Durmuş Yılmaz'ın bahsettiği, tünelin ucunda görülen ışığın ekonomide çıkışa işaret ettiğini bilmemize imkan yok.
Gerek dünya gerek Türkiye ekonomisine ilişkin olarak nisan ayı başlarından bu yana gözlemlediğimiz resesyonda, dipten dönüş sinyalleri giderek güçleniyor. Fakat bu sinyallerin, gerçekten resesyonda sona yaklaşıldığını gösterip göstermediği konusunda şüpheler hala ortadan kalkmış değil. Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, geçen ay yaptığı bir konuşmada, “Tünelin ucunda bir ışık görünüyor ama bu çıkışı mı gösteriyor yoksa üzerimize doğru gelen bir arabanın farı mı belli değil” diyerek bu konudaki şüphelerini ifade etmişti. Yurtiçinde ve yurtdışında benzer şüpheyi taşıyan pek çok iktisatçı olduğunu da biliyoruz.
Esasında tünelin ucunda görülen ışığın gerçekten çıkışa mı işaret ettiğini yoksa üzerimize doğru gelen bir arabanın farı mı olduğunu kesin olarak bilmemize imkan yok. Ayrıca tünelin ucundaki ışık, çıkışa işaret ediyorsa bile bu çıkışın ne kadar uzaklıkta olduğunu kestirmek de o kadar kolay değil. Çünkü zamanda sadece ileriye doğru hareket edebiliyoruz ve üzerinde gittiğimiz yol da daha önce hiç kimsenin geçmediği, haritası olmayan bir yol oluyor doğal olarak. Dolayısıyla bu yolda zaman zaman içine girdiğimiz tünellerin uzunluklarını da önceden bilemiyoruz. Tek yapabildiğimiz daha önce geçtiğimiz tünellere göre bir kıyaslama yaparak bu tünelden ne zaman çıkabileceğimizi kestirmeye çalışmak. Bu kestirimde, daha önce geçtiğimiz tünellerden ortalama çıkış süremiz, tünelin ucundaki ışığın görülmeye başlayıp başlamadığı (dipten dönüş), ışığa doğru ne kadar hızla yaklaştığımız (dipten dönüşün hızı), tünelin ucundaki ışık sandığımız şeyin daha önce kaç kez ve hangi şartlarda üzerimize doğru gelen bir arabanın farı çıktığı gibi bilgiler bize yardımcı oluyor.
Türkiye, üçer aylık milli gelir verilerinin hesaplanmaya başladığı 1987 yılından bu yana beş resesyon yaşadı. Yani son 22 yılda beş kez tünelden geçmiş durumdayız. Daha önce geçtiğimiz tünellerden ortalama bir yıllık sürede çıkmıştık. En hızlı çıkışımız sadece iki çeyrek dönem süren 1991 resesyonu sırasında gerçekleşmişti. En yavaş çıkışımız ise beş çeyrek dönem boyunca devam eden 1998-99 resesyonu sırasısındaydı. 1988-89 ve 2001 resesyonlarında üç çeyrek dönem, 1994 resesyonunda ise dört çeyrek dönem tünelin içinde kalmıştık. Halen yaşamakta olduğumuz resesyondan ise dört çeyrek dönemde çıkış yapabileceğimizi tahmin ediyoruz.
Son beş resesyon sırasında sadece bir kez, tünelin ucundaki ışığın karşıdan gelen arabanın farı olduğu bir durumla karşılaştık. O da bu dönemdeki en uzun resesyonumuz olan 1998-99 resesyonu sırasında olmuştu. Grafikte görüldüğü gibi bu resesyon sırasında büyüme çizgisi “W” şeklinde bir görünüm almıştı. Yalnız bunun nedeni önceden öngörülmesi mümkün olmayan bir doğal felaket olan 1999’daki Marmara Depremi’ydi.
Dünya ekonomisine ilişkin olarak elimizde üçer aylık büyüme verileri olmadığından bu kadar ayrıntılı analiz yapmak mümkün değil. Fakat IMF’nin nisan ayında yayınladığı World Economic Outlook (WEO; Dünya Ekonomisinin Görünümü) raporunda, dünya ekonomisindeki resesyon dönemleri üzerine yıllık verilerle yapılan bir araştırmanın sonuçları var. 1961 yılından bu yana olan dönemi kapsayan bu araştırma, küresel bazdaki resesyonlara nadir olarak rastlandığını gösteriyor. Bu resesyon dönemleri çok uzun da sürmüyor. Araştırmanın kapsadığı dönem içinde, 1975, 1982 ve 1991 yıllarında olmak üzere üç kez küresel resesyona rastlanmış durumda. Bu resesyonların bir yıl içinde sona erdiği görülüyor. IMF’nin tahminleri, halen içinde olduğumuz son küresel resesyonun da bir yılda sona ereceği ve 2010 yılında büyümenin yeniden başlayacağı yönünde. Bu arada bu resesyonun önceki üçüne göre çok daha ağır olduğu da dikkati çekiyor.
Kuşkusuz gerek Türkiye’de gerekse dünyada yukarıda ele aldığımız dönemler dışında da resesyonlar yaşandı. Yıllık verilere bakıldığında, olağanüstü koşulların hüküm sürdüğü İkinci Dünya Savaşı yılları bir yana bırakılırsa, Türkiye’deki en uzun resesyonun 1979-80 dönemindeki 2 yıllık resesyon olduğu görülüyor. Bunun dışındaki resesyonların ise yine sadece bir tek yılı (1927, 1932, 1935, 1949 ve 1954) götürdüğü dikkati çekiyor. Dünyada ise en ağır resesyonun 1930’lu yıllardaki Büyük Buhran olduğunu biliyoruz. Bu döneme ilişkin olarak elimizde dünya ekonomisine ait veriler yok ama gelişmiş ülkelere ilişkin istatistikler ve anekdotal bilgiler çok ağır bir iktisadi krizin yaşandığını söylüyor. Özellikle ABD’de ekonomi her resesyona girdiğinde hemen 1930’lu yıllara geri mi dönüyoruz korkusu ortaya çıkıyor. Son resesyonda da bu korkunun ortaya çıktığını ve 1930’lu yıllarla karşılaştırmalar yapıldığını gördük. ~
Tüm dünyada iktisadi faaliyete ilişkin en önemli istatistik milli gelir verileridir ama bu verilerin oldukça geç yayınlanmak gibi bir kusuru var. İktisatçılar, bu sorunu aşmak için iktisadi faaliyet konusunda fikir verdiğine inandıkları çeşitli öncü göstergeleri takip ediyor. Bizim de Türkiye ekonomisini izlemek için kullandığımız birçok öncü göstergemiz var. Son zamanlarda dünya ekonomisini de izlemek kaçınılmaz hale gelince şimdi burada da öncü göstergeleri bulup takip etmeye başladık. Bu öncü göstergeler, dünya ekonomisinin de resesyonda dipten döndüğünü ve tünelin ucunda ışığın görünmeye başladığını gösteriyor. Şimdi bu öncü göstergelerden birkaçına değinmek istiyoruz.
Son zamanlarda küresel ekonomideki faaliyet hacmine ilişkin olarak en çok ön plana çıkan göstergeyi Purchasing Managers Index (PMI; Satınalma Yöneticileri Endeksi) oluşturuyor. Çeşitli ülkelerde şirketlerin satınalma yöneticileri arasında düzenlenen anketlerle oluşturulan bu endekslerde 50’nin üzerindeki değerler iktisadi faaliyette genişlemeye, 50’nin altındaki değerler ise iktisadi faaliyette daralmaya işaret ediyor. Küresel ekonomiye ilişkin PMI geçen yılın ortalarında 50’nin altına inmiş ve yıl sonunda değeri 35’in altına kadar gerilemişti. Bu endeksin son üç aydır hızla toparlandığı ve mayıs ayındaki değerinin 45’in üzerine çıktığı görülüyor. Bu, küresel iktisadi faaliyetteki daralmanın hala sürdüğünü ama hızlı bir dipten dönüşün yaşandığını ifade ediyor. ABD ile Euro Bölgesi’ne ilişkin PMI’lerde de küresel PMI’dekine benzer bir eğilim var.
Küresel ekonomiye ilişkin başka bir önemli öncü gösterge Baltic Dry Index (BDI; Baltık Kuru Yük Endeksi). Bu endeks Londra’da bulunan The Baltic Exchange adlı kurum tarafından günlük olarak yayınlanıyor. Endeksin değeri, 26 ayrı rotada ve üç farklı boyuttaki (capesize, panamax, handymax) gemiler tarafından taşınan kuru yükün (genellikle maden cevheri, kömür ve tahıl) günlük taşıma bedelinin ağırlıklı ortalamasını oluşturuyor. Dünya ticareti canlı olduğunda taşıma bedelleri arttığından endeksin değeri yükseliyor, tersi durumda ise düşüyor. Bu nedenle BDI dünya ticaretindeki gidişatın bir göstergesi olarak kabul ediliyor. BDI’nın değeri geçen yılın ortalarında tarihi yüksek seviyelere çıktıktan sonra yılın ikinci yarısında adeta damdan düşer gibi düşmüştü. Bu endekste son iki aydır ciddi bir toparlanma yaşanıyor ve bu dünya ticaretinin yeniden hareketlenmeye başladığı şeklinde yorumlanıyor.
Bunların dışında petrol fiyatlarında yaşanan artış da (son dört ayda 40-45 dolar aralığından 70 dolar civarına geldi) küresel ekonominin resesyonda dipten döndüğünün işareti olarak kabul ediliyor. Ayrıca küresel ekonominin motoru olan ABD’ye ilişkin öncü göstergelerde yaşanan toparlanma da bu konudaki umutları artırıyor. Son olarak küresel resesyonun tetiğini çeken finans piyasalarında işlerin normale dönmekte olduğuna işaret eden göstergeler olduğunu da belirtelim. Bu göstergelerin en önemlisi olan Volatility Index’in (VIX; Volatilite Endeksi) değeri kriz öncesindeki seviyelerine iyice yaklaşmış durumda.
Türkiye ekonomisinin resesyonda dipten döndüğüne ilişkin ilk sinyalleri, tüketim cephesine ilişkin göstergelerden aldıktan sonra bunun üretim cephesine yansımasını ise mart ayında sanayi üretimindeki düşüşün hız kesmesiyle görmüştük. Sanayi üretimindeki düşüş, nisan ayında da hız kesmeyi sürdürdü. Mart ayında yüzde 20,8 olan yıllık bazdaki düşüş oranı, nisan ayında yüzde 18,5’e geriledi. Dahası, imalat sanayine ilişkin kapasite kullanım oranı verileri, mayıs ayında da benzer bir düşüşün yaşanmış olabileceğinin sinyalini verdi. Mayıs ayında kapasite kullanım oranı yüzde 70,4 olarak gerçekleşti ve geçen yılki seviyesinin yüzde 14,6 altında kaldı. Kapasite kullanım oranı nisan ayında geçen yılki seviyesinin yüzde 18,2 gerisindeydi. Ondan önceki dört ayda ise kapasite kullanım oranındaki yıllık düşüş yüzde 20 civarında gerçekleşmişti.
Fakat sanayi üretimindeki bu dipten dönüşün çok yavaş seyrettiği dikkat çekiyor. Bu durum şu ana kadar sadece iç talepte bir toparlanma olmasından, ihracattaki düşüşün ise aynen devam etmesinden kaynaklanıyor. ~Esasında reel ihracata baktığımızda şubat ve mart aylarında bir toparlanma görür gibi olmuştuk ama nisan ayında düşüşün yeniden hız kazandığına şahit olduk.
Üretim cephesindeki toparlanmanın iç talep kaynaklı olduğunu ve dış talepte bozulmanın hala devam ettiğini Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) yakın zamanda yayınlamaya başladığı aylık sanayi ciro ve sipariş endekslerinden de görüyoruz. Bu endeksler yurtiçi ve yurtdışı ayrımında veriliyor. Yurtiçi ciro endeksindeki yıllık bazdaki düşüş, son iki ayda hız keserken yurtdışı ciro endeksindeki düşüşün özellikle mart ayında epey hız kazandığı dikkati çekiyor. Benzer bir eğilim sipariş endeksinde de görülüyor.
Ekonomideki toparlanmanın sadece iç talebe dayanması resesyondan çıkışın epey yavaş olmasına yol açacak gibi görünüyor. İşin kötü tarafı, eğer dış talep eski seviyelerine dönüş yapmazsa, resesyondan çıktıktan sonra da büyümenin yavaş seyretmesi ihtimali var.
Aylık enflasyon mayıs ayında yüzde 0,64 olarak gerçekleşti ve geçen yılki seviyesinin (yüzde 1,49) epey altında çıktı. Böylece yıllık enflasyonda önemli bir düşüş daha oldu. Nisan ayında yüzde 6,1 seviyesinde bulunan yıllık enflasyon mayıs ayında yüzde 5,2’ye indi.
Mart ayındaki kısa molayı saymazsak, enflasyonda geçen yılın kasım ayından bu yana hızlı bir düşüş var. Ekim ayında yüzde 12 seviyesinde bulunan enflasyon bu yedi ay içinde yarıdan fazla düşüş gösterdi. Bu düşüş ile 2009’un yüzde 7,5’lik hedefinin çoktan altına inilirken, ta 1970 yılındaki düzeye kadar da geri dönülmüş oldu.
Fakat enflasyondaki yamaç paraşütü inişini andıran bu düşüş dönemi artık sona ermiş olabilir. Yeniden eski seviyelere doğru bir yükseliş olmasa da yılın kalan döneminde yatay bir seyir izlenebilir.
Bunun için dört adet gerekçemiz var. Birincisi, ilk beş ayda enflasyondaki düşüşe katkıda bulunan “baz etkisi”nin artık çok fazla yanımızda olmayacak olması. Geçen yıl ilk beş ayda enflasyon mevsim normallerinin altında seyretmiş, sonraki yedi ayda ise temmuz ve ekim ayları hariç, mevsim normallerinin altında enflasyon oranları görmüştük. Bu yıl aynı aylarda daha düşük enflasyon oranlarının gerçekleşmesi biraz zor görünüyor. İkinci gerekçemiz, dünya emtia fiyatlarının yeniden yükselişe geçmesiyle ilgili. Yılın ilk aylarında 40-45 dolar aralığında seyreden petrolün varil fiyatı, biz bu yazıyı yazdığımız sırada 65 doların üzerindeydi. Üçüncü gerekçemiz, tüketimde gördüğümüz toparlanma nedeniyle iç talep koşullarının enflasyondaki düşüşe daha fazla katkı yapmayı bırakabilecek olması. Dördüncü gerekçemiz de geçen ay, mart ayında başlayan vergi indirimlerine devam kararı alınırken indirim oranlarının bir miktar kırpılmasının getirdiği geçici fiyat artışlarına dayanıyor. Bu indirimler eylül ayı sonunda sona erdiğinde benzer bir geçici fiyat artışı daha görülecek. Bütün bu gelişmelerin mutlaka enflasyona olumsuz yansıması görülecek.
~
Geçen ay, işsizlikte dört aydır süren rekorlar serisinin, mevsimsel eğilimlerin etkisiyle mart ayında sona erdiğini tahmin ettiğimizi yazmıştık. Çünkü tarımsal faaliyetin hızlanmaya başlaması ve inşaat ve turizm gibi sektörlerde sezonun açılması nedeniyle her yıl mart, nisan ve mayıs aylarında işsizlikte önceki aylara göre gerileme olduğunu biliyorduk. Gerçekleşme tahmin ettiğimiz gibi oldu. Şubat ayında yüzde 16,1’e kadar çıkmış olan işsizlik oranı, mart ayında yüzde 15,8’e düştü. Şubat ayında 3 milyon 802 bine ulaşmış olan işsiz sayısı da mart ayında 3 milyon 776 bine geriledi.
Yalnız resesyonun getirdiği istihdam kayıplarının mevsimsel eğilimin etkisini epey törpülediği dikkati çekiyor. İşsizlik oranında mart ayında yaşanan düşüş önceki yıllara göre daha düşük. Önceki dört yıldaki ortalama düşüş 0,9 puanken bu yılki düşüş 0,3 puanda kalmış durumda. Bu durum normalde yatay bir seyir izlenmesi gereken yaz aylarında işsizliğin yeniden yükselişe geçebileceğini düşündürüyor. Bu gidiş sonbahar aylarından itibaren de yeniden rekorlar serisine dönüşü beraberinde getirebilecek gibi görünüyor. Gerçi bahar aylarında işten çıkarmaların hızının kesildiğine yönelik sinyaller var ama bunun durumu ne kadar kurtaracağını bilemiyoruz.
Bu arada mevsimselliğin etkisinin önemli olduğu serilerde, doğru karşılaştırmanın aylık değil yıllık bazda yapılan karşılaştırma olduğunu unutmuyoruz elbette. Yıllık bazda bakıldığında mart ayında işsizlik oranında tam 4,8 puanlık yükseliş var. Yıllık bazda işsiz sayısı da 1 milyon 244 bin kişi artmış durumda. Bu, resesyonun işgücü piyasası üzerinde nasıl ağır bir tahribat yaptığını gösteriyor. İşsizlik yıllık bazda yükseliş göstermeye daha aylar boyunca devam edecek.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?