Ekonomide resesyon tehlikesi

9.02.2017 11:47:300
Paylaş Tweet Paylaş
Ekonomide resesyon tehlikesi

Üçüncü çeyrek döneme ilişkin temel öncü göstergeler, bu dönemde ekonomide yüzde 1 dolayında küçülme yaşanmış olabileceğine işaret ediyor. Eğer durum gerçekten böyle olursa ekonomi 2008-2009 resesyonundan bu yana ilk kez küçülmüş olacak. Geçen yılın sonlarında biraz hareketlenen ekonomi, bu yılın ilk yarısında yeniden yavaşlama eğilimindeydi. Bunun nedeni de büyük ölçüde 1 Kasım’da tekrarlanan genel seçimden yeniden tek parti iktidarı çıkmasına rağmen beklenen siyasi istikrarın bir türlü sağlanamamasıydı. Üçüncü çeyrekte bunun üzerine bir de 15 Temmuz’daki darbe girişimi ve sonrasındaki olağanüstü hal (OHAL) uygulaması binince ekonomide işler iyice bozuldu. Bu gelişmelerde pek fazla değişiklik olmadığı için dördüncü çeyrekte de ekonomide küçülme yaşanması mümkün görünüyor. Bu ise ekonominin şu sıralarda bir resesyon tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğu anlamına geliyor.

 

İktisatçılar ekonominin en az iki çeyrek üst üste küçülmesini resesyon olarak tanımlıyor. Türkiye ekonomisi, en son resesyonu 2008’in son çeyreği ile 2009’un üçüncü çeyreği arasında yaşamıştı. Bu aynı dönemde yaşanan küresel resesyonun Türkiye’ye de yansımasıydı. Aradan yedi yıl geçti ve Türkiye ekonomisi şu sıralarda yeni bir resesyon tehlikesiyle karşı karşıya gibi görünüyor. Öncü göstergeler, 2016’nın üçüncü çeyrek döneminde ekonomide küçülme yaşanmış olabileceğine işaret ediyor. Üstelik üçüncü çeyrekte ekonomide küçülmeye yol açmış gibi görünen faktörlerin çoğunda halen bir düzelme de gözlenmiyor. Hatta tam tersine son iki aydır döviz kurlarında yaşanan yükseliş de büyümeyi olumsuz etkiliyor. Bu da ekonomideki küçülmenin dördüncü çeyrekte de sürebileceğini düşündürüyor. Bu ise Türkiye ekonomisinin şu sıralarda bir resesyonun içinde olabileceği anlamına geliyor.

Türkiye ekonomisi 2008-2009 resesyonundan hızla çıkmış ve 2010 ve 2011 yıllarında çok yüksek büyüme oranlarına ulaşmayı başarmıştı. 2010 yılındaki büyüme yüzde 9,2 ve 2011 yılındaki büyüme ise yüzde 8,8 olmuştu. Ancak 2012 yılından bu yana yüzde 5 dolayındaki uzun dönem ortalamasının -buna potansiyel büyüme oranı da deniyor- oldukça altında bir hızla büyüyor. 2012-2015 dönemindeki yıllık ortalama büyüme oranı yüzde 3,3’te kalıyor.

 

EKONOMİDE SON DURUM

Esasında geçen yılın son çeyreğinde ekonomi bir miktar hareketlenmiş ve önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 5,7 oranında büyümüştü. Ancak 2016 yılına yeniden yavaşlayarak girdik ve ilk çeyrekte büyüme oranı yüzde 4,7’ye geriledi. Bu yavaşlama ikinci çeyrekte de sürdü ve bu dönemde ekonomideki büyüme oranı yüzde 3,1’e indi.

