Onat Menzilcioğlu / Fore Systems Şirket Kurucusu Onat Menzilcioğlu´nun yaşadıkları tam bir başarı öyküsü... Doktora için gittiği ABD´de, üniversitedeyken girişimciliğe soyundu. Arkadaşlarıyla For...
Onat Menzilcioğlu / Fore Systems Şirket Kurucusu
Onat Menzilcioğlu´nun yaşadıkları tam bir başarı öyküsü... Doktora için gittiği ABD´de, üniversitedeyken girişimciliğe soyundu. Arkadaşlarıyla Fore Systems adlı bir şirket kurdu. O dönemde ``hayal`` olarak nitelendirilen, ``network iletişimleri`` üzerine yoğunlaştılar. İşler iyiye gidince, şirketi borsaya açtılar. Ardından da sıfır sermayeyle kurdukları işi, Lucent Technologies´e, 4.5 milyar dolara sattılar. ``Türkiye´nin Bill Gates´i`` de denen bu süper girişimci, şimdi yeni işler peşinde koşuyor.
Onat Menzilcioğlu'nun ismi iki yıl kadar önce basında, ``Türkiye´nin Bill Gates''i başlıklarıyla yer aldı. Amerika'ya burs alarak doktora yapmaya giden ve orada ``Fore Systems'' adlı başarılı bir şirket kuran bu genç adamın öyküsünü, hepimiz gururlanarak okuduk. Ardından, uzun süre ortadan kayboldu. 1998'de şirketini 4,5 milyar dolar gibi muhteşem bir paraya sattı.
Onat Menzilcioğlu, şirketini sattıktan sonra Türkiye'ye daha sık geliyor, İzmir'deki ailesini ziyaret ediyor, arkadaşlarıyla buluşuyor. Menzilcioğlu, İstanbul'da bulunduğu süre içinde Capital ile özel bir görüşme yapmayı kabul etti.
Capital'e, Fore Systems'i nasıl kurduğunu, büyüttüğünü ve Amerika'da teknoloji şirketi kurmanın, halka açmanın inceliklerini anlattı. Menzilcioğlu şu sıralar yaptığı işi ``angel capitalist'' (melek yatırımcı) olarak tanımlıyor. ``Melek yatırımcı da ne demek?`` diye sorduğunuzu duyar gibi oluyoruz. Hemen açıklayalım; o küçük teknoloji firmalarının elinden tutuyor, onlara yol gösteriyor, yatırım yapıyor. Onları halka açılmaya hazırlıyor. Tabii bu işten para da kazanıyor.
Menzilcioğlu, gelecek ile ilgili projelerini sorduğumuzda ise; ``Henüz çok genç sayılırım. Önümde birkaç teknoloji şirketi daha var. Yeni şirketler kurup, büyüteceğim '' yanıtını veriyor.
İşte Capital'in Onat Menzilcioğlu ile yaptığı keyifli söyleşi:
Bize öncelikle kısaca özgeçmişinizden bahseder misiniz?
Ben ODTÜ Elektrik Mühendisliği Bölümü'nden 1980'de mezun oldum. O zamanlar bilgisayar mühendisliği bölümü yoktu. Elektrik ya da matematik okurken son yılda bilgisayar dalını seçebiliyordunuz. Ben bilgisayarla çok fazla ilgili olduğum için bu konuyu seçtim. Daha sonra mastır ve doktora yapmak için Pittsburg'daki Carnegie Mellon'a gittim. Orası da bilgisayar bilimi konusunda dünyanın en gözde okullarından biridir.
Doktora çalışmamın son yıllarında, şirketi kurduğumuz konu üstüne, yani network-iletişim konusu üstüne çalışmalar yaptık. Bu çalışmaların sonucu olarak, 1988 yılında yeni bir teknoloji geliştirmeye başladık. Bu işte yaklaşık 2 yıl kadar çalışıp belli bir olgunluğa getirdik. Ardından, 1990'da üniversiteden ayrılıp dört arkadaşımla Fore Systems diye bir şirket kurduk.
Şirket hangi konuda çalışıyordu?
Bizim şirket olarak geliştirdiğimiz ve piyasada ismimizi duyurduğumuz konu, ATM iletişim teknolojisiydi. Bu konu bizim şirketi kurduğumuz 1990'ın ortalarında çok büyük bir gelişme gösterdi. Özellikle internetin gelişmesiyle, onun altyapısı konusunda hem pazar payında, hem uygulama alanlarında çok büyük bir patlama yaşandı.
İlk başladığınızda nasıl bir ortam vardı? Sermaye açısından gücünüz ne kadardı?
İlk başladığımızda 4 ortak olarak yola çıktık. Hepimiz üniversitede birlikte çalışıyorduk, arkadaştık. Üniversite çevresinde bilinen bir araştırma grubundaydık. İşe 4 kişi birlikte başladık. Ardından 6, sonra başka elemanlar da almaya başladık.
Ancak, biz böyle geleneksel "start up" teknoloji firması olarak kurulmadık. Çünkü, onlar daha çok endüstriden ya da üniversitelerinden "venture money" denilen bir risk kapitali ile başlıyorlar. Biz de böyle bir imkan olmadığı için, kendi imkanlarımızla başladık. Araştırma fonları, vesaire fonlar ile şirketi geliştirdik. Birden bire 20-30 kişilik kadro, güzel bir ofisle başlamadık. Çok daha mütevazi şartlarda, bir berber dükkanının 2'inci katında, kullanılmış mobilyalarla, tamamen ayağımızı yorganımıza göre uzatarak büyüdük.
ATM teknolojisini geliştirme sürecinizi anlatır mısınız?
Biz üniversitedeyken yüksek kurgulu iletişim yapabilecek networkler üzerinde çalışıyorduk. O zamanlar, yani 1980'li yılların sonlarında iletişim konusunda iki ayrı dünya vardı. Bir grup, bilgisayarlar arası iletişim konusunda çalışıyordu ve de amaçları bilgisayarları birbirlerine bağlamak, iletişim kurmalarını sağlamaktı. Diğer bir grup ise tamamen telekom alanında çalışıyordu, ses iletişimi üzerinde yoğunlaşmıştı. Bu iki grubun kendi ayrı standartları, kendi ayrı networkleri vardı. Bunlar değil birbirleriyle ortaklaşa iş yapmak, birbirleriyle konuşmayan iki gruptu. Adeta kampalaşma vardı...
Biz bilgisayar kampındaydık. Ama bizim geliştirmek istediğimiz yüksek hızlı iletişim teknolojisi konusunda bilgisayar alanında yeni bir standart, her şeyi kapsayabilecek yeni bir olgu yoktu. O zaman bilgisayar kampındaki herkesin hedefi her şeyi paket olarak taşıyabilmek, büyük veri dosyalarını, bir yerden bir yere hızlı olarak aktarılabilmekten ibaretti.
Siz nasıl bir yaklaşım getirdiniz?
Bizim olayımız bunu kırmak oldu. Dedik ki; "Bir noktada bu iki dünya, yani telekom dünyası ile bilgisayar dünyası biraraya gelecek. Ve de bunlar biraraya gelince, telekom networkleriyle çok fazla veri taşınmaya başlanacak. Bir de bilgisayarlarda multimedya diye bir kavram başlıyordu. Bilgisayarlar da ister istemez ses ve video taşımaya başlayacaklardı. O yüzden ağı kırmak, genişletmek lazım. Gerek ses, gerek veri, gerek video bunların hepsini biraraya getirip gayet şık bir şekilde çok yüksek hızlarda taşıyabilecek bir network standardına ihtiyaç vardı.
Bizim ilk attığımız adım bu oldu. O zamanlar biz bunu şirket olarak değil de, üniversite içinde yapmak istedik, çalıştığımız profesöre bunu anlattık, güldü ve "Bu böyle olmaz" dedi. Siz veriyi taşıyacaksınız, megabaytlarla data taşıyacaksınız, o olmaz falan dedi.
Bölüm başkanına gittik, biz bunu yapmak istiyoruz, çok iyi bir fikir falan dedik. Değil destek vermek, bize karşı cephe aldılar. O zaman biz de madem bu işi üniversite içinde yapamıyoruz, bir şirket kurarız ve üniversite dışında yaparız dedik.
Ürünlerinizi piyasaya sunma aşamasına nasıl ulaştınız?
İşte "ATM" o sırada telekom dünyasında yeni konuşulmaya başlanan bir network arayışıydı. Onun adına "Broadband ISDN" diyorlardı. Biz de o temaslarımız sonucunda böyle bir ATM standardını kullanarak yeni bir bilgisayar iletişim teknolojisinin kurulabileceğine inandırdık kendimizi. Yavaş yavaş başkalarını da inandırdık.
Bunların arasına Amerikan Deniz Kuvvetleri de girdi. Onlar bize 1 milyon dolarlık araştırma fonu verdiler. Bu sayede üniversitede profesörlerin bile inanmadığı bir noktadan, 3-4 yıl içinde insanların "Vay ne kadar iyi", "Harika" diyebileceği bir noktaya getirdik. Ama tabii tek biz değildik bu konuda çalışan. Bir noktadan sonra bunun üstünde çalışan, çok daha fazla elemanlar, şirketler oldu. Ama bu ürünleri piyasaya çıkartan biz olduk.
Şu anda bu konuda rakip denilebilecek firmalar hangileri?
Networking konusunda bize rakip olabilecek şirket son birkaç yıldır Cisco idi. O zaten bu alanda en büyük ve en kapsamlı ürünler çıkaran bir şirket. Kendimize bu alanda rakip olarak bir tek Cisco'yu gördük ve en fazla onlarla uğraştık. Onlar da bizimle çok uğraştı.
Daha sonra Lucent gibi şirketler de, başka şirketleri satın alarak bizim sahamıza girdi. Sonuçta, kim telekom alanından geliyor, kim bilgisayar alanından geliyor, birbirinin içine geçerek kaybolmaya başladı.
ATM teknolojisi ile ilgili buluşunuz sizin büyümenizde önemli bir rol üstlendi. Peki sonra şirketi satma noktasına doğru nasıl ilerlediniz? Çünkü Amerika'da şirket satma işi, Türkiye'deki mantıkla aynı değil. Ancak, başarılı şirketler satılabiliyor.
Şirketi biz 1990 yılında kurduk. Aşağı yukarı dört yıl sonra Fore Systems'i halka açtık, borsaya çıkardık. İlk iki yıl Amerika'nın en hızlı büyüyen 4 şirketi içinde olduk. Galiba 3'üncü yıl da en hızlı büyüyen 50 şirket arasındaydık.
Hızlı bir büyüme gösterdik. Biliyorsunuz, son yıllarda borsada internet ile ilgili şirketler çok büyük fiyatlara ulaşıyorlar. Biz borsaya çıktığımızda daha işler bu safhada değildi. İkincisi tamamen "saf" bir internet şirketi de değildik. Altyapı yapıyor, bir yerde internetin yollarını açıyorduk. O zamanlar genel piyasalarda internet heyecanı falan da pek yoktu. Ama biz yine de hızlı yükseldik borsada. Sonuçta, şirketi çok müthiş bir rakam olmasa da iyi diyebileceğimiz bir fiyata, 4.5 milyar dolara sattık.
Bu geçen yıl oldu, 1998 yazında. Sattığımızda şirket çalışan sayısı 1800-2000 kişiye ulaşmıştı. Bunların 800 kadarı mühendislerden oluşuyordu. Genellikle bu büyüklükteki alışverişler hisse senedi üzerinden oluyor, bizimki öyle değildi. Bizi alan şirket tamamen nakit ödedi. Nakit ödediği için bu ``cash transaction``lar arasında hatırı sayılır bir satış oldu.
Bu 4.5 milyar dolar sizin dört ortak olarak kalan hisseniz mi?
Hayır değil. Bu şirketin piyasa değeri. Biz satıldığımızda 4 yıldır halka açık bir şirkettik. Bu nedenle, zaten şirketin hisselerinin büyük çoğunluğu borsa şirketlerinin hisselerini elinde tutan yatırımcıların elindeydi. Yani tipik bir Amerikalı halka açık teknoloji şirketi durumundaydık.
Peki siz ortaklar olarak bu satıştan ne kadar para aldınız?
Bunu açıklamak istemiyorum. Hele Türkiye'de "Şu kadar para kazandı" gibi bir konuya da girmek istemiyorum. Biz de kurucular olarak payımıza düşeni aldık. Ayrıca, her şey para demek değil. Şirketi büyütüp satmanın mali yönden bir kazancı var, ama çocuğunuzu büyütüp gelin etmek gibi, psikolojik bir yönü de var. Bu yüzden hem tatlı hem acı diye tanımlanabilecek bir olay.
Pittsburg'da şimdi çok sayıda teknoloji firması var. Fore Systems buna "Öncülük etti" diyebilir miyiz?
Evet, evet kesinlikle... Pittsburg ile bizim şirket arasında özellikle CNN ve Wall Street Journal´da yaptığımız reklam kampanyasından sonra güçlü bir organik bir bağ oluştu. Mesela konferansa gidiyorduk, "Aaa..! Siz Pittsburg'dansınız değil mi?" ya da Pittsburg'dan bir heyet başka bir konuda Japonya'ya gidiyor, onlara siz "Fore Systems'in olduğu şehirde değil misiniz?" diye soruyorlardı. Bu bağlantıyı yaratmak hoş oluyor tabii ki.
Boston gibi kentlerde olmayan bizim gibi firmalar için de yine otantik bir hava esmeye başladı. Pittsburg ekonomisi için çok iyi bir şey oldu ve hatırlıyorum bizim şirket Pittsburg'un kuzeyindeydi, o zamana kadar büyük şirketlerin gitmediği bir bölgeydi burası. Oraya çok büyük bir kampüs yaptık. İşe aldığımız insanlar yüksek maaşlı-nitelikli elemanlar olduğu için o bölgedeki otomobil satan yerlerin sayısı bir anda iki katına kadar çıktı. Bu açıdan bölge ekonomisine bayağı bir katkıda bulunduk.
Peki ileriye yönelik düşünceleriniz neler, dördünüzün tekrar biraraya gelmesi mümkün mü ya da Türkiye'de yeni bir teknoloji şirketi belki?
Dördümüzün biraraya gelmesi mümkün tabii. Geçen ay ortaklardan birinin yaşgününde biraraya geldik ve bu Pittsburg'da bayağı ilgi çekti. Gazeteciler geldi. Çıkan yazılarda "Pittsburg'un Beatles'ları yine biraraya geldi" gibi, başlıklar atıldı. Resimlerimiz çıktı. Tabii birbirimizle bağlarımız hala kuvvetli, ortak bir şeyler yapabiliriz, aramızda konuşuyoruz. Ortada somut bir şey yok ama olabilir.
Onun dışında ben ve ortaklarım "angel capitalist" olarak bir şeyler yapmaya çalışıyoruz.
Nedir bu ``angel capitalist``?
Size "angel capitalist" (melek yatırımcı) kavramını anlatayım. ``Venture Capitalist'' denilen yatırımcılar şirket bazında iş yapıyorlar ve Amerika'da henüz halka açılmamış, başlangıç aşamasındaki genç teknoloji şirketlerinin kurulmasında, yatırımcılığında çok aktifler. Bu işin ön safhası ise benim gibi, endüstrinin içinden gelmiş, endüstriyi iyi bilen, gerek kişisel kontakları olan gerekse teknik fikirleri iyi bir şekilde değerlendirebilen kişilerim şahsi olarak yaptıkları yatırımlar.
Diyelim, benim şirketimden birkaç mühendis yeni bir şirket kuruyor. Biz de bir yerde onların ellerinden tutuyoruz. Hem mali olarak, hem yol göstererek, yardım ederek, şirketin kuruluş safhasında, elemanların alınışında, yönetimin ortaya çıkarılışında yardım ediyoruz. Tek başımıza bu işi yapıyoruz. İşte böyle şeyler yapıyorum. Yeni kurulan şirketlere hem yatırımcı hem bir ağabey gibi yardım ediyorum.
Aralarında yükselenler var mı?
Bunlardan çoğu 2 yıl içinde başarıya ulaştı. Bizim şirketten ayrılanlar tarafından 9 şirket kuruldu. Bunlardan biri halka açılmak üzere. Diğerleri de çok iyi gidiyor. En başarılı diyebileceğim başmühendisimizin kurduğu "Ligthera" isimli şirket. Kurulduktan 11 ay sonra 550 milyon dolara satıldı. Üstelik daha ortada ürün ve satış yoktu. Şahsi yatırımlar yapmıştık, bir yıldan kısa bir zamanda bize geri döndü, kazandırdı.
Türk bir arkadaşımız vardı. Adı Cüneyt Özveren; California'da arkadaşlarıyla "Berkeley Networks" diye bir şirket kurdu. Bir süre sonra 250 milyon dolara Fore Systems satın aldı.
Bizden ayrılan parlak insanların kurduğu, gerçekten gelecek vaat eden küçük şirketleri gelecekte iş yapabileceğiniz dost şirketler olarak görmekte fayda var.
Şu anda Türkiye'de teknoloji alanında yaptığım bir iş yok. Bazı turizm yatırımlarına ortak olarak katılmıştım ama tamamen benim konumun dışında. Türkiye'ye bağım olsun diye yaptığım şeyler. Şu anda Türkiye'de benim ilgimi çeken "Eleman yetiştirme ve teknoloji şirketi yetiştirme" konuları. Teknoloji şirketlerinin yetişebileceği bereketli bir ortam oluşturmak gerek. Gördüğüm kadarıyla Türkiye'de bu yok. Önce bu temel sorunları çözmek gerek. Türkiye'de akıllı elemanlar var, güzel şeyler yapılabilir. Ancak, Türkiye'de teknoloji şirketi kurmayı düşünmüyorum. Fakat ortam geliştirmek için gönülden çalışabilirim, bu konularda bazı girişimlerim olabilir.
