Prof. Ugo Panizza ile finans sektörünün büyüklüğünün ekonomik istikrar üzerindeki etkilerini, devlet borçlarının yönetimini ve gelişmekte olan ülkeler için en iyi ekonomik politikaları konuştuk...
Tuba İlze
Graduate Institute ekonomi profesörü ve kalkınma ekonomisi uzmanı UGO PANIZZA, Türkiye’nin borçlanma sürecinin dalgalı olduğunu, ancak istikrarlı politikaların ülkenin lehine olacak yerel para cinsinden borçlanmayı güçlendirebileceğini söylüyor. Finans sektörünün aşırı büyümesinin ekonomik dengeyi bozabileceğine dikkat çeken Panizza, “Kontrolsüz büyüyen finans, ekonomiyi zayıflatır. En parlak beyinleri inovasyondan koparıp finansal spekülasyona yönlendirir” uyarısında bulunuyor.
Finansal sektör büyüdükçe ekonomi de büyür mü? Yoksa aşırı finansallaşma, reel ekonomiyi zayıflatıp krizleri derinleştirir mi? Son yıllarda bu iki soru, akademisyenler ve politika yapıcılar arasında en çok tartışılan konuların başında geliyor. İsviçre’nin Cenevre kentindeki Graduate Institute’ta ekonomi profesörü olan Ugo Panizza, finans sektörünün aşırı büyümesinin ekonomik istikrarı bozabileceğini savunan en önemli akademisyenlerden biri. Uzun yıllar Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı’nda (UNCTAD) görev yapan Panizza, bugün Uluslararası Para ve Bankacılık Çalışmaları Merkezi’ni yönetiyor. Panizza’nın ekonomi literatürüne en büyük katkılarından biri ise Barry Eichengreen ve Ricardo Hausmann ile geliştirdiği “orijinal günah” (original sin) teorisi. Bu teori, gelişmekte olan ülkelerin kendi para birimlerinde borçlanamamaları ve bunun finansal kırılganlık yaratması üzerine şekilleniyor. Panizza, Türkiye’nin de yıllar içinde bu döngüyü farklı dönemlerde deneyimlediğini söylüyor. Yerel para cinsinden borçlanmada kaydedilen ilerlemelerin özellikle 2021’den sonra yerini yeniden döviz bağımlılığına bıraktığını vurguluyor ve “Türkiye gibi ülkelerin yerel para cinsinden borçlanma kapasitesini artırma konusunda istikrarlı ve güven veren ekonomik politikalar uygulamaları kritik” diye konuşuyor. Prof. Ugo Panizza ile finans sektörünün büyüklüğünün ekonomik istikrar üzerindeki etkilerini, devlet borçlarının yönetimini ve gelişmekte olan ülkeler için en iyi ekonomik politikaları konuştuk:
“Orijinal günah” kavramı günümüzde hala geçerli mi? Türkiye’nin borçlanma yapısı bu çerçevede nasıl şekillendi?
“Orijinal günah” kavramı, günümüzde hala birçok gelişmekte olan ülke için geçerli. Bu ülkeler borçlanırken genellikle yabancı para birimlerine bağımlı kalıyor. Bazı büyük gelişmekte olan ekonomiler, uluslararası yatırımcılara yerel para cinsinden tahvil satmayı başararak bu bağımlılığı azalttı. Türkiye açısından bakıldığında bu konuda inişli çıkışlı bir süreç yaşandı. 2004 yılında yabancı yatırımcıların elinde tuttuğu devlet borcunun yaklaşık yüzde 70’i döviz cinsindeydi. 2012 yılına kadar bu oran yüzde 50’nin altına indi ve yerel para cinsinden borçlanma konusunda olumlu bir ivme yakalandı. Ancak, 2012-2013 yıllarında bu eğilim tersine döndü ve 2021 itibarıyla yabancı yatırımcıların elinde tuttuğu merkezi yönetim borcunun yüzde 90’ı yeniden döviz cinsinden oldu. Bu tablo, Türkiye gibi ülkelerin yerel para cinsinden borçlanma kapasitesini artırma konusunda istikrarlı ve güven veren bir ekonomik politikaya sahip olmasının ne kadar kritik olduğunu gösteriyor.
