Prof. Thomas Piketty: “İnsanlar Öfkeli”

Dünyada servetler arasındaki uçurum hiç olmadığı kadar derinleşti. Fransız ekonomist Thomas Pikett’ye göre bu tabloyu tehlikeli kılan yalnızca gelir farkları değil. Temsil edilmeme ve onur kaybı da küresel krizi derinleştiriyor.

1.09.2025 12:41:070
Paylaş Tweet Paylaş
Prof. Thomas Piketty: “İnsanlar Öfkeli”

Ekonomik eşitsizlik, uzun süredir hem siyasetin hem toplumsal hareketlerin merkezinde. Ancak bu tartışma 2008 küresel krizinden sonra bambaşka bir boyut kazandı. O dönemde öne çıkan ve bugün de eşitlik kavramını en geniş çerçevede ele alan isimlerden biri Fransız ekonomist Prof. Thomas Piketty.

Tuba İlze / [email protected]
Capital Dergisi / Ağustos 2025

Piketty, “Eşitliği yalnızca gelir dağılımıyla sınırlamak büyük bir hata” diyor ve ekliyor: “Bugün insanlar sadece yoksul olduğu için değil toplumda görünmez kılındıkları için öfkeli. Temsil edilmediklerini, değer görmediklerini düşünüyorlar.”

Piketty’e göre eğitim, sağlık ve ulaşım gibi temel haklar piyasanın insafına bırakıldığında, eşitsizlik daha da keskinleşiyor. “Eğer kamusal hizmetleri yeniden yapılandıramazsak, bu öfke demokratik sistemleri sarsmaya devam edecek” uyarısında bulunuyor. Piketty Prof. Michael Sandel ile kaleme aldığı “Eşitlik: Ne Anlama Geliyor ve Neden Önemlidir” (Equality: What It Means and Why It Matters) adlı kitabında bu konulara ışık tutuyor.

Piketty’le son kitabını, dünyada büyüyen kırılganlıkları, ertelenen adalet arayışını ve “eşitliğin yeni tanımını” konuştuk:

Kitabınızda “eşitlik, tanınma ve haysiyet” kavramlarını bir üçleme olarak sunuyorsunuz. Neden bu kavramlara birlikte odaklanılması gerektiğini düşünüyorsunuz?

Bugün eşitlik üzerine düşünmek için sadece ekonomik göstergelere odaklanmak yetersiz. Benim için eşitlik, insanların yalnızca benzer gelirlere sahip olması anlamına gelmiyor. İnsanların benzer yaşam koşullarına, temsile ve saygıya erişebilmesi önemli. Kendilerini tanınmış ve değerli hissetmelerini sağlayacak sosyal yapıların inşa edilmesi gerekiyor. Eşitlik anlayışımızı derinleştirmeliyiz, çünkü modern toplumlarda sınıflar arası temas büyük ölçüde azaldı. Bu nedenle sadece vergilendirme üzerinden değil ortak kamusal alanların güçlendirilmesi, eğitime ve sağlığa eşit erişim gibi araçlarla da mücadele vermeliyiz. Vergi oranları tek başına hiçbir şeyi çözmez. Toplumsal yapılarımızda köklü bir değişim gerekiyor.

Peki eşitlik anlamında göç ve sınır politikalarının nasıl ele alınması gerektiğini düşünüyorsunuz?

Evet, eşitlik konusunu yalnızca iç ekonomik göstergelere indirgemek büyük bir hata olur. Göç, bu konuda en fazla tartışma yaratan ve çoğu zaman sağ siyaset tarafından çarpıtılan alanlardan biri. Sol, sınırlar ve göç konusunda suskun kalırsa bu alanı sağa bırakmış olur. Sağ, bu meseleyi milliyetçilik ve korku temelli anlatılarla şekillendiriyor. Oysa göçün kendisi, tanınma ve adaletin test edildiği bir alan. Öğrenci dolaşımı Avrupa içinde teşvik edilirken Malili bir öğrenci Fransa’da okumak için 10 bin Euro ödemek zorunda kalıyor ama Norveçli bir öğrenci aynı eğitimi ücretsiz alıyor. Bu sistem açıkça adaletsiz. Bu durum, göç politikalarının yalnızca ekonomik değil tanınmaya dayalı sosyal eşitlik çerçevesinde yeniden ele alınması gerektiğini gösteriyor. Sınırlar, coğrafyanın yanı sıra siyasi ve sembolik çizgilerle ilgili. Kimin “bizden” sayıldığına dair kararlar, doğrudan demokratik temsilin ve tanınmanın konusu.

