Apple’ın kurucusu Steve Jobs’ı, Facebook’un
kurucusu Mark Zuckerberg’i, Amazon’un
kurucusu Jeff Bezos’u hemen hemen herkes
tanır. Ancak “Phil Knight” adını duyanların
sayısı çok azdır. Oysa onun yarattığı şirket
en az diğerleri kadar gündelik hayatın bir parçası haline
geldi. Çünkü Knight, bugün spor ayakkabı tanımıyla
neredeyse özdeşleşen Nike markasının yaratıcısı. Bugün kitlelerin aşık olduğu “swoosh” logosunun öyle
zorlu bir başarı hikayesi var ki herhalde Knight
adı en çok bilinmeyi hak eden iş insanlarının
başında geliyor.
1962 yılında babasından aldığı 50 dolar borç
ve Japonya’dan kaliteli, ucuz koşu ayakkabıları
ithal etme hayaliyle yola çıkan Knight, bugün
adı Asics olan koşu ayakkabılarının
Batı Amerika distribütörlüğüyle ilk
işine başladı. Yaşadığı finansal zorluklar
nedeniyle çoğu zaman ikinci
bir iş olarak muhasebecilik yapmak
zorunda kalan Knight başarılı olsa
da sonunda kendi markasını kurmak
zorunda kaldı. Bugün yıllık 30
milyar dolarlık satışı olan marka,
serüvenine böylece başladı, ancak
zirveye giden yolda rakiplerin entrikaları
dâhil türlü zorlukla karşılaştı.
Markanın yaratıcısı Phil Knight,
bir start up’dan dev bir sembole
dönüşen markanın bu yolculuğunu
“Shoe Dog -A Memoir by the
Creator of Nike” (Ayakkabı Kurdu-
Nike’ın Yaratıcısının Kaleminden Anılar) kitabında anlattı. Start up’lardan CEO’lara,
KOBİ’lerden büyük şirket liderlerine herkes
için derslerle dolu bu serüveni Phil Knight şöyle
aktarıyor:
HAYALİ ŞİRKETİME İŞ ALDIM!
Japonya’dan koşu ayakkabıları ithal etme fikri,
1962 yılında Stanford Business School’da
bir ödev hazırlarken aklıma geldi. Okulu
bitirince babamı bu fikrimin çılgınca olmadığına
ikna ederek ondan Japonya’ya
seyahat etmek için gereken parayı
borç aldım. Tokyo’ya vardığımda orada
hâlihazırda çalışan Amerikalılardan Kobe
şehrinde koşu ayakkabısı üreten Onitsuka
adında bir şirketin varlığını öğrendim.
Onitsuka fabrikasına geldiğimde ilk
soruları hangi şirket için çalıştığım oldu.
Daha bir şirketim yoktu ama o anda
onlara Blue Ribbon Spor Malzemeleri
şirketi için çalıştığımı söyledim. Bana
ürettikleri ayakkabı modellerini gösterdiler
ve Amerika spor ayakkabı piyasası
konusunda sorular sordular. Bir süre
daha konuştuktan sonra bir mucize oldu ve hayali şirketim Blue Ribbon’a ABD piyasası
için distribütörlük hakkını verdiler. Mutluluktan
uçuyordum. Hemen babama Onitsuka şirketine
50 dolar göndermesi için bir mektup yazdım.
24 Şubat 1963’te evime döndükten sonra birçok
mektup yazarak Onitsuka’dan bana söz verdikleri
ayakkabıları göndermelerini istedim. Ancak
ayakkabılar gelene kadar para kazanmam gerekiyordu.
Bir şirkette muhasebeci olarak işe
girdim.
İLK BAŞARI, İLK KRİZ
1964 yılının ilk haftasında Onitsuka’dan beklediğim
ayakkabılar geldi. Birkaç tanesini Oregon
Üniversitesi’nde koşu antrenörüm olan Bill
Bowerman’a gönderdim. Bowerman, ayakkabıları
hafifletmenin koşucuları çok hızlandıracağına
inanıyordu. Benden takımı için birkaç ayakkabı
almasını umut ediyordum. Ama daha iyisi
oldu, Bowerman şirketime ortak olmak istedi.
Kabul ettim. Şirketin yüzde 49’unu ona verdim.
Hemen o gün Onitsuka’dan bin dolarlık
ayakkabı sipariş ettim. Satış stratejim basit ama
bence dahiyaneydi; tüm Batı kıyısındaki koşu
takımlarına ulaşmak. Çok da başarılı oldum,
ayakkabılarım peynir ekmek gibi satıyordu. İnsanlar
bazen bir ayakkabı satın almak için evimin
önüne bile geliyordu. Birkaç ay içinde tüm
ayakkabıları sattım ve bankadan aldığım borçla
900 ayakkabı daha sipariş ettim. Artık iyi bir
ortağım, bir bankam ve çok iyi satan bir ürünüm
vardı. Tam o sırada ilk gerçek sorunumla
karşılaştım, gelen bir mektupta Onitsuka’nın
tüm ABD için distribütörlüğünü başka birisine
verdiği yazıyordu. Hemen bu konuyu görüşmek
için Japonya’ya gittim ve şirketin kurucusuyla
konuşmam sonucunda Onitsuka’nın koşu
ayakkabılarını Batı Yakası’nda satma hakkımı
korudum.
RAKİP TAKINTISI VE YENİ ÜRÜN
1965 yılının başında Stanford’dan arkadaşım Jeff
Johnson’ı ilk elemanım olarak işe aldım. Jeff
bir koşu delisiydi. Bu arada bankacılarım bana
kızmıştı. Özsermayem olmadan bu kadar büyümemden
hoşnut değildiler (Satışlarım bir yılda
yüzde 100 artmıştı). En sonunda bankacılarımın
dediklerini kabul etmek zorunda kaldım. Borcumu
satışlarımı bitirdikten sonra hemen ödüyordum.
Onitsuka’nın siparişlerimi geç göndermesi
de işlerime yardımcı olmuyordu. Bu zorluklar
yüzünden Price Waterhouse’da tam zamanlı
muhasebeci olarak işe başladım. Bu esnada ortağım
Bowerman, Onitsuka’ya ayağı destekleyen
yeni ayakkabı dizaynları göndermeye başladı.
Amerikalı tüketicilere yönelik bu dizaynlar
sayesinde işlerimiz daha da açıldı.
Tarih 1966’yı gösterdiğinde Onitsuka’yla
olan kontratımın sonu yaklaşıyordu. Eylül ayında
ilk perakende dükkânımızı açtık. Tam bu zamanlarda
ABD’deki rakibimiz de tekrar ortaya
çıktı. Bu sorunu kökünden çözmek için tekrar
Japonya’ya gitmeye karar verdim. Onitsuka’nın
ihracat müdürü Bay Kitami bana Onitsuka’nın
ABD’nin doğu yakasında da ofisi olan bir distribütör
aradığını söyledi. Ben de buna karşılık
onlara doğuda bir ofisimiz olduğu yalanını söyledim.
Bunun karşılığında bana üç yıllık bir distribütörlük
anlaşması önerdiler. Hemen doğuda
bir merkez kurma işi için Jeff Johnson’ı görevlendirdim.
Bu sırada Bowerman yeni ayakkabılar
dizayn etmeye devam ediyordu. Böylece
meşhur Onitsuka Cortez doğdu. Gittikçe daha
fazla piyasanın on yıllardır hâkimi olan Adidas’a
kafayı takıyordum. Bowerman’ın yarattığı Cortez
modeli sayesinde yılı 84 bin dolar satışla
kapattık.