Ekonomide
gözler, 2017’ye çevrilmiş durumda. Hükümet, 2017’de yüzde 4,4 büyüme
hedefliyor. IMF ise büyümenin yüzde 3 olacağını tahmin ediyor. Ekonomik
kamuoyundaki beklentiler ise bu ikisinin arasında bir yerlerde, yüzde 3,6
dolayında. Ekonomideki son durum pek iyi değil. İç ve dış talepteki zayıflama
nedeniyle yılın ilk yarısında yavaşlama vardı. OHAL uygulaması iç talepte ek
bir zayıflama getirdi. Ne dış talepte ne de iç talepte 2017’de canlanma
yaşanabileceğine ilişkin bir işaret de yok. Hal böyleyken 2017’de ekonominin
yine yavaş büyümesi olasılığı yüksek. Bu durum işsizlikte artış getirebilir.
Yavaş büyüme enflasyonu ve cari açığı aşağı çekebilir ama petrol fiyatlarında
beklenen artışın buna engel olması ihtimali de var. Hükümetin kamu
harcamalarında gaza basmaya devam etmesi, bütçe açığının hedeflenenden daha
fazla artmasına neden olabilir.
Artık
2016’nın son iki ayına girdik. Bu yıl ekonomide umduğumuzu pek bulamadık. Şimdi
gözler, 2017’ye çevrilmiş durumda. Hükümet 2017’ye ve de sonraki iki yıla
ilişkin planlarını çoktan yaptı. Bu planlara dayanarak 2017 yılı bütçe
tasarısını da hazırladı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) sundu.
Meclisteki görüşmeler yıl sonuna kadar tamamlanacak ve bütçe tasarısı
yılbaşından önce yasalaşıp 1 Ocak’tan itibaren uygulanmaya başlayacak. Hükümet
bu işlerle uğraşırken özel sektörde de benzer çalışmalar yapılıyor. Herkes yıl
sonuna kadar planlarını yapıp 2017’ye her türlü olasılığa karşı hazır bir
şekilde girmek istiyor.
Biz
de yıllardan beri Capital’in kasım veya aralık sayısında gelecek yılın ekonomik
görünümüne ilişkin bilgilerimizi ve düşüncelerimizi sizlerle paylaşıyoruz. Bu
yazıda da aynı şeyi yapacağız. Konjonktür’ün dördüncü sayfasında yer alan
kutuda, hükümetin geçen ay açıkladığı 2017-2019 dönemine ilişkin Orta Vadeli
Program’a (OVP) ilişkin ayrıntılar var. Konjonktür’ün beşinci sayfasında da IMF’nin
geçen ay yayınladığı son World Economic Outlook (WEO) raporunda yer alan
küresel ekonomiye ilişkin tahmin ve öngörüleri içeren bir kutu bulunuyor. Bu
iki rapor gelecek yıla ilişkin planlar yapanlar için iyi birer bilgi kaynağı
oluşturuyor. Burada da bu raporlardaki bilgilere dayanarak 2017’ye ilişkin
kendi düşüncelerimizi sizlere aktarmak istiyoruz.
BÜYÜME NE OLUR?
Her
zaman için ekonomide gelecek yıla ilişkin en çok merak edilen ve en kritik şey
büyüme oranının ne olacağıdır. Hükümetin yayınladığı OVP’ye bakarsanız 2017’de
yüzde 4,4 büyüyeceğiz. Ancak IMF’nin raporunda Türkiye’nin 2017’de yüzde 3
büyüyeceği öngörüsü yer alıyor. Türkiye’deki ekonomik kamuoyundaki beklentiler
ise şu anda bu ikisinin ortalarında bir yerlerde bulunuyor. Merkez Bankası’nın
geçen ayki Beklenti Anketi’nde gelecek yılki büyümeye ilişkin beklentilerin
ortalaması yüzde 3,6 düzeyindeydi.