Bu bağlamda Avrupa’nın ABD karşısındaki konumunu ve küresel sorumluluklarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bugün Avrupa, özellikle de Avrupa Birliği, ekonomik ve siyasi olarak ABD’nin çizdiği çerçeveye fazlasıyla angaje olmuş durumda. Özellikle askeri harcamalar, dijital devlerin vergilendirilmesi, küresel karbon vergisi gibi alanlarda Avrupa kendi tarihsel demokratik modelinden uzaklaşıyor. Oysa Avrupa’nın artık ABD’nin vesayetinden çıkması ve Güney yarım küredeki demokratik ülkelerle yeni bir eşitlik ittifakı kurması gerekiyor. Eğer Avrupa eşitlikten gerçekten söz etmek istiyorsa sadece kendi iç pazarına değil tarihsel olarak sömürdüğü ülkelere karşı da sorumluluk almalı. Bunu şunun için söylüyorum: Tarihsel borç kavramı gündeme gelmeli. Avrupa geçmişin mirasıyla yüzleşmeden küresel bir adalet vizyonu inşa edemez. Bu nedenle Avrupa’nın eşitliği savunması, sadece gelir politikasıyla değil küresel ölçekte demokratik ve ekonomik adalet inşasıyla mümkün olabilir. Yoksa ABD’ye bağımlı, kendi sosyal modelini terk etmiş bir Avrupa’nın ne içeride ne dışarıda inandırıcılığı kalır.

ABD’nin finansal istikrarı son dönemde sıkça tartışma konusu. Sizce bu kırılganlık ne tür siyasal riskler barındırıyor?

ABD, bugüne kadar benzeri görülmemiş bir mali dengesizlikle karşı karşıya. Kamu borcu hızla büyüyor, bütçe açıkları artıyor ve doların küresel güvenilirliği sarsılıyor. Bu durum ekonominin yanında siyasal istikrarsızlık anlamına geliyor. Amerikan sisteminin temelinde sınırsız vergi indirimi vaadiyle desteklenen bir anlayış var. Bu, kamu hizmetlerinin çökmesine ve halkın devlete olan güveninin azalmasına neden oluyor. Bu finansal zayıflık, Trump gibi otoriter eğilimli siyasetçilerin alan kazanmasına zemin hazırlıyor. ABD’deki bu kırılganlık, sosyal eşitsizliğin yönetilememesiyle birleşince otoriter dalgaları besliyor. Bütçe açıkları büyürken zenginlerden vergi alınmıyor. Bu da demokratik sistemi kırılganlaştırıyor. Yani söz konusu olan sadece ekonomik göstergelerin kötüleşmesi değil aynı zamanda bu göstergelerin siyasal bir çöküşü tetikleme potansiyelidir. ABD’nin küresel liderlik iddiası, içerideki bu adaletsizlik çözüme kavuşmadan sürdürülebilir değil.

Kamusal hizmetlerde eşitliğe ulaşmak için en acil reform önceliği sizce nedir?

Vergi sisteminde radikal ama uygulanabilir dönüşümler yapılmadan sosyal adalet sağlanamaz. Servet üzerinden alınacak artan oranlı vergiler bu reformun kalbinde yer almalı. Özellikle 100 milyon Euro üzerinde serveti olanlar için yılda yüzde 2’lik bir vergi makuldür. Zira bu servetler yılda yüzde 7-8 hızla büyüyor. Yüzde 2’lik vergiyle bile, bu düzeylere geri dönmeleri 100 yıl alır. Bu kaynakla eğitimi, sağlığı ve ulaşımı piyasadan çıkarmak, yeniden kamu hizmeti olarak örgütlemek mümkündür. Böylece vatandaşlar arasında gerçek bir eşitlik zemini inşa edilebilir. Avrupa, geçmişte bunu başardı. Yeniden başarabiliriz.

Ultra-zenginleri hedef alan bu vergi önerisi sadece ekonomik mi, yoksa siyasi bir mesaj da içeriyor mu?

Bu öneri teknik bir gelir politikası değil toplumsal sorumluluğun yeniden tanımlanması. Bugün Fransa’da 100 milyon Euro’dan fazla serveti olan yaklaşık bin 800 kişi var. 2010’da en zengin 500 kişinin toplam serveti 200 milyar Euroydu; 2025’te bu rakam 1,2 trilyon Euroya ulaştı. Bu, yüzde 500’lük bir artış demek. Biz, bu servetlerin üzerine yalnızca yüzde 2 vergi koymayı öneriyoruz. Amaç caydırmak değil demokratik dayanışmayı hatırlatmak. Üstelik bu vergiden kaçışı önlemek için ülkeyi terk edenlerin 5 yıl boyunca yükümlülüklerinin devam etmesini savunuyorum. Nobel ödüllü meslektaşlarımızla birlikte kaleme aldığımız bildiride bu verginin küresel ölçekte uygulanabileceğini ve yılda 250 milyar dolarlık kaynak yaratabileceğini de gösterdik. Küresel sağlık, eğitim ve iklim politikalarında bunun etkisi hayati olur.

Ancak bu öneriler, Fransa’da bazı çevrelerce sert şekilde reddediliyor. Bu dirence karşı nasıl bir karşılık öneriyorsunuz?

Evet, ne yazık ki Fransa Senatosu, bu önerileri geri çevirdi. Bu durum, bana 1896 ile 1914 arasında yaşanan vergi tartışmalarını hatırlatıyor. O zaman da gelir vergisi fikri korkutucu ve zararlı bulunmuştu. Bugün de benzer reflekslerle karşılaşıyoruz. Ancak ben diyorum ki: Bu büyük servetler, yalnızca piyasa sayesinde değil kamunun altyapısıyla, eğitimiyle, hukuk sistemiyle büyüdü. O zaman bu kazanımların yükünü de paylaşmaları gerekir. Kişi Fransa’da 50 yıl yaşayıp son yılında yurt dışına taşınmışsa, hala 50/51 oranında Fransız vergi mükellefidir. Yani vergisel yükümlülükler, vatandaşlık bağıyla değil tarihsel sorumlulukla tanımlanmalı. Çünkü artık mesele yalnızca “gelir” değil kamu etiği ve tarihsel adalet meselesidir. Kamu finansmanı bu zeminde yeniden kurulmazsa, sosyal devletin temelleri çöker.


“EŞİTSİZLİK AŞIRI SAĞA YÖNELTİYOR”

SORUMLULUKLA YÜZLEŞME

Göç ve iklim krizine yalnızca bugünün sorunları olarak değil tarihin bize yüklediği bir sorumluluk olarak bakıyorum. Bugünkü küresel eşitsizlik, yüzyıllar boyunca zengin ülkelerin yoksulları sömürmesiyle oluştu. Bu nedenle artık bir geri ödeme zamanındayız. Bu sadece maddi bir paylaşım değil etik bir yükümlülük. Politikalarımızı bu tarihsel adaletsizlikleri gözeterek şekillendirmeliyiz.

SERBEST DOLAŞIM

İnsanların hareket etme özgürlüğü elbette desteklenmeli. Fakat kamu hizmetlerinden adil biçimde yararlanabilmeleri için bu hareketliliğin finansal altyapısı uluslararası olarak düzenlenmeli. Bu nedenle küresel bir vergi ve katkı sistemi kurulmalı. Serbest dolaşım ancak bu yapıyla sürdürülebilir olur.

AŞIRI SAĞIN YÜKSELİŞİ

Aşırı sağ ve milliyetçi hareketlerin yükselişini yalnızca göçmen karşıtlığıyla açıklamak kolaycı bir yaklaşım. Asıl mesele, sanayi kentlerinin çöküşüyle ortaya çıkan ekonomik güvensizlik. İşini kaybeden, geleceğinden umudunu kesen insanlar öfkeleniyor ve çözümü aşırı sağda arıyor.


“UZUN VADEDE EŞİTLİK KAZANIR”

TARİHSEL İLERLEME

Eşitlik mücadelesi uzun solukludur ama tarihsel olarak ileriye doğru gider. 18’inci yüzyıldan bu yana eğitimde, sağlıkta ve oy hakkı gibi temel konularda ciddi kazanımlar sağladık. Eşitliğe yönelik talepler zaman zaman bastırılsa da geri çekilmiyor. Her yeni nesil daha fazla adalet talep ediyor. Ben uzun vadede eşitliğin kazanacağına inanıyorum.

İNSAN ONURU

Eşitsizlik yalnızca ekonomik farklarla açıklanamaz. Asıl mesele insanların saygı görmesi ve değerli hissedebilmesidir. Gelir farkı sosyal mesafeyi de büyütüyor. İnsan ilişkilerindeki bu uçurum onur kaybına neden oluyor. Saygı duyulmayan bir toplumda gerçek eşitlikten söz edemeyiz.

ADİL KÜRESELLEŞME

Küresel eşitlik için yalnızca yurt içi politikalar yetmez. Uluslararası sermaye ve ticaret akışlarının denetimsizliği eşitsizliği körüklüyor. Buna karşılık emek hareketliliğine daha kapsayıcı yaklaşmalıyız. Sermayeye tanınan ayrıcalık emeğe tanınmıyorsa bu sürdürülemez bir yapı doğurur. Eşitlik, küresel düzeyde adil denetim mekanizmalarını gerektirir. Bu artık ertelenemez bir görev.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz