Uzun vadeli istikrara odaklandık

Türkiye’nin gelecek stratejisinin bir çerçevesini çizdi.

1.06.2013 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Uzun vadeli istikrara odaklandık
Değişen dünyada Türkiye’nin yerini, Ortadoğu’da alacağı rolü, 2023 hedefine giden yolda yapılması gerekenleri anlattı. Bütün bu çerçevede ise hep “uzun vadeli istikrara odaklandıklarını” sık sık dile getirdi. Popülist değil geleceği planlayan bir vizyonla hareket ettiklerini, gerçekçi hedefler oluşturduklarını ve bunların da hayal olmadığını anlattı. İşte bu çarpıcı konuşma...

GÜÇ DOĞUYA KAYIYOR
Dünyanın son 5-6 yılı kolay olmadı. Zor dönemlerden geçtik. Özellikle teknolojinin getirdiği yeni imkanlar nedeniyle dünyanın her yerinde, çok ciddi bir sosyal dönüşüm yaşanıyor Uydu, TV yayınlarının çok hızlı bir şekilde dünyaya yayılması, internet üzerinden haberciliğin artık dünyada şeklinin tamamen değişmesi, Twitter, Facebook gibi ortamlarda her bir bireyin küçük bir yayın organı gibi bilgi aktarması, işin şeklini çok değiştirdi ve değiştirmeye devam edecek. Artık bireyler, sadece yapılan yayını almıyor, cebinde bir telefonu olan herkes, küçük bir medya organı haline geldi. İnsanların kanaatleri, söylemek istedikleri, duymak istedikleri var. Bunları çok etkin bir şekilde yapıyorlar. Hele hele Türkiye'de, bu tür ortamların kullanılma oranı nüfusumuza göre çok yüksek. Nüfusumuzun genç oluşu, teknolojiye açık oluşu ve kültürümüz, sosyal medya ortamında da Türkiye'yi oldukça güçlü ve hareketli bir toplum haline getiriyor.

Bütün bu trendlerin yanında kuşkusuz sürdürülebilirlik, kalıcılık dünya ekonomisinin bundan sonraki seyriyle çok alakalı. Şu anda özellikle bu son krizin de tetiklediği dünyadaki ekonomik güç dengesinin, hızla batıdan doğuya doğru kaydığını görüyoruz. Yeni dünyada artık Asya, Afrika çok önemli olacak. Kuşkusuz Avrupa, Japonya ve ABD'nin dünya ekonomisindeki payı, önemli olmaya devam edecek. Ama göreceli güç, hızla kaymakta şu anda.

BÜYÜK İTİBAR SORUNU
Biliyorsunuz krizin ilk safhası, finans sektörüyle başladı. Ama bu kriz, çok hızlı bir şekilde devletlerin kredibilitesinin aşınmaya başladığı bir süreç haline geldi. Bir ülkede finans sektörü sıkıntı yaşadığında, o ülkenin hükümeti, merkez bankası kendi imzasını o finans kuruluşunun yanına atarak sarsıntıyı önemli ölçüde absorbe edebilir.~
Ama o  devlet imzasının gücü, itibarı şu an maalesef kriz öncesindeki gibi değil. Pek çok ülkede, özellikle Avrupa'da hükümetler, “Bu benim imzamdır. Ben şunu yapıyorum” dediğinde artık eskisi gibi itibar görmüyor. Finans sistemi açısından da bu son derece büyük bir risk. Finans sisteminin özüne baktığımızda devletlere olan güvene dayanıyor. Bugün ABD'de, merkez bankası bir fon kurmuş durumda. Bankalara, “Elindeki batık alacağı sen ver, ben sonra bakarım” diyor. Elinde batık alacaklardan oluşan bir havuz olan bir merkez bankası var. Fredy Mac ve Fanny Mae, bunlar artık devletleştirilmiş durumda. Yani devlet, sarsıntı yaşandıklarında, “Ben artık bunların sorumluluklarını alıyorum, korkmayın” dedi. Ama işte o korkmayın diyen devletin borcu, milli gelirin yüzde 110'unu geçmiş durumda. Belki kısa bir sürede ekonomiyi canlandırmak adına bir miktar bütçe açıklarına izin verilmesi, özellikle Amerika gibi bir ekonomi için normal olabilir.

Ama bu yüksek borç sorununun, ne zaman ve nasıl normal bir trende gireceğinin artık planının da ortaya konulması gerekir. Fakat siyasi sistemin kilitlenişi, yönetimle kongre arasındaki uyumsuzluk, bu konuda bir uzlaşmayı bugüne kadar getirebilmiş değil. Bu yapı, Amerikan ekonomisinin önünün açılmasındaki belki en büyük engel şu anda.

LİDERLİK AÇIĞI TEHLİKESİ
Öte yandan Avrupa'ya bakıyoruz. 27 ülkenin üyesi olduğu bir birlik, 17 ülkenin üyesi olduğu tek para birimi ve koalisyon hükümetleri, azınlık hükümetleri... Hükümetlerle meclisler arası uyumsuzluklar... Popülist ve günün getirisine bakan politikacılar. Avrupa'da pek çok ülkede bütçe açıkları var, ama bana göre şu anda Avrupa'daki en büyük problem, siyasi liderlik açığı. Gerçekten vizyon sahibi, ülkenin geleceğini düşünen politikacı sayısı, şu an Avrupa'da çok az. Öyle şeyler söyleniyor, öyle şeyler yapılıyor ki gerçekten hayrete düşüyoruz. Söylediğin şey, belki önümüzdeki haftayı, ayı, yılı kurtarıyor ama geleceğe zarar veriyor. Bunu dikkate alan lider sayısı çok az. İşte böyle bir tabloya baktığımız zaman ekonominin en önemli unsuru olan güven unsuru, pek çok ülkede sağlanamıyor. Sayın Kent, iş dünyasında güvenin öneminden bahsetti. Güven her şeyin esası. Siyasette de hiçbir fark yok. Güven ortamını oluşturduğunuzda her şey kolaylaşıyor. Bugün bakıyorsunuz pek çok merkez bankası trilyonlarca dolar, Euro, yeni karşılıksız basmış durumda. Aman bankalar batmasın, aman sisteme zarar gelmesin diye. Hani biraz ekonomiye can suyu olsun diye büyük bütçe açıkları veriliyor, devlet gelirlerinden çok daha fazla harcama yapılıyor. Fakat bunlar, pek çok ülkede işe yaramış değil. Çünkü atılan adımların
yanında öyle şeyler söyleniyor ki siyasi tablo öyle karışık ki o kadar çapraz mesajlar veriliyor ki ülke içinde güveni oluşturamıyorlar.

BÜYÜME SIKINTISI
Vatandaşlar gelecekten korktuğu zaman para harcamak konusunda tereddütlü davranıyor, şirketler yatırım kararlarını erteliyor, finans sektörü kredi konusunda tutuk davranıyor. Son birkaç yıldır Avrupa merkez bankalarının yaptığı likidite operasyonlarına bakın, çok enteresandır. Piyasaya sürülen likidin yarısı, ertesi akşam geri geliyor.~
Bankalar birbirine güvenmediği için paraya ihtiyacı olan merkez bankasından çekiyor, parası olan gidiyor merkez bankasına park ediyor. Bankalar piyasaya güvenmeyince büyüme bir türlü gerçekleştirilemiyor. Geçen yıl Avrupa'daki 17 ülkenin toplamında ekonomi küçüldü. Bu seneki projeksiyonlarda biraz büyüme bekleniyordu, son tahminlerde yine küçülme var.

Öte yandan bakıyoruz gelişmekte olan ülkelerin bazılarında da problemler var. Mesela BRIC ülkelerinden Hindistan'daki ciddi kamu açıkları ve altyapıyla ilgili kısıtlar büyüme rakamlarını aşağı çekiyor. Brezilya'da artık büyüme durmuş durumda. Çin'in kendi özel yapısı var. Rusya'nın, petrol fiyatları 100 doların üzerinde olduğu sürece ekonomisi rayında gidiyor. Ben Kasım 2002'den beri G20'de ülkemizi temsil ettim. Orada tabii bütün büyük ekonomilerden olan dostlarımızla sık sık sohbet ediyoruz ve bir bakıma birbirimize tavsiyelerde bulunuyoruz. Bunları da yayınlıyoruz. Bu dokümanlara, bizim özellikle yazılmasını istediğimiz en önemli konulardan biri, artık gelişmiş ülkelerin de bir an önce güvenilir, orta vadeli programlarını ortaya koymalarıydı. Diyeceksiniz ki zaten yok mudur? Maalesef yok.

AVRUPA’NIN KORKULARI
Bugün ABD'nin bu yılki bütçe hedefinin ne olacağı hala belli değil. Nisan ayına geliyoruz, nasıl bir maliye politikası uygulayacağını bilmiyoruz. Çünkü henüz üzerinde uzlaştıkları bir çerçeve yok. İnsanların her gün gazetelerde mali u��urum diye haber okuduğu bir ülkede, siz diyorsunuz ki, “Hadi büyüyelim canlandıralım.” Herkes korkuyor, bu uçurumdan, “Biz de aşağı düşer miyiz” diye. Son G20 toplantısında da söyledim açıkça: Bu bütçe açığı yüzde 6 mı, 7 mi oldu. Siz bunu 6 aydır, 1 yıldır tartışacağınıza, yüzde 6,5 deyin, ya bir şey deyin, bu tartışmalar bitsin, biraz insanların güveni olsun.

Dolayısıyla güven unsuru çok önemli. Hele Avrupa'da yapısal reformlar çok ciddi problem. Gerçekleştirilemiyor. Rekabet gücü Avrupa'da hızla geri düşüyor. Yeni nesilde o heyecan, girişimcilik ruhu eskisi kadar maalesef yüksek değil. Özellikle Avrupa'da her ülkenin bir bakıma kompartıman kompartıman oluşu ve pek çok ülkede farklı kültürlere, farklı insanlara olan farklı tutum, Avrupa'nın rekabetçiliğini çok kötü vuruyor. Yaşlı nüfus artıyor. Pek çok ülke göç konusunda ciddi bir fobi içinde. Bugün ABD nüfusu artıyorsa göçle artıyor. Eğer 20 yıl önce göçü engelleseydi nüfusu geri sayıyordu. Yeni gelen dinamik nüfusla gelişmiş ülkelerde kalkınma, büyüme sağlanıyor. Obama yeni bir göç yasası üzerinde çalışıyor. Sayın Obama'nın güzel fikirleri var. Bu göç reformu konusunda ne kadar başarılı olabilecek. Bence başarılı olabildiği ölçüde Amerika'yı başarıya götürecek.

POPÜLİST POLİTİKALAR
İşte Avrupa'nın içine kapalı bu tutumu, yine popülist siyaset nedeniyle. Problemler yaşandığında suçu dışarıda aramak çok kolay. Biz bu problemi yaşıyoruz çünkü ülkemizde yabancı işçiler var, bu işçiler işinizi elinizden alıyor. Tipik kısa vadeli, popülist, kapalı Avrupalı politikacı söylemi. Veya ithal ürünler geliyor ülkemizi şöyle yapıyor, böyle yapıyor. Korumacılık, kendini içe kapatma. Bu birbirini besleyen bir sürece gidiyor. İçlerine kapandıkça sıkıntı büyüyor, verim düşüyor, üretkenlik düşüyor. AB bizim için önemli. AB önemli bir barış projesi. Ama unutulmaması lazım ki bu birlik, ortak ekonomik çıkarlar üzerine inşa edildi. Ortak ekonomik çıkar zemini zayıflayınca siyasi birliğin geleceği de tartışılır hale geliyor. Halbuki AB, ortak değerler etrafında oluşmuş. Avrupalı dostlarımıza bunları hep hatırlatıyoruz. Temel hak ve özgürlükler, iyi işleyen bir demokrasi, hukukun üstünlüğü, bunlar

27 ülkede de benimsenen, uygulanan değerler. Bir bakıma bu evrensel değerlerin bu krize kurban edilmemesi gerekiyor. AB bir barış projesi, fakat biz inanıyoruz ki Türkiye'de bir gün buna üye olduğunda bu bir küresel barış projesi haline gelecek.~
Hala AB diyorsak ki bugünlerde Türkiye'de çıkıp bunu açık yüreklilikle söylemek o kadar kolay değil, çünkü AB üzerinden de Türkiye'de iç siyasette tartışmalarımız bazen enteresan boyutlara ulaşabiliyor. Mutlaka o vizyonumuzu kaybetmememiz lazım. Çünkü Türkiye'nin AB üyeliği sadece Türkiye için değil, AB için değil çok geniş bir coğrafya için çok önemli bir projedir

DOĞUDAKİ BÜYÜK DÖNÜŞÜM
Bugün Kuzey Afrika'da, Ortadoğu'da çok önemli bir dönüşüm süreci başladı. Bu dönüşüm sürecinin en önemli nedeni olarak Türkiye gösteriliyor. Nüfusunun önemli bir çoğunluğunun Müslüman olduğu bir ülkede, eğer demokrasi iyi işleyebiliyorsa, eğer temel hak ve özgürlükler konusunda çok daha ileriuygulamalar yapılabiliyorsa ve bu ülke ekonomik olarak da örnek gösteriliyorsa pek çok ülkede gençler soruyor: “Ya bu ülkenin yaptığını biz niye yapmıyoruz.” Tunus, Libya, Mısır, Yemen, hatta Suriye'de bütün bu dönüşümün, çabanın, zor geçişlerin arkasında bir bakıma bu aynı değerlerin arayışı var. Biz kuvvetle inanıyoruz ki Türkiye'nin kendi içinde daha kuvvetli yaşattığı bu evrensel değerler, ileride pek çok ülke tarafından benimsenip uygulanabilir.

İşte o noktaya geldiğimizde şöyle bir Balkanlar'dan tutun Körfez'e kadar Körfez'den alın Cezayir'e, Fas'a kadar olan coğrafyada, artık hudutlar anlamını yitirmeye başlayacak. Çünkü serbest ticaret diyoruz, vizeleri kaldıralım diyoruz. İnsanlar, ülkeden ülkeye rahatça gidebilsin istiyoruz. Ürünler ülkeden ülkeye serbestçe hareket
edebilsin istiyoruz. Enerji, finansman rahatça ülkeden ülkeye akabilsin istiyoruz. Bunu gerçekleştirdiğimizde herkesin kazanacağı çok geniş bir coğrafya oluşacak dünyada. Biz kuvvetle inanıyoruz ki bu gerçekçi bir hedeftir.

SURİYE’DE DE ISRARLIYIZ
Şu anda Kuzey Afrika, Ortadoğu iç ticaretin dünyada en düşük olduğu bölge. Güney Amerika'ya, Güneydoğu Asya'ya, Sahraaltı Afrika'ya bakın, ülkeler arası ticaret çok daha fazladır. Bu kadar birbirlerine yakın, ortak geçmişe ve kültüre sahip ülkelerin, birbirinden bu kadar uzak olması sürdürülebilir değil. Yeter ki o suni bölünmeleri, kompartıman haline gelmiş ülkeleri birbirine daha açabilelim. Bölge için vizyonumuzun gerçekçi, ama aynı zamanda çok çaba istediğini düşünüyoruz.

3 yıl yerimizde dimdik durduk. İsrail Başbakanı Netanyahu geldi, bizim 3 yıl önce söylediğimiz şartları yerine getirdi ve şimdi yeni bir dönem adım adım başlayacak. Biz ümit ediyoruz ki bundan sonraki dönemde İsrail çözümlerin bir parçası olsun. Aynı ısrarımız ve dik duruşumuz Suriye için de gerçekçi olacak. Bu rejim er ya da geç gidecek. Baskıyla, zulümle, kendi vatandaşını öldürerek bir rejimin meşrutiyetini devam ettirmesi mümkün değil.

Tabii bu bölge, bizim tarihi, kültürel bağlarımızın güçlü olduğu bir bölge. Bunun ötesiyle de çok yakından ilgilenmeye başladık. Bu bölgedeki ekonomik dönüşüme biz destek veriyoruz. Bakın sadece Mısır'a, 2 milyar dolarlık kredi imkanı açtık. Tunus'a 500, Libya'ya 200, Yemen'e 100, Kırgızistan'a 106 milyon dolarlık destek sağladık. Afrika son derece önemli bir bölge. Burada geçen yıl itibarıyla büyükelçilik sayımız 34'e çıktı. Şu anda yükselen ve bağış yapan bir ülke durumundayız. Geçen yıl 1,3 milyar dolar dışarıya nakit hibe bağışımız oldu.~

TÜRKİYE’NİN VİZYONU
Türkiye, işte bu vizyonuyla hükümet, iş dünyası ve sivil toplumla el ele vererek büyük başarılar elde etti. Son 3 yılda dahi Türkiye, hızlı büyüyen, istihdamını artıran, borcunun milli gelire oranını düşüren bir ülke oldu. Son 3 yılda Türkiye'de 4,7 milyon kişilik istihdam arttı. Son 1 yılda oluşan istihdamın yarısı kadınlardan oluşuyor. 2009'da başlattığımız kadınların ilk işe girerken 3-4 yıl gibi bir süre sigorta primini Hazine'nin ödemesiyle 100 binlerce kadınımız çalışmaya başladı. Bütün bunlar tarihi trendler

Biz hep uzun vadeye baktık, hep uzun vadeli istikrara odaklandık. 2012 yılında çok enteresan bir politika uyguladık. 2010-2011'de Türkiye çok hızlı büyüdü. Baktık ki büyümede iç tüketim ağırlıklı bir kompozisyon var. İç tüketim de bankadan kredi çekerek yapılan harcamadan oluşuyor. 2012'de özellikle tüketici kredileri üzerinde kredi hacmi artışında makro ihtiyati tedbirlerle kısıtlamalara gittik. Yani bankaların kredi hacmindeki artışı sınırladık.

Bunlar hep uzun vadeli baktığımızdan. Bugünü kurtarmak istersek çok kolay. Muslukları açarsınız. Halkımız da geleceğe güveniyor. Ülkede istikrar var Büyüme hızını çok farklı bir noktaya getirebilirsiniz.

Ama o ilerideki istikrarınıza çok ciddi zarar verebilir. Biz 2012'de özellikle dış talepten gelen bir büyüme yarattık, iç talebin katkısı olmadı. Bizim cari açığımız, 2011'in sonunda yüzde 10'a çıkmıştı. 1 yılda 4 puan düşerek yüzde 6'ya indi. Yine enflasyonda son 44 yılın en düşük rakamına ulaştık. 2013'te yüzde 4'lük bir büyüme bekliyoruz. Bu büyümenin iç ve dış taleple dengeli bir şekilde olması için planlarımızı yaptık.

BİZİM MODELİMİZ

Şu çok önemli: Önce üreteceğiz, sonra tüketeceğiz. Yunanistan son 10 yıldır ürettiğinden fazla tüketiyor. Kıbrıs Rum kesiminde tablo aynı. Bunu sonsuza kadar sürdüremezsiniz. Yatırım, ihracat yapacaksınız, değer üreteceksiniz, ondan sonra bu değer kadar refah seviyesini artıracaksınız. Kısa vadeli suni refah artışları, daha sonraki dönemlerde ülkeleri gelip vuruyor. Tamamen borçlanmaya dayanan bir iç tüketim suni bir refahtır. Daha henüz hak edilmeyen bir refahtır. Biz diyoruz ki önce bir hak edelim, sonra o refah seviyesine ulaşalım. İşte bu nedenle 2013 daha sağlam bir zeminde, daha geleceğe güvenle bakan, Avrupa'nın pek çok ülkesinin gıpta ile baktığı yüzde 4 gibi bir oranla büyüyeceğiz.~

Uzun vadeye bakmak aynı zamanda nesiller arası adaleti de getiriyor. Bugün tüketirseniz çocuklarınız, torunlarınız bunu ödeyecek. Bundan sonraki dönemde mutlaka dışarıya daha fazla ağırlık vermemiz gerekiyor. İhracat, ihracat, ihracat... Üretim, yatırım, yüksek katma değerli üretim, bunu dünyaya satmak, değer üretmek ve ürettiğimiz değer kadar refahı artırmak. Modelin mutlaka bu olması gerekiyor.

ÖNEMLİ DÜZENLEMELER
YENİ KANUNLAR

Son 1 yıllık döneme baktığımız zaman çok önemli düzenlemeler yaptık. Yepyeni bir Türk Ticaret Kanunu'nu çıkardık. Borçlar Kanunu'nu, Muhakeme Usulleri Kanunu'nu ve en son Sermaye Piyasası Kanunu'nu yeniden yazdık. Toplam 3 bin maddelik yasal düzenlemeler bunlar. Bunun yanında finans mahkemeleri kuruyoruz. İstanbul Tahkim Merkezi ile ilgili yasamızı meclise gönderdik.