Döviz cinsinden borçlanan Türkiye dahil gelişmekte olan ülkeler, riskleri en aza indirmek için borç portföylerini nasıl yönetmeli?
Genellikle yabancı para biriminde para cinsinden borçlanmak bile pahalı hale gelebiliyor. Bu tür riskleri minimize etmek için atılması gereken ilk adım, makroekonomik istikrarı sağlamak ve yerel para birimine olan güveni yeniden tesis etmektir. Para birimi istikrarlı hale geldikçe ülkeler borç portföylerini kademeli olarak yerel para cinsinden borçlanmaya kaydırabilir. Bu süreçte IMF, Dünya Bankası ve Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) gibi uluslararası kuruluşlar teknik destek ve finansman sağlayarak reformların daha sağlıklı ilerlemesine katkı sunabilir.
Borç sürdürülebilirliğini sağlarken ekonomik büyümeyi engellememesi için gelişmekte olan ülkelerin nasıl bir yol izlemesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
Her ülkenin kendine özgü ekonomik dinamikleri olduğu için tek bir reçete sunmak zor. Ancak birçok ülke için iyi bir başlangıç noktası sağlam bir mali çerçeve oluşturulması etkili bir vergi sistemi geliştirilmesi ve kamu harcamalarının verimli bir şekilde yönlendirilmesi olabilir. Borç yönetiminde temel prensip, harcamaları kontrollü planlamak ve gelirleri artıracak reformları hayata geçirmektir. Böylece ülkeler, borçlanma ihtiyaçlarını dengeli bir şekilde yöneterek sürdürülebilir büyüme sağlayabilir.
Küresel ekonomik değişimler, özellikle büyük ekonomilerin para politikalarındaki dalgalanmalar, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin dinamiklerini nasıl etkiliyor?
Gelişmekte olan ülkelerin borçlanma koşulları büyük ölçüde küresel finansal döngülere bağlı. Özellikle FED ve ECB gibi büyük merkez bankalarının para politikaları, gelişmekte olan ülkelerde sermaye akışlarını, döviz kurlarını ve borçlanma maliyetlerini doğrudan etkiliyor. Faizlerin düşük olduğu dönemlerde küresel likidite artıyor ve yatırımcılar gelişmekte olan piyasalarda daha yüksek getiri arayışına giriyor. Bu da Türkiye gibi ülkeler için daha ucuz ve erişilebilir borçlanma imkanı yaratıyor. Ancak FED veya ECB faizleri artırdığında yatırımcılar daha güvenli limanlara yöneliyor ve gelişmekte olan piyasalardan sermaye çıkışı hızlanıyor. Türkiye gibi ülkelerin küresel faiz değişimlerine karşı daha dirençli olabilmesi için güçlü makroekonomik temeller oluşturması gerekiyor. Mali disiplinin korunması, enflasyonun kontrol altında tutulması ve yatırımcı güveninin sağlanması bu tür dışsal şoklara karşı ülkenin daha dayanıklı olmasını sağlayan en önemli unsurlar arasında yer alıyor.
Mevcut küresel ekonomik koşullar göz önüne alındığında kamu borcu ve finansal istikrar konusunda üzerinde daha fazla durulması gereken alanlar neler?
Önümüzdeki yıllarda ülkeler, iklim değişikliğiyle mücadele ve yeşil dönüşüm için ciddi finansman ihtiyacıyla karşı karşıya kalacak. En büyük soru ise bu dönüşümü finanse ederken borç seviyelerinin nasıl sürdürülebilir tutulacağı. İklim değişikliğinin etkileri her geçen gün daha belirgin hale geliyor ve birçok ülke bu konuyu hala yeterince ciddiye almıyor. Borç yönetimiyle çevresel yatırımları dengeleyecek mekanizmaların geliştirilmesi, önümüzdeki dönemde ekonomi dünyasının en önemli gündemlerinden biri olacak. Bu konular, ekonomi politikalarının geleceği açısından büyük önem taşıyor ve kapsamlı araştırmalar gerektiriyor. Özellikle ülkelerin yeşil finansman kaynaklarını nasıl etkin kullanacağı ve bu süreçte borç krizine düşmemek için hangi ekonomik stratejileri izlemesi gerektiği konularında daha fazla çalışma yapılması gerekiyor.