Üçüncü çeyrek döneme ilişkin milli gelir verileri 12 Aralık’ta açıklanacak. Yani bu dönemde büyümenin ne olduğunu şu anda bilmiyoruz. Ancak ekonomideki büyümenin ne yönde seyrettiğini anlamamıza imkan veren bazı öncü göstergeler var. Bu öncü göstergelerde üçüncü çeyrek döneme ilişkin veriler geçen ay belli oldu. Bu veriler ise üçüncü çeyrekte ekonomide işlerin iyice kötüleştiğini gösteriyor ve bu dönemde büyüme değil küçülme yaşanmış olabileceğine işaret ediyor. Bu öncü göstergeleri kullanarak kurduğumuz modellere dayanarak 12 Aralık’ta üçüncü çeyrek dönemin milli gelir verileri açıklandığında, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 1 dolayında küçülme görebileceğimizi tahmin ediyoruz.

 

ÜRETİMDE DÜŞÜŞ VAR

Üçüncü çeyrekte ekonomide küçülme yaşanmış olabileceğine ilişkin en önemli sinyal sanayi üretiminden geliyor. Sanayi üretimi üçüncü çeyrekte geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 3,2 düşüş gösterdi. Bu, sanayi üretiminde üçer aylık dönemler itibariyle 2008-2009 resesyonundan bu yana yaşanan ilk düşüşü oluşturuyor. Türkiye’de sanayi üretimindeki değişimle ekonominin genelindeki büyüme arasında önemli bir paralellik mevcut. Bu durum sanayinin ekonomideki payının yüzde 25 civarında olmasından, başta ticaret ve ulaştırma olmak üzere diğer birçok sektördeki faaliyet hacmini de etkilemesinden kaynaklanıyor. Bu nedenle genelde sanayi üretimindeki değişim yükselince büyüme de yükseliyor, sanayi üretimindeki değişim düşünce büyüme de düşüyor. Nitekim sanayi üretimindeki artışın yüzde 7,5’ten yüzde 5,6’ya indiği ilk çeyrekte ekonomideki büyüme de yüzde 5,7’den yüzde 4,7’ye inmişti. Sanayi üretimindeki artışın yüzde 2,9’a gerilediği ikinci çeyrekte ise ekonomideki büyüme de yüzde 3,1’e gerilemişti. Bu paralelliğe bakarsak, sanayide işlerin iyice kötüleştiği ve üretimde düşüşün yaşandığı üçüncü çeyrekte ekonominin genelinde de benzer bir durumun yaşanmış olabileceğini düşünmek hiç yanlış olmaz.

 

İÇ TALEP ZAYIFLADI

Üçüncü çeyrekte ekonomide küçülme yaşanmış olabileceğine işaret eden bir öncü gösterge de reel perakende satışlar. Bu gösterge, Türkiye’de büyümeyi etkileyen en önemli faktör olan iç talebin tüketim ayağında olup bitenler hakkında fikir veriyor. Reel perakende satışlar üçüncü çeyrekte geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 0,8 azaldı. Reel perakende satışlardaki artışın yüzde 4’ten yüzde 2,1’e gerilediği ikinci çeyrekte hanehalkı tüketimindeki yıllık artış da yüzde 7,1’den yüzde 5,2’ye inmişti. Üçüncü çeyrekte reel perakende satışların düşmesi, bu dönemde hanehalkı tüketimindeki artışın biraz daha gerilemiş olabileceğine işaret ediyor. Bu da özel tüketimden büyümeye gelen katkının iyice azalmış olabileceği anlamına geliyor.

Altın hariç reel ithalat da üçüncü çeyrekte iç talepten büyümeye gelen katkının azalmış olabileceğine ilişkin sinyaller veriyor. Türkiye’de genelde iç talep canlandığında ithalattaki artış hızlanır, iç talep zayıfladığında ise ithalattaki artış yavaşlar. Altın hariç ithalat ikinci çeyrekte geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 7,4 artmıştı. Üçüncü çeyrekte ise geçen yılın aynı dönemine göre sadece yüzde 1,7 artış gösterebildi. Bu da üçüncü çeyrekte iç talebin zayıfladığına işaret ediyor.