Türkiye'den Amerika'ya beyin göçü ile ilgili neler düşünüyorsunuz?
Türkiye'den Amerika'ya gidenlerin çoğu araştırmacı olarak gidiyor. Çünkü, ancak o şekilde burs bulunabiliyor. Bu da insanı çok teknik bir kariyere oturtuyor. Sonra o kariyerden ayrılıp, girişimci olmak, yönetici kadrosuna girmek biraz zor oluyor. Yavaş yavaş bu kuralları da aşan Türkler var ama sayıları çok değil. Amerika'da yönetici ve girişimci Türk sayısı arttıkça, Türkiye ile ilgili trafik hızlanacak bence.
Çok iyi yetişmiş, becerikli elemanlar Amerika'ya gittiklerinde Türkiye'ye direkt bir katkıda bulunmuyorlar. Ancak, tamamen kayıp olarak nitelendirmekte doğru değil bence. Bazıları Türkiye'ye dönüyor veya Amerika'da yaptıkları işler dolayısıyla bir şekilde Türkiye'ye katkıda bulunuyorlar. Böyle çok arkadaş tanıyorum.
İsrail'e çok gittim, geldim. Orada başka bir ortam var. Gerek teknoloji şirketlerinin kurulmasında gerek onların Amerika'da pazarlanmasında çok iyi işler yapıyorlar. Sadece ürünleri değil, şirketleri de pazarlıyorlar. Ufak ufak şirketler kuruyor, bir niş yakalayıp, orada bir ürün geliştiriyor ve kısa sürede bu şirketi bir Amerikan şirketine 50-100 milyon dolara satıyorlar. Amerika ile iyi ilişkiler içinde bulunan değerli teknik elemanları, kişisel bağlantıları sayesinde iyi işler yapıyorlar. Türkiye'de DE bu ortam oluşturulabilir. Neden olmasın?
ÜÇ ÜLKE ARASINDA MEKİK DOKUYOR
Türkiye'ye sık sık gelip gidiyor musunuz?
Şu anda üç ülke arasında geçiriyorum vaktimi. Amerika, Türkiye ve İsviçre. Kızımız İsviçre'de okula gidiyor. O yüzden de İsviçre'de de bir evimiz var. Türkiye'deki bağlarımı hiçbir zaman koparmak istemedim. Bu sebeple daha fazla zaman geçirebilmek iyi oldu. Yine de gerek iş olarak gerek profesyonel bağlantılar olarak Amerika nirengi noktası.
Borsada özel yatırımlarınız var mı?
Belli bir paranız olunca borsayla ilginiz oluyor. Ancak, ben o konuda uzman değilim. O işi yapan profesyoneller var. Onlarla birlikte çalışıyorum. Beni asıl ilgilendiren "yeni bir şeyler yaratmak ve yaratıcı şirketlere direkt veya indirekt katkıda bulunmak" konusu. Kendimi genç görüyorum. Birkaç yıl içinde yeni bir şirket kuracağım. Önümde bir-iki tane şirket daha var diye düşünüyorum. Çünkü, teknoloji şirketlerinin ömrü uzun değil. Bizim ki uzun ömürlü bir şirket sayılır. Neredeyse 9 yaşına girdi.
``ÜÇ YIL HAFTASONU TATİLİ YAPMADIM''
Arkadaşınız Süreyya Ciliv "O kadar çok çalışıyor ki onun eşi ve çocuğu için üzülüyordum" demişti. Çalışma temponuz nasıldı?
Doğru. Hele ilk 3-4 yıl, günde 12 saat çalışmak hafif bir çalışma temposuydu. Günde 14-15 hatta 16 saat çalışıyorduk. İlk 3 yıl hiç hafta sonu tatili yaptığımı hatırlamıyorum. Çok aşırı yoğun bir tempoydu ve öyle olmak zorundaydı. Çünkü yeni bir şey keşfetmiştik, çok heyecanlıydık, bunu bir an önce dünyaya açmak, teknolojiyi tanıtıp, yeni bir şeyler yapmak ihtiyacı duyduk.
