İsmail Yanık / TEB Genel Müdür Yardımcısı Uzun bir süredir yatırımcı için tasarruflarını değerlendirmek bu kadar zor olmamıştı. Yaşanan krizle birlikte, bütün hesaplar alt üst oldu, belirsizlik a...
İsmail Yanık / TEB Genel Müdür Yardımcısı
Uzun bir süredir yatırımcı için tasarruflarını değerlendirmek bu kadar zor olmamıştı. Yaşanan krizle birlikte, bütün hesaplar alt üst oldu, belirsizlik arttı. Parasına yön arayanlar, uzmanların peşinden koşuyor. Bunlardan biri de Türk Ekonomi Bankası (TEB) Genel Müdür Yardımcısı İsmail Yanık, “Artık, önümüzde gün be gün açılmış bir kur çizelgesi yok. Dalgalı kur oldu, bu da piyasadaki arz ve talebe göre dalgalanmaya başladı. Burada da fon yönetiminin önemi arttı” diyor. Yeni dönemde yatırım yapacaklara ise önemli önerilerde bulunuyor.
Üst üste yaşadığımız iki krizin analizini Capital’e Türk Ekonomi Bankası’nın (TEB) Yönetim Kurulu üyesi ve fon yönetiminden sorumlu genel müdür yardımcısı İsmail Yanık değerlendirdi. Yanık, bugün yaşadığımız krizin, 1994’ten çok farklı olduğunu söylüyor.
İsmail Yanık, “1994’te, devalüasyon olduğunda, kriz başladığında program yoktu, program krizden sonra geldi. Burada ise Türkiye’nin iç borcunun bu şekilde sürdürülemeyeceği ortaya çıktı. Bunun çözümü için çareler aranırken, IMF ile beraber, gayet detaylı, güzel bir program yapıldı. Bulunabilen en uygun enstrüman döviz çapası idi.
Fakat, neden krize girdik derseniz, insanlar inanarak, açılarak girdiler” diyor. İsmail Yanık krizin nedenini ise şöyle açıklıyor: “Herkes inanmıştı ki, faiz düşecek, Türkiye bu kısır döngüyü kıracaktı. Buna halk da inanmıştı. Buna bütün kurumlar inanmıştı. Bizler de inanmıştık. Fakat, programın öngördüğü gelişmelerdeki gecikmeler, buna neden oldu.”
Türk Ekonomi Bankası’nın (TEB) yönetim kurulu üyesi ve fon yönetiminden sorumlu genel müdür yardımcısı İsmail Yanık’ın Capital’in sorularına verdiği cevaplar şöyle:
Geçtiğimiz yıl, herkes “Hazine bonolarından artık kâr gelmeyecek, foncuların dönemi bitti artık, bireyselin, kredilerin dönemi başladı” denildi. Ama kasım ayından sonra şubat krizi de yaşandı ve fon yönetim bölümleri yeniden ön plana geldi?
Fon yönetimi, banka bazında olsun veya firma bazında olsun, hiçbir zaman önemini kaybetmez. Zaman zaman belki spekülasyon, yığılmalar olabilir; kağıda, dövize veya bir başka enstrümana yönelim olabilir ama fon yönetimi hiçbir zaman bitmez.
O zaman, “Fon yönetiminden, Hazine bonolarından gelen kârların oranı azalacak, diğer birimler öne çıkacak” denildi?
Aslında şöyle bakmak gerekiyor: Fon yönetimi dediğiniz zaman, fon yönetimi sadece Hazine bonosu alım satım işi değildir. Fon yönetiminde bütün enstrümanlar olmalı. Bizim bu programla ilgili yığılma dediğimiz olay, ilk etapta faizlerin düşüşüydü. Türkiye’deki makro dengelerden dolayı, önemli miktarda iç borç fonlanıyordu. Bu da Hazine bonoları vasıtasıyla oluyordu.
Döviz kurunun sabitlenmiş olması nedeniyle, kurda herhangi bir spekülasyon yapılamıyordu. Dolayısıyla bütün aktivite, iç borcun finansmanına kaymıştı. Dövizde herhangi bir spekülasyon olmadığı için de bütün bankaların, şirketlerin fon yönetimleri, sanki sadece Hazine bonosundaki iniş çıkışlara endekslenmişti. Dolayısıyla, bir faiz düşüşü olduğunda, herkes bu işten kâr ediyordu. Sanki fon yöneticiliği, sadece Hazine bonosu ticareti gibi gözükmeye başlamıştı. Oysa fon yöneticiliği bir enstrümanda yoğunlaşamaz, diğer riskleri, enstrümanları belli dengelerde kullanmak gerekir.
Birinci krizde biz neyi yaşadık? Bu kağıtlarda, hızlı bir şekilde, yani programda öngörülen özelleştirme gibi düzenlemeler yapılamayınca ve cari açık beklenin çok üzerinde çıkınca, program üzerinde şüpheler oluşmağa başladı. İlk olarak eylül ayından itibaren Hazine bonolarının oranlarında hızlı bir yükselme yaşandı. Yüzde 32’ye düşmüştük, ilk etapta yüzde 40-50’lere yükselince, büyük oyunculardan kaçabilenler kağıttan kaçtı. Kaçarken de birinci krizi yaşattılar.
Bunun arkasından da problemler devam edince, programa güven sarsılmıştı. Ayrıca, risk artarak şubat ayına yığılmıştı. Program da kur çapası sistemi üzerine oturmuştu. Sistem, program sürebilecek mi diye test etmeye çalıştı. Dolayısıyla yakaladığı ilk fırsatta da buradan çıkmak istedi. Bu da ikinci krizi yarattı.
İkinci krizi yaratınca dalgalı kura geçtik. Dalgalı kura geçince, biz eski günlerimize döndük. Döviz önem kazandı, döviz fiyatının nerede olacağı, nereye gideceği önem kazandı. Artık, önümüzde gün be gün açılmış bir kur çizelgesi yok. Dalgalı kur oldu, bu da piyasadaki arz ve talebe göre dalgalanmaya başladı. Burada da fon yönetiminin önemi arttı.
Bankalar, 1994 krizinde yüksek miktarda açık pozisyon ve düşük faizli bono portföyünde yakalandı. Son yaşanan krizde de benzer şekilde düşük faizli bono portföyü ve yüksek açık pozisyon rakamı vardı. Bankacılar da hep “1994 krizinden ders aldık” derlerdi. Ama 2 kriz yaşadık. Ders mi alınmadı, yoksa bir bankanın sıkıştırılmasıyla mı oluştu?
Orada bireysel hareket olduğuna inanmıyorum. Yani, içerisinde bulunduğum piyasada herhangi bir üyemizin sıkıştırıldığına inanmıyorum. Bu genel dinamikler içerisinde herkes belli ölçülerde risk alıyor. Bu risk kapasitesine göre belki yanlış hesap diyebiliriz. Gerektiğinden, kaldırabileceğinden daha fazla risk almış olduğundan birtakım kurumlar zarar gördü. Yoksa bizim piyasa bir arena değil.
Herkes “Ders aldık, deneyimliyiz” diyordu ama ders mi alınmadı, yoksa çok büyük bir farklılık mı var?
Aradaki olaylar çok farklı. Bir defa 1994’te, devalüasyon olduğunda, kriz başladığında program yoktu, program krizden sonra geldi. Burada ise Türkiye’nin iç borcunun bu şekilde sürdürülemeyeceği ortaya çıktı. Bunun çözümü için çareler aranırken, IMF ile beraber, gayet detaylı, güzel bir program yapıldı. Bulunabilen en uygun enstrüman döviz çapası idi.
Fakat, neden krize girdik derseniz, insanlar inanarak, açılarak girdiler. Herkes, tüketici kredisi verdi, uzun vadeli krediler kullandırıldı. Çünkü, herkes inanmıştı ki, faiz düşecek, Türkiye bu kısır döngüyü kıracaktı. Buna halk da inanmışt��. Buna bütün kurumlar inanmıştı. Bizler de inanmıştık. Fakat, programın öngördüğü gelişmelerdeki gecikmeler, buna neden oldu.
Bir de faizin çok hızlı düşürülmüş olduğu ortaya çıktı. Belki bu kadar hızlı düşmemeliydi. Bunun yanındaki en büyük etken de bankacılık sistemindeki rehabilitasyonun zamanında yapılmamış olması.