Gelişmekte olan ülkeler finans sektörünün büyümesini nasıl dengelemeli?
Gelişmekte olan ülkelerin büyük çoğunluğu şu anda finansal gelişmenin büyümeye zarar verdiği kritik seviyenin oldukça altında bulunuyor. Yani finans sektörünün derinleşmesi ve büyümesi bu ekonomiler için genel olarak faydalı. Ancak burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta var: Finans sektörünün kontrolsüz ve aşırı hızlı büyümesi, geçmişte birçok krizle sonuçlandı. Bu nedenle finans sektörünü büyütürken aşırı genişlemekten ve spekülatif balonlara yol açabilecek kontrolsüz süreçlerden kaçınılmalı. Bankacılık sisteminin sağlam denetlenmesi, finansal inovasyonun sürdürülebilir bir çerçevede teşvik edilmesi ve kredi piyasalarının istikrarlı bir şekilde büyümesi gelişmekte olan ülkelerin kriz riskini minimize ederken finansal gelişmeden en iyi şekilde faydalanmasını sağlayacaktır.
“KRİZ RİSKİ ARTIYOR” MERKEZ BANKASININ ROLÜ Finansal sistemin aşırı büyümesi, kriz risklerini artırıyor. Bu nedenle finansal regülasyonların sıkılaştırılması kritik öneme sahip. Türev ürünler gibi karmaşık finansal araçların denetlenmesi gerekiyor. Aksi takdirde spekülasyon artarak ekonomiyi kırılgan hale getirebilir. Sağlam düzenlemeler, finans sektörünün sağlıklı büyümesini destekleyecektir. Merkez bankaları ve düzenleyici kurumlar finansal istikrarı korumak için daha proaktif olmalı. JEOPOLİTİK RİSKLER Finansal piyasalar, küresel belirsizliklerden giderek daha fazla etkileniyor. Ticaret savaşları, Rusya-Ukrayna gerilimi ve Çin-ABD rekabeti piyasaları dalgalandırıyor. Ayrıca merkez bankalarının faiz politikaları gelişmekte olan ülkeler için kritik bir değişken olmaya devam ediyor. Sermaye akışları üzerindeki baskı, yatırımcı güvenini sarsabilir. Karbon düzenlemeleri, bazı sektörlerin maliyetlerini artırarak rekabet dengelerini değiştirebilir. |
FİNANS VE BORÇ ÜZERİNE 10 KRİTİK GERÇEK
|
“SİYASİ BAĞIMSIZLIK ÖNEMLİ” GÜÇLÜ ARAÇLAR IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar, ülkelerin borç risklerini analiz etmek ve finansal sistemleri değerlendirmek için güçlü araçlara sahip. Ancak gelişmekte olan ülkelerin sadece bu kuruluşların değerlendirmelerine güvenmek yerine kendi ekonomik analizlerini yapmaları kritik. Yerel ekonomiyi en iyi anlayanlar, o ülkenin kendi uzmanlarıdır. İKİ SORUN Burada iki temel sorun öne çıkıyor. İlk olarak, bazı ülkelerde bağımsız ekonomik analiz yapabilecek yeterli kapasite bulunmuyor. Türkiye gibi ülkelerde ise bu bir sorun değil, çünkü oldukça yetkin ekonomistlere sahip. İkinci olarak, bağımsızlık meselesi öne çıkıyor. Borç yönetimi ve ekonomik analizler, siyasi müdahaleden uzak bir şekilde yürütülmeli. Bağımsız merkez bankaları ve objektif kararlar alabilecek uzman konseyleri oluşturulması büyük önem taşıyor. |
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?