Gelecek
yıl büyümenin ne olacağı konusunda bir değerlendirme yapmak için öncelikle
ekonomideki son duruma göz atmakta fayda var. Hükümet 2016’ya yüzde 4,5’lik
büyüme hedefiyle girmişti. Ancak işler pek de beklediği gibi gitmeyince OVP’de
2016 için yüzde 3,2’lik bir gerçekleşme tahmini yaptı. Bize kalırsa bu tahmin
bile iyimser olabilir. Çünkü ekonomideki mevcut durum hiç iyi görünmüyor. Geçen
yılın son çeyreğinde yüzde 5,7 olan büyüme oranı, bu yılın ilk çeyreğinde yüzde
4,7’ye ve ikinci çeyreğinde yüzde 3,1’e indi. Üçüncü çeyrekten ise büyümenin
daha da yavaşladığına ve hatta bu dönemde ekonomide küçülme bile yaşanmış
olabileceğine ilişkin sinyaller geliyor. Hükümetin yüzde 3,2’lik gerçekleşme
tahmini dördüncü çeyrekte ekonominin toparlanacağı beklentisine dayanıyor ama
biz bundan da pek emin olamıyoruz.
İÇ TALEP ZAYIFLIYOR
Ekonomide
yılın ilk yarısında görülen yavaşlamanın en büyük nedeni iç talebin
zayıflaması. Yatırımlar zaten 2012 yılından beri yerinde sayıyor. Tüketim
harcamaları da ağır aksak ve dalgalı bir seyir izliyor. Geçen yıl 1 Kasım’da
tekrarlanan genel seçimden yeniden tek parti iktidarı çıkınca tüketicinin geleceğe
güveninde bir düzelme yaşanmış ve harcamaları da artmıştı. Ancak seçimden sonra
siyasette beklenen düzelme yaşanmayınca tüketicinin geleceğe güveni tekrar
bozuldu ve ikinci çeyrekten itibaren harcamalarındaki artış da yeniden
yavaşlamaya başladı. Bu ortamda ekonomideki büyümenin daha da yavaşlamasına ise
hükümetin kamu harcamalarında gaza sonuna kadar yüklenmesi engel oldu.
Öncü
göstergelerde, 15 Temmuz’daki darbe girişiminin ve sonrasındaki olağanüstü hal
(OHAL) uygulamasının iktisadi birimlerin geleceğe güvenini daha da bozduğuna ve
bunun sonucunda da iç talepte ek bir zayıflamaya yol açtığına yönelik işaretler
var. Mesela şirket kuruluşları uzun bir aradan sonra ikinci çeyrekte düşüşe
geçmiş ve geçen yılki düzeyinin yüzde 4 altında kalmıştı. Üçüncü çeyrekte ise
şirket kuruluşları geçen yılki seviyesinin yüzde 24,2 altında kaldı. Bu durum yatırım
eğiliminde ek ve de önemli bir zayıflamanın işareti gibi görünüyor. İlk
çeyrekte yüzde 4 olan reel perakende satışlardaki yıllık artış ikinci çeyrekte
yüzde 2,1’e inmişti. Reel perakende satışlarda temmuz-ağustos ortalaması ise
geçen yılın yüzde 1,5 altında kaldı. Bu da tüketim harcamalarında ek bir
zayıflamanın işaretine benziyor.
DIŞ TALEP DE ZAYIF
Yılın
ilk yarısında ekonomide görülen yavaşlamada dış talebin zayıf olmasının da
etkisi var. Gelişmiş ülkeler 2008-2009 resesyonundan bu yana bir türlü
toparlanamadı. Son birkaç yıldır gelişmekte olan ülkeler de teklemeye başladı.
Bu nedenle küresel ticaret iyice yavaşladı. Bu durum birçok ülke gibi
Türkiye’yi de olumsuz etkiliyor. Türkiye ek olarak son dönemde komşularıyla
yaşadığı sorunlar yüzünden de zayıf bir dış taleple karşı karşıya bulunuyor.
Mesela Rusya ile yaşanan siyasi kriz hem mal ihracatında hem de turizmde bu
yıla damgasını vurdu. Bütün bunların neticesinde ilk çeyrekte de zaten zayıf ve
yüzde 2,4 olan reel mal ve hizmet ihracatındaki artış ikinci çeyrekte yüzde
0,2’ye kadar indi.
Öncü
göstergeler üçüncü çeyrekte dış talepte de işlerin daha da bozulduğuna yönelik
sinyaller veriyor. Altın hariç reel ihracat yıllık bazda ilk çeyrekte yüzde 5,9
ve ikinci çeyrekte yüzde 6 artmıştı. Temmuz-ağustos ortalaması ise geçen yılki
seviyesinin yüzde 1,7 altında kaldı. Turizmde de işlerin kötü olduğu dikkate
alınırsa üçüncü çeyrekte reel mal ve hizmet ihracatında düşüş yaşanmış olabilir.
ÜRETİM CEPHESİ
Hem
iç talepteki hem de dış talepteki bu olumsuz gelişmeler nedeniyle üçüncü
çeyrekten ekonominin üretim cephesine ilişkin olarak da kötü sinyaller geliyor.
Sanayi üretiminde temmuz-ağustos ortalaması geçen yılki seviyesinin yüzde 2,7
altında kaldı. Eylül ayında olağanüstü bir sıçrama yaşanmadıysa üçüncü çeyrekte
sanayi üretimi geçen yılın altında çıkacak. Türkiye’de sanayi üretimindeki
değişim ile ekonominin genelindeki büyüme arasında büyük bir paralellik var.
Buna dayanarak üçüncü çeyrekte ekonominin genelinde de ya çok zayıf bir büyüme
ya da küçülme çıkacağını söyleyebiliriz.
Burada
üçüncü çeyrekteki bu zayıflamada temmuz ve eylül aylarındaki uzun bayram
tatillerinin geçen yıla göre 3,5 günlük iş günü kaybına yol açmasının da etkisi
olduğunu belirtelim. Ancak bu etki üçüncü çeyrekteki performans kaybının sadece
küçük bir kısmını açıklayabiliyor. Üçüncü çeyrekteki performans kaybı esas
olarak yılın ilk yarısında başlayan iç talepteki zayıflamanın 15 Temmuz ve OHAL
etkisiyle daha da vahim bir hal almasından kaynaklanmış gibi görünüyor.
DURUM DÜZELİR Mİ?
Ekonomideki
son duruma ilişkin bu uzun analizden sonra gözümüzü geleceğe çevirebiliriz. Öncelikle
2017’de dış talebin ne durumda olacağına bakarsak IMF’nin öngörülerinin çok da
önemli bir düzelmeye işaret etmediğini söyleyebiliriz. Gerçi IMF, bu yıl yüzde
2,3 olmasını beklediği dünya ticaret hacmindeki büyümenin 1,5 puanlık artışla
2017’de yüzde 3,8’e çıkacağını öngörüyor. Ancak dünya ekonomisindeki büyüme
sadece 0,3 puanlık artışla yüzde 3,1’den yüzde 3,4’e çıkarken dünya ticaretinde
böyle bir sıçrama yaşanması şüpheli. Ayrıca dünya ticareti için yüzde 3,8’lik
büyüme de çok güçlü değil.
Bu
durumda 2017’de Türkiye ekonomisindeki büyümenin yeniden hızlanabilmesi için
umutları iç talebe bağlamak gerektiği ortaya çıkıyor. İç talepte yeniden bir
toparlanma yaşanması için ise öncelikle siyasi sorunlarımızı çözmemiz
gerekiyor. Bunun için ise bir an önce OHAL sürecinden çıkılması ve son yıllarda
iyice zayıflayan demokrasiyi yeniden güçlendirmek için adımlar atılması şart.
Siyasi sorunlar böyle devam ettikçe iç talebi canlandırmak pek mümkün değil.
Maalesef bu yönde bir çözüm işareti görmediğimiz için de 2017’den pek umutlu
olamıyoruz. Türkiye son beş yılda olduğu gibi 2017’de yine yavaş büyümeye devam
edeceğe benziyor.
DİĞER GÖSTERGELER
Ekonominin
önem taşıyan diğer göstergeleri büyümeyle yakından ilişkilidir. Türkiye 2017’de
de yavaş büyümeye devam edecekse işsizlik büyük ihtimalle yükselecektir. Bu
nedenle ne OVP’deki yüzde 10,2’lik hükümetin hedefi ne de IMF’nin aynı seviyede
olan tahmini pek gerçekçi görünmüyor. 2017’de işsizlik oranı yüzde 11’i
bulabilir. Ekonomideki yavaş büyümenin enflasyonu ve cari açığı ise aşağı
çekici etkileri olacak. Ancak petrol fiyatlarında beklenen artış yavaş
büyümenin bu iki gösterge üzerindeki olumlu etkisini götürebilir. Enflasyon
için ayrıca döviz kurlarında yükselişin getirdiği bir tehlike de var. Bu
nedenle enflasyonda yüzde 5’lik hedefe ulaşmak yine pek mümkün olmayacağa
benziyor. Öte yandan bu ortamda bütçedeki disiplinin daha ne kadar
korunabileceğini de bilemiyoruz. Ekonomiyi kamu harcamalarıyla ayakta tutma
çabası bütçeyi giderek daha fazla zorluyor. Ekonomideki büyümenin yavaşlaması
vergi tahsilatını da yavaşlatıyor. Geleceğe güven tamir edilemezse
özelleştirmelerden gelen destek de azalabilir. Bu gelişmeler bütçe açığının
hedeflenenden daha fazla yükselmesine yol açabilir.
‘MERKEZ’ FAİZDE İNDİRİMİ DURDURDU
Merkez
Bankası’nın Para Politikası Kurulu (PPK), üç temel para politikası faizinden
biri olan gecelik borç verme faizini mart ayından bu yana sürekli aşağı
çekiyordu. Bu indirim süreci geçen ay durdu. PPK, gecelik borç verme faizini 7
ayda yüzde 10,75’ten yüzde 8,25’e kadar indirmişti. Geçen ayki toplantısında
ise bu düzeyde sabit bıraktı.
Merkez
Bankası, para politikasını üç temel faiz oranına dayanarak yönlendiriyor.
Bunları bir hafta vadeli repo borç verme faizi, gecelik borç verme faizi ve
gecelik borç alma faizi oluşturuyor. Bunların son ikisi arasındaki bölge ise
“faiz koridoru” olarak tanımlanıyor. Merkez Bankası, geçen yıl ağustos ayında,
faiz koridorunu peyderpey daraltıp sonuçta 2011 yılı öncesindeki gibi para
politikasını tek faizle yönlendirme kararı almıştı. Gecelik borç verme faizinde
mart ayından beri yapılan indirimler işte bu sadeleştirme stratejisinin
adımları olarak sunuluyordu. Ancak indirimin hep faiz koridorunun üst
sınırından yapılması bunun aynı zamanda parasal gevşeme anlamına gelmesine yol
açıyordu. Enflasyonun yüzde 5’lik hedefin çok üzerinde seyrettiği bir ortamda parasal
gevşemeye gidilmesi ise piyasaların Merkez Bankası’na olan güvenini iyice
erozyona uğratmıştı.
Esasında
beklentiler, PPK’nın faiz indirimine ekim ayında da devam edeceği yönündeydi.