Kasım ayından sonra, kredi piyasası durdu. Herkes var olan krediyi tahsil etmeye çalışıyor. Yine en faal departman fon yönetimi oldu?
Evet, fon yönetimi gene görevine devam edecek. Yani, varlıkları, yükümlülükleri, gelir dengesini, vade yapısını, belli risk anlayışı içerisinde dengeleyerek götürmeye çalışacak.
Merkez Bankası ve Hazine yönetimi, 1994’teki krizden ders çıkararak, her iki krizde oluşan güvensizliğe engel olabilir miydi?
Orada kimseyi suçlamak istemiyorum. Ama program, iyi bir programdı. Yani, iyi olduğu için hem içeride hem de dışarıda bu kadar kişiyi inandırmıştı. Ama maalesef biz programın gerektirdiklerini zamanında yapamadık. Yoksa, hassas bir dengeydi ama iyi sonuçlara doğru gidiyorduk.
Nisan ayında yeni bir program başlayacak…
Bence şu anda gelecek için yapılması gereken en iyi şeyler yapılmaya çalışılıyor. Ben inanıyorum, bundan sonraki programda, ilk önce bankacılık sistemi çalışmaya başlayacak, ardından iç dinamiklerin desteğiyle tekrar işler hale gelecek. Ama kolay bir iş değil. Daha fazla fedakarlık yapması gerekiyor.
Devalüasyondan dolayı, bonolardan zarar edildi. Açık pozisyondan dolayı da yüklü bir zarar oluştu. Sizce bu zararları sistem nasıl telafi edecek?
Diğer kurumlar hakkında konuşmak istemiyorum ama…
Döviz serbest bırakıldı, 950 bin 1 milyon lira arasında dalgalanıyor. Reel ekonomide ise kimisi parasını tahsil etmek, kimisi de satış yapabilmek için daha düşük kur uyguluyor. Yabancı bankaların projeksiyonunda ise sanki ikinci dalgalanma bekleniyor gibi bir hava oluşmuş durumda. Sizin yorumunuz nedir?
Aslında bu beklentiler, bana göre farazi. Şu anda kimse kurun aşağı mı, yukarı mı gideceğini bilmiyor. Bundan sonraki olaylar, arz ve talebi dengeleyecektir. Eğer, çok büyük talep gelirse, açık devam ederse, kurlarda yükselme olabilir.
Ama benim tahminim doğru şeyleri yapacağız ve bundan sonra doların dengeye oturması, sanırım bu seviyelerde veya biraz daha aşağıda olabilir diye düşünüyorum.
Repo oranları, kasım krizinden önce, yüzde 20-30’lu seviyelere kadar gerilemişti. Fakat kriz döneminde yüzde binlerle, hatta 7 bin 500 rakamı ortaya çıktı. Sizce reponun cazibesi devam edecek mi?
Şu an likidite biraz daha arttı ve para gecelikten diğer vadelere doğru kaymaya başladı. Mesela 1 aylık mevduat çok arttı. Bir de yatırımcının kağıt alması gerekiyor. Daha önce beyanname olayı vardı, sanırım yakında çözülecektir. Bu çözülünce, yatırımcılar daha fazla Hazine bonosu alacaktır. Yani, bonoda daha yaygın bir yatırımcı bazı olması lazım. Bu daha önce vardı, fakat vergi nedeniyle vatandaş bu piyasadan çekilmişti. Şimdi yüksek faizle gelen ilginin, vergi olayıyla desteklenmesi gerekiyor. Mevduat, repo, fonlar beyanname dışı, ama bir tek Hazine bonosu geliri, beyannameye tabi. Bunun da diğerleri gibi olması gerekiyor ki, yatırımcılar daha fazla Hazine bonosu alsın.
Yatırım fonları için ne diyeceksiniz? A tipi fonlar, borsadan dolayı çok kaybettirdi.
A tipi fonları ayırmak gerekiyor. Çünkü, daha fazla risk içeriyor. Ama B tipi fonlardaki yatırımcılar, devalüasyona rağmen zarar etmediler. B tipi likit fonların gözde olacağını düşünüyor ve yatırımcılara öneriyorum. B tipi fonlar, profesyoneller tarafından yönetildiği için yatırımcılar için, çok uygun diyorum. A tipi fonlar ise hisse senedi içeriyor, borsa düzeldikçe onlar da zararlarını telafi edebilecekler.
Kamu bankalarının açıklarının kapatılması halinde, mevduatta vade yenileme döneminde faizlere yansıyacak mı?
Tabii, piyasadaki likidite durumuna göre, mevduat faizleri ayarlanıyor. Burada da denge bulacaktır diye düşünüyorum. Şu anda zaten bir düşüş oldu, belki biraz daha düşebilir.
“TL’DE KALMAYI UYGUN GÖRÜYORUM”
Yatırımcı için bu dönemde bir ay bile uzun vade gibi geliyor. Yatırımcı ne yapacak?
Biliyorsunuz, Merkez Bankası, artık kura karışmıyor. Kuru piyasadaki dengeye bırakmış durumda. Ama denge neresi olacak derseniz, bunu kimse bilmiyor. Fakat, Merkez Bankası, “Kurda aşırı dalgalanma olursa ona müdahale edeceğim” diyor. Ama “Kur şu olacak” demiyor. Eski programa göre en büyük fark burada.
Fakat bu arada, faizleri de kullanacağını biliyoruz. Dolayısıyla döviz almak yerine TL yatırımları yapmak, mevduat olsun, Hazine bonosu olsun, bunlara yatırım yapılmasını daha uygun görüyorum.
“BONO FAİZİ TATMİNKAR”
Bonoların faizleri iyi düzeyde mi? Bu düzey yatırımcı açısından tatminkar mı?
Bence tatminkar. Zaten, bunu kafadan söylemiyoruz. Son ihalede gördük ki, ihalede alınacak kağıdın 2-2.5 katı talep geldi. Faiz uygundu. Zaten tamamı satıldığına göre, faizin uygun olduğunu söyleyebiliriz. Bundan sonrası için de faizin yönü, belki bu seviyeden daha aşağı doğru olacak ama asıl belirleyici faktör, bir kere program olacak.
Bundan sonrasında da, Kemal Derviş’in söylemiş olduğu düzenlemelerin birer birer hızla gerçekleşmesi gerekiyor. Bu gerçekleştiği sürece, döviz de dengeyi bulacaktır. Faiz de biraz daha düşerek dengeyi bulacaktır diye düşünüyorum. Yani, en önemli faktör, bundan sonra yapılacak olanlardır.
Hazine bonolarında kısa vade mi, yoksa 6-9 aylık bonoları mı öneriyorsunuz?
Yatırımcıya şu an TL enstrümanlarda kalmasını öneriyorum. Kısa veya uzun vade mi diye söylemeden önce programın bütün ayrıntılarıyla ortaya çıkmasını beklemesini öneriyorum.
“BORSADA FİYATLAR ÇOK İYİ YERE GELDİ”
Dövizdeki dalgalanma ile birlikte altıncılar, döviz tutmuş gibi oldular…
Altın tutanlar, devalüasyondan etkilenmediler. Çünkü, doların artışı doğrultusunda altının fiyatı da artış gösterdi. Aslında altın piyasasında, ihracat artarak devam ediyor. Özellikle ihracata yönelik çalışanların yüzü gülüyor. Ama lokal olarak piyasa daraldı ve satış azaldı.
Ayrıca, vatandaş, elindeki altın tasarrufunun bir miktarını elinden çıkardı ve piyasaya hurda altın olarak girdi. Bu da altın ithalatını azalttı. İhracatın artması, turizmin canlı olması, altın satışlarını artıracaktır. Altın yatırımcısı için bir öneride bulanamıyorum.
Borsa için ne diyeceksiniz?
Piyasada herkes bir daralma bekliyor. Bunlar da Türkiye’nin şirketleri. Tabii ki daralma ile birlikte faaliyetlerinde de bir azalma olacak. Bu da borsayı, şirketlerin sonuçlarını etkileyecek. Ama şu anda endeksin iyi bir yere geldiğini düşünüyorum. Özellikle, iyi seçilerek alınmış kağıtların, işler tekrar normale döndüğünde büyük kazanç getireceğini düşünüyorum. Ama tabii sektör seçiminde uzmanlara mutlaka danışılması gerektiğini söylüyorum.
Finans sektörü, cazip sektörlerden biri mi?
Ben cazip olan sektörlerin, ihracata yönelik sektörler olacağını düşünüyorum…
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?