Üçüncü çeyrek döneme ilişkin temel öncü göstergeler, bu dönemde ekonomide yüzde 1 dolayında küçülme yaşanmış olabileceğine işaret ediyor. Eğer durum gerçekten böyle olursa ekonomi 2008-2009 resesyonundan bu yana ilk kez küçülmüş olacak. Geçen yılın sonlarında biraz hareketlenen ekonomi, bu yılın ilk yarısında yeniden yavaşlama eğilimindeydi. Bunun nedeni de büyük ölçüde 1 Kasım’da tekrarlanan genel seçimden yeniden tek parti iktidarı çıkmasına rağmen beklenen siyasi istikrarın bir türlü sağlanamamasıydı. Üçüncü çeyrekte bunun üzerine bir de 15 Temmuz’daki darbe girişimi ve sonrasındaki olağanüstü hal (OHAL) uygulaması binince ekonomide işler iyice bozuldu. Bu gelişmelerde pek fazla değişiklik olmadığı için dördüncü çeyrekte de ekonomide küçülme yaşanması mümkün görünüyor. Bu ise ekonominin şu sıralarda bir resesyon tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğu anlamına geliyor.
İktisatçılar
ekonominin en az iki çeyrek üst üste küçülmesini resesyon olarak tanımlıyor.
Türkiye ekonomisi, en son resesyonu 2008’in son çeyreği ile 2009’un üçüncü
çeyreği arasında yaşamıştı. Bu aynı dönemde yaşanan küresel resesyonun Türkiye’ye
de yansımasıydı. Aradan yedi yıl geçti ve Türkiye ekonomisi şu sıralarda yeni
bir resesyon tehlikesiyle karşı karşıya gibi görünüyor. Öncü göstergeler,
2016’nın üçüncü çeyrek döneminde ekonomide küçülme yaşanmış olabileceğine
işaret ediyor. Üstelik üçüncü çeyrekte ekonomide küçülmeye yol açmış gibi görünen
faktörlerin çoğunda halen bir düzelme de gözlenmiyor. Hatta tam tersine son iki
aydır döviz kurlarında yaşanan yükseliş de büyümeyi olumsuz etkiliyor. Bu da
ekonomideki küçülmenin dördüncü çeyrekte de sürebileceğini düşündürüyor. Bu ise
Türkiye ekonomisinin şu sıralarda bir resesyonun içinde olabileceği anlamına
geliyor.
Türkiye
ekonomisi 2008-2009 resesyonundan hızla çıkmış ve 2010 ve 2011 yıllarında çok yüksek
büyüme oranlarına ulaşmayı başarmıştı. 2010 yılındaki büyüme yüzde 9,2 ve 2011
yılındaki büyüme ise yüzde 8,8 olmuştu. Ancak 2012 yılından bu yana yüzde 5
dolayındaki uzun dönem ortalamasının -buna potansiyel büyüme oranı da deniyor-
oldukça altında bir hızla büyüyor. 2012-2015 dönemindeki yıllık ortalama büyüme
oranı yüzde 3,3’te kalıyor.
EKONOMİDE SON DURUM
Esasında
geçen yılın son çeyreğinde ekonomi bir miktar hareketlenmiş ve önceki yılın
aynı dönemine göre yüzde 5,7 oranında büyümüştü. Ancak 2016 yılına yeniden
yavaşlayarak girdik ve ilk çeyrekte büyüme oranı yüzde 4,7’ye geriledi. Bu
yavaşlama ikinci çeyrekte de sürdü ve bu dönemde ekonomideki büyüme oranı yüzde
3,1’e indi.
Üçüncü
çeyrek döneme ilişkin milli gelir verileri 12 Aralık’ta açıklanacak. Yani bu
dönemde büyümenin ne olduğunu şu anda bilmiyoruz. Ancak ekonomideki büyümenin
ne yönde seyrettiğini anlamamıza imkan veren bazı öncü göstergeler var. Bu öncü
göstergelerde üçüncü çeyrek döneme ilişkin veriler geçen ay belli oldu. Bu
veriler ise üçüncü çeyrekte ekonomide işlerin iyice kötüleştiğini gösteriyor ve
bu dönemde büyüme değil küçülme yaşanmış olabileceğine işaret ediyor. Bu öncü
göstergeleri kullanarak kurduğumuz modellere dayanarak 12 Aralık’ta üçüncü
çeyrek dönemin milli gelir verileri açıklandığında, geçen yılın aynı dönemine
göre yüzde 1 dolayında küçülme görebileceğimizi tahmin ediyoruz.
ÜRETİMDE DÜŞÜŞ VAR
Üçüncü
çeyrekte ekonomide küçülme yaşanmış olabileceğine ilişkin en önemli sinyal
sanayi üretiminden geliyor. Sanayi üretimi üçüncü çeyrekte geçen yılın aynı
dönemine göre yüzde 3,2 düşüş gösterdi. Bu, sanayi üretiminde üçer aylık
dönemler itibariyle 2008-2009 resesyonundan bu yana yaşanan ilk düşüşü
oluşturuyor. Türkiye’de sanayi üretimindeki değişimle ekonominin genelindeki
büyüme arasında önemli bir paralellik mevcut. Bu durum sanayinin ekonomideki
payının yüzde 25 civarında olmasından, başta ticaret ve ulaştırma olmak üzere
diğer birçok sektördeki faaliyet hacmini de etkilemesinden kaynaklanıyor. Bu
nedenle genelde sanayi üretimindeki değişim yükselince büyüme de yükseliyor,
sanayi üretimindeki değişim düşünce büyüme de düşüyor. Nitekim sanayi
üretimindeki artışın yüzde 7,5’ten yüzde 5,6’ya indiği ilk çeyrekte ekonomideki
büyüme de yüzde 5,7’den yüzde 4,7’ye inmişti. Sanayi üretimindeki artışın yüzde
2,9’a gerilediği ikinci çeyrekte ise ekonomideki büyüme de yüzde 3,1’e gerilemişti.
Bu paralelliğe bakarsak, sanayide işlerin iyice kötüleştiği ve üretimde düşüşün
yaşandığı üçüncü çeyrekte ekonominin genelinde de benzer bir durumun yaşanmış
olabileceğini düşünmek hiç yanlış olmaz.
İÇ TALEP ZAYIFLADI
Üçüncü
çeyrekte ekonomide küçülme yaşanmış olabileceğine işaret eden bir öncü gösterge
de reel perakende satışlar. Bu gösterge, Türkiye’de büyümeyi etkileyen en
önemli faktör olan iç talebin tüketim ayağında olup bitenler hakkında fikir
veriyor. Reel perakende satışlar üçüncü çeyrekte geçen yılın aynı dönemine göre
yüzde 0,8 azaldı. Reel perakende satışlardaki artışın yüzde 4’ten yüzde 2,1’e
gerilediği ikinci çeyrekte hanehalkı tüketimindeki yıllık artış da yüzde
7,1’den yüzde 5,2’ye inmişti. Üçüncü çeyrekte reel perakende satışların düşmesi,
bu dönemde hanehalkı tüketimindeki artışın biraz daha gerilemiş olabileceğine
işaret ediyor. Bu da özel tüketimden büyümeye gelen katkının iyice azalmış
olabileceği anlamına geliyor.
Altın
hariç reel ithalat da üçüncü çeyrekte iç talepten büyümeye gelen katkının
azalmış olabileceğine ilişkin sinyaller veriyor. Türkiye’de genelde iç talep
canlandığında ithalattaki artış hızlanır, iç talep zayıfladığında ise
ithalattaki artış yavaşlar. Altın hariç ithalat ikinci çeyrekte geçen yılın
aynı dönemine göre yüzde 7,4 artmıştı. Üçüncü çeyrekte ise geçen yılın aynı
dönemine göre sadece yüzde 1,7 artış gösterebildi. Bu da üçüncü çeyrekte iç
talebin zayıfladığına işaret ediyor.
DIŞ TALEP DE ZAYIF
İç
talep zayıfladığında ekonominin aynı hızla büyümeye devam edebilmesi için dış
talepte bunu telafi edecek kadar bir canlanma olması gerekir. Fakat canlanma
şöyle dursun üçüncü çeyrekte dış talepte de zayıflama olduğuna ilişkin
belirtiler var. İkinci çeyrekte geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 6 artış
gösteren altın hariç reel ihracat, üçüncü çeyrekte ise geçen yılın aynı
dönemine göre yüzde 1,2 düştü. Bu durum üçüncü çeyrekte dış talepten büyümeye bir
katkı gelmediğini düşündürüyor. Üçüncü çeyrekte turizmde işlerin iyice
kötüleşmesi de bu yöndeki düşüncemizi pekiştiriyor.
Bizim
bu dört öncü göstergeye dayanarak kurduğumuz ekonometrik modeller, üçüncü
çeyrekte ekonomide geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 0,5 ile yüzde 1,5
arasında küçülme yaşanmış olabileceği sonucunu veriyor. Biz de bu aralığın orta
noktasını alarak üçüncü çeyrekte ekonominin yüzde 1 dolayında küçüldüğünü
tahmin ediyoruz.
İŞLER NEDEN BOZULDU?
Geçen
yılın sonlarında bir miktar hareketlenen ekonominin bu yıla tekrar yavaşlayarak
girmesinin en önemli nedeni, siyasette yaşanan gelişmelerdi. Geçen yıl 1
Kasım’da tekrarlanan genel seçimden yeniden tek parti iktidarının çıkması ekonomik
birimlere siyasi istikrarın tekrar sağlanacağı konusunda umut vermişti.
Hanehalkı bu beklentiyle harcamalarını yükseltmişti. Hatta bu dönemde özel
sektör yatırımlarında bile az da olsa yükseliş gözlenmişti. Ancak bu umut boşa
çıkınca özellikle bahar aylarından itibaren iç talep yeniden zayıflamaya
başlamıştı.
Üçüncü
çeyrekte ekonomide işlerin daha da bozulmasının temel nedenini ise bu
gelişmelerin üzerine bir de 15 Temmuz’daki darbe girişiminin ve sonrasındaki olağanüstü
hal (OHAL) uygulamasının binmesi oluşturuyor. Bu gelişmeler iç talebin iyice
zayıflamasına neden olmuş gibi görünüyor. Hatta bu gelişmeler turizmde işleri
iyice kötüleştirerek dış talebin büyümeye katkısını da azaltmışa benziyor.
Üçüncü
çeyrekte ekonomide işlerin daha da bozulmasına yol açan faktörler arasında dünya
ticaretinde yaşanan durgunluk da var. İki uzun bayram tatilinin denk geldiği
üçüncü çeyrekte geçen yıldan 3,5 gün daha az iş günü olması da bu dönemde
ekonomik büyümeyi olumsuz etkileyen faktörler arasında yer alıyor.
SON ÇEYREKTE NE OLUR?
Üçüncü
çeyrek döneme ilişkin tahminimiz doğru çıkarsa Türkiye ekonomisi 2008-2009
resesyonundan bu yana ilk kez küçülmüş olacak. Öte yandan yukarıda
bahsettiğimiz faktörlerde fazla bir değişiklik olmadığı ve hatta döviz
kurlarında sıçrama gibi yeni bir olumsuz etken ortaya çıktığı için dördüncü
çeyrekte de ekonomide küçülme yaşanması mümkün görünüyor. Bu da olursa ekonomi
yedi yıl aradan sonra yeniden resesyona girecek.
Son
çeyrek dönemdeki duruma ilişkin olarak elimizde henüz yeterince veri yok. Bizim
ekonomideki gidişatı izlemek için kullandığımız dört temel öncü göstergeden hiçbirinde
bu döneme ilişkin açıklanmış bir veri bulunmuyor. İkincil öncü göstergeler ise
bazı karışık sinyaller veriyor. Ekim ayında nominal ihracattaki düşüş sürerken
ithalat da yerinde saydı ki bunlar pek iyiye işaret değil. Ancak aynı ayda
otomotiv satışlarında sıçrama yaşanması ve şirket kuruluşlarının altı aylık
düşüşten sonra tekrar yükselmesi umut verici. Fakat bunların geçici faktörlerin
ürünü olması ihtimali de bulunuyor. Kısacası, dördüncü çeyrekteki büyümenin ne
olacağını anlayabilmek için biraz daha zamana ihtiyacımız var.
GİDİŞAT İYİ DEĞİL
Burada
yazdıklarımız netice itibariyle birer tahminden ibaret. Elbette bu
tahminlerimiz tam olarak tutmayabilir. Üçüncü çeyrekte ekonomide küçülme yerine
az da olsa büyüme de görebiliriz. Dördüncü çeyrekte de ekonomide bir miktar
toparlanma yaşanması mümkün olabilir. Yani ekonominin resesyonun kıyısından
dönmesi ihtimali de var. Ancak bu ekonomideki gidişatın iyi olmadığı gerçeğini
değiştirmiyor. Hükümetin bu gidişatı tersine döndürmek için mutlaka bazı adımlar
atması şart. Bize kalırsa bu adımların da öncelikle demokrasiyi yeniden
güçlendirmekten ve hukuk düzenini tekrar tesis etmekten geçmesi gerekiyor. Bunlar
olmadan ekonomik birimlerin geleceğe güvenini artırmanın pek imkanı yok.
Ekonomik birimlerin geleceğe güvenini artırmadan da yatırım ve tüketim
harcamalarını ve dolayısıyla büyümeyi hızlandırmak biraz zor görünüyor. Demokrasiyi
yeniden güçlendirmek ve hukuk düzenini tekrar tesis etmek, Türkiye’nin hızlı
büyümek için ihtiyacı olan dış kaynakları temin etmesi ve dış açığını finanse
etmesi için de şart. Aksi takdirde ekonomi şimdi resesyonun kıyısından dönse
bile yakın gelecekte tekrar aynı noktaya gelebilir.
İŞSİZLİK ORANI ÜÇÜNCÜ ÇEYREKTE SIÇRADI
Ekonomiden
küçülme sinyallerinin geldiği üçüncü çeyrekte, bunu teyit edercesine işsizlik
oranında sıçrama yaşandı. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) mevsimsel
düzeltilmiş verilerine göre, ağustos ayında işsizlik oranı yüzde 11,4 oldu. Aylık
iş gücü piyasası verileri her hafta düzenlenen anketlerin üçer aylık
ortalamaları alınarak hesaplandığından, ağustos ayı verisi aynı zamanda üçüncü
çeyrek dönemin verisi oluyor. Mayıs ayında yani ikinci çeyrek dönemde mevsimsel
düzeltilmiş işsizlik oranı yüzde 10,4’tü. Buna göre üçüncü çeyrekte işsizlik
oranında 1 puanlık sıçrama yaşanmış bulunuyor.
İşsizlik
oranı ikinci çeyrekte de bir miktar yükselmişti ama bu yükseliş 0,3 puandan
ibaretti. Biraz daha geriye doğru bakarsak esasında işsizlik oranı 2014’ün
üçüncü çeyreğinden bu yana yüzde 10,3 dolayında yatay seyirdeydi. Tam iki yıl
süren bu yatay seyir eğilimi bu yılın üçüncü çeyreğinde sona erdi.
Bu
yatay seyir eğilimini sona erdiren faktör ekonomide işlerin iyice bozulmasından
başka bir şey değil. Ekonomide işler bozulunca istihdamdaki artış duruyor ve
hatta işten çıkarmalar yaşanıyor. Hal böyle olunca da işsizlik yükseliyor.
Nitekim TÜİK’in mevsimsel düzeltilmiş verileri üçüncü çeyrekte istihdamın
önceki çeyrek döneme göre 256 bin kişi azaldığını gösteriyor. Aynı dönemde iş gücünün
ise 55 bin kişi yükseldiği görülüyor. Böylece işsiz sayısı 311 bin kişi artarak
3 milyon 475 bine yükselmiş durumda. İşsiz sayısındaki bu artış da işsizlik
oranında sıçramaya yol açmış bulunuyor.
İşsizlikte
bundan önceki sıçrama da ekonomide işlerin bozulduğu bir dönemde yaşanmıştı.
2014 yılının ortalarında ekonomideki büyümenin iyice yavaşlaması, mevsimsel
düzeltilmiş işsizlik oranını yüzde 9,3 dolayından yüzde 10,3 dolayına
çıkarmıştı.
İşsizlikteki
son sıçrama işsiz sayısında bir rekoru da beraberinde getirdi. Türkiye’de işsiz
sayısı daha önce hiç bu seviyelere kadar çıkmamıştı. 2008-2009 resesyonu
sırasında işsiz sayısı en fazla 3,3 milyona yaklaşmıştı. Bu sefer ise 3,5
milyona merdiven dayadı. Ancak o dönemde iş gücü sayısı bugünkünden 7 milyon
kişi daha düşük olduğu için işsizlik oranında 2008-2009 resesyonunda ulaşılan
zirvenin hala çok altındayız. Bilindiği gibi işsizlik oranı işsiz sayısının iş gücüne
bölünmesiyle hesaplanıyor. 2008-2009 resesyonu sırasında işsizlik oranı yüzde
14’e yaklaşmıştı.
Ekonomide
henüz ciddi bir toparlanma belirtisi görülmemesi işsizlikteki yükselişin devam
edeceğini düşündürüyor. Bu gidişle mevsimsel düzeltilmiş işsizlik oranı yıl
sonunda yüzde 12’ye yaklaşabilir. İşsizlik oranında 2016 yılı ortalaması ise
yüzde 11’e yaklaşacak gibi görünüyor. Bu oran 2015 yılında yüzde 10,3
düzeyindeydi.
CARİ AÇIK YENİDEN YÜKSELİYOR
Üçüncü
çeyrekte ekonomiden küçülme sinyalleri gelirken cari açık ise tersine yükselişe
geçti. Merkez Bankası’nın verilerine göre, haziran ayında yani ikinci çeyrek
dönemin sonunda 29,4 milyar dolar olan yıllık cari açık, eylül ayında yani
üçüncü çeyrek dönemin sonunda 32,4 milyar dolara çıktı. Oysa Türkiye’de
ekonominin yavaşladığı ya da küçüldüğü dönemlerde cari açıkta düşüş yaşanmasına
alışığız. Nitekim üçüncü çeyrek döneme kadar da durum öyleydi. Ancak daha sonra
işler tersine döndü.
Bu
garip durumun iki nedeni var. Birincisi, Türkiye’de ekonominin yavaşladığı veya
küçüldüğü dönemlerde cari açığın azalmasının nedeni, böyle dönemlerde ithalat
düşüşe geçerken ihracatın ise yükselmesiydi. Böyle dönemlerde ithalatı düşüşe
geçiren şey iç talebin zayıflaması, ihracatı yükselten şey ise iç pazarda mal
satmakta zorlanan üreticilerin ne pahasına olursa olsun dış pazara
yüklenmesiydi. Esasında bu mekanizmanın ilk ayağı yine çalışıyor. İç talepteki
zayıflık yüzünden ithalat düşüyor. Ancak bu kez ihracatta yükseliş yaşanmıyor.
Çünkü küresel ticaret de durgun olduğu için üreticiler dış pazarda da mal
satmakta zorlanıyor. İhracatın ithalattan daha fazla düşüş göstermesi eylül
ayında dış ticaret açığının bile yükselmesine neden oldu. Türkiye’de cari
işlemlerin önemli bölümünü dış ticaret oluşturduğu için de dış ticaret
açığındaki bu yükseliş aynen cari açığa da yansıdı.
İkincisi,
bu yıl turizmde işler olağanüstü kötü gidiyor. Turizm gelirleri ilk çeyrekte
geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 16,5 düşmüş, ikinci çeyrekte bu oran yüzde
35,6’yı bulmuştu. Turizmde yüksek sezon olan üçüncü çeyrekteki düşüş de ikinci
çeyreği aratmadı ve yüzde 32,7 olarak gerçekleşti. En önemli hizmet gelirindeki
bu büyük düşüş ise cari işlemler dengesini çok olumsuz etkiledi.
Cari
açık yılın son çeyreğinde de yükselmeye devam edeceğe benziyor. Bu dönemin ilk
ayı olan ekim ayında yükseliş çıkması neredeyse kesin gibi. Çünkü dış ticaret
için yukarıda çizdiğimiz tabloda ekim ayında bir değişiklik olmadı. Gümrük ve
Ticaret Bakanlığı’nın verilerine göre, ekim ayında ithalat yüzde 0,8 artarken
ihracat yüzde 2,8 düşünce, dış ticaret açığı yüzde 13,8 yükseldi. Turizmde de
işler kötü gitmeye devam ettiğine göre ekim ayında cari açığın yükselmeye devam
ettiğine kesin gözüyle bakabiliriz. Maalesef yılın son iki ayında da durum pek
fazla değişecek gibi görünmüyor.
ENFLASYONDA 2017 TAHMİNİNE ZAM GELDİ
Merkez
Bankası, 2016’nın dördüncü ve son Enflasyon Raporu’nu ekim ayının sonlarında
yayınladı. Bu raporda 2016’nın yüzde 7,5’lik enflasyon tahmini değişmedi ama
2017’nin enflasyon tahmini 0,5 puan artırıldı. Daha önce yüzde 6 olan 2017
enflasyon tahmini yüzde 6,5’e çıkarıldı. Bu artış döviz kurlarındaki sıçrama
nedeniyle TL cinsi ithalat fiyatlarının yükselmesi yüzünden yapıldı. Bu arada 2018’de
enflasyonun yüzde 5 düzeyinde istikrar kazanacağı öngörüsü tekrarlanarak bu
yıla ilişkin enflasyon tahmini ise korundu.
2016
yılına da yüzde 6,5’lik enflasyon tahminiyle girmiştik. Ancak ocak ayında
yayınlanan 2016’nın ilk Enflasyon Raporu’nda bu tahmin yüzde 7,5’e
yükseltilmişti. Ondan sonra ise gerçekleşen enflasyonda yaşanan iniş çıkışlara
rağmen 2016 enflasyon tahmini değiştirilmedi. Enflasyon birkaç aydır bu tahmine
oldukça yakın bir düzeyde seyrediyor. Yıllık tüketici enflasyonu ekim ayı
itibariyle yüzde 7,2 düzeyinde bulunuyor. Bu da enflasyonun bu yılı Merkez
Bankası’nın tahminine yakın bir yerlerde bitirebileceğini düşündürüyor.
Ancak
burada bir “sorun” ve bir de “soru” var. Bahsettiğimiz sorun, enflasyonun halen
yüzde 5’lik hedefin çok üzerinde olması ve hatta bu hedefin etrafındaki 2’şer
puanlık belirsizlik aralığını bile aşması. Bu durum Merkez Bankası’nın tahmini
tutsa bile bunun bir başarı olmayacağı anlamına geliyor. Bahsettiğimiz soru ise
Merkez Bankası’nın yıl sonunda enflasyonun hedefin çok üzerinde olacağını aylar
öncesinden tahmin ettiği halde bu konuda neden hiçbir adım atmadığı.
Enflasyonla mücadele eden bir merkez bankasının böyle bir durumda parasal sıkılaştırmaya
gitmesi gerekirdi. Bu şekilde enflasyonun hedefe biraz olsun yaklaşması
sağlanabilirdi. Oysa bizim Merkez Bankası para politikasında sıkılaştırma
yapmak yerine gevşemeye gitti. Gerçi kendisi bunu gevşeme değil para politikasında
sadeleşme olarak tanımlıyor ama piyasalar buna pek inanmıyor. Piyasaların
siyasi baskıya bağladığı bu gevşeme ise Merkez Bankası’na olan güveni iyice
sıfırlamış bulunuyor.
Merkez
Bankası’nın bağımsızlığının iyice tartışmalı hale gelmesi, yukarıda
bahsettiğimiz soru ve sorunla 2017 yılında da karşılaşabileceğimizi
düşündürüyor. 2017’nin yüzde 6,5’lik enflasyon tahmini de yüzde 5’lik hedefin
epey üzerinde. Üstelik döviz kurlarında son iki ayda yaşanan sıçrama 2017’de
enflasyonun bu tahminin de üzerine çıkması riskine yol açmış bulunuyor. Bu durumda
Merkez Bankası’nın para politikasında sıkılaştırmaya gitmesi beklenir. Ancak
siyasi baskı altındaki Merkez Bankası’nın bunu yapabileceğine kuşkuyla
bakılıyor. Bu nedenle enflasyon 2017’de de rüzgarın sürüklediği yönde seyretmeye
devam edeceğe benziyor.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?