Çünkü eylül ayında enflasyon beklenenden düşük çıkmış ve yıllık bazda yüzde
8’den yüzde 7,3’e inmişti. Bunun da Merkez Bankası’na gecelik borç verme
faizini bir miktar daha indirmek için yeterli gerekçeyi verdiği düşünülüyordu.
Doğrusu
bu düşünce çok yanlış da değildi ama Moody’s’in Türkiye’nin kredi notunu
yatırım yapılabilir seviyenin altına indirmesinden sonra döviz kurlarında
yaşanan yükseliş işleri bozdu. Dolar kurunun 3,10 TL’nin üzerine kadar çıkması,
Merkez Bankası’nın faiz indirimi konusunda cesaretini kırdı. Çünkü son aylarda
yapılan indirimlerle reel faiz o kadar düşük bir seviyeye gelmiş durumda ki daha
fazla indirimin bir sermaye çıkışını tetiklemesi ihtimali bulunuyor. Bu durumda
kurlarda yaşanabilecek bir tırmanışın ise hem enflasyonu sıçratmasından hem de
“bilanço etkisi” yoluyla bir krize yol açmasından korkuluyor.
İşin
acı tarafı, ekonomiden gelen küçülme sinyallerine bakılırsa şu sıralar faiz
indirimine gitmenin tam zamanıymış gibi görünüyor. Ancak daha önce gereksiz yere
yapılan indirimler nedeniyle şimdi bunu yapacak durumumuz yok. Yani tam da
ihtiyacımız olan bir zamanda faiz silahını kaybetmiş gibi görünüyoruz.
HÜKÜMETE GÖRE 2017’DE YÜZDE 4,4
BÜYÜYECEĞİZ
Hükümet,
2017-2019 dönemine ilişkin Orta Vadeli Program’ı (OVP) geçen ay açıkladı. OVP’ye
göre ekonomide önümüzde nasıl bir tablo bulunduğunu şöyle özetleyebiliriz:
*
OVP’ye göre Türkiye ekonomisi bu yıl yüzde 3,2 büyüyecek. Esasında bu yılın
büyüme hedefi yüzde 4,5’ti. Ancak ekonomide işler beklendiği gibi gitmeyince
OVP’de daha düşük bir gerçekleşme tahmini yapıldı. Yine aynı nedenle daha önce
yüzde 5 olan 2017’nin büyüme hedefi de biraz aşağı çekilip yüzde 4,4’e
indirildi. Hükümet, 2018 ve 2019’da ise işlerin düzeleceğini tahmin ediyor ve
bu yıllarda ekonominin yüzde 5 büyümesini hedefliyor.
* OVP’ye
göre bu yıl kişi başına gelir 9 bin 243 dolar olacak. Kişi başına gelir geçen
yıl 10 bin doların altına düşmüştü. OVP’ye bakılırsa kişi başına gelir 2018’de
yeniden bu sınırın üzerine çıkacak. Ancak bunun olması için hem büyüme
hedeflerinin tutması hem de dolar kurundaki artışın enflasyonun altında kalması
gerekiyor. Bizim OVP’deki diğer verileri kullanarak yaptığımız hesaplar,
ortalama dolar kurunun 2017 yılı için 3,18 TL, 2018 yılı için 3,30 TL ve 2019
yılı için 3,38 TL olarak tahmin edildiğini gösteriyor. Ancak bu tahminlerin ne
kadar gerçekçi olduğunu bilmek mümkün değil. Çünkü dalgalı kur sisteminde döviz
kurlarının ne yönde seyredeceğini öngörmek pek mümkün olmuyor.
* İşte
bu nedenle kişi başına gelirdeki artışı dolar üzerinden ölçmek çok doğru değil.
Bunun için reel kişi başına gelire bakmak gerekiyor. Tabloda bizim bunun için
yaptığımız hesapların sonuçları da yer alıyor. Buna göre, OVP’deki büyüme
hedefleri tutarsa, 2015 yılında 25 bin 123 TL olan kişi başına gelir, aynı
yılın fiyatlarıyla 2019’da 28 bin 652 TL’ye çıkacak. Bu da yüzde 14’lük bir
artışa karşılık geliyor. OVP’de dolar cinsinden öngörülen artış ise yüzde 18’i
buluyor.
* İşsizlik
oranı geçen yıl yeniden çift haneye çıkmış ve yüzde 10,3 olmuştu. OVP’ye göre
işsizlik oranı bu yıl çok sınırlı bir artış gösterecek yüzde 10,5’e çıkacak.
2017’de ise işsizlik oranının tekrar düşüşe geçerek yüzde 10,2’ye inmesi
hedefleniyor. OVP’ye göre işsizlik oranındaki düşüş daha sonra da sürecek ve
2019’da yeniden tek haneye inecek.
*
OVP’ye göre bu yıl enflasyon yüzde 7,5 olacak. Gelecek yıl ise yüzde 6,5’e inecek.
Bunlar Merkez Bankası’nın son Enflasyon Raporu’ndaki tahminleriyle aynı. OVP’de
2018 ve 2019 yıllarında ise enflasyonda yüzde 5’lik hedefin tutacağı öngörüsü
yer alıyor.
*
OVP’ye göre cari işlemler dengesi bu yıl 31,3 milyar dolar açık verecek ve
bunun gayri safi yurtiçi hasılaya (GSYH) oranı ise yüzde 4,3 olacak. Buna göre
bu yıl cari açık geçen yıla göre az bir miktar düşecek. Geçen yıl cari açık
32,2 milyar dolar ve GSYH’ye oranı yüzde 4,5 olmuştu. OVP’ye göre cari açık
2017 yılında ise aşağı yukarı sabit kalacak. 2017’de 32 milyar dolarlık ve
GSYH’nin yüzde 4,2’si düzeyinde bir cari açık bekleniyor. 2018 ve 2019’da ise
miktar olarak nispeten sabit kalmakla birlikte oransal olarak GSYH’nin yüzde
4’ün altına düşen cari açık hedefleri bulunuyor.
* Geçen
yıl bütçe 23,5 milyar TL açık vermiş ve bunun GSYH’ye oranı da yüzde 1,2
olmuştu. OVP’ye göre bu yıl bütçe açığı 34,6 milyar TL’ye ve bunun GSYH’ye
oranı yüzde 1,6’ya yükselecek. 2017’de bütçe açığının 46,9 milyar TL’ye ve
GSYH’nin yüzde 1,9’una yükselmesi bekleniyor. 2018 ve 2019 yıllarında ise bütçe
açığının yeniden düşüşe geçmesi öngörülüyor. OVP’de bütçe açığının GSYH’ye
oranının yüzde 3’lük Maastricht kriterinin altında beklendiği dikkati çekiyor.
IMF’YE GÖRE 2017’DE KÜRESEL BÜYÜME YÜZDE
3,4 OLACAK
IMF,
yılda iki kez hazırladığı World Economic Outlook (WEO) raporunun Ekim 2016
sayısını geçen ay yayınladı. Bu rapora göre küresel ekonomideki son durumu ve
2017 yılı beklentilerini şöyle özetlemek mümkün:
*
IMF, dünya ekonomisinin bu yıl yüzde 3,1 büyümesini bekliyor. Dünya ekonomisi
geçen yıl da buna çok yakın bir düzeyde ve yüzde 3,2 büyümüştü. Buna göre
küresel ekonomide geçen yıla göre çok farklı bir durum yok. Aslında IMF, geçen
yıl bu sıralarda 2016’da küresel ekonominin yüzde 3,6 büyüyeceğini öngörüyordu.
Yani 2015’e göre biraz olsun toparlanma bekliyordu. Ancak işler umduğu gibi
gitmeyince bu beklentisini peyderpey revize etmek zorunda kaldı. IMF’ye göre
2017’de de durum çok farklı olmayacak. IMF, 2017’de küresel büyümenin çok az
bir miktarda yükselmesini ve yüzde 3,4 olarak gerçekleşmesini öngörüyor.
* Gelişmiş
ülkeler 2008-2009 resesyonundan bu yana bir türlü toparlanamadı. IMF’ye göre,
geçen yıl yüzde 2,1 olan gelişmiş ülkelerdeki büyüme bu yıl yüzde 1,6’ya
inecek. Bu yavaşlama büyük ölçüde ABD’nin performansının düşmesinden kaynaklanıyor.
Ancak diğer gelişmiş ülkelerde de durum geçen yıldan pek farklı değil. IMF,
2017’de de gelişmiş ülkelerden çok umutlu görünmüyor. Gelişmiş ülkelerdeki
büyümenin 2017’de yüzde 1,8 olması bekleniyor. 2017’de ABD’nin performansının
biraz yükseleceği ama diğer gelişmiş ülkelerde bir miktar performans kaybı
yaşanacağı tahmin ediliyor.
* Son
birkaç yıldır gelişmekte olan ülkeler de teklemeye başladı. IMF’ye göre, geçen
yıl yüzde 4 olan gelişmekte olan ülkelerdeki büyüme bu yıl ancak yüzde 4,2’ye
çıkabilecek. Gelişmekte olan ülkelerin 2017’de biraz toparlanması ve büyüme
oranının yüzde 4,6’ya çıkması bekleniyor. Gelişmekte olan ülkelerin lokomotifi
olan Çin’deki performans kaybı sürüyor. Hindistan ise aynı hızla büyümeye devam
ediyor. Brezilya ve Rusya’da ise ekonomi hala küçülüyor. Ancak IMF bu iki
ülkedeki resesyonun 2017’de sona ereceğini öngörüyor.
* Dünya
ticaret hacmindeki değişim geçen yıl yüzde 2,6’da kalmıştı. IMF, bu yıl bu
oranın yüzde 2,3’e indiğini tahmin ediyor. Fakat gelecek yıl dünya ticaretinde önemli
bir toparlanma olacağını ve yüzde 3,8 büyüme yaşanacağını tahmin ediyor.
*
Petrol fiyatlarında son birkaç yıldır gerileme vardı. IMF’ye göre artık bu
gerileme sona erdi ve 2017’de yeniden yükseliş olacak. IMF, bu yıl yaklaşık 43
dolar olmasını beklediği petrolün ortalama varil fiyatının 2017’de 51 dolara
yaklaşacağını öngörüyor.
* IMF’ye göre gelişmiş ülkelerde halen yüzde 1’in altında olan enflasyon 2017’de yüzde 2’ye yaklaşırken gelişmekte olan ülkelerde ise yüzde 4,5 dolayında kalacak.* IMF, geçen yıl yüzde 0,5 olan dolar faizinin bu yıl yüzde 1’e çıkacağını ve 2017’de ise yüzde 1,3’e yükseleceğini tahmin ediyor. Bu yıl negatif hale gelen Euro faizinin ise 2017’de de bu durumda kalacağını öngörüyor.
*
IMF’nin raporunda Türkiye’ye ilişkin tahminler de var. Buna göre IMF Türkiye’de
geçen yıl yüzde 4 olan büyümenin bu yıl yüzde 3,3’e inmesini bekliyor. Türkiye
ekonomisi için 2017 büyüme öngörüsü de oldukça düşük ve yüzde 3 seviyesinde
kalıyor. Ancak IMF’nin işsizlik oranı tahminleri büyüme öngörüleriyle pek uyumlu
görünmüyor. Geçen yıl yüzde 10,3 olan işsizlik oranının bu yıl ve 2017’de yüzde
10,2’de kalması öngörülüyor. Öte yandan bu yıl yüzde 4,4 olması beklenen cari
açığın GSYH’ye oranının 2017’de yüzde 5,6’ya çıkması bekleniyor ki bu da
büyümede yavaşlama öngörüsüyle pek uyumlu değil. IMF, bu yıl yüzde 9,1 olmasını
beklediği enflasyonun ise 2017’de yüzde 6,2’ye ineceğini tahmin ediyor.
GELİR DAĞILIMINDA BOZULMA VAR
Türkiye
ekonomisi, 2012 yılından beri yüzde 5’lik potansiyelinin çok altında büyüyor ve
bu da topluma pek çok alanda fatura çıkarıyor. Bu faturayı en açık olarak
işsizlikteki yükselişte görüyoruz. Söz konusu faturanın bir başka boyutu da
geçen ay 2015 yılına ilişkin gelir dağılımı verilerinin açıklanmasıyla ortaya
çıktı. Bu veriler gelir dağılımında uzun bir süreden sonra yeniden bozulma
yaşandığını gösterdi.
Türkiye
İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’nın 2015 yılı
sonuçlarına göre, geçen yıl yüzde 20’lik fert grupları için hesaplanan Gini
katsayısı 0,397 olarak çıktı. Oysa bu katsayı önceki yıl 0,391 düzeyindeydi.
Gini katsayısı, sıfıra yaklaştıkça iyileşmeye, 1’e yaklaştıkça ise bozulmaya
işaret eden bir gelir dağılımı ölçüsü. Dolayısıyla 2015’te Gini katsayısının
yükselmesi gelir dağılımında bozulmaya işaret ediyor.
Bir
başka gelir dağılımı ölçüsü olan en yüksek gelirli grubun payının en düşük
gelirli grubun payına oranı da 2015’te gelir dağılımında bozulma olduğunu
gösteriyor. Bu oran 2014’te 7,4 kat idi. 2015 yılında ise 7,6 kata yükseldi.
2015’te
en zenginlerin gelirden aldığı pay 0,6 puanlık artışla yüzde 45,9’dan yüzde
46,5’e yükseldi. Diğer yüzde 20’lik grupların gelirden aldığı pay ise düşüş
gösterdi. En yoksulların ve orta gelirlerin payı 0,1’er puan azaldı. Ortanın
altı ve ortanın üstü gelir gruplarının payında ise 0,2’şer puanlık azalma yaşandı.
TÜİK’in
önceki yıllara ilişkin araştırmaları gelir dağılımında yavaş da olsa bir
düzelmeye işaret ediyordu. 2008-2009 resesyonu sırasında bozulan gelir dağılımı
daha sonra yavaş yavaş yeniden düzelmeye başlamıştı. Örneğin 2014’te Gini
katsayısı 0,400’den 0,391’e düşmüş, en yüksek gelirli grubun gelirden aldığı payın
en düşük gelirli grubun payına oranı da 7,7 kattan 7,4 kata inmişti. Ancak 2015
yılında işler tersine döndü.
Türkiye
ekonomisinde son 4 yıldaki ortalama büyüme oranı yüzde 3,3’te kaldı. Bu yavaş
büyüme işsizlik oranını yüzde 8,5 dolayından yüzde 10,5 dolayına çıkardı. İşini
kaybedenlerin gelirleri azalırken kenarda böyle büyük bir “yedek işçi
ordusu”nun bulunduğu bir ortamda doğal olarak işini koruyanların gelirleri de reel
olarak artmıyor. Hal böyle olunca da kaçınılmaz olarak gelir dağılımı bozuluyor.
Ekonomideki yavaş büyümenin ve işsizlikteki yükselişin sürmesi, gelecek yıl
2016 yılı verileri yayınladığında gelir dağılımında yine bozulma göreceğimizi
düşündürüyor. Böyle giderse gelir dağılımındaki bozulmanın önümüzdeki yıllarda
da sürmesi ihtimali bulunuyor.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?