Bundan 2 yıl kadar önce geriye bakarak bizim hakkımızda uzman analistler "Bu dört kişi Fore Systems olarak ATM'in dünyaya yayılışını 2-3 yıl çabuklaştırdı" yorumunu yaptı. Bu bizim için büyük bir başarı. Bu açıdan çok çalıştık; Süreyya haklı. O yüzden, son 18 ay içinde aileme daha çok zaman ayırmaya, o yıllarda kaybettiğim zamanı telafi etmeye çalışıyorum.
PITSBURG´U ``SİLİKON VADİSİ``NE DÖNÜŞTÜRDÜLER
Yatırım fonlarından destek almadınız mı ilk yıllarda?
Biz kendi yağımızla kavrularak büyüdük. Bir de bizim başladığımız yıllarda Pittsburg'da bir teknoloji şirketi bulmak zordu. Her şey California, Boston civarındaydı. Bu nedenle, bize ilk başta geleneksel yatırımcılar hiç ilgi göstermedi. İlgi duyanlar da, California'ya taşınırsanız size yardım ederiz, yatırım yaparız diye koşullar öne sürdü. Bu da bizim işimize gelmedi. Çünkü, elemanları alacağımız üniversite Pittsburg'daydı.
Ama sonra her şey yoluna girdi. Pittsburg, bizim sayemizde haritaya çıktı. Teknoloji şehri olarak anılır oldu. Şirketimizden ayrılıp kendi şirketini kuranlar oldu. Bir yerde teknoloji piyasasında Pittsburg'u ilk haritaya çıkaran biz olduk. Hatta bundan iki yıl önce falan reklam kampanyası yaptık. Genelde Pittsburg'un Amerika'da çok iyi olmayan bir imajı vardır. Eski, endüstri-çelik şehri falan filan diye. Bu bir negatif imaj tabii. Biz dedik ki, bunu tersine döndürebilir miyiz? Yani daha pozitif bir imaj olarak kullanabilir miyiz? Pittsburg şirketi olmayı bir avantaj haline getirmeyi hedefledik. Gizli reklamlar yaptık. Tema olarak da çelik köprüler, çelik gökdelenler filan kullandık. Dedik ki; "Pittsburg'da çok uzun yıllar dayanan şeyler yaparız" (We built things that last) ve bu çok iyi oldu.
Pittsburg'dan olmak, dayanıklı, sağlam şeyler yapıyor olmak bizim ünlenmemize de yardım etti. Pittsburg'un imajının değişmesine de yardımcı oldu. Hatta gerek Pensilvanya Valisi, gerek belediye başkanı çok memnun oldular. Çünkü, CNN'de, Wall Street Journal'da falan yayınlanan büyük reklamlar oldu bunlar. Hem Pittsburg yararlandı, hem biz yararlandık.
BAŞARIYI UYUMLU ORTAKLIK GETİRDİ
Onat Menzilcioğlu, Fore Systems´in başarısının altındaki faktörü ``ortakların uyumlu çalışması'' olarak açıklıyor. Sekiz yıl süren uyumlu bir birlikteliğin Amerika´da eşine az rastlanır bir durum olduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor:
``Şirket büyüdükçe yıllar içinde gerek kişisel becerilerimiz, gerek ilgi duyduğumuz alanlar doğrultusunda herkes değişik bir noktaya gitti. Dört ortaktan ikisi teknoloji konusu üstüne eğildiler. Bir tanesi daha çok hardware, diğeri de daha çok software konusu üstüne eğildi. Ben ve Amerikalı olan arkadaşım şirket yönetimi üstüne eğildik ve onunla iki kişilik bir takım olduk.
Amerikalı olan arkadaşım daha çok şirketin dış temasları, finans konferansları gibi, konulardan sorumluydu. Ben ise; şirketin büyümesi, başka şirketlerin alımı satımı, şirketi o büyüme hızına ulaştırabilecek altyapısı gibi, şirketin iç yönetiminden sorumluydum. Çok iyi bir takımdık. Ender görülen bir şey bu Amerika'da. Dört ortakla başlayıp 8-9 sene hiçbir ayrılık olmadan, aktif olarak dört ortağın aynı şirkette çalışmayı sürdürdüğü ender durumlardan biri. Genelde `start up' şirketleri birkaç ortakla başlıyor, 3-4 yıl sonra pürüzler çıkıyor. Sonuç olarak biz iyi geçindik. İyi bir takım teşkil ettik, böyle olduğu için de çok mutluyum.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?