 

DIŞ TALEP DE ZAYIF

İç talep zayıfladığında ekonominin aynı hızla büyümeye devam edebilmesi için dış talepte bunu telafi edecek kadar bir canlanma olması gerekir. Fakat canlanma şöyle dursun üçüncü çeyrekte dış talepte de zayıflama olduğuna ilişkin belirtiler var. İkinci çeyrekte geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 6 artış gösteren altın hariç reel ihracat, üçüncü çeyrekte ise geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 1,2 düştü. Bu durum üçüncü çeyrekte dış talepten büyümeye bir katkı gelmediğini düşündürüyor. Üçüncü çeyrekte turizmde işlerin iyice kötüleşmesi de bu yöndeki düşüncemizi pekiştiriyor.

Bizim bu dört öncü göstergeye dayanarak kurduğumuz ekonometrik modeller, üçüncü çeyrekte ekonomide geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 0,5 ile yüzde 1,5 arasında küçülme yaşanmış olabileceği sonucunu veriyor. Biz de bu aralığın orta noktasını alarak üçüncü çeyrekte ekonominin yüzde 1 dolayında küçüldüğünü tahmin ediyoruz.

 

İŞLER NEDEN BOZULDU?

Geçen yılın sonlarında bir miktar hareketlenen ekonominin bu yıla tekrar yavaşlayarak girmesinin en önemli nedeni, siyasette yaşanan gelişmelerdi. Geçen yıl 1 Kasım’da tekrarlanan genel seçimden yeniden tek parti iktidarının çıkması ekonomik birimlere siyasi istikrarın tekrar sağlanacağı konusunda umut vermişti. Hanehalkı bu beklentiyle harcamalarını yükseltmişti. Hatta bu dönemde özel sektör yatırımlarında bile az da olsa yükseliş gözlenmişti. Ancak bu umut boşa çıkınca özellikle bahar aylarından itibaren iç talep yeniden zayıflamaya başlamıştı.

Üçüncü çeyrekte ekonomide işlerin daha da bozulmasının temel nedenini ise bu gelişmelerin üzerine bir de 15 Temmuz’daki darbe girişiminin ve sonrasındaki olağanüstü hal (OHAL) uygulamasının binmesi oluşturuyor. Bu gelişmeler iç talebin iyice zayıflamasına neden olmuş gibi görünüyor. Hatta bu gelişmeler turizmde işleri iyice kötüleştirerek dış talebin büyümeye katkısını da azaltmışa benziyor.

Üçüncü çeyrekte ekonomide işlerin daha da bozulmasına yol açan faktörler arasında dünya ticaretinde yaşanan durgunluk da var. İki uzun bayram tatilinin denk geldiği üçüncü çeyrekte geçen yıldan 3,5 gün daha az iş günü olması da bu dönemde ekonomik büyümeyi olumsuz etkileyen faktörler arasında yer alıyor.

 

SON ÇEYREKTE NE OLUR?

Üçüncü çeyrek döneme ilişkin tahminimiz doğru çıkarsa Türkiye ekonomisi 2008-2009 resesyonundan bu yana ilk kez küçülmüş olacak. Öte yandan yukarıda bahsettiğimiz faktörlerde fazla bir değişiklik olmadığı ve hatta döviz kurlarında sıçrama gibi yeni bir olumsuz etken ortaya çıktığı için dördüncü çeyrekte de ekonomide küçülme yaşanması mümkün görünüyor. Bu da olursa ekonomi yedi yıl aradan sonra yeniden resesyona girecek.

Son çeyrek dönemdeki duruma ilişkin olarak elimizde henüz yeterince veri yok. Bizim ekonomideki gidişatı izlemek için kullandığımız dört temel öncü göstergeden hiçbirinde bu döneme ilişkin açıklanmış bir veri bulunmuyor. İkincil öncü göstergeler ise bazı karışık sinyaller veriyor. Ekim ayında nominal ihracattaki düşüş sürerken ithalat da yerinde saydı ki bunlar pek iyiye işaret değil. Ancak aynı ayda otomotiv satışlarında sıçrama yaşanması ve şirket kuruluşlarının altı aylık düşüşten sonra tekrar yükselmesi umut verici. Fakat bunların geçici faktörlerin ürünü olması ihtimali de bulunuyor. Kısacası, dördüncü çeyrekteki büyümenin ne olacağını anlayabilmek için biraz daha zamana ihtiyacımız var.

 

GİDİŞAT İYİ DEĞİL

Burada yazdıklarımız netice itibariyle birer tahminden ibaret. Elbette bu tahminlerimiz tam olarak tutmayabilir. Üçüncü çeyrekte ekonomide küçülme yerine az da olsa büyüme de görebiliriz. Dördüncü çeyrekte de ekonomide bir miktar toparlanma yaşanması mümkün olabilir. Yani ekonominin resesyonun kıyısından dönmesi ihtimali de var. Ancak bu ekonomideki gidişatın iyi olmadığı gerçeğini değiştirmiyor. Hükümetin bu gidişatı tersine döndürmek için mutlaka bazı adımlar atması şart. Bize kalırsa bu adımların da öncelikle demokrasiyi yeniden güçlendirmekten ve hukuk düzenini tekrar tesis etmekten geçmesi gerekiyor. Bunlar olmadan ekonomik birimlerin geleceğe güvenini artırmanın pek imkanı yok. Ekonomik birimlerin geleceğe güvenini artırmadan da yatırım ve tüketim harcamalarını ve dolayısıyla büyümeyi hızlandırmak biraz zor görünüyor. Demokrasiyi yeniden güçlendirmek ve hukuk düzenini tekrar tesis etmek, Türkiye’nin hızlı büyümek için ihtiyacı olan dış kaynakları temin etmesi ve dış açığını finanse etmesi için de şart. Aksi takdirde ekonomi şimdi resesyonun kıyısından dönse bile yakın gelecekte tekrar aynı noktaya gelebilir.

 

İŞSİZLİK ORANI ÜÇÜNCÜ ÇEYREKTE SIÇRADI

Ekonomiden küçülme sinyallerinin geldiği üçüncü çeyrekte, bunu teyit edercesine işsizlik oranında sıçrama yaşandı. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) mevsimsel düzeltilmiş verilerine göre, ağustos ayında işsizlik oranı yüzde 11,4 oldu. Aylık iş gücü piyasası verileri her hafta düzenlenen anketlerin üçer aylık ortalamaları alınarak hesaplandığından, ağustos ayı verisi aynı zamanda üçüncü çeyrek dönemin verisi oluyor. Mayıs ayında yani ikinci çeyrek dönemde mevsimsel düzeltilmiş işsizlik oranı yüzde 10,4’tü. Buna göre üçüncü çeyrekte işsizlik oranında 1 puanlık sıçrama yaşanmış bulunuyor.

İşsizlik oranı ikinci çeyrekte de bir miktar yükselmişti ama bu yükseliş 0,3 puandan ibaretti. Biraz daha geriye doğru bakarsak esasında işsizlik oranı 2014’ün üçüncü çeyreğinden bu yana yüzde 10,3 dolayında yatay seyirdeydi. Tam iki yıl süren bu yatay seyir eğilimi bu yılın üçüncü çeyreğinde sona erdi.

Bu yatay seyir eğilimini sona erdiren faktör ekonomide işlerin iyice bozulmasından başka bir şey değil. Ekonomide işler bozulunca istihdamdaki artış duruyor ve hatta işten çıkarmalar yaşanıyor. Hal böyle olunca da işsizlik yükseliyor. Nitekim TÜİK’in mevsimsel düzeltilmiş verileri üçüncü çeyrekte istihdamın önceki çeyrek döneme göre 256 bin kişi azaldığını gösteriyor. Aynı dönemde iş gücünün ise 55 bin kişi yükseldiği görülüyor. Böylece işsiz sayısı 311 bin kişi artarak 3 milyon 475 bine yükselmiş durumda. İşsiz sayısındaki bu artış da işsizlik oranında sıçramaya yol açmış bulunuyor.

İşsizlikte bundan önceki sıçrama da ekonomide işlerin bozulduğu bir dönemde yaşanmıştı. 2014 yılının ortalarında ekonomideki büyümenin iyice yavaşlaması, mevsimsel düzeltilmiş işsizlik oranını yüzde 9,3 dolayından yüzde 10,3 dolayına çıkarmıştı.

İşsizlikteki son sıçrama işsiz sayısında bir rekoru da beraberinde getirdi. Türkiye’de işsiz sayısı daha önce hiç bu seviyelere kadar çıkmamıştı. 2008-2009 resesyonu sırasında işsiz sayısı en fazla 3,3 milyona yaklaşmıştı. Bu sefer ise 3,5 milyona merdiven dayadı. Ancak o dönemde iş gücü sayısı bugünkünden 7 milyon kişi daha düşük olduğu için işsizlik oranında 2008-2009 resesyonunda ulaşılan zirvenin hala çok altındayız. Bilindiği gibi işsizlik oranı işsiz sayısının iş gücüne bölünmesiyle hesaplanıyor. 2008-2009 resesyonu sırasında işsizlik oranı yüzde 14’e yaklaşmıştı.

Ekonomide henüz ciddi bir toparlanma belirtisi görülmemesi işsizlikteki yükselişin devam edeceğini düşündürüyor. Bu gidişle mevsimsel düzeltilmiş işsizlik oranı yıl sonunda yüzde 12’ye yaklaşabilir. İşsizlik oranında 2016 yılı ortalaması ise yüzde 11’e yaklaşacak gibi görünüyor. Bu oran 2015 yılında yüzde 10,3 düzeyindeydi.

 

CARİ AÇIK YENİDEN YÜKSELİYOR

Üçüncü çeyrekte ekonomiden küçülme sinyalleri gelirken cari açık ise tersine yükselişe geçti. Merkez Bankası’nın verilerine göre, haziran ayında yani ikinci çeyrek dönemin sonunda 29,4 milyar dolar olan yıllık cari açık, eylül ayında yani üçüncü çeyrek dönemin sonunda 32,4 milyar dolara çıktı. Oysa Türkiye’de ekonominin yavaşladığı ya da küçüldüğü dönemlerde cari açıkta düşüş yaşanmasına alışığız. Nitekim üçüncü çeyrek döneme kadar da durum öyleydi. Ancak daha sonra işler tersine döndü.

Bu garip durumun iki nedeni var. Birincisi, Türkiye’de ekonominin yavaşladığı veya küçüldüğü dönemlerde cari açığın azalmasının nedeni, böyle dönemlerde ithalat düşüşe geçerken ihracatın ise yükselmesiydi. Böyle dönemlerde ithalatı düşüşe geçiren şey iç talebin zayıflaması, ihracatı yükselten şey ise iç pazarda mal satmakta zorlanan üreticilerin ne pahasına olursa olsun dış pazara yüklenmesiydi. Esasında bu mekanizmanın ilk ayağı yine çalışıyor. İç talepteki zayıflık yüzünden ithalat düşüyor. Ancak bu kez ihracatta yükseliş yaşanmıyor. Çünkü küresel ticaret de durgun olduğu için üreticiler dış pazarda da mal satmakta zorlanıyor. İhracatın ithalattan daha fazla düşüş göstermesi eylül ayında dış ticaret açığının bile yükselmesine neden oldu. Türkiye’de cari işlemlerin önemli bölümünü dış ticaret oluşturduğu için de dış ticaret açığındaki bu yükseliş aynen cari açığa da yansıdı.

İkincisi, bu yıl turizmde işler olağanüstü kötü gidiyor. Turizm gelirleri ilk çeyrekte geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 16,5 düşmüş, ikinci çeyrekte bu oran yüzde 35,6’yı bulmuştu. Turizmde yüksek sezon olan üçüncü çeyrekteki düşüş de ikinci çeyreği aratmadı ve yüzde 32,7 olarak gerçekleşti. En önemli hizmet gelirindeki bu büyük düşüş ise cari işlemler dengesini çok olumsuz etkiledi.

Cari açık yılın son çeyreğinde de yükselmeye devam edeceğe benziyor. Bu dönemin ilk ayı olan ekim ayında yükseliş çıkması neredeyse kesin gibi. Çünkü dış ticaret için yukarıda çizdiğimiz tabloda ekim ayında bir değişiklik olmadı. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın verilerine göre, ekim ayında ithalat yüzde 0,8 artarken ihracat yüzde 2,8 düşünce, dış ticaret açığı yüzde 13,8 yükseldi. Turizmde de işler kötü gitmeye devam ettiğine göre ekim ayında cari açığın yükselmeye devam ettiğine kesin gözüyle bakabiliriz. Maalesef yılın son iki ayında da durum pek fazla değişecek gibi görünmüyor.

 

ENFLASYONDA 2017 TAHMİNİNE ZAM GELDİ

Merkez Bankası, 2016’nın dördüncü ve son Enflasyon Raporu’nu ekim ayının sonlarında yayınladı. Bu raporda 2016’nın yüzde 7,5’lik enflasyon tahmini değişmedi ama 2017’nin enflasyon tahmini 0,5 puan artırıldı. Daha önce yüzde 6 olan 2017 enflasyon tahmini yüzde 6,5’e çıkarıldı. Bu artış döviz kurlarındaki sıçrama nedeniyle TL cinsi ithalat fiyatlarının yükselmesi yüzünden yapıldı. Bu arada 2018’de enflasyonun yüzde 5 düzeyinde istikrar kazanacağı öngörüsü tekrarlanarak bu yıla ilişkin enflasyon tahmini ise korundu.

2016 yılına da yüzde 6,5’lik enflasyon tahminiyle girmiştik. Ancak ocak ayında yayınlanan 2016’nın ilk Enflasyon Raporu’nda bu tahmin yüzde 7,5’e yükseltilmişti. Ondan sonra ise gerçekleşen enflasyonda yaşanan iniş çıkışlara rağmen 2016 enflasyon tahmini değiştirilmedi. Enflasyon birkaç aydır bu tahmine oldukça yakın bir düzeyde seyrediyor. Yıllık tüketici enflasyonu ekim ayı itibariyle yüzde 7,2 düzeyinde bulunuyor. Bu da enflasyonun bu yılı Merkez Bankası’nın tahminine yakın bir yerlerde bitirebileceğini düşündürüyor.

Ancak burada bir “sorun” ve bir de “soru” var. Bahsettiğimiz sorun, enflasyonun halen yüzde 5’lik hedefin çok üzerinde olması ve hatta bu hedefin etrafındaki 2’şer puanlık belirsizlik aralığını bile aşması. Bu durum Merkez Bankası’nın tahmini tutsa bile bunun bir başarı olmayacağı anlamına geliyor. Bahsettiğimiz soru ise Merkez Bankası’nın yıl sonunda enflasyonun hedefin çok üzerinde olacağını aylar öncesinden tahmin ettiği halde bu konuda neden hiçbir adım atmadığı. Enflasyonla mücadele eden bir merkez bankasının böyle bir durumda parasal sıkılaştırmaya gitmesi gerekirdi. Bu şekilde enflasyonun hedefe biraz olsun yaklaşması sağlanabilirdi. Oysa bizim Merkez Bankası para politikasında sıkılaştırma yapmak yerine gevşemeye gitti. Gerçi kendisi bunu gevşeme değil para politikasında sadeleşme olarak tanımlıyor ama piyasalar buna pek inanmıyor. Piyasaların siyasi baskıya bağladığı bu gevşeme ise Merkez Bankası’na olan güveni iyice sıfırlamış bulunuyor.

Merkez Bankası’nın bağımsızlığının iyice tartışmalı hale gelmesi, yukarıda bahsettiğimiz soru ve sorunla 2017 yılında da karşılaşabileceğimizi düşündürüyor. 2017’nin yüzde 6,5’lik enflasyon tahmini de yüzde 5’lik hedefin epey üzerinde. Üstelik döviz kurlarında son iki ayda yaşanan sıçrama 2017’de enflasyonun bu tahminin de üzerine çıkması riskine yol açmış bulunuyor. Bu durumda Merkez Bankası’nın para politikasında sıkılaştırmaya gitmesi beklenir. Ancak siyasi baskı altındaki Merkez Bankası’nın bunu yapabileceğine kuşkuyla bakılıyor. Bu nedenle enflasyon 2017’de de rüzgarın sürüklediği yönde seyretmeye devam edeceğe benziyor.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz