Missouri-St Louis Üniversitesi Ekonomi Tarihi bölümü öğretim görevlisi Prof. Max Gillman ekonomik görünüm ve politikalar hakkında görüşlerini Capital ile şöyle paylaştı...
Tuba İlze
Uzun yıllardır enflasyon üzerine çalışmalar yürüten Prof. MAX GILLMAN MaxGILLMAN, yeni kitabı The “Spectre of Price Inflation” ile dikkatleri üzerine topladı. Gillman, merkez bankalarının faiz oranlarını enflasyonun altında tutmasının ekonomik istikrarı zorlaştırdığı görüşünde. Türkiye’nin faiz oranlarını artırma ve altyapı yatırımlarına odaklanma stratejisini ise olumlu bir yaklaşım olarak değerlendiriyor. Uluslararası finansal kurumlarla iş birliği yapmanın Türkiye için kritik önem taşıdığını vurguluyor ve “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Batı ittifakına daha fazla güvenmesi gerekli” diye konuşuyor.
1993 yılından bu yana enflasyon üzerine sayısız çalışma yapan Prof. Max Gillman, yeni kitabı “The Spectre of Price Inflation” ile günümüzün en kritik konusu enflasyona ayna tutuyor. Enflasyonun geçici olmadığını ve durumun anlaşılması için bankacılık ve para tarihinin incelenmesi gerektiğini söylüyor. Gillman, merkez bankalarının faiz oranlarını enflasyon oranının altında tutmasının ekonomik istikrarı zorlaştırdığını ve bu uygulamanın sonlandırılması gerektiğini vurguluyor. Özellikle 2008’den sonra Federal Rezerv’in (FED) uyguladığı politikaların enflasyon tahminlerini zorlaştırdığına ve finansal sistemdeki kırılganlığı artırdığına da dikkat çekiyor. Gillman, Türkiye’nin son yıllarda izlediği politikaları ve ekonomi modelini de dikkatle izliyor. Faiz oranlarını artırarak ve para arzının büyüme hızını yavaşlatarak enflasyonu düşürme yolunda atılan adımları olumlu buluyor. Altyapı yatırımlarına vurgu yaparak ekonomik büyümeyi teşvik eden Türkiye’nin bu stratejisinin uzun vadeli ekonomik istikrar için kritik önem taşıdığını belirtiyor. Çin ve Suudi Arabistan gibi ülkelerden uzun vadeli ve güvenilir finansman sağlama olasılığının düşük olduğunu ifade ederek Türkiye’nin Batı ittifakına daha fazla yönelmesinin ve uluslararası finansal kurumlarla iş birliği yapmasının önemli olduğunu vurguluyor. Missouri-St Louis Üniversitesi Ekonomi Tarihi bölümü öğretim görevlisi Prof. Max Gillman ekonomik görünüm ve politikalar hakkında görüşlerini Capital ile şöyle paylaştı:
Uzun yıllardır enflasyon üzerine yaptığınız çalışmalarla tanınıyorsunuz. Son iki yıldaki enflasyon artışını önceden tahmin etmiş miydiniz?
Evet, bu konuda bazı öngörülerim vardı. ABD’deki para arzının hızlı artışı dikkatimi çekmişti. Federal Reserve Bank of St. Louis FRED verilerini incelediğimde, FED’in satın aldığı Hazine borçlarının özel bankaların FED’deki rezervlerini aştığını gördüm. Bu, yeni basılan paranın büyük bir kısmının dolaşıma girdiğine işaret ediyordu. Veriler bunun sadece geçici bir enflasyon artışı olmayacağını, aksine 1970’ler ve 1980’lerdeki gibi daha uzun bir yüksek enflasyon dönemi olacağını gösteriyordu. Öyle de oldu.
2008 banka krizi sırasında ve sonrasında Federal Reserve’in rezervlere faiz ödeme politikasıyla ilgili önemli bir analiz yaptınız. Bu politikanın ekonomik sonuçlarının Türkiye’yi bile etkilediğini söylüyorsunuz. Neydi bu sonuçlar?
2008 krizi, FED’in benzersiz ve tartışmalı politikalarına işaret ediyor. FED, ABD Hazine tahvili satın alarak yeni para basıyordu. Bankalar bu tahvillerden elde ettiği geliri FED’de tutuyor ve bu rezervlerden faiz alıyorlardı. Bu durum, aslında bankalara çift yönlü bir gelir sağlıyordu. Ancak bu yeni basılan para, bankaların kredi verme konusunda isteksiz olması nedeniyle hemen dolaşıma girmedi. Bu durum, ahlaki risk oluşturdu ve pandemi sırasında hükümetlerin harcamalarını finanse etmek için kullanılan bu yöntem, dolaşımdaki para miktarının artmasına ve dolayısıyla enflasyonun yükselmesine neden oldu. Pandemi sırasında ABD Hazine Bakanlığı ve diğer ülkeler harcamalarını finanse etmek için ABD Hazine tahvili satın alarak FED’in “para basmasını” kullandı. Bu adeta hükümetlerin merkez bankalarından taze basılmış para olarak borç alması gibiydi. Federal Reserve tarafından satın alınan Hazine tahvili miktarı milyonlarca dolar arttı ve rezervler de 4 trilyon doların üzerine çıktı. Ancak bu yeni basılan paranın miktarı çok daha fazlaydı. Bu nedenle pandemi sırasında para arzındaki artış tam olarak sterilize edilmedi ve bu para dolaşıma girerek enflasyonu artırdı. Bu durum sadece ABD’de değil aynı zamanda Türkiye, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Birleşik Krallık ve Euro Bölgesi gibi diğer ülkelerde de yaşandı.
Bu durumun gelecekteki ekonomik risklere etkisi nedir?
Bu politikaların küresel ekonomi üzerinde önemli etkileri oldu. Pandemi sırasında hükümetlerin harcamalarını finanse etmek amacıyla merkez bankalarının Hazine borçlarını satın alması hem para arzında hem de enflasyon oranlarında önemli artışlara yol açtı. Bu süreç, finansal piyasalarda risk seviyesini artırdı. Özellikle ABD’nin ve diğer ülkelerin faiz oranlarını enflasyon oranının altına çekme politikası, yatırımcıları daha yüksek riskli yatırımlara yönlendirdi. Bu süreçte, dünyanın en likit varlığı olan ABD kısa vadeli Hazine borçları üzerinde negatif getiriler görüldü. Bu durum, portföy yöneticilerini, güvenli varlık olarak gördükleri ABD Hazine borçlarından elde ettikleri negatif getiriyi dengelemek için daha riskli ve yüksek getirili hisse senetleri almak zorunda bıraktı. Daha yüksek getiri arayışı, finansal piyasalarda riskin artmasına neden oldu. FED yaklaşık altı aydır yüzde 5,4 faiz oranıyla piyasa koşullarından bağımsız olarak pozitif reel getiri sağlıyor. Faiz oranlarının Federal Açık Piyasa Komitesi’nin kararlarıyla belirlenmesi yaklaşımı Sovyetler Birliği’nin ekmek fiyatlarını belirlemesiyle benzerlik gösteriyor. Bu durum, gelecekte finansal piyasalarda daha büyük dalgalanmalara ve belirsizliklere yol açabilir.
Bu gelişmeler ışığında Türkiye ekonomisinin şu anki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Önümüzdeki yıllarda Türkiye ekonomisini nelerin beklediğini düşünüyorsunuz?
Son dönemde atılan adımların oldukça akılcı olduğunu görebiliyorum. Türkiye’nin faiz oranlarını artırması ve para arzının büyüme hızını yavaşlatması ekonomik istikrar açısından önemli. Bu politikalar sayesinde faiz oranları enflasyon oranına paralel bir şekilde yükselmeye başladı. 30 seviyesine ulaşan dolar kurunun önümüzdeki yıllarda istikrara kavuşturulması önem taşıyor. Türkiye’nin döviz kuru istikrarını sağlamak için Çin ve Suudi Arabistan gibi ülkelerden para ödünç alma stratejisi oldu. Ancak bu, TL’nin hızla değer kaybetmesini sadece geçici olarak engelleyen ve sürdürülemez bir politikaydı. Türkiye’nin daha istikrarlı ve sürdürülebilir bir ekonomik yapıya ulaşabilmesi için faiz oranlarını artırmanın yanı sıra enflasyon oranını düşürmesi ve hükümet harcamalarının büyüme hızını yavaşlatması önem taşıyor. Özellikle seçim yıllarında görülen hükümet harcamalarındaki artışın Macaristan örneğinde olduğu gibi sonrasında azaltılabilmesi mümkün. Bu durum, ekonomik büyüme ve istikrar için kritik önem taşıyor. Vergi oranlarının düşük ve sabit seviyelere indirilerek vergi tabanının genişletilmesi ve daha fazla vatandaşın gönüllü olarak vergi ödemesinin teşvik edilmesi gerekiyor. Bu tür politikaların Türkiye’nin ekonomik yapısını güçlendireceğini ve gelecekte daha sağlam bir ekonomik büyümeye yol açacağını düşünüyorum.
2022 yılında İstanbul’da katıldığınız ekonomi zirvesinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a IMF’den kredi almasını önerdiğiniz iddia edildi. Bu bilgi doğru muydu? Cumhurbaşkanı’na Türkiye’nin ekonomik politikaları hakkında ne tür önerilerde bulundunuz? Ve bugün ne önerirsiniz?
Bu konuda bir yanlış anlaşılma oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a IMF’den kredi almasını önermedim. Bu hata üniversitenin bülteninde yer alan yanlış bir ifadeyi benim önceden fark etmememden kaynaklandı. Cumhurbaşkanı Türkiye’nin Batı ittifakıyla ilgili endişelerini ve Doğu’dan, Rusya’dan ve NATO ile iş birliği yapmayan ülkelerden gelen talepleri dengeleme çabası içinde olduğunu anlattı. IMF’den daha fazla kredi alma isteği olmadığını bildiğim için bu konuyu kendisiyle hiç konuşmadım. Cumhurbaşkanı’na ilettiğim asıl mesaj, Batı ittifakının Türkiye hükümetine desteğinin süreceği ve kendisinin Batı ittifakına daha fazla yönelmesi gerektiği yönündeydi. Ayrıca Doğu Avrupa örneğinde olduğu gibi düşük ve sabit vergi oranlarına geçiş yapılmasını önerdim. Türkiye’nin Finlandiya ve İsveç’i NATO’ya kabul etmesinin ve ABD’nin Türkiye’ye F16 satmasının Türkiye’yi Batı ittifakına geri döndürmek adına iyi bir adım olduğunu düşünüyorum. Cumhurbaşkanı’na açıkça belirtmediğim ama kafamda olan bir konu da Dünya Bankası’ndan alınabilecek kredilerdi. Pandemi sırasında ve sonrasında birçok gelişmekte olan ülke Dünya Bankası’ndan kredi aldı ve ben Türkiye’nin de bu fırsattan yararlanması gerektiğine inanıyorum. Türkiye’nin Dünya Bankası ve IMF ile yeniden iyi ilişkiler kurmasının faydalı olacağını düşünüyorum.
Pandemi sonrası ekonomik paradigmada özellikle gelişmekte olan ekonomiler için beklediğiniz dönüşüm nedir ve bu süreçte Türkiye’nin rolü nasıl olmalı?
Gelişmekte olan ekonomilerin altyapı geliştirme ve insan sermayesi yatırımına odaklanması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’nin bu süreçte limanlar, yollar, tüneller ve köprüler gibi fiziksel altyapı projelerine devam etmesi önemli. Ancak üniversitelerin uluslararasılaşmasına odaklanarak insan sermayesi gelişimine de büyük önem vermeli. Ülkeler ancak dengeli insan sermayesi büyümesiyle kalıcı yollarla gelişebilir. Milletlerin zenginliği, insan sermayesinin zenginliği tarafından yönlendirilir. Bu, kişinin kendi insan sermayesine sahip olması ve dünyada başarılı olmak için bu sermayeyi kullanabilme yeteneği anlamına gelir ki bu gerçek özgürlüktür. Türkiye’nin bu yönde adımlar atarak hem kendi ekonomik gelişimini hızlandırması hem de küresel ekonomide önemli bir rol üstlenmesi mümkün olacaktır.
Günümüz ekonomik sorunlarını çözmek için monetarist ekonomi teorisinin etkinliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Monetarist politika temel olarak para miktarı teorisine dayanır. Son yıllarda para arzındaki artışın çoğunlukla sterilize edildiği ve dolaşıma girmek yerine FED’de fazla rezerv olarak kaldığı gözlemlendi. Bu durum, para teorisinin uygulamalarını etkiledi. Ancak para arzının dolaşıma girmesi durumunda fiyat seviyeleri ve enflasyon oranı üzerinde hemen etkili olur. Bu nedenle miktar teorisinin hala geçerli olduğunu düşünüyorum. Mali politikaların enflasyon üzerinde önemli etkileri var. Hükümet harcamalarının artması veya vergilerin azalması, ekonomiye daha fazla para akışı sağlayarak talebi ve potansiyel olarak fiyat seviyelerini artırabilir. Tersine hükümet harcamalarının azaltılması veya vergilerin artırılması para arzını sınırlandırarak enflasyonist baskıları azaltabilir. Bu araçlar, hükümetler tarafından dikkatlice kullanılarak enflasyon yönetimi ve ekonomik istikrarın sağlanmasında etkili olabilir. Monetarist ekonomi teorisi, para arzı ve mali politikaların etkileri üzerine yoğunlaştığında ekonomik sorunların çözümünde önemli bir rol oynayabilir. Hükümetler, bu teorileri anlayarak ve uygulayarak enflasyonu kontrol altında tutabilir ve ekonomik istikrarı sürdürebilir.
“KRİZLER MİLLİYETÇİLİĞİ ARTIRIYOR” MİLLİYETÇİLİK Finansal krizler milliyetçi politikalarının yükselmesine ve demokrasinin gerilemesine yol açıyor. 1930’larda Büyük Buhran sonrasında olduğu gibi daha aşırı rejimlerin ve popülizmin yükselmesine neden oluyor. Ekonomik ve sosyal istikrarı tehdit ederken küreselleşmenin olumlu etkilerini baltalıyor. ENTEGRASYON Dünya ekonomisinde yavaşlama eğilimleri olsa da küreselleşmeden uzaklaşmak bir seçenek olamaz. Ekonomik iş birliğinin ve entegrasyonun teşvik edilmesi hayati önem taşıyor. Özellikle bankacılık ve sigortacılık sektörlerinde güçlendirilmiş politikaların ve finansal piyasalarda daha etkili düzenlemelerin uygulanması gerekiyor. ÜNİVERSİTELER Uluslararası bir eğitim sistemi farklı kültürleri bir araya getirerek daha geniş refahın sağlanmasına katkıda bulunur. Türkiye altyapı yatırımlarını sürdürürken aynı zamanda üniversitelerini uluslararasılaştırarak, daha yüksek maaşlar ödeyerek ve araştırmayı destekleyerek insan sermayesi geliştirmeye odaklanmalı. |
“FED POLİTİKALARI KÜRESEL SİSTEMİ BOZDU” REEL FAİZ ORANLARI FED ve diğer merkez bankalarının faiz oranlarını enflasyonun altında tutma stratejisi para ve bankacılık politikasını bozdu. Merkez bankalarının enflasyon oranının üzerinde sağlıklı ve sürdürülebilir reel faiz oranlarını hedeflemesi gerekiyor. RİSKLİ PORTFÖYLER 2008 sonrasında Batılı ekonomilerin ABD’nin politikalarını taklit etmesi sonucu uluslararası sermaye piyasaları da bozuldu. Bu durum finansal sistemde daha riskli portföyler aracılığıyla yüksek getiri arayışına yol açtı. MB’NİN ROLÜ Merkez bankalarının bankaları sübvanse etmek ve finansal piyasalara aşırı müdahale etmek yerine düşük ve istikrarlı enflasyon hedeflerine odaklanması gerekiyor. Makro ihtiyati politikaların mevcut ekonomik koşullara ve gelecekteki risklere uygun şekilde güncellenmesi önemli. Küresel ticaret ve serbest piyasa ekonomisi teşvik edilmeli. |
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?