TASARRUFA DİKKAT
Yine önümüzdeki dönemde enerjide dışa bağımlılığın azaltılması, enerji verimliliği önemli bir konu. Petrol ve doğalgaz ithalatımız çok ve bu bizim makro dengelerimizi sürekli belli bir miktarda kırılganlaştırıyor Kamu ve özel kesimde israfı azaltmalıyız. Tasarruf oranlarımızı mutlaka artırmalıyız. Türkiye, dünyada tasarruf oranları en düşük olduğu birkaç ülkeden biri durumunda.
NELER YAPILMALI?
Sanayide yüksek katma değerli üretim yapısına mutlaka geçmeliyiz. AR-GE'ye daha fazla kaynak aktarmalıyız. İnovasyon ve yenilikçilik kültürünün yerleşmesi için daha büyük bir çaba içerisinde olmalıyız. İhracatta pazar çeşitliliğinin mutlaka artması ve finansmana ulaşımın kolaylaşması gerekiyor. Yatırım ortamının iyileşmesi için çabalarımız sürmeli. İşgücü piyasamızda hala katılıklar var Dikkat etmezsek bir sürü sonra Avrupa'nın düştüğü tuzaklara düşebiliriz. Bunlarla ilgili hazırlıklarımız var

“SİYASETİN ALANINI GENİŞLETMELİYİZ”
SOSYAL RESTORASYON

Türkiye olarak çok önemli bir ekonomik, siyasi transformasyon sürecinden geçiyoruz. Aynı zamanda bir sosyal transformasyonu da Türkiye'de sağlamamız gerekiyor. Buna bazıları sosyal restorasyon da diyor Çözüm süreci, Türkiye için tarihi öneme sahip. Burada yapılacaklar çok çok açık. Biz hep ülkemizde kardeşliği, milli birliği savunduk. Ülkemizde ortak değerler, ortak idealler etrafında tüm toplumumuzu, tüm nüfusumuzu kucaklamayı hep savunduk.~
NELER İSTİYORUZ?
Türkiye vatandaşı olan herkes, evrensel standartlarda haklarını yaşasın, özgürlükler noktasında dünyanın en ileri uygulamalarına kavuşsun istiyoruz. Hukukun üstünlüğü prensibini yaşatmak için bütün gücümüzle çalışmalıyız. Birinci sınıf bir demokrasi istiyoruz. Bunları bugün sağlamaya çalışmazsak 2023 Türkiye'si hayal olacak.
TREND SÜRMELİ
Son 10 yılda milli gelirimizi üçe katladık, milli gelire olan borcumuzu yarı yarıya azalttık. 2023'e kadar bu trendin devam etmesini istiyoruz. Şu anki milli gelirimizin 2,5  katı bir milli gelir hayal ediyoruz. Bunun da gerçekçi bir hedef olduğunu düşünüyoruz. Ama bütün bu söylediklerimizi gerçekleştirmemiz şartıyla. Artık herkes mücadelesini fikirlerle yapacak. Siyaset önemli bir mücadele alanı olacak. Siyasetin alanını çok genişletmemiz gerekiyor.

“SİVİL TOPLUM AYAĞINI GÜÇLENDİRMELİYİZ”
SÖZLERİMİZİ TUTTUK

Sayın Muhtar Kent bir söz söyledi: "Marka bir sözdür İyi bir marka, tutulmuş bir sözdür.” Bu, çok önemli. Türkiye, artık kendi bölgesinde, hatta dünyada yükselen bir marka olduysa bunda Türkiye'nin tuttuğu sözlerin çok önemli bir payı var Özellikle son 10 yılda Türkiye'nin ortaya koyduğu reform programı, AB süreciyle, ekonomik dönüşüm programıyla ortaya koyduğu performans, yapacağız dediklerimizi yapmamız, söz verip tutmamız, Türkiye'yi çok farklı bir noktaya getirdi.

ALTIN ÜÇGEN OLUŞTU
Bugün hükümet, iş dünyası ve sivil toplum olarak altın üçgen de önemli ölçüde oluştu. Ama samimi bir değerlendirme yapmak gerekirse üçgenimizdeki sivil toplum ayağını biraz daha güçlendirmeliyiz. O noktada gerçekten gönüllü olan, gerçekten derdi ve amacı olan insanlarımızın daha çok bir araya gelip çalışması gerekiyor Asıl kıymetlisi, herkesin kendi cebinden ve emeğinden bir şey kattığı, 'Bu benimdir' dediği sivil oluşumlardır. Bunların önümüzdeki dönemde Türkiye'de daha etkin olması gerektiğini düşünüyorum. Bu sivil toplum ayağını da güçlendirdiğimizde Türkiye'nin geleceğe çok daha güçlü bir şekilde yürüyeceğine inanıyorum.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz