

“BANKA OPERASYONLARI ORTADAN KALKABİLİR”
AYKUT DEMIRAY / AKBANK YÖNETİM KURULU ÜYESİ
TEKNOLOJİ ETKİSİ

Teknolojik gelişme, önümüzdeki 10-30 yıl içinde bugün için öngörülemeyecek bir ivme kazanacak. Mobil bankacılık, özellikle perakende bankacılık yapısını tamamen değiştirebilir. Nakit, kredi kartı ve benzeri ödeme araçlarına ihtiyaç kalmaz ve örneğin dünyanın herhangi bir yerinde bulunan bir teknolojik yapı üzerinden tüm bankacılık işlemleri gelişmiş mobil cihazlarla güvenli, hızlı ve düşük bir maliyetle gerçekleştirilebilir.
ÖNLEMEK MÜMKÜN DEĞİL
Regülasyonların da bu yönde gelişeceği düşünülebilir. Başka bir ifadeyle bu gelişmeyi, ulusal regülasyonlarla önlemek mümkün olmayabilir. Bu doğal olarak mevcut yapıya önemli bir tehdit oluşturur, klasik şube bankacılığına ihtiyaç kalmaz, banka operasyonları ortadan kalkar. Bugün bankaların mukayeseli üstünlük olarak ileri sürdükleri güvenilirlik, büyüklük, hizmet kalitesi, yenilikçilik gibi kavramlar anlamsızlaşabilir.
GLOBAL DÜZEYDE OYUN
Burada tehlike bu gelişmenin görülememesi veya bir şekilde ayak uydurulamaması, Bu tehdidi aşmak için bankaların teknolojiye ve AR-GE yatırımlarına bugünküne nazaran çok daha farklı bir gözle bakması ve yatırımlarını bu yönde geliştirmesi gerekir, Ayrıca Türk bankacılık sektörünün büyümesi gerekiyor. Unutmayalım ki gelecekte ülkelere özgü regülasyonların önemi kalmayacak, bankacılık oyunu gerçek anlamda global bir düzeyde oynanacak, Bu tehditle başa çıkmanın tek yolu büyüme ve teknolojik gelişmeyi yakalamak.

“ALÜMİNYUMDA ÇİN ETKİSİ KRİTİK”
REMZİ ÖRNEK / ASSAN ALÜMİNYUM GENEL MÜDÜRÜ
HÜKÜMET TEŞVİKLERİ

Bizim sektörümüzde Çin'de yapılan yatırımlar, yakın tehdit olarak ortaya çıkıyor. Zira bu yapılan yatırımların Çin'de öngörülen tüketim artışının çok üstünde bir miktara ulaşacağı görünüyor. Bu tehdit, son 4 yıldır ortaya çıkmaya başladı ve 2017 yılına kadar önemli bir konu haline gelecek. Tehdidin ortaya çıkması Çin'deki üreticilerin düşük maliyetli üretim yapmasından kaynaklanmıyor.
TOPLAM VERİM ARTMALI
En önemli tehdit unsuru, Çin Hükümeti'nin sektöre uygulamış olduğu teşvikler sayesinde hammadde maliyetinin çok düşürülmesi ve ihracata uygulanan aşırı yüksek vergi iade oranları. Türkiye'de sektörümüzün bu tehlikeden en az zararı görmesi için serbest ticaret anlaşmalarının varlık sebebi, bölgesel olarak ortaya çıkan mukayeseli avantaj gücünden global olarak faydalanılması ve toplam dünya veriminin artması gerekiyor. Böylece her bölge doğal olarak var olan avantajları veya geliştirdiği teknoloji sayesinde iyi olduğu konularda uzmanlaşarak rekabet gücü elde edebilir.~
REKABETE AYKIRI DURUM
Alüminyum konusunda Çin'in gerek enerji konusunda gerek hammadde zenginliği konusunda gerekse teknoloji konusunda geliştirdiği bir rekabet avantajı bulunmamasına rağmen hükümet politikalarıyla suni bir şekilde desteklenmesi sonucu oluşan bir maliyet avantajı ortaya çıkıyor. Bu da serbest rekabet koşullarına aykırı bir durum. Bu duruma karşı alınacak önlemler kotalar, anti damping uygulamaları gibi muhtelif bariyerler oluşturulması olabilir. Aksi takdirde sektörümüzün varlığını devam ettirmesiyle ilgili ciddi sıkıntılar yaşanır.


Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz